Bilimin Sınırları ve Bilimcilik Tehlikesi
Bilimcilik, bilimin hemen hemen her şeyi açıklayabileceği düşüncesidir. Ancak gerçekte bilimin açıklayamadığı birçok şey vardır. Sorun sadece yetersiz bilgiye sahip olmamız değildir, aslında bilimin her şeyi açıklayamayacağı gerçeğidir. İşin en ilginç yanı ise, bilimin açıklayamayacağı bazı şeyleri teizmin açıklayabilmesidir.
Makalede teizmin açıklayabildiği ancak bilimin açıklayamadığı beş şeye odaklanacağız:
1. Bilim, evrenin kökenini açıklayamaz.
En az üç nedenden dolayı bilim, evrenin kökenini açıklayamaz. Öncelikle, bilim evrenin bir yönünü, evrenin başka bir yönüne başvurarak, hatta genellikle birbiriyle ilişkilendirerek açıklar. Örneğin, suyun oluşumu ele alalım. Bilim, suyun oluşumunu kimyasal özellikler bakımından açıklar. Buna göre, hidrojen ve oksijen atomlarının bir araya gelmesi suyu oluşturur. Dinazorların yok oluşu ise birçok felaketle ilişkilendirilir. Bilimsel açıklamalarda öncelikle zaten evrenin var olduğu gerçeğine göre hareket edilir. Bundan dolayı evrenin kendisini açıklamada bilimsel yöntemler kullanılamaz.
İkincisi, bilimsel açıklamalar, zamansal durumlar veya durum değişiklikleriyle ilişkilidir. Örneğin, kıtaların hareket etmesi, güneş sisteminin oluşması, yaşamın gelişimi, uranyumun kurşuna dönüşümü gibi olaylar yasalarla açıklanır. Sabit hacimde, belirli miktar bir gazın basıncı gazın mutlak sıcaklığı ile doğru orantılıdır. Bu durum ideal gaz yasası ile açıklanır. Böylece iki sonuca ulaşabiliriz. Öncelikle bilim hiçbir zaman evrenin oluşumu açıklayamaz. Çünkü bunu açıklamak için var olan başka bir yasaya başvurmalıdır. Ancak evrenin kökeni söz konusu olduğunda bu yöntem kullanılamaz.
Üçüncüsü, var oluş bir süreç değil, anlık bir olaydır. Bir kişinin bir odaya girdiğini düşünelim. Öncelikle süreç odanın dışında başlar, sonra yüzde 20’si odaya girer ve kısa süre içinde kişi yüzde 100’ü ile odanın içindedir. Ancak yoktan var olmak bir süreç değildir. Yani varlığın önce yüzde 100 yok olması, sonra yüzde 90 yok olması gibi bir durum söz konusu olamaz. Bu nedenle bilim, evrenin yoktan var oluşunu açıklayamaz.
2. Bilim, Temel Yasaların Kökenini Açıklayamaz.
Doğadaki bazı yasalar diğerleriyle ilişkilidir. Örneğin, Newton’un birinci hareket yasası (Duran bir nesne durmaya ve hareket eden bir nesne hareket etmeye devam eder), Galileo’nun eylemsizlik ilkesine (Kendi haline bırakılan cisim, herhangi bir kuvvetin etkisinde kalmadığı sürece, durumunu korur) dayanır. Ancak bu yasaların varlığı ve doğası bilim tarafından açıklanamaz.
Peki bu yasaların varlığını nasıl açıklayabiliriz? İki seçenek karşımıza çıkıyor: Ya onların açıklanamayacağını kabul etmeliyiz ya da teistik bir açıklamada bulunmalıyız. Doğanın temel yasaları olumsal gerçekliklerdir. Peki dünyamızda neden bazı temel yasalar vardır? Bu tamamen kabul edilebilir bir soru gibi görünüyor, ancak bazı ateistler bu soruyu ‘yeter sebep ilkesi’ gerekçeyle reddediyor. Yeter sebep ilkesi, bir şeyin var olabilmesi için yeterli sebebin olması gerektiğini öne süren mantık ilkesidir. Teistler, bu ilkenin tamamen rasyonel olduğunu iddia etmektedir. ‘Taxicab yanılgısı’ fikrine daha yakın olan bu yanılgı, bir kişinin belirli bir noktayı vurgulamak amacıyla belli bir düşünce sistemine veya dünya görüşüne katılıp, sonra işine gelmediğinde bu düşünce sisteminin dışına çıkmasıdır. Yeter sebep ilkesini, temel yasalarının varlığına uyguladığımızda, ateist bir kişi bu ilkeyi kolaylıkla reddeder. Çünkü yeter sebep ilkesi, teistik bir açıklama sağlar.
3. Bilim Evrenin İnce Ayarını Açıklayamaz
İnce ayar ile ne demek istiyoruz?[1] Evren, yasalarla belirlenmeyen çeşitli sabitler ve belirli fiziksel nicelikler içerir. Ancak bilim söz konusu olduğunda bunlar kaba gerçeklerdir.[2]
Bu bilgiler ışığında filozof William Lane Craig ince ayar argümanını şu şekilde tanımlamaktadır: ‘‘İnce ayar ile kastedilen, söz konusu sabitlerin ve niceliklerin gerçek değerlerinden küçük sapmaların evreni yaşamı engelleyici hale getirmesi ya da alternatif olarak, yaşama izin veren değerler aralığının varsayılabilir değerler aralığına kıyasla son derece dar olmasıdır.’’[3]
Bu faktörler prensipte bilim tarafından açıklanamaz, ancak teistik bir açıklamayla ikna edici sonuç elde edilir. William Dembski, çıkarımda bulunmanın meşru kabul edileceği bazı durumları analiz etti.[4] Dembski’ye göre, üç faktör mevcut olduğunda, bir olayın kasıtlı olarak meydana geldiği sonucuna varılabilir: Olay tesadüfi gerçekleşebilir, olayın gerçekleşme olasılığı düşük olabilir ya da olay bağımsız olarak gerçekleşebilir. Bu üç faktör, Dembski ve diğerlerinin ‘tasarım argümanı’ sunmasına neden olmuştur. Son yıllarda yapılan keşifler, ateist düşünür Antony Flew’un Tanrı inancını benimsemesine yol açtı. Flew şunu sormaya başlamıştı: ‘Evren, geleceğimizi biliyor muydu?’ Kanıtlar onu olumlu cevap vermek zorunda bırakmıştı.[5] Elbette bilinçli bir varlık olmayan evren hiçbir şey bilemez. Dolayısıyla Flew aslında geleceğimizi bilenin sadece Tanrı olması gerektiğini açıkladı.
Felsefe alanında doktorasını Oxford Üniversitesi’nden alan David Horner, bir gün dünyanın önde gelen ateistlerinden birinin bu keşif hakkında konuştuğunu işitti. Horner, argümanın Tanrı’nın varlığına dair önemli bir kanıt sağladığını gördü. Bir ateist olarak buna nasıl tepki vereceğini bilmiyordu.
Evren, yaşamın oluşması için hassas ayara sahiptir. Evren, yaşamın oluşumuna izin veren kesin ve dengeli koşullardan oluşur. Örnek vermemiz gerekirse:
- Yerçekimi kuvveti sabiti çok zayıf olursa gezegenler ve yıldızlar oluşamaz; çok güçlü olursa yıldızlar kolayca yanar.
- Elektronun, proton kütlesine oranı biraz daha büyük veya daha küçük olsaydı, kimyasal bağ elde edilemezdi. Aynı şey elektromanyetik kuvvet için de geçerlidir.
- Eğer nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvete göre biraz daha güçlü olsaydı, yaşam için gerekli olan çekirdekler daha kararsız olurdu; daha zayıf olsaydı hidrojenden başka element oluşmazdı.
- Genişleme hızı daha yavaş olsaydı, bütün evren, daha güneş sistemleri tam anlamıyla düzenlenemeden tekrar içine çökmüş olurdu.
- Kuantum mekaniği, elektronların atom çekirdeğine doğru spiral şekilde hareket etmesini önler.
- Dünya’nın dönüşü yirmi dört saatten fazla sürseydi, sıcaklıklar gün doğumu ile gün batımı arasında çok yüksek olurdu. Daha kısa sürseydi rüzgarlar tehlikeli bir hıza sahip olurdu.
- Atmosferde oksijen seviyesi daha düşük olsaydı boğulurduk; daha yüksek olsaydı kendiliğinden yangınlar çıkardı.
4. Bilim, Bilincin Kökenini Açıklayamaz.
Aralarında bilincin de olduğu insanoğluna dair bazı kavramlar, bilimsel natüralizmde ciddi sorunlar yaratmıştır. Ancak teizm dikkate alındığında bilinç kolaylıkla açıklanabilir.[6]
Bilimciliğin ve natüralizmin en önemli savunucularından biri olan Crispin Wright şöyle demiştir: ‘‘Günümüz metafiziğindeki temel ikilemlerden biri, natüralizmin tasarladığı şekliyle bir dünyada insan merkezli konulara yer bulmaktır. Natüralizmi benimsiyorsak, indirgemeci bakış açısını da benimsediğimiz düşünülebilir. Öte yandan, natüralizmi reddetmek, doğaüstücülüğe bağlılık gibi görünebilir.’’[7]
Natüralizm göz önüne alındığında, bilinci koyabilecek bir yer bulunmaz. Dolayısıyla natüralistin bunun aslında fiziksel bir gerçek olduğunu kabul etmesi ya da inkar etmesi gerekiyor. Ancak reddetmesi durumunda teizmin açıklamalarına yaklaşır. Çünkü teizmde, temel varlığımız bilinçlidir. Tanrı’nın insanlara bilinç bahşettiğini görmek mümkündür. Crispin Wright’ın anladığı gerçek işte buydu.
5. Bilim Ahlaki, Akılcı ve Estetik Amaç Taşıyan Yasaların Kökenini Açıklayamaz.
Çoğu insan ahlakta, akılcılıkta ve estetikte nesnel yasaların varlığını kabul eder. Ahlaki olarak, ‘Bebeklere işkence yapmak yanlıştır’ ya da ‘Irkçı eylemlerden uzak durulması gerekir’ gibi örnekler verilebilir. Bu yasalardan birini ihlal ederseniz ahlaka aykırı davranışta bulunmuş olursunuz. Akılcılığa örnek vermek gerekirse, ‘Bir inanç, sahip olduğunuz diğer makul inançlarla tutarlıysa, bu onun doğru olma ihtimalini artırır’ diyebiliriz.
Bilimcilik için sorun, bilimin tanımlayıcı olmasıdır. Bilim, durumun ne olduğunu açıklamaya çalışır, ancak durumun ne olması gerektiğini belirleyemez. Bu nedenle bilim, normatif yasa ve ilkeler söz konusunda sessiz kalır. Örneğin biyoloji filozofu Michael Ruse şöyle der: ‘‘Ahlak, eller, ayaklar ve dişler kadar biyolojik bir adaptasyondur. Birisi ‘Komşunu kendin gibi sev’ dediğinde, kendisinin üstünde bir şeyi kastettiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, böyle bir kanı gerçekte temelsizdir. Çünkü ahlak yalnızca hayatta kalmaya ve neslin devamlılığına yardımcı olur. Daha derinsel bir anlam yanıltıcıdır.’’[8]
Ruse’un düşüncesi, rasyonellik ve estetik bakımından eşit derecede geçerlidir. Bununla birlikte, eğer erdemli ve iyi bir Tanrı varsa, O’nun bize yüklediği ahlaki, rasyonel ve estetik görevler nesnel olarak doğru olacaktır. Bir insan derin ve içsel bir değere sahip ise tüm insanlar, eşit içsel değere ve hakka sahiptir. Zihnin belirli durumlar, doğası gereği rasyoneldir. Örneğin, eğer bilinç indirgenemez ve gerçekse, o zaman fiziksellik yanlıştır; bu zihnin içinde bulunması gereken rasyonel bir durumdur.
Evren eğer içsel iyiliğin, akılcılığın ve güzelliğin taşıyıcısı olan bir varlıkla oluşuma başladıysa, o zaman bu şeylerin nasıl var olduğu konusunda hiçbir sorun yoktur. İçsel veya normatif değer özelliklerinin (ahlaki, rasyonel veya estetik) oluşumuna gerek yoktur. ‘‘Ahlaki niteliklerin ortaya çıkışı, natüralizmin reddi ve teizmin kanıtıdır’’ diyen ateist filozof J. L. Mackie, ‘‘Ahlaki nitelikler o kadar ilginç bir özellik ve ilişki kümesi oluşturur ki, Her Şeye Gücü Yeten bir Tanrı olmadan, hayatın olağan akışı içinde ortaya çıkmaları pek mümkün değildir.’’[9] der. Amin! Gerçekten öyledir.
DİPNOT
[1] I am indebted to William Lane Craig’s excellent discussion of this topic by William Lane Craig, Reasonable Faith: Christian Truth and Apologetics, 3rd ed. (Wheaton, IL: Crossway, 2008), 158–159.
[2] For a list and nice explanation of these constants and physical quantities, see Hugh Ross, The Creator and the Cosmos, 3rd rev. and expanded ed. (Colorado Springs: NavPress, 2001), 145–167.
[3] Craig, Reasonable Faith, 158.
[4] William Dembski, Intelligent Design (Downers Grove, IL: InterVarsity Press, 1999).
[5] Antony Flew, There Is a God: How the World’s Most Notorious Atheist Changed His Mind (New York: HarperCollins, 2007), chapter 6.
[6] See J. P. Moreland, The Recalcitrant Imago Dei (London: SCM Press, 2009).
[7] Crispin Wright, “The Conceivability of Naturalism,” in Conceivability and Possibility, ed. Tamar Szabo Gendler and John Hawthorne (Oxford: Clarendon, 2002), 401. The paragraph breaks are mine.
[8] Michael Ruse, “Evolutionary Theory and Christian Ethics,” in The Darwinian Paradigm (London: Routledge, 1989), 262–269.
[9] L. Mackie, The Miracle of Theism(Oxford: Clarendon, 1982), 115. Cf. J. P. Moreland and Kai Nielsen, Does God Exist?(Buffalo, NY: Prometheus, 1993), chapters 8–10.