Yeruşalim
Elçilerin İşleri’nin başlangıcı, Yeruşalim’deki ilk kilisenin varlığını ve gücünü teyit eder. İsa göğe alındıktan sonra Yeruşalim’deki kilisede 120 imanlı vardı (Elçilerin İşleri 1:15). Elçilerin İşleri 2:5, Yeruşalim’de, dünyanın her ülkesinden gelmiş dindar Yahudilerin bulunduğunu ve Celileli imanlıların Pentikost’ta Kutsal Ruh’u aldıktan sonra kendi dillerini konuştuklarında hayrete düştüklerini bildirir.
İsa’nın Yeruşalim’deki ilk izleyicileri Yahudi’ydi; Şabat’ı tutmaya ve Tapınak’ta ibadet etmeye devam ettiler. Elçilerin İşleri 15’te Pavlus ve Barnaba diğer uluslara yönelik hizmetlerini diğer kilise önderleriyle tartışmak üzere Yeruşalim’e döndüler. Önderler, Yahudi olmayanların sünnet de dahil olmak üzere Musa yasasının çoğuna uymak zorunda olmadıkları konusunda hemfikirdi. İsa’nın kardeşi olan Yakup, Yeruşalim’deki ilk kilisenin önderi oldu. Hirodes Agrippa Hıristiyanlara karşı zulmünü artırınca, Yahudi başkâhin Yakup’u yaklaşık 62 yılında idam ettirdi. Kısa bir süre sonra Yeruşalim kilisesi günümüz Ürdün’ünde bulunan Pella’ya kaçtı. Romalı yetkililer Yahudi milliyetçiliğini bastırmaya çalışarak 66-73 yılları arasında Birinci Yahudi-Roma Savaşı’na yol açtılar. Savaşı Romalılar kazandı, Yeruşalim şehrini harap ettiler ve 70 yılında İkinci Tapınağı yıktılar. Josephus, Yeruşalim hakkında ‘onu temellerine kadar yıkanlar tarafından öylesine yerle bir edildi ki, ziyaretçileri bir zamanlar yerleşim yeri olduğuna ikna edebilecek hiçbir şey kalmadı’ diye yazmıştır.
Roma
Roma, büyük Roma İmparatorluğu’nun kalbi ve en büyük şehriydi. Kilise, Pavlus’un hizmetinden önce Roma’da kuruldu ve hem Pavlus hem de Petrus’un şehit edildiği yerdir. 100 yılı civarında Roma’da 500.000 ila 1.000.000 arasında insan yaşıyordu; kilise henüz küçük olsa da, tüm imparatorlukta belki de 7.000’den biraz fazla Hıristiyan’dan oluşuyordu. Yine de Romalı yetkililer bu yeni Hıristiyan hareketine karşı temkinliydi.
İkinci yüzyılın ortalarına gelindiğinde Hıristiyanlar hâlâ Roma’daki evlerde toplanıyordu, ancak o yüzyılın sonunda sadece Roma’da yaklaşık 7.000 Hıristiyan yaşıyordu. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde büyüme büyük ölçüde şehirlerde yoğunlaştığı için, Roma’daki kilise nispeten güçlüydü, öyle ki tarihçiler imparatorluğun başka yerlerinde yaşayan Hıristiyanlara para gönderdiğini biliyor. Roma’nın yoğun nüfusu şehir içinde sıkışık yaşam alanlarına neden oluyordu. Tarihçi Jérôme Carcopino Roma’da “her 26 apartman bloğuna karşılık sadece bir özel ev” olduğunu yazmıştır. Her ne kadar Roma İmparatorluğu’nda kadınlardan çok daha fazla erkek yaşıyor olsa da -kadınların çocuk öldürme, doğum ve kürtajdan kaynaklanan yüksek ölüm oranı nedeniyle- Pavlus Romalılar 16’da Roma’daki kiliseye yazdığında, oldukça eşit sayıda erkek ve kadını selamlıyordu. Kadınlar genellikle Yol’a ilk inananlar olarak geliyorlardı.
313 yılına gelindiğinde Roma’daki ve tüm bölgedeki kilise o kadar büyümüştü ki, iktidardaki hükümet Hıristiyanlara yönelik zulümleri resmen durdurdu. 337 yılına kadar hüküm süren Konstantin imparatorluğun ilk Hıristiyan imparatoru oldu.
İskenderiye
Antik Makedonya’nın kralı Büyük İskender, MÖ 331 yılında İskenderiye’yi kurmuştur. Akdeniz kıyısında (günümüz Mısır) bir şehir olan İskenderiye, Roma İmparatorluğu’nda Roma’dan sonra ikinci büyük şehirdi. Hıristiyanlık İskenderiye’ye Roma dünyasındaki diğer şehirlerden daha geç geldi, ancak Müjde ortaya çıktığında hızla yayıldı. 239 yılında kentte yok denecek kadar az sayıda Hıristiyan yaşıyordu. (Greko-Romen dünyasının geri kalanında Hıristiyan nüfus yaklaşık yüzde 1,4’tü). Ancak 70 küsur yıl içinde İskenderiye nüfusunun yüzde 18’i Hıristiyan oldu (imparatorluğun geri kalanıyla karşılaştırılabilir).
Muhtemelen kızamık ya da çiçek hastalığı olan iki feci salgın hastalık 165 ve 250 yıllarında Greko-Romen dünyasını kasıp kavurdu. İskenderiye piskoposu Dionysius, ikinci salgın sırasında inananlara bir Paskalya mektubu yazmıştır. Bu mektupta kargaşa sırasında gösterdikleri cesareti görüyoruz: “Hıristiyan kardeşlerimizin çoğu sınırsız sevgi ve sadakat gösterdiler, kendilerini asla esirgemediler ve sadece birbirlerini düşündüler. Tehlikeye aldırmadan hastalarla ilgilendiler, her türlü ihtiyaçlarıyla ilgilendiler ve onlara Mesih’te hizmet ettiler.”
Her ne kadar Dionysius kendi cemaatinin hastalıktan perişan olanlara özverili bir şekilde yardım etmesi konusunda önyargılı olsa da, pagan kaynaklar Hıristiyan nüfusun hastalarla ilgilendiği konusunda hemfikirdi. Dönemin pagan rahipleri halka sefaletin anlamını ya da umudunu verememiş, zengin ve güçlülerle birlikte sık sık şehirlerden kaçmışlardır.
Helenistik doğal hukukun bu tür acı ve ıstıraplar için hiçbir cevabı yoktu. Cicero, İsa’dan önceki yüzyılda üzüntüyü açıklamaya çalışmıştı: “Refah mı yoksa sıkıntı mı yaşayacağımız talihimize ya da (nasıl demeliysek) ‘koşullara’ bağlıdır. Bazı olaylar gerçekten de insanın kontrolü dışındaki doğal nedenlerden kaynaklanır.” Ancak acı çeken birçok insan bu tür açıklamaları yetersiz bulmuş ve bazıları hem cevaplar hem de umut için Hıristiyanlığa yönelmiştir.
Çoğu bilim adamı Septuagint’in (Eski Ahit’in en eski Yunanca çevirisi) MÖ üçüncü yüzyılda İskenderiye’de tercüme edildiği konusunda hemfikirdir. Ayrıca Elçilerin İşleri 18’deki Apollos hem Efes hem de Korint’te vaaz veren İskenderiyeli bir Yahudi’ydi. ”Bu arada İskenderiye doğumlu Apollos adında bir Yahudi Efes’e geldi. Üstün bir konuşma yeteneği olan Apollos, Kutsal Yazılar’ı çok iyi biliyordu. Rab’bin yolunda eğitilmiş bir kişiydi. Ateşli bir ruhla konuşuyor ve sadece Yahya’nın vaftizini bildiği halde İsa’yla ilgili gerçekleri doğru öğretiyordu.” (Elçilerin İşleri 18:24-25).
Antakya
Günümüz Suriye’sinde yer alan ve Büyük İskender’in halefi I. Selevkos tarafından MÖ 300 yılında bir kale olarak kurulan Antakya, başlangıçta hem Suriyelilere hem de Yunanlılara ev sahipliği yapıyordu. Roma İmparatorluğu M.Ö. 64 yılında şehri ele geçirdi ve sonunda şehirde bir Yahudi mahallesi de dahil olmak üzere 18 farklı etnik yerleşim bölgesi oluştu. Bu durum kenti hem Yahudilerin hem de Yahudi olmayanların din değiştirmesi için uygun hale getirmiştir.
Birçok bilim adamı Matta’nın İncil’inin o zamanlar Roma İmparatorluğu’nun en büyük şehirlerinden biri olan Antakya’da yazıldığına inanmaktadır. Birinci yüzyılın sonunda Antakya 150.000’den fazla nüfusu olan bir şehirdi. Surlarla çevrili bir şehir olarak, muhtemelen Roma’dan bile daha kalabalıktı. Nüfusa rağmen, Greko-Romen dünyasının övgüyle bahsettiği Antakya’nın ana caddesi sadece9 metre genişliğindeydi. Antakya’nın felaketler ve trajedilerle dolu zorlu bir tarihi vardı. Roma egemenliğinde geçen 600 yıl boyunca düşman kuvvetleri şehri 11 kez ele geçirmiş ve saldırılar sırasında dört kez büyük ölçüde yakmıştır. Antakya ayrıca yüzlerce önemli depreme, nüfusun yüzde 25’inin öldüğü üç salgın hastalığa ve beş büyük kıtlığa maruz kalmıştır. Antakya ortalama olarak her 15 yılda bir felakete maruz kalmış ve şehir ancak Pers sınırına karşı stratejik konumu nedeniyle yeniden inşa edilebilmiştir.
Elçilerin İşleri kitabında, bazıları İsa’nın takipçisi olan birçok diaspora Yahudisine ev sahipliği yaptığı için Antakya’ya önemli bir yer ayrılmıştır. Elçilerin İşleri 6:5’te, önce Yahudiliğe sonra da Hıristiyanlığa geçen Antakyalı Nikolas, Yeruşalim’de diyakozluk yapmak üzere yedi Helenist liderden biri olarak seçilmiştir. Barnaba da Antakya’ya gitmiş ve daha sonra müjdeye aç olanlara öğretmesi için Pavlus’u getirmiştir. Luka’nın Elçilerin İşleri 11:26’da bildirdiği gibi, “Öğrenciler ilk olarak Antakya’da Hıristiyan olarak adlandırıldılar.”
Üçüncü yüzyılın ikinci yarısında Antakya’da 10 kilise toplanmıştı. Şehir, 431 yılında Efes Konsili tarafından tanınan Konstantinopolis, Yeruşalim, İskenderiye ve Roma ile birlikte beş orijinal patriklikten biri olarak kabul edildi.
Kartaca
Kuzey Afrika’da günümüz Tunus’unda bir şehir olan Kartaca, bir Fenike yerleşimi olarak kurulmuş ve sonunda Romalıların eline geçmiştir. Nesiller boyu süren yıkıcı savaşların ardından Julius Caesar, Kartaca’yı M.Ö 1. yüzyılın ortalarında yeniden inşa etmiştir. İsa’nın doğumundan sonraki ilk yüzyılın sonunda Akdeniz’de önemli bir Roma limanıydı. Kartaca, güney İtalya yakınlarındaki Sicilya adasından denizin sadece 257 km ötesindedir.
Tertullian ünlü ve dindar bir Kartacalı olup birçok teolog tarafından Batı teolojisinin babası olarak anılmaktadır. Bilginler bu Hıristiyan savunucusu ve sapkınlıklara karşı savunucuyu Latince teolojik yazılarında Teslis’e atıfta bulunan ilk yazarlardan biri olarak kabul etmektedir. Hıristiyanlığı kabul eden bir yetişkin olarak, Apologeticus adlı ufuk açıcı kitabında ‘Hıristiyanların doğmadığını, yaratıldığını’ ileri sürmüştür. Üçüncü yüzyılda yaşamış Kartaca piskoposu Cyprian (y. 210-258) 251 yılında imparatorluğu kasıp kavuran ikinci büyük salgın sırasında Hıristiyan umudu hakkında yazmıştır. Pagan bir ailede doğan ve otuzlu yaşlarında Hıristiyan olarak vaftiz edilen Cyprian, pagan düşüncesini ve Helenistik felsefeyi ilk elden biliyordu. Putperestlerin salgına verecek bir cevapları ya da geleceğe dair umutları olmamasına rağmen, Hıristiyanlar için acıların “bizim için ölüm değil, deneme alıştırmaları olduğunu; akla metanetin yüceliğini verdiğini; ölümü küçümseyerek taç için hazırlık yaptıklarını” savundu.
İncil’de özel olarak bahsedilmemesine rağmen, Kartaca bir şehir olarak hem Kutsal Yazılar hem de ilk kilise tarihinde önemli bir yere sahiptir. 3. ve 5. yüzyıllar arasında Kartaca’da çok sayıda kilise konseyi toplanmıştır; kilise babaları burada Kutsal Kitap kanonunu belirlemiş ve sapkınlıkların Roma dünyasında yayılmasını önlemek için önemli teolojik temeller atmışlardır.
Korint
Yunanistan’daki bu antik kentin tarihi İsa’nın doğumundan binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. O dönemde hangi imparatorluk güçlüyse onun arasında el değiştiren Korint, MÖ 2. yüzyılda Roma güçlerinin eline geçmiştir. Julius Caesar MÖ 44 yılında şehri yeniden diriltmiş ve şehir binlerce Romalı, Yunanlı ve Yahudi’ye ev sahipliği yapmıştır. Elçi Pavlus Korint’e ilk kez birinci yüzyılın ortalarında gitmiştir. Oradayken, Claudius’un Yahudileri Roma’dan kovmasından kaçınmak için Korint’e taşınmış olan Aquila ve karısı Priscilla ile tanıştı. Pavlus ve yeni arkadaşları çadır yapımcısı olarak çalışıyorlardı ve Pavlus her Şabat günü sinagogda İsa ve Müjdesi hakkında vaaz veriyordu.
Korint’teki Yahudi meslektaşlarıyla bir yere varamayan Pavlus, ”Bundan sonra Yahudi olmayanlara gideceğim” diye söz verdi (Elçilerin İşleri 18:6). Bir buçuk yıl boyunca Korint’te kaldı, vaaz verdi ve öğretti. Pavlus Korint’ten ayrıldıktan sonra bile oradaki kiliseye hizmet etti. Korintliler’e en az iki mektup yazarak -ilki Efes’teyken, ikincisi Makedonya’dayken- onları putperest bir dünyada imanlarını korumaya teşvik eder.
Korintli Hıristiyanlar İsa’yı şiddetle reddeden Yahudiler ve hem Yunan hem de Roma tanrı ve tanrıçalarına tapan putperestlerle çevriliydi. Ancak Pavlus onları sadık kalmaya çağırdı: ”Yahudiler doğaüstü belirtiler ister, Grekler’se bilgelik arar. Ama biz çarmıha gerilmiş Mesih’i duyuruyoruz. Yahudiler bunu yüzkarası, öteki uluslar da saçmalık sayarlar. Oysa Mesih, çağrılmış olanlar için –ister Yahudi ister Grek olsun– Tanrı’nın gücü ve Tanrı’nın bilgeliğidir.” (1. Korintliler 1:22-24).
Bir şehir ne kadar doğulu ve ne kadar az batılıysa (Roma hariç), Müjde o kadar hızlı yayılıyordu. Korint’te, 100 yılında 100.000 kişilik bir kentte, kilise özellikle kadınlar arasında çoğalıyordu ki bu tüm Greko-Romen dünyasında görülen bir eğilimdir. Hıristiyan kadınlar genellikle daha geç evleniyorlardı -genellikle ergenlik çağına gelmeden evlenen putperest kızların aksine kocaları onları sebepsiz yere boşayamıyordu. Hıristiyanlar pagan komşularından farklı görünüyorlardı, çünkü Müjde’nin takipçileri genellikle boşanma, sadakatsizlik, çok eşlilik ve bebek öldürme (özellikle kız bebekler) gibi Greko-Romen toplumunda yaygın ve geniş çapta kabul gören davranışlardan kaçınıyorlardı.
Efes
Efes, günümüz Türkiye’sinin batı kıyısında, antik Smyrna’nın sadece 80 km güneyinde yer almaktadır. Bir zamanlar Ege Denizi kıyısında yer alan kentin kalıntıları günümüzde kıyı şeridinden yaklaşık 3 km uzaklıkta bulunmaktadır. Sık sık çeşitli hükümdarların eline geçen Efes, M.Ö. 129 yılında Roma egemenliğine girmiş ve bu durum üçüncü yüzyıla kadar sürmüştür. İsa’nın yaşadığı dönemde Efes büyük ölçüde zenginleşmiş ve bir ticaret ve kültür merkezi haline gelmiştir. Tahmini nüfusu 100 yılında 200.000’di.
Efes’te ünlü Artemis Tapınağı (dünyanın yedi harikasından biri), 2.000 metre kare büyüklüğündedir. Tapınakta yaklaşık 12.000 parşömen içeren büyük Celsus Kütüphanesi ve büyük bir amfitiyatro bulunuyordu. Bu çok kültürlü şehir Yunanlılara, Romalılara ve Yahudilere ev sahipliği yapıyordu. Pavlus Efes’e Korint’te geçirdiği zamanın ardından ilk kez 52 yılında gitmiştir. Korint’teki gezisine benzer şekilde, Pavlus Efes sinagogunda Yahudilere vaaz vererek başladı ama kısa süre içinde günlük tartışmalarını Tyrannus okuluna taşıdı. Elçilerin İşleri 19:10’da Luka bu derslerin ‘iki yıl boyunca sürdüğünü, böylece Asya ilinde yaşayan bütün Yahudi ve Greklerin Rab’bin sözünü işittiğini’ bildirir.
Birçok Efesli Pavlus’un vaazlarına açık olsa da, hatta bazıları Yol’a dönse de, Elçilerin İşleri kitabı bize onun hizmetinden memnun olmayan bir grup hakkında bilgi verir. Artemis tapınakları yapan bir gümüşçü olan Demetrius, geçimlerini tanrıçayı onurlandırarak sağladıklarını hatırlatmak için zanaatkâr arkadaşlarını topladı ve onları öfke ve protesto içinde büyük tiyatroya götürdü (Elçilerin İşleri 19). Kalabalık sonunda bastırılmış olsa da, Luka Efes’i bu yeni Hıristiyan inancıyla boğuşan ve bu inanç tarafından tehdit edilen farklı bir şehir olarak tasvir eder.
Konstantinopolis*
Günümüz Türkiye’sinde Asya ile Avrupa’nın birleştiği noktada yer alan Konstantinopolis (İstanbul), 324 yılında İmparator Konstantin tarafından kurulmuştur. Daha önceki adı Byzantium olan bölgede MÖ 13. yüzyıldan beri yerleşim vardı.
İmparator Konstantin, Roma dünyasını birleştirdi ve İmparator Licinius’u yendikten sonra tüm imparatorluğun lideri oldu. Siyasi ve kültürel çatışmalar nedeniyle Roma’yı reddederek Konstantinopolis’i Roma İmparatorluğu’nun yeni merkezi ilan etti; bu durum Roma paganizminin gücünü büyük ölçüde azalttı. Artık yeniden başlamanın zamanı gelmişti ve Nova Roma 11 Mayıs 330’da kutsandı. Buradan, Hıristiyanlığın kabul edilmesi yoluyla imparatorluğun ihtişamını geri getirmeyi umuyordu.
Konstantinopolis şehrinin Roma dönemine ait bir yenilenmeye ihtiyacı vardı. Bu yüzden Konstantin yeni başkenti süslemek için imparatorluğun çeşitli şehirlerinden sütunlar, sanat eserleri, heykeller ve diğer süs eşyaları getirtti. Yaklaşık 50 yıl sonra kilise babası Jerome, ”Konstantinopolis’i giydirirken dünyanın geri kalanının çıplak bırakıldığını” söyleyecekti. Konstantin süs eşyası biriktirmenin yanı sıra, nüfusu artırmak için şehrin yeni sakinlerine ayrıcalıklar tanıdı: vergilerden ve askerlik hizmetinden muafiyetler ve bedava mallar (buğday, yağ ve şarap).
İlk kilisede Hıristiyanların çoğu özel konutlarda, daha sonra mezarlıklarda (Roma katakompları gibi) ve hatta daha sonra belirlenmiş bazı kilise binalarında ibadet etmişlerdir. Günümüz Suriye’sinde bulunan en eski kilise yaklaşık 250 yılına tarihlenmektedir. Ancak Konstantin’in 312 yılında din değiştirmesinden sonra Hıristiyan ibadeti değişmeye başlamıştır. Konstantinopolis’te Hıristiyan ibadeti, tütsü kullanımı gibi pagan dünyasına ait bazı süsleme ve uygulamaların yanı sıra rahipler, tören alayları ve korolar için süslü kıyafetler kullandı. Konstantinopolis, 29 Mayıs 1453’te Osmanlı Ordusu tarafından fethedilene dek yaklaşık 1.000 yıl boyunca Akdeniz bölgesinin kültür ve eğitim merkezi olmuştur.
*Konstantinopolis, günümüzde İstanbul’un Sarayburnu ve çevresine (Fatih) tekabül eden tarihî şehirdir.
KAYNAKÇA: https://christianhistoryinstitute.org/magazine/article/the-way-spreads-ch-147