Romalılar 1:18-32’yi okuyunuz.
İnsanın Günahı ve Tanrı’nın Gazabı
Tanrı’nın Müjdesi’nin Rab İsa Mesih’i merkez aldığını ve “aklanma” konusunu bütünüyle ele aldığını (a.17) gördük. Diğer bir deyişle, insanın Tanrı’yla nasıl barışabileceği hakkındadır. Ancak insanın doğal haliyle Tanrı’yla doğru bir ilişki içinde olmadığını anlamadığımız takdirde, böyle bir bildiri anlamsız görünecektir. Bu bölümde, Pavlus insanın günahının doğasını ve büyüklüğünü anlatır. Ne kadar büyük bir yozlaşmışlık içinde olduğumuzu, korkunç ve dehşet verici bir biçimde tasvir eder. Tanrı’nın insanlara kızgın olduğunu anlatarak öğretmeye devam eder.
Tüm bölüm boyunca, Tanrı’nın gazabı vurgulanır. Bununla birlikte, Pavlus’un kısa bir süre önce söz etmiş olduğu şeyleri gözden kaçırmamız gerekmektedir. Müjde insanların Tanrı’yla barışabileceklerini, doğru bir ilişkiye kavuşabileceklerini açıklamaktadır. İnsanların günahları bağışlanabilir ve onlar Tanrı’nın gözünde aklanmış olarak sayılabilirler. Böylece Tanrı’nın gazabından kurtulmuş olurlar. Bütün bunlar iman sayesinde mümkündür ve hiç kimse tarafından hak edilemez. İman eden her kişi, Tanrı tarafından doğru sayılır. Pavlus’un Mesih’in Müjdesi’nden utanmaması ve bu Müjde’yi her yerde, hatta Roma’da bile duyurmaya hazır olması şaşırtıcı değildir (a.15-16). İnsanın aşırı derecedeki günahkârlığını ve Tanrı’nın öfkesinin büyüklüğünü göz önünde bulundurduğumuzda, günahkârları güçlü biçimde kurtaracak böyle bir Müjde olduğuna sevinmemiz gerekir!
İnsanın Günahı
Öyleyse, elçi Pavlus’un insanın günahı hakkında ne söylediğine bir bakalım. Pavlus’un üzerinde durduğu ilk husus, insanın bilerek günah işlediğidir. Şimdi 19-21, 28 ve 32. ayetleri okuyunuz.
Herkes Tanrı’nın var olduğunu bilmektedir. Her insan iç varlığında Tanrı hakkında bilgiye sahiptir; bu bilgi insanın yüreğine Tanrı’nın kendisi tarafından yazılmıştır. İnsan ne kadar dik başlı olursa olsun, bu içsel bilgi göz ardı edilemeyecek kadar belirgindir (a.19). İnsanı çevreleyen yaratılış, ona aynı şeyi göstermektedir. Tanrı’nın yarattığı her şey, O’nun Tanrılığı’nı ilan etmektedir. Bunu yaratıldıkları günden beri ilan etmişlerdir ve ilan etmeye devam etmektedirler. Yaratılmış olan her şey gözle görülmeyen sonsuz, güçlü ve görkemli bir Gücün (yani Tanrı’nın) varlığına tanıklık etmektedir (a.20).
Hiç kimse Tanrı’nın varlığından habersiz olduğunu ileri sürüp bunu mazeret olarak gösteremez. Gözle görülmeyen bir Tanrı olduğu açıkça görülmektedir (a.20). Her insan Tanrı’nın var olduğuna ilişkin bilgiye sahiptir (a.28). Bunun yanı sıra, Tanrı her insanın vicdanına her türlü kötülüğü yargılayıp mahkûm edeceğini de yazmıştır (a.32).
Fakat tüm bunları bilmesine rağmen, insanlığın ne yaptığına bir bakalım. İnsanlar, haksızlıkla gerçeğe engel olmuşlardır. 18. ayetin ilk bölümünün, yazıldığı asıl dil olan Grekçe’deki karşılığı bu biçimdedir. İnsan Tanrı hakkındaki gerçeği bilir, fakat bu gerçeğin yerine doğru olmadığını bildiği başka bir düşünce koyar; hayatında gözle görülen şeylere ve kendisinin yaptığı şeylere öncelik ve üstünlük tanıyıp bunlara bağlanır (a.23, 25). Bu noktadan sonra işler daha da kötüye gider. 26-27 ve 29-32 ayetlerinde sıralanan günahlar yeryüzündeki herkeste bulunmaz. Ancak insanların yaşadığı her toplumda bu günahlara rastlanır. Pavlus’un sözünü ettiği utanç verici tutkular ve kötülükler, insanın bulunduğu her yerdeki toplumu tasvir ediyor. İnsan, bunları yapmaması gerektiğini bildiği halde yapar. Neyin doğru olduğunu bilmektedir. Vicdanı, kendisine Tanrı’yı ve Tanrı’nın yargısını hatırlatır. Fakat buna rağmen yaptıklarından geri kalmaz. Kasıtlı olarak günah işler.
Şimdi de, Pavlus’un insanın günahı hakkında açıkladığı ikinci hususa değinelim. Günah hoş görülemez. Yeryüzünde, “Bir Tanrı olduğunu bilmiyordum. Neyin doğru olduğunu bilmiyordum. Kimse bana söylemedi. Yaptığımın yanlış olduğunu nasıl bilebilirdim? Tanrı’nın eylemlerinden ötürü beni sorumlu tutacağını hiç bilmiyordum. Yaptıklarımın hesabını vereceğimden ve buna göre yargılanacağımdan tamamen habersizdim” diyebilecek hiç kimse yoktur.
Hiç kimse Tanrı’ya böyle bir mazeret sunamaz. Yeryüzündeki her insan Tanrı’nın var olduğunu bilir. Az çok nasıl bir varlık olduğunu da bilir. Mutlak doğru ve mutlak yanlış diye bir ayrım olduğunu bilir. Bir hesap, yani yargı günü olacağını da bilir. İnsanın bunları bilmesine rağmen yaptıkları için mazeretler üretmesi, günah içinde yaşamaya devam etmesi ve hatta yaptıklarından keyif duyması, insanın günahının ne denli büyük olduğunu göstermektedir (a.32). Bu, insanlığın içine düştüğü dehşet verici durum budur.
İnsan Tanrı’yı yüceltmeyi (a.21), iyi olan her şeyin Yaratıcısı olarak kabul edip O’na şükretmeyi (a.21) reddedip gerçek Tanrı’yı tanımakta yarar görmedikçe (a.28) bu batağın içine düşmüştür. İnsan tanrısız olduğu için haksızdır ve bu durum, 18. ayetteki sözcüklerin neden böyle sıralandığını açıklamaktadır. İnsan Tanrı’dan bağımsız, kendi başına buyruk hareket etmiştir. Kötülük böyle başlamıştır ve devam etmesinin nedeni de budur. İnsanın iyi ahlaklı olması, gerçek ve diri Tanrı’yı tanımasıyla doğru orantılıdır.
Sonuçlar
İnsanın Tanrı’dan bağımsız hareket etmesinin sonuçları ne olmuştur? Ana sonuç, insanın sapkın bir varlık haline dönüşmesidir. Doğası ve bunun neticesinde de eylemleri bozulmuştur. İnsan içten bozulmuştur. İç varlığında hatalıdır. Bu bozukluk insanın tüm değer yargılarını ve eğilimlerini, sonuç olarak da seçimlerini etkilemektedir. Eylemleri, içyapısına uygundur. Her bireyin bu bölümde sıralanan tüm günahları işlemediği doğrudur. Fakat tüm insanlar, bu kötülüklerin kaynaklandığı aynı doğaya sahiptirler. Bu yüzden tüm insanlar bu günahların bazılarından, bazılarıysa tümünden suçludurlar.
İnsan zihni bir boşluk değildir. Tanrı hakkındaki gerçek artık insanın aklından uzaklaşmış, bunun yerini yalanlar doldurmuştur. İnsanın düşünce yapısı tanrısızlığa teslim olmuştur. Düşünceleri boştur. İnsanın halen mantığa sahip olduğu doğrudur, ancak bu mantık insanı gerçeğe ulaştırmaz. Tanrı’nın vahyini benimsemektense, kötülüğü kucaklamaya daha isteklidir. Yüreği kararmıştır. Tüm anlayışı, hissiyatı ve seçimleri ışıktan yoksundur. Gerçek gitmiş, yerini yalanın ve akılsızlığın hükmüne bırakmıştır (a.21).
Ancak bu, insanı akıllı olduğunu düşünmekten alı koymaz (a.22)! İnsan Aden Bahçesi’nde Tanrı’nın yasaklamış olduğu ağacın meyvesini yediğinde, kendi düşünmek istediği gibi düşünür; yani kendisinin Tanrı gibi olduğunu… Kendisi için hiçbir şeyin olanaksız olmadığını ve keşfedemeyeceği hiçbir şeyin olmadığını düşünür. Fakat gerçekte, hiçbir şey hakkında gerçek bilgiye sahip değildir. Örneğin, Tanrı’nın yarattığı evreni incelerken Tanrı’yı bütünüyle göz ardı eder! İşte bu nedenle, evrene ilişkin bütün anlayışı hatalıdır. Akıllı olduğunu iddia eder, fakat aynı zamanda kendi akılsızlığını ortaya koyar. Yeryüzünde sanki bir dahiymişçesine, ama aynı zamanda bir hayvan gibi yaşar.
Aslında, yakışıksız veya yararsız düşüncelere sahiptir (a.28). Kalitesi test edilen fakat testten başarısız çıkan bir metali düşünün. Burada “yararsız” biçiminde tercüme edilen sözcüğün Grekçe’de ifade ettiği asıl anlam budur. Tanrı insanın düşüncelerini tasvip etmemekte, reddetmektedir. İnsan aklı tanrısal yargıdan yoksundur ve Tanrı’yla ilgili şeyleri anlama, takdir etme veya sevme yetisine sahip değildir. Bunların yerine Tanrı’yı hoşnut etmeyen şeylere odaklanır. İnsanın yaşadığı içsel bozulma işte budur.
İnsanın doğasının bu biçimde bozulması, insanlığın aynı zamanda dıştan da bozulduğu anlamına gelir. Düşünceleri yanlış olduğundan, eylemleri de hatalıdır. Hiç kuşkusuz kalıtım, çevre, yetiştirilme tarzı, eğitim ve diğer etkenler insan davranışlarını etkilemektedir. Ancak insanın ahlaki bozukluğunun, bencilliğinin ve acımasızlığının açıklaması bozulmuş doğasıdır. Bunu dikkate almayan hiçbir çözüm önerisi, kesinlikle çözüm değildir. 23 ve 25. ayetlerde söz edilen putperestlik, 24. ayette söz edilen şehvet ve 26-27. ayetlerde söz edilen utanç verici eğilimler insanın bozulmuş doğasının acı meyvelerini temsil etmektedir. İnsan başlangıçta Tanrı’nın benzerliğinde yaratılmış, fakat Tanrı’yı kendi benzerliğine dönüştürmeye çalışınca ahlaki çöküşü kaçınılmaz olmuştur (a.21).
Tabiatın Yaratıcısı’nı reddettiğinden, doğal düzenden sapkınlığa teslim edilmiştir (a.26- 27). Yüreği bir kötülük yuvası, dünyası ise kirli ve kokuşmuş bir bataklık haline gelmiştir (a.28-31). Buna rağmen işlediği günahlardan ve hatta başkalarının günah işlemesinden zevk alır (a.32). Yaptıklarının bir gün yargılanacağını bilmesine rağmen, bunları sürdürür. Bu da tanrısızlığının ve günahkârlığının büyüklüğünü açığa vurur ve kendini kurtarmaktan ne kadar aciz olduğunu bütünüyle gözler önüne serer.
Tanrı’nın Gazabı
Fakat bu bölüm sadece insanın günahı hakkında değildir. Aynı zamanda Tanrı’nın gazabı hakkında ciddi bir öğreti içerir. Tanrı’nın öfkeli olduğunu açıkça ilan eder. 18. ayet özel bir ilgiyi hak etmektedir. İçinde bulunduğumuz durum vahimdir ve Tanrı’nın öfkesi bunu kanıtlamaktadır. Tanrı bazı günahlara değil, bütün günahlara karşı öfkelidir. Bu öfke sadece bu günahların kendilerine değil, aynı zamanda bu günahları üreten insanın tanrısızlığı ve günahkârlığına yöneliktir. Tanrı günah karşısında kayıtsız kalamaz. Kutsal olduğundan, günahtan tiksinir; nefret eder. Adil Tanrı’nın büyük öfkesi, günahkârların üzerine akmaktadır. Tanrı günaha bizzat ve şiddetli biçimde karşılık verir. Ancak bu karşılık, öfkelendiğimizde yaşadığımız yakışıksız insani duygulardan farklıdır. Kutsal bir öfkedir. Ama, gerçekten öfkedir. Kötü niyetli ve kindar değildir. Bununla birlikte, acımasız bir öfkedir. Yakıp yok eden bir ateştir. Öfkeli Tanrı’nın eline düşmek, korkunç bir şeydir.
18. ayet, bu öfkenin sadece gelecekte açığa çıkacak bir öfke olduğunu söylemez. Pavlus şimdiki zaman kipi kullanarak yazmaktadır. Tanrı şu anda öfkelidir! Dünyada olup bitenleri bir seyirci gibi izlememektedir. Bu gerçek, Tanrı’nın insanları boş düşüncelere teslim ettiğini açıklayan 24, 26 ve 28 ayetlerinde gözler önüne serilmektedir. Şimdi 23 ve 24. ayetlere bakalım. İnsanlar Tanrı’ya tapınmaktansa kendi yarattıkları şeylere yücelik vermeyi tercih ettiler. Tanrı da onları kendi tutkularına teslim etti; onları terk etti. İnsanlar kendi tanrısız arzularına köle oldular ve bunun sonuçlarını biçmektedirler. Tercih ettikleri şeylerin kötü sonuçları olduğundan, kendileri de son derece utanç verici durumlara düştüler. Şimdi de 25-27. ayetlere bakalım. 25. ayet insanların Tanrı’nın yasakladığı şeyleri sevdiğini açıklamaktadır. Kendi arzuları, onlar için gerçekten daha değerlidir.
Yaratıcıları’nı sevmekten çok, kendi yarattıkları şeyleri sevdiler. Aşağılık olanı yüce olana tercih ettiler. Bu yüzden Tanrı onları zapt edemedikleri günahlı eğilimlere teslim etti (a.26-27). Cinsel sapkınlıklar ve bunu izleyen kişisel sonuçlar ortaya çıktı. Cinsel sapkınlıklarla dolu bir ulus şimdiden yargıya uğramış bir ulustur ve daha kötü sonuçlarla karşılaşacaktır. Eski Antlaşma’da anlatılan Sodom ve Gomorra bunun açık bir örneğidir. 28. ayete göre, insanlar düşüncelerinde Tanrı’ya yer vermek istememektedirler. Bu yüzden Tanrı, onları kendi istedikleri düşüncelere teslim etmiştir. Bu, Tanrı’nın karışmadığı bir düşünce hayatına sahip olmak demektir.
Yararsız düşüncelere teslim edilmiş bir zihin, uygunsuz ve yakışıksız şeyler dışında bir şey üretemez. 29-32. ayetlerin açıkça ifade ettiği gibi, bunu kötülüğün yarattığı bir karmaşa ortamı izlemektedir. Tanrı’yı düşüncelerinden çıkardıklarında ve uzaklaştırdıklarında, Tanrı benzerliğinde yaratılmış olan insanlara uygunsuz davranacaklardır. Tanrı’ya karşı işlenen günahın ardından insanlara karşı işlenen günahlar gelecektir. Bu bölümün sonunda sıralanan
günahların büyük bölümünü bu türdeki günahlar oluşturmaktadır. Bunlar, Tanrı’nın günahkâr insanlığa verdiği cezalardır. Tanrı onları kendi tercih ettikleri şeylere teslim etmiş ve bunların kötü sonuçlarıyla baş başa bırakmıştır.
Evlilikler yıkılmakta, suç oranları artmakta ve bu bölümde söz edilen diğer tüm dehşet verici şeyler giderek çoğalmaktadır. İnsanlar ışığa karşı çıktıklarında, Tanrı onları ışığı kendilerinden alarak cezalandırır. Geride insanlara kalan tek şey, tercih ettikleri zifiri karanlıktır. Bütün ahlaki çöküşe, insanın ruhsal isyanı neden olmuştur. Tanrı’ya geri dönmekten başka bir çözüm yolu bulunmamaktadır. Müjde’de açıklanandan başka bir geri dönüş yolu da yoktur. Romalılar Mektubu, Müjde’nin bir özeti ve açıklamasıdır. Artık, bu kitabı anlamanın neden bu kadar önemli olduğunu kendiniz görebilirsiniz.
Yargı
Pavlus daha önceki ayetlerde, Tanrı’nın, her insanın vicdanına bütün kötülükleri yargılayacağını yazdığını söylemişti. İnsanın bunu bilmesine rağmen kötülük yapmayı sürdürmesi ve hatta bundan zevk duyması, insanın ne kadar günahkâr olduğunu göstermektedir. Hatta, insan başkalarını da kötülük yapmaya teşvik etmektedir. Ancak insan için bir kaçış yolu yoktur. Bir gün, Tanrı’nın yargı kürsüsüne çıkacaktır. Bu kesindir! Bu bölüm bizlere Tanrı’nın yargısının neye benzeyeceğini anlatır.
Yargılanmayı Hak Eden Herkes Yargılanacaktır
Elçi Pavlus, 2. ayette bizlere bunu söylemektedir. İnsanlar kendi sevdikleri veya beğenmedikleri şeylere göre değil, gerçeğe göre yargılanacaklardır. Yargı, vakanın gerçekleriyle tam bir uyum içinde olacaktır. Romalılar 1. Bölüm’de sıralanan günahları işiten ve bunlar karşısında dehşete düşen bir insan düşünün. Bu kişi tüm bu günahları kınar. Bunlar karşısında derinden sarsılır ve her birine karşı çıkar.
Ancak buna rağmen aynı doğaya sahiptir ve aynı şeyleri kendisi de yapmaktadır! Bu kişi Tanrı’nın yargısından kaçabilir mi? Hayır. Kendisi de yargılanmayı hak etmektedir ve yargılanacaktır. Yargı, vakanın gerçeklerine uygun olarak gerçekleşecektir. Gerçeğe uygun olacaktır. Günaha karşı olduğunuzu söylediğiniz için bağışlanmanız söz konusu değildir.
Pavlus 1. ayeti kaleme alırken, aklında böyle bir insan vardı: “Bu nedenle sen, ey başkasını yargılayan insan, kim olursan ol, özrün yoktur. Başkasını yargıladığın konuda kendini mahkûm ediyorsun. Çünkü ey yargılayan sen, aynı şeyleri yapıyorsun.” Benzer biçimde, 3. ayette de aynı kişiye hitap etmektedir:
“Bu gibi şeyleri yapanları yargılayan, ama aynısını yapan ey insan, Tanrı’nın yargısından kaçabileceğini mi sanıyorsun?” Yargılanmayı hak eden herkes yargılanacaktır. Elbette, Pavlus’un bu sözleri özellikle kendini haklı gören Yahudiler’i hedef almaktadır. Fakat aynı zamanda iyi niyetli ancak günahkâr olanlar ve Hıristiyanlar için de eşit derecede geçerlidir.
Herkes Yaptığı İşlere Uygun Olarak Yargılanacaktır
Bu gerçek bizlere 6. ayette öğretilmektedir. Yargı, kişinin eylemlerine uygun olarak gerçekleşecektir.
Yani kişinin işleri, o kişinin ödüle mi yoksa cezaya mı kavuşacağını belirleyecektir. Bu gerçek, tüm Kutsal Kitap boyunca öğretilir. Bu noktada, biraz durup Özdeyişler 24:12; Matta 16:27; 2. Korintliler 5:10 ve Vahiy 22:12 gibi bazı ayetler üzerinde düşünmek yararlı olacaktır. İnsanların yaptıkları işlere göre yargılanacak olmalarının nedeni şudur: Bir kişinin yaptığı işler, o kişinin nasıl biri olduğu hakkında bilgi verir. Şimdi 4 ve 5. ayetlere bakalım. Bir insan düşünün ki, hiçbir yargı belirtisi görmediği için Tanrı’nın “yumuşak” bir Tanrı olduğunu düşünüyor ve bu yüzden günah için hiç pişmanlık duymadan günah işlemeye devam ediyor. Siz böyle bir insan mısınız? O halde işlerinize göre yargılanacaksınız.
Tanrı “yumuşak” değildir. Size karşı naziktir ve sizi tövbeye yöneltmeyi arzulamaktadır. Ama siz bunun yerine ne yapıyorsunuz? Tanrı’nın iyiliğini, tahammülünü ve sabrını küçük görüyorsunuz. Böyle yapmakla, yüreğinizin kötü, katı ve pişmanlık duymayan bir yürek olduğunu kanıtladınız. Yapmakta başarılı olduğunuz tek şey, kendiniz için Tanrı’nın sürekli biriken gazap kâsesinden gazap üzerine gazap biriktirmek oldu. Tanrı’nın adil yargısı ortaya çıktığında, bu gazap sizi sonsuza dek yakacak ve harap edecek. Tanrı’nın yargısı, eylemlerinize göre olacak.
Şimdi, 7 ve 10. ayetlere bakıp bu kez farklı bir insan hayal edin. Bu kişi cennete gitme arzusuyla dolu. “İyilik yapıyor” ve bu konudaki gayreti hiçbir zaman gevşemiyor. Tanrı tarafından onurlandırılmayı istiyor ve sadece Tanrı’nın takdirinin önemli olduğunu düşünüyor. Bütün beklentileri ve arayışı sonsuz yaşama dayalı. Bu kişi, yaptığı işlere göre ödüllendirilecektir! Ödülü ise sonsuz yaşam, görkem, onur, esenlik ve aradığı ölümsüzlük olacaktır. Ne var ki, bu noktada tek bir sorun var. Siz böyle bir insan değilsiniz… ben de değilim. İsa Mesih dışında yeryüzündeki hiç kimse böyle değildir. Bununla birlikte, sözünü ettiğimiz ilke halen geçerlidir. Eğer böyle bir insan var olsaydı, o zaman bu ödüller onun için geçerli olacaktı. İşte bu mektup, yeryüzünde böyle bir insan var olmadığı için yazılmıştır. Günahkârların, kendilerini Tanrı’ya nasıl kabul ettirebileceklerini açıklamaktadır.
Şimdi de 8-9. ayetlerine bakarak başka bir insan düşünün. Bu kişi son derece bencil ve Tanrı’nın kendisinin efendisi olduğunu kabul etmiyor. Tanrı’nın gerçek sözüne itaat etmeyi reddediyor, ancak ruhsal boşluk diye bir şey olmadığı için haksızlığın peşinden gidiyor ve Tanrı’nın Yasası’na uygun olmayan şeylere kendini veriyor. Bunun gibi her insan yaptığı işlere göre yargılanacaktır. Eğer böyle bir insansanız, bu sizin için de geçerlidir. Tanrı’nın değişmez öfkesi böylelerinin üzerindedir. Bu, Tanrı’nın gazabıdır. Tanrı’nın onlara karşı öfkesi giderek artmaktadır. Bu, Tanrı’nın hiddetidir. Bu kişilerin karşılaşacakları sonuç sıkıntı, keder, acı ve ıstırap olacaktır. İkinci yargı ilkesi açıkça ifade edilmiştir. Uğrayacağımız yargı, yaptığımız işlere göre olacaktır.
Yargı tamamen tarafsız olacaktır
Burada söylenen, cezanın önce Yahudi’ye, sonra Yahudi olmayana verileceğidir (a.9). Benzer biçimde, ödül de önce Yahudi’ye, sonra Yahudi olmayana verilecektir (a.10). Çünkü Tanrı tamamen tarafsızdır (a.11).
Ödüle ve cezaya ilişkin ilkeler sırasıyla önce Yahudiler, sonra Yahudi olmayanlar için geçerlidir. Burada yalnızca bir sıra söz konusudur. Yahudiler ayrıcalıklı bir konuma sahip değildir; aynı biçimde Yahudi olmayanlar da herhangi bir şekilde dezavantajlı bir durumda değildir. Özel bir soydan gelip belirli bir ulusa tabi olanlar daha iyi veya daha kötü olarak nitelendirilemez. İster Yahudi ister başka bir ulustan olsun, ister Hıristiyan ister putperest veya tanrıtanımaz olsun herkes aynı muameleyi görecektir. Tanrı bütünüyle tarafsızdır.
Tanrı kimseyi kayırmaz. Rüşvet kabul etmez. Bir kimsenin ait olduğu ülke, ırk, cinsiyet, sosyal konum ya da sahip olduğu zekâ veya beceriler Tanrı’nın kararını etkilemez. O’nun adaleti kesindir ve doğruluğu kusursuzdur. Günahlarımızın hak ettiğinden daha acımasız veya günahlarımız için fazla hoşgörülü değildir. O’nun tüm yolları adildir. Bütünüyle haklı ve adildir. Tanrı’nın mutlak adaletinden sapmasına yol açacak hiçbir unsur veya etki söz konusu olamaz. Varlıklı ile dul, yakışıklı ile çirkin, eğitimli ile kara cahil Tanrı’nın huzurunda eşittir. Bu öğreti de ne kadar harika bir merhamet unsuru bulunmaktadır! Herkes hak ettiği gibi yargılanacaktır. Hiçbir şikâyet gerekçesi bulunmayacak. Oysa yargılanmak üzere insanların eline düşecek olmak bizler için ne kadar da korkunç olurdu!
Böylece yargılanmayı hak eden herkesin yargılanacağını öğrenmiş bulunuyoruz. Yaptığımız işler nasıl olursa, uğrayacağımız yargı da buna uygun olacaktır. Ve bu yargı, tamamen tarafsız olacaktır. Peki, Tanrı bir işin iyi ya da kötü olduğuna neye göre karar vermektedir? Bu kararı hangi ölçüte göre vermektedir?
Yargı, Tanrı’nın Yasası’na dayalı olacaktır
12-15. ayetlerde bu açıkça belirtilmektedir. Yahudi olmayan bir tanrıtanımazı düşünelim. Bu kişi Tanrı’nın Yasası’nı hayatı boyunca ne görmüş ne de işitmiş olsun. Ama yaptıklarına bakın. Bu kişinin yaptığı işler, onun biraz da olsa yasa bilinci taşıdığını göstermektedir. Ve bu yasa, Tanrı’nın Yasası’dır! Anne babasına saygı göstermesi gerektiğini bilir. Malının çalınması durumunda sinirlenir. Sevdiği kişilerin hayatlarını, onlara zarar verebilecek veya onları öldürebilecek kimselerden korur. Başka bir adamın, kendi karısını almasına tahammül gösteremez. Bu kişinin Tanrı’nın beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci buyruklarının bilincinde olduğu açıkça görülmektedir.
Kendisine On Buyruk hiç öğretilmemiştir. Bu yüzden taşıdığı bu yasa bilinci On Buyruk’tan kaynaklanmaz. Bu bilinç, yaradılışının bir parçasıdır. Ahlak yasası doğasına işlenmiştir; yüreğindedir. Hem kendi davranışları hem de diğer insanların davranışları hakkında yargı yürütecek bir vicdana sahiptir. Böylece neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar verebilir. İyi olanla kötü olanı ayırt etme yetisi her zaman mükemmel işlememektedir ama kesinlikle mevcuttur! Elinde yazılı bir yasa veya kanun bulunmamasına rağmen, yasaya sahiptir.
Peki, yasaya itaat eder mi? Hayır; bu yasaya karşı tekrar tekrar günah işler. Romalılar Mektubu’nun ilk bölümünde görmüş olduğumuz gibi, yasayı bilerek çiğnemektedir. Sürdüğü yaşam Tanrı’yı hoşnut etmez; mahvolmaktadır. 12, 14 ve 15. ayetlerde öğretilenler bunlardır. Bu ayetler tanrıtanımaz kimselerin başına gelecekleri açıkça bildirir. Böyleleri, diğer kimselerle aynı ölçüde ışığa sahip olmasa da, yine de bir miktar ışığa sahiptir. Bu ayetleri Romalılar Mektubu’nun ilk bölümüyle birlikte dikkate alacak olursak, tanrıtanımazların Tanrı, Tanrı’nın Yasası ve yargısı hakkında yeterli bilgiye sahip oldukları ve bu yüzden davranışlarının hoş görülemeyeceği sonucuna varırız. Tanrıtanımaz kimse ışıktan yoksun değildir. Buna rağmen sahip olduğu ışığa karşı günah işlemeyi sürdürmektedir. Böyleleri mahva gitmektedir. Bu yüzden onlara Tanrı’nın Müjdesi’ni duyurmamız gerekmektedir! Şimdi de bir Yahudi’nin durumunu ele alalım. Aslında tanrıtanımaz birine göre daha iyi durumdadır. Elinde Kutsal Yasa vardır ve bu Yasa’yı bilmektedir. Bununla birlikte, bir kimseye Tanrı’nın huzuruna çıkabilme hakkını veren şey Yasa’ya sahip olmak değil, O’nu yerine getirmektir. Ve bu Yahudi Yasa’yı yerine getirmemektedir.
Pavlus, böyle birinin yargılanma ölçütünün çiğnediği Kutsal Yasa olduğunu ısrarla yineler. 12 ve 13. ayetler bunu öğretmektedir. Pavlus’un sözlerini yanlış anlamak mümkün değildir. Bir kimsenin elinde bulunan yasa, onun yargılanma ölçütü olacaktır. Ancak tüm insanlar, az veya çok, bir biçimde Tanrı’nın Yasası’na sahiptir! Bazılarında bu Yasa yazılı olarak bulunmaktadır; bu nedenle kendilerinden daha fazla şey beklenmektedir. Kime daha çok verilmişse, kendisinden de daha çok istenecektir. Bazılarıysa Yasa’ya sadece yüreklerine yazılı olarak sahiptirler. Fakat Tanrı, böylelerinin de Yasa’yı yerine getirmelerini bekler. Bununla birlikte, her iki türdeki insan da sahip olduğu ışığa uygun yaşamaz.
Tanrıtanımaz, ayrıcalıklı Yahudi kadar kabahatli değildir. Ancak her iki gruptaki insan da suçludur. Bu nedenle ikisi de mahva gitmektedir. Her ikisi için de belirleyici ölçüt, yerine getirmedikleri Tanrı’nın Yasası’dır. Yargı da Yasa’ya göre verilecektir! İnsanlara, “Mesih’i kabul edip etmediklerine” göre yargılanacaklarını söylemek hatalı ve uygunsuzdur. İnsanlara, Tanrı’nın yargı kurulu huzurunda yürütülecek yargının dayanağının, Tanrı’nın Yasası olduğunu söylememiz gerekmektedir. Bir kimse bunu gerçekten anladığında, ne kadar çaresiz olduğunun da farkına varır. Kendi kendini kurtarabileceğine dair tüm umutlarını yitirir. Bundan sonra, Mesih’in günahkârları kabul ettiğini işitmek bu kimse için en harika müjde olacaktır!
Yargı hakkındaki diğer bazı ayrıntılar
16. ayet, diğer ayetlerin sözünü etmediği bir takım ayrıntıları ele almaktadır. Bu ayet Tanrı’nın sadece herkesin tanık olduğu işleri değil, gizlice yapılan işleri de
yargılayacağının altını çizer.
Gizlice yapıldığı düşünülen hiçbir iş, Her şeyi Bilen Tanrı’dan gizlenemez. Yargı belirli bir günde gerçekleştirilecektir. Yargıç da İsa Mesih’in kendisinden başkası olmayacaktır. Pavlus, tüm bunların “Yaydığı Müjde” uyarınca olduğunu açıklar. Böylece, yargı hakkındaki bu vahyin tanrısal yetkiyle iletildiğini belirtir. Aynı zamanda yargının Müjde’den ayrı bir konu olmadığının da altını çizer. Yargı, Müjde bildirisinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle, Müjde duyurulurken dikkat çekilmesi gereken bir konudur.
‘‘Bunun başıma gelmesi mümkün değil’
Pavlus’un yargı hakkındaki öğretisi son derece açıktır. Fakat birçok insan bu gerçeği kabul etmemektedir. Tanrı’nın kendilerini yargılayacağı vicdanlarına yazılı olmasına rağmen, bunu kabul etmezler.
Pavlus’un döneminde yaşayan bir Yahudi, Tanrı’nın kendisine de tıpkı diğerlerine davrandığı gibi davranacağına inanmıyordu. Ne de olsa, Tanrı’nın kendisiyle antlaşma yaptığı bir ulusa mensup olduğunu simgelemek üzere daha küçücük yaşta sünnet olmuştu. Tanrıtanımazların aksine, elinde Tanrı’nın Yasası bulunuyordu. Kendisinden daha az ayrıcalığa sahip insanlarla aynı biçimde yargılanacağını kabul edemiyordu. ‘Bunun başıma gelmesi mümkün değil’ diyordu.
Günümüzde de böyle insanlar yaşamaktadır. Bunların birçoğu vaftiz edilmiş, Tanrı’nın sözünü düzenli olarak işiten ve kiliseye giden insanlardır. Belki diğer insanların yargılanma yolunda ilerlediklerine inanabilirler. Ancak bunun kendi başlarına gelebileceğine inanmazlar. Tanrı’yı hoşnut edebileceklerine dair bir aldatmacaya kapılmışlardır. Karşılarına yargı gerçeği çıkarıldığında, onlar da “Bunun başıma gelmesi mümkün değil’ demeye fazlasıyla yatkındırlar. Pavlus’un böyle insanlara verdiği yanıt, 13. ayette yer almaktadır: “Çünkü Tanrı katında aklanacak olanlar Yasa’yı işitenler değil, yerine getirenlerdir.” Bu ayet gerçekten
de, bu konuda söylenmesi gereken her şeyi dile getirmektedir. Ancak Pavlus bu bölümde öğretisini detaylandırır, genişletir ve vurgular. Hiç kimsenin, konunun önemini gözden kaçırmasına imkân vermez. Bu bölüm, yargı konusunda “Bunun benim başıma gelmesi mümkün değil” diye düşünen herkes içindir.
Kendine Güven
Pavlus, 17-20. ayetlerde o dönemde yaşayan Yahudiler’in kendilerine özellikle güvendiği bazı hususları dile getirir.
1. Kendini Yahudi olarak adlandırır ve bu adı gururla taşır. Bu ad, onu seçilmiş ırkın bir üyesi olarak nitelendirmektedir.
2. Kutsal Yasa’ya sahip olmasına güvenir. Ait olduğu ulusun Yasa’nın emanetçisi ve bekçisi olmasından dolayı gurur duyar.
3. Tanrı’yla sahip olduğu ilişkiyle övünür. Sadece kendi ulusu Tanrı’nın iyiliğine kavuşmuştur.
4. Aynı zamanda Tanrı’nın isteğini bilmekle övünür. ‘Sahip olduğumuz ışığa bakın, cahil tanrıtanımazlar gibi değiliz. Tanrı’nın sözlerini biliyoruz’ der.
5. Kendisine öğretilen Yasa’yı onaylamak ve kabul etmekle de övünür. Onu kusursuz olarak kabul eder.
6. Böylece kibirli bir şekilde kendisini körlere rehberlik etmeye, karanlıktaki dünyayı aydınlatmaya, akılsızları terbiye etmeye ve ‘bebekler’ olarak görüp küçümsediği öteki ulusları eğitmeye yeterli görür. Kendini üstün görerek böbürlenir.
7. ‘Biz, sadece biz gerçeği biliyoruz ’ diye gururla belirtir. Pavlus bunu inkâr etmez, ancak amacı Yahudiler’in bu konuda kendileriyle övündüklerini, alçakgönüllülük ve minnettarlıktan uzak olduklarını göstermektir.
Kısaca, Pavlus’un döneminde yaşayan bir Yahudi kendisinin benzersiz olduğunu düşünmekteydi. O özeldi. Tanrı ona, diğer herkesten farklı davranmıştı. Gelecekte yargılanırken, diğer herkesle tam olarak aynı muameleyi göreceğine nasıl inanabilirdi? ‘Bunun başıma gelmesi mümkün değil’ dedi ve bundan emindi.
Bu, çok bariz bir hatadır. Ancak birçok kişi aynı hataya düşer. Belki de bu kitabın okuyucuları arasında bile Tanrı’nın kendisine özellikle iyi davrandığını, kendisine sözünü ve onu anlayıp sevme gücünü verdiğini düşünenler vardır. Böyleleri, yolunu kaybetmiş olanlara rehberlik etme ve karanlıktaki dünyayı aydınlatma görevini sadece kendilerinin yerine getirebileceğinden emindir. Ve bununla gurur duyar duruma gelmişlerdir. Belki siz de böyle birisiniz. Öyleyse, Pavlus’un sıradaki sözlerini inceleyin.
Kendine güvenin yıkılışı
Pavlus 21-24. ayetlerde bir dizi sivri soru yöneltir. ‘Övündüğün şeyleri duydum. Peki ya yaptıkların?
Başkalarına öğretiyorsun, peki ya kendine? Başkalarına söylediklerini kendi uyguluyor musun? İnsanlara çalmamalarını söylüyorsun, peki sen çalıyor musun? Zina etmenin kötü olduğunu söylüyorsun, peki kendin zina ediyor musun? Putperestliğe karşı çıkıyorsun, peki kendin, örneğin Rab’be zaman ayırmaktan bıkarak, ondalığını vermeyerek ve Malaki Peygamber’in dönemindeki gibi kendini ölü ibadetlere vererek kutsal değerlere saygısızlık ediyor musun? ‘Kutsal Yasa’yla övünüyorsun, ama buna rağmen onu çiğniyorsun. Böyle yapmakla Tanrı’yı, tanrıtanımazların Yasa’yı çiğnemekle yaptıklarından daha çok aşağılıyorsun. Sizin aksinize, onlar Tanrı’nın halkı olduklarını iddia etmezler. Övünmek için bir nedeniniz yok, tam aksine yerinmelisiniz. Yahudi olmayanlar, halkının nasıl davrandığına bakarak Tanrı’nın karakteri hakkında sonuçlar çıkarırlar. Sizin davranışlarınız, onların Tanrı’nın adını aşağılamasına neden oluyor. Sizin suçunuz, ışığa karşı günah işlemektir. Buna rağmen yine de Tanrı’nın sizi yargılamayacağını düşünüyorsunuz! Tanrı’nın, sizi ötekilerden çok yargılamak için daha az değil, daha çok nedeni var!’
Öğretilerinin saflığıyla övünenler, aynı zamanda kutsal bir yaşam sürmeye dikkat etmelidir. Tanrı’nın sözünü başkalarından daha iyi anladığınızı mı düşünüyorsunuz? Peki, Tanrı’nın sözüne uygun yaşıyor musunuz? Davranışlarınız gerçeğe bağlılığınıza uygun mu? İmansızlar, Tanrı’nın karakteri hakkında sizin yaşam biçiminize bakarak fikir sahibi olur. Eğer Tanrı’nın yargısı hakkında “bunun başıma gelmesi mümkün değil” diye düşünüyorsanız, kendinizi kandırıyorsunuz. Başınıza gelebilir; hatta gelecektir.
Sünnete Güven
Şimdi, Pavlus’un sünnet konusunu ayrıntılı olarak ele aldığı 25-29 ayetlerine bakalım.
O dönemde yaşayan bir Yahudi, bedeninde dışsal, gözle görülür ve kalıcı antlaşma simgesini taşımaktan son derece gurur duyuyordu. Bu simgeyi, Tanrı tarafından yargılanmamak için bir güvence olarak görüyordu. Tanrı antlaşma simgesini taşıyanlara, bu simgeden yoksun olanlarla aynı muameleyi nasıl yapabilirdi? Yahudiler, bu simgeyi bedeninde taşıyan ilk kişi olan İbrahim’in soyundan geldikleri gerçeği üzerinde düşünüyorlardı. Böylece bir Yahudi, İbrahim’in çocuklarından biri ve Tanrı’nın İbrahim’e vermiş olduğu vaatlerin mirasçısıydı. Antlaşma simgesi olan sünnet, bunun daimi bir hatırlatıcısıydı. Tanrı böyle birini, ayrıcalıklı soydan gelmeyenlerle birlikte nasıl yargılayabilirdi? Bu soy argümanı ikna edici görünüyordu ve Pavlus’un döneminde yaşayan Yahudiler’i tatmin ediyordu. Göstermelik törenlere ve dini geleneklere dayalı iddialar günümüzde bile ikna edici güce sahiptir. Kurtuluş umudunun tümünü vaftiz törenine bağlamış sayısız insan vardır, bazıları ise Kutsal Kitap okumak, kiliseye gitmek veya Rab’bin Sofrası’na katılmak gibi göstermelik eylemlere güvenmektedir. Oysa Tanrı birçok kişinin, hataya düşerek umut bağladığı göstermelik ve gözle görülen eylemlere değil, sadece yüreğe bakar. Pavlus bu konu hakkında, o günün Yahudileri’ne ne söylemiştir?
Sünnete güvenin yıkılışı
Şimdi de, Elçi Pavlus’un görüşlerini 25. ayetten 29. ayete kadar tek tek inceleyelim. Pavlus 25. ayette, sünnetin kendi başına bir amaç olmadığını bildirir. Sünnet sadece bir şeyin simgesidir. Aslında, Tanrı’ya ayrılmış olmanın bir simgesidir. Eğer Tanrı’ya ayrılmışsanız, elbette bu simgenin bir önemi vardır. Ancak, Tanrı’nın Yasası’nı çiğneyerek Tanrı’ya ayrılmış olmadığınızı gösteriyorsanız, o zaman bu simgenin ne gibi bir anlamı olabilir? Simgeyi taşımanıza rağmen iç varlığınızda bu simgenin anlamını gerçekten yaşamıyorsanız, bunun nasıl bir anlamı olabilir? Göstermelik bir simge, kendisine eşlik etmesi gereken kutsal ve faziletli bir yaşam olmaksızın kendi başına yararsızdır. Fakat bir kimse yüreğinde ruhsal lütfa sahipse, göstermelik ve gözle görülür simgeyi taşıyıp taşımaması önemli değildir.
Asıl önemli olana sahiptir ve bununla kıyaslandığında simge önemli değildir. Örneğin, Yahudi olmayan bir kimse Kutsal Yasa’yı yerine getiriyorsa, gerçekten Tanrı’ya ayrılmış olduğunu zaten kanıtlamaktadır. Simgenin ifade ettiği faziletli yaşama sahiptir; bu nedenle simgenin kendisine sahip olması gerekmemektedir. Simgeyi taşımıyor olması o kadar da önemli değildir. Gerçekte simgeye sahip olan biri gibi kabul edilecektir. Çünkü sadece göstermelik olan simgenin altında yatan gerçeğe sahiptir. Böyle bir kimse, Tanrı’nın Yasası’nı çiğneyen bir Yahudi’nin kusurunu açığa çıkarır.
Yahudi olmamasına rağmen Tanrı’nın Yasası’nı yerine getiren kimse, sünnet simgesini taşımamasına rağmen Tanrı’ya ayrılmıştır. Yasa’yı çiğneyen Yahudi ise Tanrı’ya ayrılmış değildir ve sünnet simgesini taşıyor olması bu gerçeği değiştirmez. Biri gerçeğe sahipken, diğeri sadece dini geleneğe sahiptir. Biri Tanrı tarafından kabul edilebilir, diğeri ise edilemez. Sadece simgeyi taşıyor olmanın hiçbir anlamı yoktur.
Pavlus’un altını çizmek istediği gerçek budur. Hiçbir Yahudi, bedeninde taşıdığı simgeye güvenerek Tanrı’nın kendisini yargılamayacağını iddia edemez. Aynı gerçek, sadece göstermelik bir dini geleneğe veya uygulamaya güvenen diğer herkes için de geçerlidir. Hiç kimse Tanrı’nın yargısı hakkında “bunun başıma gelmesi mümkün değil” diyemez.
Tüm bu gerçekler 28-29. ayetlerde özetlenmiştir. “Yahudi” sözcüğü “övgü” anlamına gelir. Gerçek Yahudilik göstermelik simgelerle değil, faziletli bir ruhsal
yaşamla ilgilidir. İnsanlar gözle görülen şeyleri övebilirler, ancak bunlar Tanrı’nın övgüsünü kazanamaz. Tanrı insanların görmedikleri yere, yani yüreğe bakar. Tanrı’nın bir kimseye verdiği değer, Tanrı’nın o kimsenin yüreğinde gördükleriyle ilgilidir. Pavlus, Tanrı’nın bir insanın dış görünümünün neye benzediğiyle ilgilenmediğini ortaya koyar. Dış belirtilerin ve simgelerin kurtuluş sağlayabileceğine ilişkin yanılgıyı yıkar. Bu nokta açıklık kazanmadığı sürece kurtuluş yolunu açık seçik bir biçimde açıklayamazdı. Şimdi, bazı itirazları açıklığa kavuşturacaktır ve bundan sonra, kurtuluş yolu kesin bir biçimde açıklanmış olacaktır.
Romalılar 3:1-20’yi okuyun.
Bazı itirazlar ve bir hüküm
Pavlus bir itirazı yanıtlıyor.
Pavlus 1-4. ayetlerde, görüşlerine itiraz eden bir kimseyi yanıtlıyormuşçasına sözlerine devam eder. İtirazı olan bu kişi şöyle demektedir: “Pekâlâ, Yasa’ya sahip olmak ve onu çiğnemek sadece daha büyük bir yargıya neden oluyorsa ve önemli olan sadece yüreğin sünnet edilmesiyse, bir Yahudi olmanın ne yararı var? Ne gibi ayrıcalıklara sahibiz? Bu durumda bana, sünnet olmanın hiçbir anlamı yokmuş gibi görünüyor. Bu, vazgeçemeyeceğimiz bir yükümlülük gibi… O halde seçilmiş ırktan olmamızın hiçbir avantajı yok, öyle değil mi? Pavlus’un, “Hayır, yok!” şeklinde bir yanıt vereceğini bekliyor olabilirsiniz.
Ancak Pavlus, aslında şu yanıtı verir: “Evet, bir avantajı var. Sahip olduğunuz tüm ayrıcalıkları düşünün. Bunların en başta geleni, Tanrı’nın yazılı sözüdür. Siz, Tanrı’nın sözünü emanet ettiği ulusun üyelerisiniz. Bu, başka hiçbir ulusa verilmemiş bir ayrıcalıktır. Tanrı’nın sözüne sahip olmak sizi kurtarmaz. Beraberinde getirdiği dini törenleri uygulamak sizi kurtarmaz. Ancak bunların hiçbir anlamı olmadığını da düşünmeyin. Siz, Tanrı’nın düşüncelerini bilme ayrıcalığına sahip olduğunuz için tüm insanlar arasında benzersiz bir konuma sahipsiniz. Bu muhteşem ayrıcalık asla küçümsenemez. “Bu ayrıcalığa sahip olanların çoğunun kendilerine verilen Tanrı sözüne itaat etmedikleri ve inanmadıkları doğrudur. Bunlar, sahip oldukları ayrıcalıktan asla yararlandılar. Böyleleri, Tanrı için hayal kırıklığıdır. Ancak bu, Tanrı’nın kendisinin bir hayal kırıklığı olduğu anlamına asla gelmez. Böyleleri, imansızlıkları yüzünden ayrıcalıklarından yararlanmazlar. Ancak bu durum, bu ayrıcalıkların ayrıcalık olmaktan çıktığı anlamına gelmez.
“Bazılarının imansızlığı Tanrı’nın sadakatini geçersiz kılmaz. Kesinlikle kılmaz! Yeryüzündeki herkes yalancı olsa bile, Tanrı asla yalan söylemez! Mezmurlar Kitabı’nda bu konuyla ilgili yazılmış olanları hatırlıyor musunuz? Her kim tarafından sorgulanırsa sorgulansın, Tanrı’nın sözlerinin daima doğru çıkacağı yazılıdır.”
Pavlus’un sözleri son derece açıktır. Yahudiler Kutsal Yasa’ya sahiptir, ancak onu yerine getirmezler. Bu nedenle daha ağır bir yargıyla karşılaşacaklardır. Ancak bu, Yasa’ya sahip olmanın yararsız olduğu anlamına gelmez. Böylelerinin önündeki sorun Yasa’ya sahip olmak değil, onu yerine getirmemektir. Sorunları göstermelik sünnet simgesine sahip olmalarından değil, içsel sünneti göz ardı ediyor olmalarından kaynaklanmaktadır.
Pavlus başka bir itirazı yanıtlıyor.
Pavlus, 5-8. ayetlerde, belirtmiş olduğu hususlardan yola çıkılarak yöneltilen diğer bir itirazı yanıtlar. Pavlus, birçok Yahudi’nin Tanrı için hayal kırıklığı olduğunu ancak Tanrı’nın kendisinin asla hayal kırıklığı olmadığını belirmiştir. Çoğu Yahudi imansızdır, fakat Tanrı halen sadıktır. Pavlus, insanlar tarafından suistimal edilmesine ve kötüye kullanılmasına rağmen halen bir ayrıcalığın var olduğunun güvencesini verir. Aslında, Yahudiler’in kötülükleri Tanrı’nın ne kadar adil, sadık ve güvenilir olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, Tanrı’nın güvenilirliğini teselliye çevirir. Bir insanın ne kadar büyük bir hayal kırıklığı yarattığını gördüğünüzde, Tanrı’nın ne kadar iyi olduğu daha da belirgin bir biçimde ortaya çıkar. İtirazı yönelten kişi şöyle der: “Diyelim ki Tanrı benim günahımdan kazançlı çıkıyor. Benim sadakatsizliğim O’nun ne kadar sadık olduğunu gösteriyor. Benim günahım Tanrı’nın yararına işliyor. “O halde, Tanrı’nın yararına olmasına rağmen, günahlarım yüzünden beni cezalandırması adil mi? ’ (Pavlus, ‘Bazı insanlar böyle konuşuyor’ diyor.) ‘Benim günahlarım yüzünden, insanlar Tanrı’ya daha da büyük bir hayranlık duyuyor. Öyleyse Tanrı nasıl olur da, kendi iyiliği için işe yarayan günahlarım yüzünden beni cezalandırır?” Pavlus, 6. ayette şu yanıtı verir: “Bu düşünceyi aklınızdan çıkarın! Tanrı’nın günahı hoş görmesi nasıl mümkün olabilir? O, tüm evrenin adil yargıcıdır. Tanrı günahı böyle hoş görecek olursa, nasıl yargılayabilir?”
Ancak itiraz eden kişi, 7. ayette düşüncelerine şöyle devam eder: “Benim hatalarım Tanrı’nın gerçeğini vurguluyor. Benim karanlığım O’nun aydınlığını vurguluyor. Benim günahım Tanrı’nın yüceltilmesine neden oluyor. Günahımın asıl sonucu, Tanrı’nın yüceltilmesi! Böyle sonuç yaratan bir şeyi Tanrı elbette yargılamaz!”
Pavlus 8. ayette, bazı kimselerin kendisine bu sözleri kullanarak iftira attığını açıklar ve şöyle der: “Bazıları benim, ‘Siz daha fazla günah işledikçe Tanrı’nın daha çok hoşuna gider. İstediğiniz kadar günah işleyin. Bu iyidir. Çünkü Tanrı’nın yüceltilmesine neden olmaktadır’ dediğimi söylüyorlar. Böyle insanlarla tartışmaya girmem. Böylelerinin yargılanacağını ve yargılanmalarının yerinde olacağını söylemek yeterlidir.”
Uygulama
Bu öğretinin günümüzde nasıl uygulanabileceği açıktır. Sadece kilise toplantılarına katılmak sizi kurtarmaz.
Bununla birlikte, Tanrı’nın sözünü biliyor olmanız büyük bir ayrıcalıktır; bu da sizi Tanrı’nın isteğini yerine getirmek için benzersiz bir konuma getirmektedir. Bu ayrıcalığa sahip birçok kişi, bu ayrıcalıktan yararlanmamaktadır. Fakat bu durum, bunu bir ayrıcalık olmaktan çıkarmaz. İnsanın bir hayal kırıklığı olduğu gerçeği, Tanrı’yı da hayal kırıklığı yapmaz. İnsanlar sadakatsiz olmalarına karşın Tanrı sadık kalmayı sürdürür. İnsanların günahı, Tanrı’nın ne kadar iyi olduğunu gösteren bir teselli işlevi görür! Fakat sakın günahın Tanrı’ya iyilik yaptığını ileri sürmeye kalkmayın. Biz daha çok günah işledikçe Tanrı’nın bundan kazançlı çıktığını ve bu yüzden daha çok günah işlemekte sorun olmadığını, neticede Tanrı’nın yüceltileceğini ve bizi asla yargılamayacağını düşünmeyin.
Tanrı her günahı yargılayacaktır. Mazereti ne kadar mantıklı görünürse görünsün, Tanrı günahı yargılayacaktır. Günah işlemeyi teşvik edenler, özellikle de bunu Tanrı adıyla yapanlar kesinlikle yargılanacaklarını bilmelidir. Böylelerinin yargılanması yerindedir.
Evrensel günahın kanıtı
Öyleyse, Pavlus’un Yahudi olmanın avantaj sağladığını öğrettiğini anlayabiliriz. Yani, günümüze göre düşünecek olursak kilise toplantılarına katılmak avantaj
sağlamaktadır.
Peki, bu durum bizi diğer günahkârlardan daha üstün kılmaz mı? Bu avantajlar bize Tanrı’nın gözünde daha iyi bir konum sağlamaz mı? (a.9)
Ruhsal ayrıcalıklara sahip insanlar bunun gibi yanlış düşüncelere sapmaktadır. İnsan aklı, yargılanma ihtimalinin diğer insanlara göre daha az olduğunu düşünmeye meyillidir; böylece kendini aldatır.
Pavlus, ayrıcalıklara sahip olup bunları ihmal etmenin daha kötü olduğunu açıkça belirtir. Fakat insan yüreği inatçıdır. Sadece ayrıcalıklara sahip olmanın, daha hafif bir yargıya yol açacağını düşünmekte ısrar eder. Pavlus’un 9– 20. ayetlerindeki amacı, tüm insanların Tanrı’nın gözünde suçlu olduklarını ve hiç kimsenin Tanrı’nın lütfunu kazanma konusunda daha avantajlı olmadığını göstermektir.
Elçi Pavlus, 9. ayette tüm insanların Tanrı’nın gözünde suçlu olduğunu kanıtlamış olduğunu hatırlatır. Bunu genel olarak tüm insanları ele aldığı 1. bölümde ve özel olarak Yahudiler’i ele aldığı 2. Bölümde yapmıştır. Bu noktada, 2:12-13 ayetlerini yeniden okumak ve Pavlus’un vardığı sonuçları yeniden anımsamak yerinde olacaktır.
Pavlus, Yahudi kardeşlerine şöyle seslenir: “Biz daha fazla ayrıcalığa sahip olduk. Fakat diğer kimseden daha iyi durumda değiliz. Herkes günah işledi ve bu yüzden herkes Tanrı’nın yargısı altındadır. Bu durum, Kutsal Yazılar’da açıkça izah edilmiş, öğretilmiş ve özetlenmiştir. Size Eski Antlaşma’dan bazı sözler hatırlatayım (a.10-18). Bu sözler bizim Kutsal Yazılarımız’dandır, yani öncelikle bizden söz etmektedir (a.19). Hiç kimse ‘suçlu olmadığını’ iddia edemez (a.19a). Tanrı’nın hükmü, herkesin “suçlu” olduğudur (a.19b). Kutsal Yasa herkesin günahkâr olduğunu açıkça ilan eder (a.20b). Yasa’yı yerine getirmekle Tanrı katında aklanmak olanaksızdır (a.20a).”
Pavlus’un Kutsal Yazılar’dan yaptığı alıntılara bakalım. Burada, Tanrı’nın, bu kitabı okuyan herkes de dâhil olmak üzere, tüm insanlar hakkındaki hükmü yer
almaktadır. Hayatınızın gidişatı ne yöndedir? 10-12. ayetler buna yanıt verir. Hiç kimse doğru değildir. Bu yüzden herkes günahlıdır. Herkes ruhsal anlamda kördür ve iradeleri Tanrı’ya yönelmemektedir.
“Hepsi”, “tümü”, “saptı”, “kimse”, “tek kişi bile” ifadelerinin açıkça belirttiği gibi, insanlığın yozlaşmışlığı evrenseldir. Bu, Tanrı’yı hoşnut etmeyen bir ırkın ruhsal ölümünün tasviridir. Tanrı ağzınızdan çıkan sözlere hangi gözle bakmaktadır? 13-14. ayetler bize açıklar. Tanrı sözlerimizi aldatıcı, zehirli, lanet ve acılıkla dolu görür. Tanrı davranışlarımızı ve yüreğimizin niyetlerini nasıl değerlendirir?
15-18. ayetler, Tanrı’nın bunları ölüm saçan, yıkıcı ve yararsız, esenlikten ve Tanrı korkusundan uzak eylemler ve düşünceler olarak gördüğünü açıklar. Elbette dünya üzerindeki herkes aynı değildir. Fakat insan ağacının ürettiği meyve budur. Sadece kötü bir ağaç kötü meyveler verir. Yahudi, “Ben bu kadar kötü değilim!” der. Yahudi olmayan, “Ben de değilim!” der. Ama öylesiniz! İster Yahudi ister başka bir ulustan olun, Tanrı’nın huzurunda aynı konumdasınız. İnsanın başı beladadır ve bunu düzeltmek için kendi başına yapabileceği hiçbir şey yoktur. Kutsal Yasa, kendisine sahip olanları kurtarmamaktadır. Bunun yerine, insanlara gerçekte ne kadar günahlı olduklarını göstermeye yarar.
Gelinen nokta
Şimdi Romalılar Mektubu’nun bizi getirdiği noktayı görebiliyor musunuz? Yargılanması gereken bir günahkârsınız ve güvendiğiniz hiçbir şey bunun başınıza
gelmesini engelleyemeyecek (1 ve 2. bölümler).
Sahip olduğunuz ruhsal ayrıcalıklar gerçekten birer avantajdır, fakat sizi kurtarmayacak (2:17-29). Ortaya koyduğunuz mazeretler ne kadar mantıklı olursa olsun, günahlarınız da hiçbir biçimde hoş görülmeyecektir (3:1-8). Gerçek avantajlara sahipsiniz, ancak Tanrı’nın huzurunda diğer herkesle aynı durumdasınız (3:9, 19). Çok sevdiğiniz, elinizdeki Kutsal Yasa bunu açıkça ortaya koymaktadır (3:10-18). Artık bu durumu düzeltmek için yapabileceğiniz hiçbir şey yeterli olmayacaktır (3:20). Yaşamınız, ağzınızdan çıkan sözler, tutumunuz ve yüreğinizin niyetleri Tanrı’ya başkaldırmaktadır (3:10-18). Tanrı’nın huzurunda suçlusunuzdur; hem de son derece suçlu… (3:19).
Bu durumdayken, sizin için hiçbir umut yoktur. Kendinizi mahkûm olmaktan kurtarmak için yapabileceğiniz hiçbir şey bulunmamaktadır. Yargılanacak ve mutlaka
mahkûm edileceksiniz. Sizin için tek umut, kendi dışınızda bir doğruluğun, sizin sayılacak bir doğruluğun size sunulması olabilir.
Ve işte Müjde bu; böyle bir doğruluğun size sunuluyor! Şimdi 21-22. ayetlerini okuyalım. Pavlus’un Müjde’den utanmamasına şaşmamak gerek (1:15-17)! Sonraki bölümde, Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in Müjdesi’nde bu doğruluğun insanlara nasıl sağlandığını göreceğiz.
Romalılar 3:21-31’i okuyun.
Tek kurtuluş yolu Müjde’de açıklanmıştır.
Tanrı’nın doğruluğu
Pavlus, 21-26. ayetlerde daha önce sözünü etmiş olduğumuz doğruluğu anlatır. Yanlış anlaşılmalara fırsat vermemek için, açık seçik ifadeler kullanır. Daha kolay
anlayabilmemiz için, bize on beş önemli hususu anlatır. Bu sayı size fazla gelebilir, ancak bu hususlardan tek tek söz ettikçe, her şeyi giderek daha iyi anlamaya başladığınızı göreceksiniz.
Çok geçmeden, Pavlus’un tam olarak neden söz ettiğini öğreneceğiz. Tanrı’nın insanı nasıl aklayacağı (a.21). Bu doğruluğu, sizi mahkûm eden, size kızgın olan, küçük gördüğünüz Tanrı’nın kendisi sağlamaktadır. Ne kadar büyük bir merhamet! Tanrı bunu size sunar. İnsanın asla yapamayacağı şeyi yapar. Ne kadar harika bir güç! Şimdi (a.21). Artık açıklandı. Bu doğruluğa artık sahip olabilirsiniz. Artık Tanrı’nın huzuruna doğru biri olarak çıkabilirsiniz. Yasa’dan bağımsız olarak (a.21). Diğer bir deyişle, bu doğruluk, Tanrı’yla barışmanın ve O’nun tarafından kabul edilebilmenin yoludur. Kutsal Yasa’yı yerine getirmeyenler, getiremeyenler ve getirmeyenler ve getirmeyecek olanlar içindir. Yani, hepimiz içindir! Kutsal Yasa, kendisini yerine getirenlere yaşam vaat eder, yerine getirmeyenleri ise lanetler. Bu yüzden hepimiz lanet altındayız. Fakat başka Biri, bizim için lanete uğradı.
O, aynı zamanda Kutsal Yasa’yı bütünüyle yerine getirendi. Bu nedenle, bizim asla kazanamayacağımız doğruluk artık O’nun sayesinde bize verildi. Açıklandı (a.21). Bu, sımsıkı korunan ve sadece belirli bir zümre için geçerli olan bir sır değildir. Bu doğruluk, bizler de dâhil olmak üzere herkese açıklanmış, bildirilmiş ve
gösterilmiştir.
Yasa ve peygamberler buna tanıklık ediyor (a.21). Bu, hayal ürünü olan uydurma bir düşünce veya modern bir icat değildir. Eski Antlaşma bu gerçeğe tanıklık etmektedir. İlk çağlardan beri ilan edilmiştir. O dönemde yaşayan Tanrı adamları bu sayede Tanrı’yla doğru bir ilişki kurabilmişlerdir. Bu doğruluk İsa Mesih’e imanla geçerli olur (a.22).
Pavlus bu doğruluğa eylemlerle değil, imanla kavuşulabileceğini açıklar. Bu iman bir boşluk içinde işlemez. İsa Mesih’e imandır. Doğruluğu insanlara kazandıran, İsa Mesih’in erdemleri ve gerçekleştirdiği iştir. İman bu doğruluğu kendi başına hak edemez; sadece doğruluğun kazanılmasına aracılık eden araçtır. Bu doğruluk İsa Mesih tarafından kazanılmıştır, ancak iman eden kişilerin kendi doğruluğu olarak sayılacaktır. İnsan bu doğruluğu hak etmek için hiçbir şey yapmak zorunda değildir. Bu, imanla alınan bir armağandır.
İman eden herkes doğruluğa kavuşur (a.22-23). Tüm insanlar aynı çaresiz ve umutsuz durumdadır. Bu doğruluk sadece seçilmiş bir grup için değil, Tanrı’nın Oğlu’na iman eden herkes içindir. İman yoksa doğruluğu almak da mümkün değildir. Fakat iman eden herkes mutlaka doğruluğa kavuşacaktır. İnsanların hangi ırka veya millete bağlı oldukları önemli değildir. İster Yahudi ister başka ulustan olsun, tüm insanlar Tanrı’nın kendilerini yaratma amacından sapmışlardır. Hiç kimse kendi çabalarıyla veya yapacağı herhangi bir şeyle Tanrı’nın gözünde aklanamaz. Ancak, iman eden herkes doğruluğa kavuşacaktır. Bu noktada ayrım yoktur.
Aklanma, Tanrı’nın karşılıksız armağanıdır (a.24). “Aklama, Tanrı’nın lütfuyla, karşılıksız olarak gerçekleştirdiği bir iştir. Tanrı, sadece iman yoluyla kavuşulan Mesih’in doğruluğuna sahip olduğumuzda tüm günahlarımızı bağışlar ve bizleri doğru olarak kabul eder” (Westminster Kısa İnanç Bildirisi). Pavlus’un öğretisi bu tanımlamayı bütünüyle desteklemektedir.
Pavlus bizlere, Tanrı’nın insanları kendi eylemleri, imanları (Mesih’in doğruluğuna kavuşmamızı sağlayan araç olmasına rağmen) veya kendilerinden kaynaklanan herhangi bir şey yüzünden aklamadığını söyler. Pavlus’un sözünü ettiği doğruluk bir armağandır. Herhangi bir “başarının” ödülü değildir. Hak edilmediği halde verilen bir bağıştır. Bu doğruluğa kavuşanların, bu konuda hiçbir kişisel katkıları olmamıştır. Doğruluk, insanların sahip olabileceğini düşünebileceğimiz herhangi bir erdeme dayalı değildir. Tanrısızın aklanması demektir. Kralın, dilencileri giydirip donatması demektir.
İnsanlar İsa Mesih’te olan kurtuluş sayesinde doğruluğa kavuşurlar (a.24). Kurtuluş karşılıksız olarak verilir, ancak bu kurtuluşun ucuza mal olduğunu düşünmememiz gerekir. Buradaki “kurtuluş” sözü, bedel ödenerek satın alınan bir şeyi ifade etmektedir. Bedeli kim ödemiştir? İsa Mesih! İsa bu bedelin ne kadarını ödemiştir? Tamamını! Bize ödeyecek bir şey kalmamıştır. Peki, İsa Mesih bedel olarak ne vermiştir? İsa Mesih günahların bağışlanması için gereken bedeli kanıyla ödemiştir (a.25).
Diğer bir deyişle, İsa Mesih’in Tanrı’nın gazabını yüklenmesi, yatıştırması ve başka yöne çevirmesi gerekmiştir. Günahlarımızı defterden silenin O olması gerekmiştir. Ve bunun için kan dökülmesi gerekmiştir: İsa Mesih’in kendi kanı! Ne kadar büyük bir sevgi! İsa Mesih’i bu bedeli ödemek için ileri süren biz değil, Tanrı’nın kendisi olmuştur. Çarmıh, her şeyin güvence altına alındığı yer olmuştur. Artık, Mesih’e iman sayesinde O’nun ödediği kefaretin sağladığı tüm yararlar bizim olur. Böylelikle günahımız bağışlanır ve hak ettiğimiz ceza başka yöne çevrilir.
Bu kefaret sadece geleceği değil, geçmişi de kapsar (a.25). Tanrı adaletin gereklerinden ödün vermez. Bununla birlikte Eski Antlaşma döneminde yaşamış birçok insanın işlediği günahlara tahammül etmiş ve yargısını askıya almıştır. Tanrı, suçlu olanı cezalandırmadığı takdirde adaletinden ödün vermiş olurdu. Bu insanların hak ettiği cezanın Mesih’e ödetildiğini fark etmek gerekiyor. Tanrı, Eski Antlaşma döneminde yaşayanlardan akladıklarını, Mesih’in onlar için çarmıhta gerçekleştireceği işe dayanarak aklamıştır. Artık Tanrı’nın adil olduğu açıkça gösterilmiştir (a.26).
Tanrı’nın, Eski Antlaşma döneminde yaşayan kutsalların günahlarını cezalandırmaması adaletsizce görünebilir. Fakat artık durumun böyle olmadığını açıkça görebiliriz. Tanrı, bütün bu süreç boyunca çarmıhta gerçekleşecek olayları, yani bu günahların cezasını vekil olarak Mesih’in çekeceği anı göz önünde bulundurmuştur. Bu olaylar artık gerçekleşmiştir; artık, Tanrı’nın ne kadar adil olduğunu, geçmiş çağlarda yaşayan insanların hiç görmediği biçimde görebiliriz. Artık bağışlanma kapağını gizleyen hiçbir örtü yoktur. İmanla aklanma, eskiden hiç bilinmeyen bir biçimde ilan edilmiştir.
Tanrı adaletinden ödün vermez (a.26). Mesih’in çarmıhta ölümü bir cezaydı- ilahi adaletin yerine getirilmesiydi. İnsanların yerine bu cezayı çekti- başkalarının çekmesi gereken cezayı onların yerine çekti. Gerekli ceza ödendi. Tanrı’nın adaleti bir kenara konmadı. Tanrı hala adildir. Artık iman eden günahkârın cezası Mesih’e, Mesih’in doğruluğuna da iman eden günahkâra yüklenmiştir. Böylece günahkâr kesinlikle kurtuluşa kavuşur ve Tanrı’nın lütuf amacı yerine gelmiş olur. Tanrı hem adaletini hem de sevgisini ödün vermeden uygular. Hiçbirinden vazgeçmez.
Tanrı adil kalmayı sürdürür; bununla birlikte İsa’ya iman eden herkes için aklanma mümkündür. Tanrı’nın bilgeliği ne kadar akıl almazdır! Tüm bunlar, İsa’ya iman edenler içindir (a.26). Mahva giden günahkârlar için bir umut vardır; ancak sadece tek bir umut vardır! Müjde ne kadar da sınırlayıcıdır. Fakat aynı zamanda, iman eden herkese açık olduğu için sınırları çok da geniştir! Müjde ne kadar akıl almazdır. Fakat aynı zamanda son derece basittir. Tanrı’nın aklamasına sadece iman yoluyla kavuşmak mümkündür. Bu ayet, Pavlus’un Müjde hakkındaki öğretisinin en can alıcı noktasıdır. Her birimiz, günahlarımızın Tanrı tarafından gönderilen Kurtarıcı’ya yüklenmesi ve sadece O’na güvenmemiz sayesinde bütün bu armağanlara kavuştuğumuzu hatırlayalım.
İki sonuç
Bütün bunlar, övünecek ve güvenecek hiçbir şeyimiz olmadığı anlamına gelmektedir (a.27-28). 2. bölümün sonunda gördüğümüz türden bir övünme artık söz konusu olamaz. Buna yer yoktur. Bu doğruluğu elde etmek için hiçbir şey yapmadık. Aklanmaya yaptığımız işlerle değil, iman aracılığıyla kavuşmamız övünmeyi olanaksızlaştırır.
Hiç kimse bu doğruluğu kazandığını veya hak ettiğini iddia edemez. Aklanmanın bizim yaptığımız veya yapmayı umduğumuz hiçbir şeyle ilgisi yoktur. Kutsal Yasa’nın buyurduğu işleri yapmak suretiyle değil, sadece iman sayesinde elde edilir. Tanrı hem Yahudiler’in hem de öteki uluslardan olanların Tanrısı’dır (a.29-30). Eğer Tanrı’nın huzurunda Yahudiler’e verilen Kutsal Yasa aracılığıyla aklanacak olsaydık, o zaman Tanrı öteki ulusların değil, sadece Yahudiler’in Tanrısı olurdu. Ancak, durum böyle değildir. Hem Yahudiler hem Yahudi olmayanlar günaha düşmüştür.
Müjde’de, aklanmanın tek yolu açıklanmaktadır ve bu yol herkes için aynıdır. Tanrı hem Yahudi’yi hem Yahudi olmayanı aynı ilkeye dayanarak kabul eder. O her ikisinin de Tanrısı’dır. Artık, Tanrı’nın Yahudi olanla Yahudi olmayanı kabul etme yolu arasında, “imanla” ve “iman aracılığıyla” ifadeleri arasındaki fark gibi hiçbir fark bulunmamaktadır. Kimse tarafından ayırt edilemeyecek bir farktır. Eski dönemlerdeki ayrımlar artık geçersizdir. Artık insanoğlu için tek bir ayırt edici çizgi vardır. Tanrı’nın gözünde artık Yahudi veya öteki uluslardan olan ayrımı yoktur. Artık kurtulmuş günahkâr ya da kaybolmuş olan vardır.
Son bir itiraz
Tüm bunlar, ortaya bir soru çıkarıyor (a.31). Eğer Tanrı’nın huzurunda Kutsal Yasa sayesinde aklanmıyorsak, bu durum Yasa’nın hiçbir değerinin olmadığı anlamına mı gelmektedir? Kesinlikle hayır! Bizler, Yasa’ya önem vermeyen insanlar değiliz. Aslında, Yasa’nın öneminin altını çiziyoruz. Nasıl mı? Aklanmaya, Tanrı’nın gözünde doğru bir konuma kavuşmaya neden ihtiyaç duyarız? Çünkü Yasa hepimiz için bağlayıcıdır.
Doğru ve yanlış arasında ayrım vardır ve kusursuz bir biçimde doğru olmadığımız sürece (veya bizlere böyle bir doğruluk kazandırılmadığı sürece) Tanrı tarafından kabul edilebilmemiz mümkün değildir. Çarmıh neden gerekliydi? Çünkü çiğnediğimiz Yasa’nın gerekleri basitçe bir kenara bırakılamazdı. Adaletin gereklerinin yerine gelmesi gerekliydi. Günahsız olan İsa Mesih, kurtarmak üzere geldiği günahkârların kefaretini ödemek üzere öldüğünde bu gerçekleşti. Hayır, Müjde Kutsal Yasa’nın düşmanı değildir. Aksine, doğruluğu savunan ve günahı kınayan bir bildiridir. Bununla birlikte, Kutsal Yasa’dan farklıdır. Kutsal Yasa herkesin suçlu olduğunu gösterir, insanları mahkûm eder ve hiç kimseyi aklamaz.
Müjde ise günahkâr ve mahkûm edilmiş insanların başkaldırdıkları Tanrı’nın huzurunda nasıl aklanabileceklerini açıklar. Kutsal Yasa var olduğu ve geçerli olduğu için Müjde gereklidir. Eğer hiç kimse mahkûm edilmemişse, kimsenin kurtulmaya ihtiyacı yok demektir. Eğer Yasa olmasaydı, Müjde’ye de ihtiyacımız olmazdı. O halde bu ikisinin birbirinden ayrılması mümkün değildir. Müjde ile Kutsal Yasa arasında ayrım bulunmakla birlikte, aynı zamanda bir uyum ve ilişki vardır. Bu önemli gerçek neredeyse unutulmuştur ve yeniden öğrenilmesi gerekmektedir.
KAYNAKÇA: The Gospel as it really is, Evangelical Press, Darlington, pp. 8-29