Augustinus, genç yaştayken dünyanın sunduğu her şeyin peşinden gitmesine rağmen kalıcı sevinç ve esenliği bulamadı. Kendini bu hayatın tüm zevklerine verdi ama hiçbiri kalıcı bir tatmin getirmedi. Geriye baktığında, bunun ilahi bir lütuf olduğuna inandı. Augustinus, yalnızca Tanrı’nın gerçek sevinç ve esenliği sağladığını öğrendi.
Bazı insanlar bu dünyadan kendisinden daha fazla zevk aldıklarını düşündüğünde, böyle bir tatminin aslında bir bereket olmadığını savundu. Tanrı’dan ayrı bir anlık huzur bulanlar, bu huzuru bir yanılsama olarak görmelidir. Tanrı olmadan zevk bulanlar, hazzın yalnızca daha düşük bir biçimini ve nihayetinde boş olan bir zevk bulurlar.
Hıristiyanlar, Augustinus’un İtirafları kitabına manevi bir otobiyografi olarak uzun süredir değer verirler. Augustinus’un kurtuluşunun yaratıcısı olan Tanrı’yla konuşmaları ve yaşadığı ruhsal hac yolculuğunun hikayesini anlatarak kendini okuyucuya açar. Augustinus karışık bir hayata aşinadır. Gençliğinde şu son altı yüzyıl içinde pek de değişmeyen yaygın dünyevi uğraşlardan zevk aldı. Daha sonra bir Hıristiyan olarak şunları söylediği o günleri düşündü:
“Senle ilgili düşünce o kadar derinden harekete geçiriyor ki, seni övmedikçe doymuyor, çünkü bizi kendin için yarattın ve yüreklerimiz sende dinlenmedikçe huzur bulmaz” (1.1).
Dışardan bakıldığında, Augustinus, dünyanın sunduğu her şeyin tadını çıkararak başarı ve memnuniyet duyulacağını kanıtlıyordu. Tanrı’ya dünyayı gerçekten sevdiğini itiraf etti (1.13). Ama geçmişteki körlüğünün yasını tutarken, o zamanlar bile hayatının ne kadar boş olduğunu hissettiğini kabul ediyordu
Augustinus, imanın sağladığı kavrayışla Tanrı’ya itiraf etti ve kendi kendine şunları söyledi:
“Ama benim günahım, zevki, güzelliği ve gerçeği O’nda değil, kendimde ve diğer yaratıklarda aramamdı ve bu arayış beni acıya, kafa karışıklığına ve yanılgıya sürükledi” (1.20).
Günah ona lezzet verdi
Augustinus, günahın bahşettiği zevki asla unutmadı. Arkadaşlarıyla birlikte armut çaldığı çocukluk yıllarına ait o meşhur hikâyeyi hatırlayarak o anı şöyle anlatmıştı “tadını çıkarmış ve keyif almış” ve şöyle itiraf eder; “Eğer o armutlardan herhangi birinin bir parçası dudaklarımdan geçerse, ona tat veren günahtır” (2.6). Günahın genellikle iyi hissettirdiğini iyi biliyordu, ancak bu daha düşük bir zevk şeklidir (2.5).
Şöyle söyler: “Tembellik, esenlik sevgisi kılığına girer; ama Rab’den başka hangi kesin esenlik vardır? Savurganlık, dolgunluk ve bolluk gibi görünür: ama Sen asla ölmeyen tatlılığın tükenmeyen deposusun” (2.6). Günah zevk anları sunsa da Tanrı’dan ayrı olan yaşamı nihayetinde “Boş bir şeydi” (2.10).
Augustinus, bu dünyanın zevklerinin nihayetinde boş olduğunu öğrendi. Gerçekten ihtiyaç duyduğu ve gerçekten arzuladığı şey Tanrı’nın kendisiydi, ancak günahkarken bunu göremeyecek kadar kördü. Ancak ne büyük bir lütuf! Tanrı bildiğinden daha yakındı. Augustinus şöyle yazdı: “Tanrım, merhametli Tanrım, bana ne kadar iyi davrandın, çünkü o zevk kasesine çok acı kattın!” (3.1).
Tanrı’nın lütfuyla, Augustinus günahta kalıcı bir sevinç bulamadı. Dokuz yıl boyunca kendine engel olmadan günahın peşine gittiğini itiraf etti. Arkadaşlıkları, her önüne gelenle yatıp kalması ve gelen övgülerin gururunu putlaştırdı, ancak dış görünüşünün aksine “ıssız ve boş” hissediyordu (4.1). Zevk ve güzelliği bildiğini sanıyordu ama fark etti ki, “Bunu o zaman bilmiyordum, daha aşağı bir güzelliğe âşıktım ve beni aşağı çekiyordu” (4.13). O ilk yıllara yas tutup şunları söyledi:
“Otuz yaşında olmadığımı ve hala aynı bataklıkta bocaladığımı fark ettim, çünkü dünyanın sunduğu her şeyden zevk almak için açgözlüydüm, oysa beni atlatıp gücümü boşa harcamıştı” (6.11).
Günahın içinde mutlu olan adama acı!
Augustinus, bazı insanların dünyada ondan daha fazla zevk bulduğunu biliyordu. Çözümü bilmese de dünyeviliğin boşluğunu hissetmişti. Augustinus, günahta gerçekten daha büyük memnuniyet bulanlar için kederlenir: “Ama şimdi, acı veren bazı zevklerden mahrum kalan ya da zararlı bir zevkten vazgeçme çilesine katlanmak zorunda olandan çok, günahlarıyla mutlu olan bir adama daha çok acıyorum.” (3.2).
Augustinus günahta zevk aradı ve biraz buldu ama sonunda gördü ki boştu ve bu Tanrı’nın lütfunun bir eseriydi (3.6).
Genç bir piskopos olarak Augustinus, Tanrı’nın lütfunu tanıdıkça geçmişi için teselli buldu. Uzun zamandır aradığı ve bulduğu sevinç için Tanrı’ya şükretti. Şunu söyleyebilirdi;
“Ne kadar büyük olursa olsun, hangi dünyevi haz dünyasal zihnin üzerine ışık saçarsa saçsın hiçbir bedensel zevk azizlerin hayatındaki mutluluğun yanında kıyaslanmaya, hatta anılmaya değer değildir” (9.10).
Kendini “görünür dünyanın geçici zevklerine” vermek ne büyük bir israf (9.4). Mesih’te bulduğu sevinç, önceki tüm yıllarında bulduğu sevinçleri aşmıştı. Tanrı’nın kendisinde gerçek mutluluk ve sonsuz zevk vardır. Tanrı’ya şöyle haykırdı; “hissettiğim sevincin beni gerçekten mutlu ettiğini düşünmek benden uzak olsun.
Çünkü seni sevmeyenlere değil, sadece seni kendi iyiliği için sevenlere verilen bir sevinç vardır. Sen kendin bizim neşemizsin. Mutluluk seninle, senin için ve senin sayende sevinmektir. Bu gerçek mutluluktur ve başkası yoktur” (10.22). Tutkuyla Tanrı’ya şöyle dedi: “Seni tattım ve şimdi sana acıktım ve susadım. Bana dokundun ve senin esenliğinin sevgisiyle alevlendim” (10.27).
Trajik yanılsamaya dikkat edin
Zevk duymamanın bir bereket olabileceği mantıksız görünebilir. Böyle bir fikir, 21. yüzyıl dünyasında kesinlikle kültüre karşıdır: kültürümüzdeki birçok kişi, hazzı en yüksek iyilik ve hatta bir hakikat kuralı olarak yüceltir.
Augustinus bir süre için ondan kalıcı bir sevincin peşinden koştu, ama bu ilahi bir lütuftu. Kendi ruhsal yolculuğumuzu hatırladığımızda, belki de bu, Mesih’ten önceki boş arayışlara ışık tutar.
İmanlı olmayanlar için bu, sadece günahtan hoşnut veya bu dünyaya ait şeylerden tatmin olmanın bir kutsaması değil – trajik bir yanılsamasıdır. Sonunda, yalnızca Tanrı’nın kendisi gerçek mutluluk, güzellik ve zevktir.
Kaynakça: https://equip.sbts.edu/article/augustines-testimony-demonstrates-the-grace-of-emptiness/