a. Görüm hakkında (6:1-7)
Kral Uzziya’nın öldüğü yıl yüce ve görkemli Rab’bi gördüm; tahtta oturuyordu, giysisinin etekleri tapınağı üzerinde Seraflar duruyordu; her birinin altı kanadı vardı; ikisiyle yüzlerini, ikisiyle ayaklarını örtüyor, öbür ikisiyle de uçuyorlardı. Birbirlerine şöyle sesleniyorlardı: ”Her Şeye Egemen RAB Kutsal, kutsal, kutsaldır. Yüceliği bütün dünyayı dolduruyor.” Seraflar’ın sesinden kapı söveleriyle eşikler sarsıldı, tapınak dumanla “Vay başıma! Mahvoldum” dedim, “Çünkü dudakları kirli bir adamım, dudakları kirli bir halkın arasında yaşıyorum. Buna karşın Kral’ı, Her Şeye Egemen RAB’bi gözlerimle gördüm.” Seraflar’dan biri bana doğru uçtu, elinde sunaktan maşayla aldığı bir kor vardı; onunla ağzıma dokunarak, “İşte bu kor dudaklarına değdi, suçun silindi, günahın bağışlandı” dedi.
Bu bölümle ilgili olarak merak uyandıran çeşitli sorular ortaya atılmıştır. Bazı düşünürler 6. bölümün, özel bir hizmete başlangıç aşamasında gerçekleşen bir göreve atama öyküsü olduğunu ileri sürmüşlerdir. Örneğin Calvin, peygamberin görevini yerine getirebilmek üzere güçlendirilmesi ve güven verilmesi için bu görümü görmesinin gerekli olduğunu düşünmüştür. Calvin, Yeşaya’nın hizmetini, başlangıçta aldıkları çağrıya ek olarak Tanrı’dan göreve başlama işaretleri alan Elçilerin hizmetiyle karşılaştırmıştır (örn. Yu.20:21, 22 ve Elç.2:3). Bu görüşe göre, 6. bölüm sadece belirli bir göreve başlangıç aşaması olarak kabul edilmektedir.1
Öte yandan, günümüzde daha yaygın olarak benimsenen görüşe göre, bu bölüm Yeşaya’nın peygamberlik hizmetine ilişkin Tanrı’dan aldığı ilk çağrıyı aktarmakta ve bu nedenle diğer peygamberlere gönderilen çağrıları andırmaktadır. Umbreit’in kaydetmiş olduğu gibi, bu bölüm okunduğunda ciddi bir ilk çağrı etkisi yaratmaktadır ve bu etkiden kurtulmak pek kolay değildir. 5. ayet, bunun bir göreve başlangıç çağrısı olduğu fikrini destekler gibi görünmektedir. Yeşaya, Rab hakkında gördüğü görüm üzerine mahvolduğunu ve kesinlikle yok olacağını hissetmiştir; çünkü Rab’bi görmüştür. Bu durum, bu görümün Yeşaya’nın Rab hakkında gördüğü ilk görüm olduğunu ifade etmektedir. Eğer Yeşaya daha önce Rab’le konuşmuş ve bir peygamberlik sözü almış olsaydı, hizmet ettiği Rab’bin kendisine merhamet ve lütuf göstereceğini bilir, a.5’te gördüğümüz gibi korku dolu bir yaklaşım sergilemezdi.2
Bununla birlikte, eğer 6. bölüm gerçekten de peygamberin çağrısı hakkındaysa, neden peygamberlik hizmetinin başlangıcında değil de, bu noktada yer almaktadır?3 Kendi adımıza, bölümün Yeşaya’nın peygamberlik bildirileri derlemesindeki düzensizlik veya dikkatsizlik nedeniyle bu konumda yer aldığına inanmıyoruz. Tersine, bölümün bu noktada bulunmasının oldukça kesin bir nedeni olduğu anlaşılmaktadır. Anlaşılan, Yeşaya’nın amacı öncelikli olarak bildirisinin özünü sunmak ve ancak bundan sonra peygamberlik hizmetine çağrılmasının öyküsünü aktarmaktır. Bu amaca ulaşabilmek için tüm peygamberlik bildirilerinin başına genel bir giriş bölümü koymuş (Blm.1); bu bölümde daha sonra ayrıntılı olarak açıklayacağı konuları çekirdek halinde bildirmiştir. Bu bölümün ardından, hemen bildirisine geçer. Bu bildiri bir umut sözüyle başlamakta (2:2-4) ve aynı sözle kapanmaktadır (4:2-6). Yeşaya bu ilk söyleminde İsrail ulusunun günahlı durumunu (kirliliği ve güçsüzlüğü) ve başlarına gelecek yargının kesinliğini ilan etmiştir. Bu yargıdan kaçmak için başvurabilecekleri tek sığınak, Tanrı ve Tanrı’nın kurtuluş sağlayan lütfudur. Yeşaya bildirisini pekiştirmek için, 5. bölümde Tanrı’nın İsrail’i seçip armağanlar bahşederek sergilediği sevgi ve ilginin bir tasvirini sunar. Bu bölüm Tanrı’nın günahı yargılamak konusunda tam adil olduğu hakkında kuşkuya yer bırakmaz. Peygamber, ancak bu ilk bildirisinin ardından peygamberlik hizmetine çağrılmasının öyküsünü anlatmak için hazır hale gelir. Bu öykü, bildirmiş olduğu hususları pekiştirmektedir.4
Bölüm 2-5’in genel yapısı, bu bölümlerin Yeşaya’nın hizmetinin daha ilk kısmına ait olduklarını açıkça göstermektedir. Bu genel yapı, bölümlerin Asurlular’ın gücünün tehdit ve tehlike oluşturacak kadar zirveye çıkmasından önce yazıldıklarını ortaya koyar. Bundan başka, onlara hitap eden adam hakkındaki bir giriş bölümüne bizleri hazırlar. Bu nedenle bu hususlar peygamberin aldığı hizmet çağrısı hakkındaki öyküsü sayesinde büyük ölçüde pekiştirilmiştir. Peygamber, Tanrı’nın gelecek olan son yargısını ve halkın mahvolacağını bildirmiştir; çünkü bu, Tanrı tarafından kendisine bildirilmiş olan sözdür.
Bölüm 6 bir görüm ve bir bildiri içerir. Uzmanlar bu iki unsur arasındaki gerçek ilişki konusunda ikiye bölünmüştür. Görüm yalnızca bildirinin girişi niteliğinde midir, yoksa bildiri görüme bir ilave niteliğinde midir? Bu kitabın yazarı, bu iki unsurun birbirini tamamladığı ve ikisinden biri olmadığı takdirde bölümün şimdiki gücünden yoksun kalacağı düşüncesine yatkındır. Bildiriyi doğru biçimde anlayabilmek için görüme ihtiyaç vardır; bildirinin kendisi ise hemen öncesinde yer alan görüm olmaksızın gerçek gücüne kavuşamayacaktır. Bu ikisi birbirine bağlıdır ve ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır. Bu nedenle, Yeremya ile Yeşaya arasında belirgin bir farklılık ortaya çıkmaktadır. Yeremya’nın peygamberlik bildirisinde, kendi kişiliği ön plandadır. Ama Yeşaya’da böyle değildir. Burada göze çarpan bildirinin kendisidir ve peygamberin kişiliği geri planda kalmaktadır. Ancak peygamberin bildirisinin özünü kavramaya başladığımızda, peygamberin kendisi ve çağrısı hakkında da bir şeyler öğrenmeye başlarız.
- Kral Uzziya ölmüştür.5 Uzziya ülkeye pek çok yarar sağlamış ve yeni bir refah ve barış döneminin kapısını açmıştı. Ama şimdi Yahuda kralsızdı.
Bu, kritik bir dönemdi. Üç yıl önce, İsrail kralı II. Yarovam ölmüştü ve şimdiki hükümdar Menahem’di. Yarovam ve Uzziya’nın krallıkları dönemde sınırlar antik çağdaki uçlara kadar genişlemişti; ticaret ve tarım gelişmiş, iki halk barış içinde yaşamıştı.
Tıpkı Süleyman’ın ölümünün ardından olduğu gibi, Yarovam’ın ölümünün ardından da ülkede kargaşa başlamıştı. Aynı şekilde Yahuda da çöküşe geçti. Asur ise giderek daha çok güç kazandı. Yeşaya’nın karşısında, zayıf ve çürümekte olan bir Yahuda vardı. İşte tam o yıl peygamber Yeşaya bir görüm gördü. Yeşaya bize, bu görümü Uzziya’nın ölümünden önce mi yoksa sonra mı gördüğünü söylemez. Önemli olan, Yeşaya’nın Tanrı’yı gördüğü yılın, kralın öldüğü yıl olmasıdır. Eski düzenin sona erdiği yıl, Tanrı peygamberine görünmüştür. Yahuda’nın büyük görkemi ve milli gururu, bir daha canlanmayacak biçimde son bulmak üzeredir. Uzziya’nın öldüğü yıl (muhtemelen İ.Ö. 739) Roma’nın kurulduğu asıl yıl olmayabilir, fakat geleneksel görüşe göre, Tiber kenarındaki büyük kent yaklaşık olarak bu zamanda kurulmuştur. Bu andan itibaren Yahuda giderek daha çok çökerken Roma daha çok güçlenmiştir.
Bu yıl, yani Yotam’ın eş-krallığının on ikinci yılı ve İsrail kralı Pekah’ın on üçüncü yılı, peygamber Yeşaya Rab’bi gördü.6 Fakat Kutsal Kitap’ta, Tanrı’yı hiçbir zaman hiç kimsenin görmediği yazılıdır (Yu.1:18; 1Ti.6:16). Ancak burada söz ettiğimiz, fiziksel gözlerle görmek anlamına gelmez. Hiçbir fiziksel göz Tanrı’yı göremez. Aynı zamanda, Tanrı görünmez, ruhsal bir varlık olmasına rağmen, Kutsal Kitap insanların O’nu göreceklerini söylemektedir: “Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Çünkü onlar Tanrı’yı görecekler” (Mat.5:8). Yeşaya’nın gördüğü Tanrı’nın özü değildi. Çünkü Tanrı görünmez ve ruhsal bir varlık olduğundan, yaratılmış hiçbir varlığın fiziksel gözü Tanrı’nın özünü göremezdi. Fakat öte yandan, Yeşaya Tanrı’yı gerçekten de görmüştü. Peygamber, Tanrı’nın görkemini insan suretinde, yani sınırlı bir yaratık olan insanın kapasitesine uygun hale getirilmiş biçimde gördü! Calvin’in açıkladığı üzere, “Bu nedenle Tanrı’nın kavranamaz görkemi, Yeşaya’ya kapasitesine uygun, anlayabileceği bir biçimde sergilendi. Bu yüzden Yeşaya, Tanrı’ya bir taht, bir kaftan (Türkçe çeviride giysi) ve bedensel bir görünüm atfetmiştir.”
Yeşaya Rab’bi gördü; fakat bu bir görüm aracılığıyla gerçekleşti. Tanrı’nın gücü, anlaşılmaz bir biçimde peygamberin üzerine indi. Böylece dışarıda olup bitenlere, dış dünyaya karşı bilinçsiz hale geldi. Ancak gönül gözüyle, Tanrı’nın kendisine açıkladıklarını görebildi. Bu nedenle bu, Tanrı tarafından verilmiş bir görümdü; nesneldi, Yeşaya’nın kendi zihninin ürünü değildi. O halde, bu bir görüm olduğuna göre, tasvir edilen sarayın dünyasal Tapınak mı yoksa göksel tapınak mı olduğunu belirlemek söz konusu değildir. Bu konuyla ilgili olarak, Yeşaya’nın görümü gördüğü sırada nerede bulunduğunu bilmemiz mümkün kılacak hiçbir bilgi yoktur. Tapınakta bulunuyor olabilirdi; ama aynı zamanda kendi evinde bulunuyor olabilirdi7 Bu nedenle, Yeşaya’nın tapınaktaki en kutsal yere bakarken, etrafta duran onca insan arasında sadece onun Tanrı’yı gördüğünü söylemenin hiçbir desteği bulunmamaktadır. Yeşaya’nın Tanrı’yı görmesinin nedeni, ruhsal bakımdan diğer insanlardan daha hassas olması değildi. Yeşaya Tanrı’yı gördü çünkü Tanrı kendisini ona gösterdi.
Yeşaya’nın gördüğü, Rab’dir (‘adonai); amaçlarını yerine getirmeye gücü yeten Tanrı’dır. Bu görümde Tanrı’nın gücü, insanların yüreklerini katılaştırması sayesinde sergilenecektir. İnsanların yüreklerini katılaştırabilen, gerçekten mutlak yetkilidir; ve Yeşaya’nın gördüğü, mutlak yetkili olanTanrı’dır. Aynı zamanda Yeşaya’nın gördüğü varlık insan biçimindedir; bu sayede Yeşaya O’nu görebilmiştir. Calvin bu hususta şu haklı saptamada bulunmuştur: “Yuhanna bu varlığın Mesih olduğunu söyler (Yu.12:41); ve haklıdır, çünkü Tanrı kendini hiçbir zaman Baba olarak göstermemiş, ancak ebedi Sözü ve biricik Oğlu olarak tanıtmıştır.” Bununla birlikte peygamber, Tanrı’ya ilişkin kesin bir tanımlama yapmaz; Mesih kişiliğinden söz etmez. Yeşaya mutlak yetkili olan Tanrı’yı insan biçiminde görmüştür. Yuhanna’dan, Tanrı’nın kendisini gösterdiği bu suretin Mesih olduğunu öğreniriz.
Yeşaya’nın gördüğü şey bir görümdür. Bununla birlikte bu, Tanrı’yı gerçekten gördüğü anlamına gelmektedir. Saraydan söz edilmesi doğal olarak akla Yeruşalim’deki tapınağı getirecektir. Ancak vahiy görüm aracılığıyla verildiği için, vahyin ölçülerini ve açıklamasını bu tapınakla sınırlandırmak niyeti bulunmamaktadır. Dikkatin çekildiği husus, basitçe tapınaktır.8 Görümdeki tapınak elbette Yeruşalim’deki tapınağı düşündürmektedir, ancak onun belirlenmiş düzeniyle ve boyutlarıyla sınırlandırılmamıştır. Bu görüm aracılığıyla, halka Rab’bin tapınakta bulunduğu açıkça bildirilmiştir. Halk, sadece “tapınak” sözcüğünün kullanılmasından bile, Rab’bin yargısını ilan etmek üzere kendi aralarında hazır bulunduğunu anlayacaktır.
“tahtta oturuyordu” – Tanrı hem kral hem yargıçtır.9 Kral olarak, kendini aralarında gösterdiği halkın üzerine göndereceği yargıyı ilan etme yetkisini kullanmaya hazırdır. Süleyman, Tanrı’nın tapınakta halkının arasında bulunacağını söylemişti: “Buraya yönelerek dua eden kulunun ve halkın İsrail’in yalvarışını işit. Göklerden, oturduğun yerden kulak ver; duyunca bağışla” (1Kr.8:30). Rab yüce ve görkemli tahtında oturmuştur, yani çok üstündür. Yargıçlar ve krallar nasıl tahtlarında oturuyorlarsa, Rab de kendi tahtındadır. Böylece Tanrı, zaten kral olan ve yargılama işini yürüten varlık olarak görülmektedir. Giysisinin uzun ve salınan etekleri tapınağı doldurmaktadır, yani hiç kimseye ayakta duracak yer bırakmamaktadır.10 Bu, görkemli bir yücelik manzarasıdır. Yeşaya görümü gördüğü sırada sessizdir ve tüm dikkatini Rab’bin tarifi mümkün olmayan yüceliği üzerine odaklamıştır. Yeşaya, Tanrı’nın mutlak gücünü sergileyecek ve yargısını gösterecek bir hizmete çağrılmak üzeredir. Böyle bir hizmete hazırlanmak için Tanrı’nın kutsallığını görmek gerekmektedir. Gerçekten de, tüm sahne bildirinin ciddiyetiyle örtüşmektedir. Dikkatimiz tek başına mutlak yetkili olan, hem yaratma hem yok etme gücüne sahip ve tüm insanlarla ulusların zamanlarını elinde tutan Rab’be yöneltilmektedir.
- Dünyasal krallara kodaman ve diğer önemli kişiler eşlik Ancak Yeşaya’nın gördüğü görüm benzersizdir ve içeriğinin dünyasal geleneklerden kaynaklanmamaktadır. Dünyasal krallar daha var olmadan çok önce, göksel meclisi her şeyi yaratan Tanrı’ya eşlik ediyordu. Aslında, insan krallar düşüncesi Kral olan Tanrı’dan ve dünyasal heyetler düşüncesi de Tanrı’nın göksel heyetinden (veya meclisinden) türetilmiştir. Antik Yakın Doğu’da, iki figürün genellikle, ilahla birlikte tasvir edildiği ve bu figürlerin ilahın özel vasi ilahları olarak tanıtıldığı doğrudur.11 Aynı durum Asur ve Mısır’da da geçerliydi. O halde, bu görümün içeriğinin antik dünyanın başka bölgelerinde rastlanan benzer kavramlardan türetildiğini farz edeceğiz?
Israrla vurguladığımız üzere, bu görüm Tanrı’dan gelen bir vahiydi. Peygambere boşlukta değil, bu dünyadaki bir zamanda ve mekânda verilmiş bir vahiydi. Bu nedenle, peygamberin anlayabileceği dini teçhizatla bir ilişkisinin bulunması beklendik bir durumdur. Bu görümün içeriği ile antik çağlardaki diğer inanç sistemlerinin uygulamaları ve gelenekleri arasında bağlantılar bulunmaktadır. Temelde yeni olan, bu görümün Tanrı’dan gelen bir vahiy olduğu gerçeğidir. Aynı zamanda, antik çağdaki putperest inançların gerçek dinden sapılması suretiyle ortaya çıkan ve aslında gerçeği taklit eden türevler olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Tanrı’ya eşlik eden göksel varlıklar, “Seraflar” veya “yanan varlıklar” şeklinde tarif edilir. Bu, Eski Antlaşma’da kendilerinden söz edilen tek bölümdür.12 Seraflar kişisel, ruhsal varlıklardır. Yüzleri, ayakları, elleri vardır; insan dilinde konuşurlar ve ahlaki kavramlara sahiptirler. Ateşten yılanlarla sahip oldukları yegâne ortak özellik, kanatlarının bulunması ve yanan varlıklar olmalarıdır. Seraflar, Keruvlar’la da özdeşleştirilmemiştir. Çünkü bu ikisinin görevleri son derece farklıdır.13 Keruvlar Bağışlanma Kapağı’nın üzerinde dururlar ve Hezekiel’de dört kanatlı olarak tasvir edilmişlerdir. Seraflar Yeşaya’nın gördüğü görümde tahtın üzerinde dururlar. Yeşaya, onların Tanrı’ya eşlik ettiklerini hemen fark eder; tahtın üzerinde durduklarını görmüştür. Böylece, oturan Tanrı’nın ve ayakta duran Seraflar’ın karşılaştırmalı konumu ifade edilmiştir. Seraflar yukarıda durdukları için Tanrı’dan üstün oldukları düşünülmemelidir; sadece Tanrı’nın maiyetindeki varlıklar olarak O’na hizmet etmektedirler.14
“her birinin altı kanadı vardı” – İfade üleştiricidir; her serafın üç çift kanadı vardır. İfadenin tam çevirisi, “her birinin altı kanadı, altı kanadı” şeklinde yapılabilir.15 Kutsal Rab’in huzurunda bir saygı ve korku belirtisi olarak, her seraf yüzünü kanatlarından ikisiyle örtmüştür. Tanrı’nın sureti, O’na bakan varlıklarda alçakgönüllülük uyandırmıştır ve yüzün örtülmesi aynı zamanda Rab’be hürmetsizce bakmayı engellemektedir. Belki de, Rab’bin görkeminin büyüklüğünü bir kimsenin güneşe doğrudan bakamamasına benzetmekle hata etmemiş oluruz. Hiç kimse, tahtta oturmuş yüce varlığa doğrudan bakamazdı.
“ikisiyle ayaklarını örtüyor” – Bu hareketin mutlak surette günahlılığı ifade ediyor olması gerekmez. Ama belki de bir alçakgönüllülük ve layık olmama ifadesi olarak yapılmıştı. Ayaklardan bir cinsellik çağrışımı olarak söz edildiğini düşünmek zorunda değiliz; ancak vücudun nispeten daha az kibar bir bölümü olarak düşünebiliriz. Seraflar ayrıca iki kanatlarını Rab’bin isteğini ve buyruklarını yerine getirmek üzere uçmak için kullanıyorlardı.
Göksel maiyetin bu tasvirine Kutsal Kitap’ta yaygın olarak rastlamaktayız. Seraflar, her an hizmet etmeye hazırmışçasına ayakta duruyorlardı.16 Her an emre amadeydiler ve itaat etmeye hazırlıklıydılar. Bu, alışılmadık bir tasvirdir. Belki havada durduklarını söyleyemeyiz, ama öte yandan, katı bir zemin üzerinde de durmuyorlardı. Bunlar hazır, itaatkâr hizmetkârlardı. Rab’be hizmet etmeye alışkın, kanatlı varlıklardı.
- Serafların sürekli uğraşı, Tanrı’yı övmektir.17 Kesintisiz olarak övgülerini sunma eylemiyle meşguldürler. Orada kaç serafın bulunduğu bildirilmemiştir.18 Belki her biri tahtın iki yanında olmak üzere iki sıra seraf bulunuyordu, ancak bundan emin olmamız mümkün değildir. Serafların gruplar halinde mi yoksa korolar halinde mi olduklarını da Muhtemelen, söyledikleri ezginin karşılıklı okunduğunu düşünmek yerinde olacaktır. Çünkü seraflar, diğer seraflara Rab’bin kutsal olduğunu ilan edip bildirirmişçesine sesleniyorlardı. Okudukları ezginin karşılıklı olduğu elbette kanıtlanamaz. Yeşaya’nın onları anlayabilmesinin nedeni, birbirlerine insan dilinde sesleniyor olmalarıdır.
“Kutsal, kutsal, kutsaldır” – Qâdôsh sözcüğü burada kullanıldığı biçimiyle Tanrı’yı yarattığı varlıklardan ayıran ilahi mükemmeliyetin eksiksizliğini ifade eder.19
Tanrı, yarattıklarından mutlak surette bağımsız bir halde var olan Yaratıcı’dır. O Rab’dir, insan değildir. Yaratılış O’na bağımlı olmasına rağmen, O’nun kendisi tamamen bağımsızdır. Yeşaya’nın teolojisinin merkezi ve özü budur. Aynı zamanda kutsal sözcüğü ahlaki bir unsur içermektedir. Bu, günahlı olandan tam bir özgürlük ve ayrılmışlık düşüncesidir. Peygamber, feryat içinde kendi günahlılığını ve layık olmamasını itiraf ederken bunun bilincine varmış görünmektedir. Taht üzerinde oturan Tanrı’dır; yarattıklarından ve tüm yaratılışından tamamen bağımsız ve ayrı bir biçimde varlığını sürdürmektedir. Aynı zamanda gözleri kötüye bakamayacak kadar saftır ve suçluluğu asla hoş göremez. Bu nedenle seraflar söyledikleri övgü ezgisinde Tanrı’nın ayırt edici niteliğini, yani kutsallığını, dile getirmişlerdir. Yürekleri, Tanrı’nın özünü övmek için atmaktadır. Tanrı’ya yapabileceğimiz en büyük hizmet, O’nun adını yüceltmek olacaktır. Tanrı’nın adını övmek yalnızca qâdôsh sözcüğünü tekrarlayıp durmaktan çok ötedir. Bu, Tanrı’yı ve niteliklerini derin düşünmek ve Tanrı’nın sözünde bildirdiği ilkelere uygun, alçakgönüllü bir yaşam sürmeyi içermektedir. Diğer bir deyişle, Tanrı’nın yüceliği için sürdürülen, İsa Mesih’e iman dolu bir hayat sürmektir.
Kutsal sözcüğü neden üç kez söylenmiştir? Buna ilişkin eski yanıt, bu üçlemenin Üçlübirlik’ten söz ettiğidir. Yeni Antlaşma’da bu bölümün farklı kısımları gerçekten de Üçlübirlik’in üç Kişisinden söz edecek biçimde kullanılmıştır.20 Delitzsch şu ilginç tespitte bulunur: “Üç rakamının tamlık ve kendi içinde birlik ifade eden sayı olması hakikatinin nihai temeli, bu rakamın üçlübirlik inancının sayısı olmasında yatar. Dolayısıyla serafların (tıpkı Va.4:8’deki Keruvlar gibi) üçlemesi (trisagion), Yeşaya bunun farkında olsa da olmasa da, ruhların bilincinde Tanrı’nın Üçlübirlik olduğunu işaret etmektedir.” Fakat aynı zamanda ihtiyatlı olmamız gerekmektedir; Calvin’in haklı olarak dikkat çektiği üzere, “…pasaj çok da açık değildir. Bu pasajdan Üçlübirlik sonucunu çıkarmak, sadece imansızlara böbürlenmek için fırsat verecektir.” Üç rakamı öncelikli olarak vurgu amacıyla kullanılmış görünmektedir. Bu nedenle qâdôsh sözcüğünün vurgulanmasında, serafların görevlerini yerine getirirken sergiledikleri yorulmak bilmez gayreti görürüz.
Gördüğü görüm Yeşaya üzerinde muazzam bir etki yaratmıştır; Yeşaya’nın Tanrı için kullanmayı en sevdiği ad, “İsrail’in Kutsalı”dır. Bu adı 1-39. bölümlerde on iki kez, 40-66. bölümlerde ise on dört kez kullanır. Delitzsch, “Bu ad Yeşaya’nın peygamberlik bildirilerindeki üslubunun esaslı bir parçasını oluşturur” der. Aynı ad, Yeşaya Kitabı’nın dışında, 2Kr.19:22; Mez.71:22; 78:41; 89:18 ve Yer.50:29 ile 51:5 ayetlerinde yer alır. Söz konusu ayetlerden son ikisi, Yeşaya’nın izlerini taşımaktadır. Luzzatto şu ilginç gözlemde bulunur: “…peygamber, sanki bu kitabın ikinci kısmın güvenilirliğinin tartışılacağı önceden içine doğmuşçasına, her iki kısmı de Tanrı’nın bu ‘İsrail’in Kutsalı’ adıyla mühürlemiştir; bu, sanki Yeşaya’nın kendine özgü mührü gibidir.”21
Herntrich, insanların Tanrı’nın özü hakkında açıklama (Aussagen) yapamayacaklarını iddia etmiştir. Yapabilecekleri en iyi şey, Tanrı’nın kendi hayatlarındaki işleyişini tecrübe etmek olacaktır. Bu yüzden, zaman ve mekânla sınırlı bir insanın esas itibariyle zamandan ve mekândan bağımsız bu ikrarı kavradığı bu görüm karşısında kapıldığı hayreti şöyle ifade eder: “Yeşaya aldığı görümle sonsuzluğa kısaca göz atmış oldu. Bu görümde onun için zaman bile dondu; çünkü bir yandan tarihin belirli bir noktasında dururken (a.1), diğer yandan (doch) tüm gelecek zamanları güçlü bir biçimde öngördü. Bu, Tanrı’nın sonsuzluğudur.”
Bununla birlikte, bu sözcükler soruyu karmaşıklaştırır. Tanrı’nın kendisi zamandan ve mekândan bağımsızdır, ancak yarattığı varlıklar bağımsız değildir. Tanrı’nın Yeşaya’ya verdiği görüm, tarih içerisinde meydana gelen bir görümdü. Tanrı’nın, kendisi hakkında, yarattığı bir varlığın kaldırabileceği biçimde verdiği bir görümdü. Tanrı’nın kendisini olduğu gibi gösteren bir görüm değildi. Tanrı kendisini sınırlı insanoğlunun kapasitesine indirgeyerek göstermişti; ve hep böyle olacaktır. Sonsuzlukta bile, insan daima yaratılmış bütün varlıkların taşıdığı kısıtlamalara sahip olacaktır. Tanrı’yı daima yaratılmış bir varlık gözünden görecektir ve de yaratılmışlığının üzerine yüklediği kısıtlamaları taşımaya devam edecektir.22
Bununla birlikte Herntrich, 2. Mezmur’da serafların ezgisinin bir yankısını (muhtemelen bir habercisini) gördüğümüzü ifade etmekte haklıdır: “Ve, ‘Ben kralımı Kutsal dağım Siyon’a oturttum’ diyor”; Duhm da haklı olarak Rab’bin duasını hatırlatır: “Adın kutsal kılınsın.” “Yüceliği bütün dünyayı dolduruyor”— Bu cümle, “yüceliğin” özne, “doluluk” sözcüğünün ise tümleç olarak yer aldığı “O’nun yüceliği bütün dünyanın doluluğudur” şeklinde ifade edilebilir. Bu cümle yapısında düşünce, Tanrı’nın yüceliğinin yaratılmış evrende bulunan herşeyden ibaret olduğudur. Öte yandan, “doluluk” sözcüğü özne olarak düşünülebilir ve İbranice’ye göre daha doğal sözcük dizimi bu şekildedir. İfadenin anlamı temelde aynıdır; bunun tek istisnası bu görüş Tanrı’nın yüceliğini yaratılışla sınırlandırmaz. Tanrı’nın yüceliğinin sadece tüm dünyadan değil, yaratılışın bütününden ibaret olduğunu ortaya koyar. Söz edilen, Tanrı’nın beyan edici yüceliğidir. Teologlar Tanrı’nın özündeki yücelik, yani Tanrı olarak kendi içinde barındırdığı yücelik ile Tanrı’nın yarattığı evrende gösterdiği yüceliği birbirinden ayırmıştır ve bu doğru bir yaklaşımdır.23
Tanrı’nın yüceliği nedir? Tanrı’nın özelliklerinin açıklanışıdır.24 Tanrı’nın yarattığı evreni düşündüğümüzde, Tanrı’nın yüceliğini, mükemmeliyetini ve özelliklerini görmüş oluruz. Tanrı’nın yarattığı evrendeki vahyi, yani beyan edici yüceliği insanları Tanrı’nın herşeye kadir gücüne olduğu gibi, kutsallığına, doğruluğuna ve adaletine ikna etmeye yeterlidir; böylece insanların özrü yoktur. Görünür ve görünmez yaratılışın bütünü, Kutsal Tanrı’nın yüceliğini açıkça ve belirgin biçimde bildirir. Gözlerimizi nereye çevirirsek çevirelim, O’nun görkeminin işaretlerini görürüz. Bu nedenle kutsal olan Tanrı’ya övgü dolu yüreklerle yaklaşmamız gerekir. Bu, O’nun yarattığı dünyadır; mükemmel görkemini sergilediği geniş sahnedir.
“Bütün dünyayı”— Bu, Tanrı’nın yüceliğini sergilediği tüm dünyayı, yani sahneyi ifade eder. Yani, sadece İsrail düşünülmüyor. Işığın ve karanlığın güçleri arasındaki savaşın meydana geldiği ve de Tanrı’nın kusursuz ve nihai vahyi olan Oğul’un, Karanlıklar Prensi’ni mağlup edeceği yerdir.
- Bu seslenişin etkileri bulunmaktadır. Kapı söveleriyle eşikler sarsılır.25 Bu sahnede, hiçbir şeye benzetilemeyecek bir görkem söz Hiçbir insan sesinin tapınağı böylesine sarsamayacağını, bu yüzden seslenen kişinin ilahi bir varlık olması gerektiğini söyleyen Calvin’le aynı düşüncede olmamız gerekmez. Sahnenin tamamı bir görüm içerisinde cereyan etmektedir; Eşiklerin sarsılmasına neden olan, serafların sürekli olarak seslendirdiği övgü ezgisinin yüceliği ve gücüdür.26 Yeşaya ‘nu’ (sarsıldı) sözcüğünü kullanmakla, bizi sonraki bölümde Ahaz’ın aklının çelinmesi hakkında söyleyeceklerine hazırlar. Burada, binanın sütunlarının sarsılmasını düşünmeliyiz. Daha sonra, kralın yüreği bile rüzgar karşısındaki ağaçlar gibi sarsılacaktır.
Bu sarsılmanın nedeni, serafların tahtta oturan Kutsal Tanrı’yı övmek için ezgi söylerken çıkardıkları sestir. Bu sarsılmaya ek olarak, olayın meydana geldiği binanın kendisi, yani tapınak dumanla dolmaktadır.27 Kutsal Kitap’ta duman, sıklıkla Tanrı’nın varlığının beraberinde gelen bir olgu olarak görülmektedir. Daha önce Yşa.4:5’te, “Sonra RAB Siyon Dağı’nın her yanını, orada toplananların üzerini gündüz bulutla, gece dumanla ve parlak alevle örtecek. Yüceliği onların üzerinde bir örtü olacak” sözlerini okumuştuk. Muhtemelen burada da duman, sunak üzerindeki ateşin doğal sonucu olarak düşünülmüştür. Bu duman sunaktaki ateşten çıkmakta ve tapınağı doldurmaktadır. Duman, bütün bu olayları izleyen peygamberde, ciddi bir hürmet ve korku hissi uyandırmış olmalıdır. Yeşaya Tanrı’nın huzurunda durmaktadır.
- “Ama onun geleceği güne kim dayanabilir? O belirince kim durabilir?” (Mal. 3:2a) “RAB’bin dağına kim çıkabilir, Kutsal yerinde kim durabilir? Elleri pak, yüreği temiz olan…” (Mez.24:3, 4). Peki ama, elleri pak ve yüreği temiz olan kimdir? Yeşaya değildir; çünkü tahtında oturan Tanrı’yı gördüğü zaman aklına kendi kirliliği gelmiştir. Istırap dolu bir feryatta bulunarak, “Vay başıma!” diye Bu ifade, üzerine gelen ya da gelemek üzere olan felaketi düşündürmektedir.28 Bu yürek burkan feryadın altında, Yeşaya’nın kendini suçlu bulması yatmaktadır. Bunun hemen ardından, bu felaketin başına neden geleceğini bildirir.
“Mahvoldum”— Yeşaya tek bir sözcükle, nidmeyti düşüncesini açıklar; Yok oldum, mahvoldum, işim bitti, artık öleceğim.29 Bu doğru olduğuna göre, ne kadar da dehşet verici bir tespittir. Peki ama, peygamberin kendisi hakkında böyle konuşmasına neden olan şey neydi? Bunun yanıtını hemen görmekteyiz. Yeşaya, “…bir adamım” der. Göksel varlıkların Tanrı’yı övdüklerini işitmiştir, ama kendisi sadece bir insandır. Bütün feryadının anlamı, “bir adamım- dudaklarım kirli” şeklinde ifade edilebilir. Seraflar Tanrı’yı saf dudaklarla övmüşlerdir ve bu, Yeşaya’nın yapamayacağı bir şeydir. Onun dudakları kirlidir ve bu, onun kirli bir adam olduğu anlamına gelmektedir.30 Günahlı bir adam Tanrı’yı övemezdi. Yeşaya’nın dudakları, onun günahlı olduğunu gösteriyordu. Yeşaya’nın yapması gereken, tıpkı serafların yaptığı gibi Tanrı’yı övmekti; ama kirli olduğu için bunu yapamazdı. Doğası günahlı olanlar, Tanrı’yı yapmaları gerektiği gibi övemezler. Önce yüreklerinin arınması gerekir. Peygamber Tanrı’yı gerektiği gibi övebilmek için, öncelikle kendi günahının ve layık olmamasının bilincine varmalıdır.
“bir halkın arasında”— Tanrı’yı övmeye layık olmayan sadece Yeşaya’nın kendisi değildir, aynı durum Yeşaya’nın arasında yaşadığı ve temsil ettiği halk için de geçerlidir. İsrail ulusu günahlı olduğu için Tanrı’yı övmeye layık değildir. Kurulmuş olan teokratik krallığın Rab’bin hizmetkârı olması amaçlanmıştı, ancak bu krallık Tanrı’yı övmeye uygun durumda değildir. Tanrı’yı övmek bir ayrıcalıktır; bu ayrıcalık herkese değil, sadece suçu ortadan kaldırılanlara verilmiştir.
Yeşaya’nın mahvolduğuna inanmasının ikinci bir nedeni, Kral’ı görmüş olmasıdır.31 Rab Kral’dır, krallığın gerçek Kralı’dır; krallığını daha sonra Mesih’in egemenliği ve tüm uluslara boyun eğdirişi sayesinde herkese gösterecektir. Bu iki ifadede (“Kral” ve “orduların Rabbi”), Tanrı’nın Yaratıcı ve yaşayan gerçek Tanrı olduğu hakikatinin yanı sıra, antlaşma Tanrısı ve krallığın Kralı olduğu düşüncesi birleşmiştir. Yeşaya üzerinde bu perişan edici etkiyi yaratan sadece Tanrı’yı görmüş olması değildir; bunun nedeni aynı zamanda Kutsal Tanrı ile günahlı yaratık arasındaki muazzam uçurumdur. Gerçekten de, seraflar gibi saf varlıklar bile Tanrı’nın huzurunda yüzlerini örtmek zorundadır.
- Günahlı olduğunu kabul etmesine rağmen, seraflar Yeşaya’yı Rab’bin huzurundan kovmamışlardır. Tersine, ona günahlarının bağışlandığına ilişkin simgesel bir güvence vermişlerdir. Onlar Tanrı’nın isteğini yerine getiriyorlardı; fakat Yeşaya kendisine doğru uçan serafın bunu Rab’bin bir baş veya el işareti mi, yoksa doğrudan bir emri üzerine mi yaptığını ifade etmez. Zaten bunu bilip bilmemek bizim için özel bir önem taşımamaktadır. Seraflardan biri diğerlerinin yanından ayrılıp peygambere doğru uçmuştur.32 Yeşaya’ya doğru uçan bu serafın elinde bir kor bulunuyordu.33 Seraf önce uçup sonra maşayla koru almış ve son olarak onu eline almamıştır. Koru sunaktan maşayla almış, sonra da kor elindeyken uçmuştur.
Rıtspah üzerine konduğu buhurun yakılmasını sağlayan bir kordu. Bundan dolayı tasvir edilen sahnenin yakmalık sunu sunağından çok buhur sunağını düşündürdüğü görülmektedir. Zira korun yakmalık sununun üzerinde durmasına açıklık getirmek güçtür. Kor buhurun yanmasını sağlamaya yarıyordu ve bundan ötürü sunaktan alınmış olabilirdi. Aynı zamanda, görümle ilgili bu ayrıntıların önemli olmadıklarını da hatırlamalıyız. Daha önce belirttiğimiz üzere, tapınak fikri iyi bilinen dünyasal Tapınak’tan türetilmiştir ve sadece görüm için bir arka plan görevi görmektedir.
Pasaj, dudakların arındırılmasını sadece Tanrı’nın mümkün kılabileceğini açıkça öğretmektedir. Yeşaya gerçek bir imanlı olmuş ve Rab’be hizmet etmiştir. Burada Yeşaya’nın iman ediş öyküsünü okumuyoruz. Bunun ardından terfi edilecek ve böylece bu ana dek olduğundan daha büyük bir ölçüde Rab’be hizmet edebilecektir. “Rab ona olan lütfunu genişletmeye ve bollaştırmaya, ve onu daha üstün bir şerefe yükseltmeye karar verdiği için, Yeşaya halk üzerinde daha büyük bir nüfuza sahip olabilecekti. O dönemin karakteri ve devlet yapısında meydana gelen değişiklik bunu gerekli kılıyordu” (Calvin)
Simgesel bir anlamda, ateşin arındırıcı gücü olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle ateşin dudaklara değdirilmesi, dudakların arındırıldığı hakikatini simgelemektedir. Bununla birlikte bu arındırma, ateşin gerçekleştirdiği bir işlev değildir. Bu, Rab’bin işidir ve sonraki ayette ortaya konduğu üzere, günah karşılığında bir kurbanın sunulduğu hakikatine dayanmaktadır. Sonuç olarak, bu pasaj ateşin arındırıcı bir güç taşıdığı yönündeki antik inanışın basit bir başka canlandırması değildir.34
- Koru Yeşaya’nın dudaklarına değdiren serafın eylemi, gerekli kefaret kurbanının sunulmasının ardından, Yeşaya’nın günahlarının bağışlandığı gerçeğini Tanrı’nın buyruğuna uygun olarak hareket eden seraf, koru peygamberin dudaklarına değdirmiştir. Sunaktan alınmış bu kor, sadece bir bağışlanma simgesidir; ateşin kendisi doğal haliyle günahı temizleyemez. Temizleme ve arındırma işi ateşin değil, sadece Tanrı’nın işidir. Calvin şöyle demiştir: “Büyü işleriyle uğraşan batıl inançlı kişilerin bir tür gizli gücü bulunduğuna inandıkları korun bu tür bir özellik taşıdığına inanmak için hiçbir neden yoktur.” Bağışlama gücüne sahip olan sadece Tanrı’dır. Seraf Tanrı’nın yalnızca bir elçisidir ve görevini yerine getirmek üzere uçmaktadır.
“İşte bu kor dudaklarına değdi” — Simgesel bir eylem sözlü açıklama olmaksızın anlam taşıyabilir mi?35 Sadece eylemler aracılığıyla bildirilen vahiy, sözlerden ayrı tutulabilir mi? Peygamberin, gerçeği simgeleyen işaretlerden ayrı olarak, bizzat gerçeği anlamasının sağlanması gerekiyordu ve bu amaç için sözcüklerin kullanılması gerekliydi. Aynı zamanda işaretler ve onların simgeledikleri gerçek birbirinden ayrılmamalıdır. İşaretlerin anlamı veya açıklaması, gerçeği Yeşaya’nın zihnine taşıyacak ve aynı zamanda dini törenlerin ve işaretlerin açıklamasını da beraberinde getirmeye yarayacak sözler vasıtasıyla aktarılmalıdır. Bir kez daha Calvin’in sözlerine kulak verelim: “O halde dini törenlerin başlıca parçasının sözden ibaret olduğunu ve dini törenlerin sahne gösterilerine döndüğü papalıkta her gün tanık olduğumuz gibi, söz olmaksızın mutlak surette yozlaştıklarını öğrenelim.”
Her şeyden önce, eylemin yanlış veya sahte yorumlarına karşı korunabilmek için sözlü bir açıklama gereklidir. İkinci olarak, eyleme eşlik eden sözler, gerçeğin ta kendisinin öğrenilebilmesi için hayati öneme sahiptir. Seraf ilk olarak, önem taşıyan simgeye dikkat çeker. Çünkü simge dikkati veya düşünceyi simgelediği şeye, yani Yeşaya’nın suçunun kaldırıldığı ve günahlarının bağışlandığı gerçeğine yöneltir. Söylenen sözler olmaksızın peygamber meydana gelen olayların ne anlama geldiğini asla anlayamazdı.36
Serafın sözünü ettiği günahlar ve bahsettiği suçlar nelerdir? Seraf ahlaki anlamda günahtan, yani, Yeşaya’nın Tanrı’ya etkin olarak hizmet etmesine engel teşkil eden günahtan söz eder. Seraf belirli ve özel bir günahtan değil, genel anlamda günahtan bahsetmektedir. Yeşaya günahlı bir adamdır ve tıpkı tüm günahkârlar gibi, ancak Tanrı’nın sağlayabileceği bağışlanmaya ihtiyaç duymaktadır. Tanrı’ya hizmet edecek kişi, günahları bağışlanmış ve suçları affedilmiş bir kişi olmalıdır.
“suçun silindi” — Yeşaya’yı suçlu kılan kusur ortadan kaldırıldı ve böylece ilahi bağışlamanın yolunda artık bir engel olarak durmaktan çıktı. Eğer suç ortada durmaya devam etseydi, bağışlanma söz konusu olamazdı. Tanrı’nın Yeşaya’yı bağışlayabilmesi için, bu suçun kaldırılması veya uzaklaştırılması gerekiyordu.
“günahın bağışlandı” — Bağışlanmanın mümkün olabilmesi için gereken kurban sunuldu.37 Bu hakikatten, kan dökülmeden bağışlanmanın mümkün olamayacağını öğreniyoruz. Bağışlanmanın temeli, gazabının yatıştırmasına dayanmaktadır.
b. Yeşaya peygamberin görevi (Yşa.6:8-13)
- Sonra Rab’bin sesini işittim: “Kimi göndereyim? Bizim için kim gidecek?” “Ben! Beni gönder” dedim.
- “Git, bu halka şunu duyur” dedi, “‘Duyacak duyacak, ama anlamayacaksınız, Bakacak bakacak, ama görmeyeceksiniz!
- Bu halkın yüreğini duygusuzlaştır, Kulaklarını ağırlaştır, Gözlerini Öyle ki, gözleri görmesin, Kulakları duymasın, yürekleri anlamasın Ve bana dönüp şifa bulmasınlar.”
- “Ne vakte kadar, ya Rab?” diye Rab yanıtladı: “Kentler viraneye dönüp kimsesiz kalıncaya, Evler ıpıssız oluncaya, Toprak büsbütün kıraçlaşıncaya kadar.
- İnsanları çok uzaklara süreceğim, Ülke bomboş kalacak,
- Halkın onda biri kalsa da ülke Ama devrildiği zaman kütüğü kalan Yabanıl fıstık ve meşe ağacı gibi, Kutsal soy kütüğünden çıkacak.”
Bu noktada Rab, görüm boyunca ilk kez konuşmaktadır.38 Bu noktaya kadar, Rab tahtında oturmaktadır ve arka planda yer almaktadır. O, ’adonai, Rab’bir, mutlak yetkili Olan’dır ve konuşur. Sorduğu soru, dikkati gönderilecek olan kişiye yöneltir. Kimi [göndereyim]? İşte, Rab’bin sorusu budur. Yeryüzünde yaşayan tüm canlılar arasından, Yahudalılar arasından, kimi göndereyim? Bu görevi veren Tanrı’nın kendisidir ve bunu, Yeşaya’nın karşılık vermesini sağlamayı amaçlayan ve söz sanatı (retorik) içeren bir soru aracılığıyla yapmaktadır. Peki, ama Rab kendisinden söz ederken neden çoğul konuşmaktadır?39 Acaba yücelik belirten bir çoğul kipi mi kullanmaktadır, yoksa sorusuna gökteki serafları mı dahil etmektedir? Tanrı mutlak yetkili tasarılarını yerine getirirken sadece kendisine danışır. Yarattığı varlıklara, hatta göksel varlıklara bile danışmaya ihtiyacı Bundan dolayı kilisenin uzun bir geçmişe dayanan saygın yorumunu benimsemek ve konuşmacının bizzat kendisi olan Rab’bin çoğul kipini, çoklu kişiliğe (Üçlübirlik) sahip olduğunu ifade etmek için kullandığını kabul etmek hikmetlice olacaktır.40 Burada, Yeni Antlaşma’da tam anlamıyla açıklık kazanan Üçlübirlik öğretisine bir imada bulunulduğunu kabul etmekten korkmayalım. Kendi amacı için gönderecek bir elçi arayan Tanrı’nın, burada kendi varlığının tabiatı hakkında Yeşaya’ya küçük bir ipucu verir.
Yeşaya hemen karşılık verir. Daha demin, kendisi için hiçbir umut olmadığından korkmaktadır, ama şimdi, günahlarının bağışlandığına dair güvenceye kavuşmuş ve Tanrı’nın kendisini huzurundan kovmayacağını anlamıştır. Mutlak yetkili olan Rab’be hizmet etmeye hazırdır. Bu, gerçek imanın sağladığı bir hazır olma durumudur. Gerçekten de, peygamber daha Tanrı’nın isteğinin ne olduğunu bilmeden, bu isteği yerine getirmeye isteklidir. Bu benzersiz pasajda, neden çok az kişinin Tanrı’ya hizmet etmeye istekli olduğunun nedenini buluruz. Bir kimsenin Tanrı’ya hizmet edebilmesi için, her şeyden önce günahlı olduğunu kabul etmesi gerekir. Bir insan ancak günahlı olduğuna inandığında ve kendi günahının cezasını Kurtarıcı’nın üstlendiğini anladığında Tanrı’ya sevinçle hizmet etmeye ve Tanrı’nın kendisini çağıracağı her yere gönderilmeye hazır olabilir. İçinde yaşadığımız çağda, insanların günahlarından haberdar olabilmeleri için Tanrı’nın yasasını ve suçlarını silip günahlarını bağışlayan Tanrı’yı görebilmeleri için Müjdenin duyrulmasından daha büyük bir ihtiyaç var mıdır? “Başkaldıranlara senin yollarını öğreteyim, günahkârlar geri dönsün sana. Kurtar beni kan dökme suçundan, Ey Tanrı, beni kurtaran Tanrı, dilim senin kurtarışını ilahilerle övsün. Ya Rab, aç dudaklarımı, ağzım senin övgülerini duyursun” (Mez.51:13-15).
- Yeşaya’nın istekli olduğunu ifade etmesi üzerine, Tanrı hemen buyruğunu Tanrı’nın elçileri, insanlara seslenmek üzere gönderilirler. Tanrı’nın bildirisi insanlara sözler aracılığıyla iletilir. Bu sözlerin bildirilmesi, gönderilen elçilerin görevidir. Tanrı’nın işinin yerine getirilmesi, tamamıyla müjdecilikle gerçekleşir. Alexander, “Bu bildirim bizzat insanlara hitap eden bir teşvik veya buyruk biçimine büründürülmüştür. Bunun amacı, bu bildiriyi insanlara daha açık biçimde sunmak ve kendilerini böyle bir uyarıdan sonra mahvetme deliliğini ve kötülüğünü daha da abartmaktadır” diye belirtir.
Peygamberlik bildirisinin biçimi özellikle ilginçtir. Peygamberlik bildirimlerinde kullanılan üslup (Say.12:1-6’da öğretilene uygun olarak) çoğunlukla bir ölçüde belirsizlik içermektedir. Bununla birlikte ele aldığımız mevcut peygamberlikte, belirsizlik ortadan kaldırılmıştır (bildirinin kendisi görüm aracılığıyla iletilmiş olmasına rağmen) ve halkın kaderi yanlış anlaşılamayacak sözlerle önceden bildirilmiştir. Sonuç olarak, halkın suçu son derece belirgin biçimde göze çarpmaktadır. Halka, yıkımlarına neden olacak şeyi bizzat yapmaları buyrulmaktadır. Muhtemelen bir miktar ironik sözler söz konusudur. Peygamberi, “Dinleyin… ama elbette dinlemeyeceksiniz” diye feryat ederken hayal edebiliriz. Bu nedenle Rab İsa, “Haydi, atalarınızın başlattığı işi bitirin” (Mat.23:32) derken, o dönemde yaşayan Yahudiler’e seslenmiştir. Alexander’ın söylediklerine tekrar kulak verelim: “Bu konuşma biçimi günlük yaşamda kullanılan dile hiçbir surette yabancı değildir. J. D. Michaelis’in gözlemlediği gibi, sanki bir kimse hiç inanmadığı iyi dileklerde veya taahhütlerde bulunan bir başkasına, ‘Şimdi git ve söylediğin her şeyin tamı tamına tersini yap’ demesi gibidir ”
“bu halka” — Tanrı, halk hakkında zaten, ‘Halkım anlamıyor’ demiştir. Bu halk, Tanrı’nın halkıdır. Bununla birlikte burada, onların kimliğini açıklamaz. Bu ayette onlara, “Halkım” diye hitap etmez. Aslında Tanrı’nın halkı olmalarına rağmen, Tanrı’ya sadakatsizlik etmiş ve O’nu küçümsemişlerdir (1:4). Bu hitap biçiminde, Tanrı kendi gözünde halkın değerinin düştüğünü ifade ediyor olabilir. Bu halk artık Tanrı’yla ilgilenmeyen bir halktır.41
“duyacak duyacak”— Özdeyişsel bir üslup kullanan Yeşaya, bu sözlere daha önce hiç sahip olmadıkları bir anlam derinliği katar.42 Burada kime hitap edilmektedir? Tüm ulusa mı, sadece İsrail’e mi yoksa sadece Yahuda’ya mı? Bu soruları yanıtlamak güçtür, ama en azından şunu söyleyebiliriz: Öncelikli olarak gündemde olan, Yahuda halkıdır. Peygamberin bu halka buyurduğu şey, sürekli olarak kulak vermeleri, yani işitmeye devam etmeleridir. Sürekli dinleyin.
Peki, halkın ne duyması gerekir? Elbette peygamberin sözlerini, Kutsal Yazılar’ı, Tanrı’nın açıkladığı buyruklarını… Bunları anlamamalarının hiçbir mazareti kalmasın diye, bu bildiriler duyurulacaktır. Aynı zamanda, halkın anlaması engellenmiştir. “İsrail bilmiyor, halkım anlamıyor” (Yşa.1:3). İlk bölümdeki bu sözler arka planda durmaktadır. Gray, “Halkın kaderi kaçınılmaz surette belirlenmiştir; içinde bulundukları hastalık durum artık şifa görmeyecek (krş. 1:5 vdm); artık Tanrı’nın sesine ve isteğine karşı duyarsızlıklarında inat etsinler (krş. 1:3); peygamberin bildirileri bile onları sadece daha kör, daha sağır ve daha duyarsız kılacaktır” diye belirtir.
Benzer biçimde, halk kendisinin uğruna Tanrı’nın gerçekleştirdiği ve yerine getireceği fevkalede mucizelere ve kurtarış eylemlerine tanık olacaktı.43 Bununla birlikte görecekleri büyük işlerin ne anlama geldiğini anlamayacaklardı. “Musa bütün İsrailliler’i bir araya toplayarak şöyle dedi: “RAB’bin Mısır’da gözlerinizin önünde firavuna, görevlilerine, ülkesine yaptıklarını gördünüz. Büyük denemeleri, belirtileri, o büyük ve şaşılası işleri gözlerinizle gördünüz. Ne var ki, RAB bugüne dek size kavrayan yürek, gören göz, duyan kulak vermedi” (Yas.29:2-4). Ulusu yok edecek şey karanlık ve Tanrı sözüne susamışlık olan bir kıtlık değildi; tersine, aydınlıktı, fazla aydınlıktı. Hatta o kadar aydınlıktı ki, bu ışık halkın gözünü kör edecekti.
- Rab’bin şimdiki buyruğu, bizzat Yeşaya’ya yöneliktir. Çabaları, halkın yüreğini ve duyarlılığını hissizleştirecek biçimde hizmet etmekle görevlendirilmiştir. Bu sayede, halkın kurtulması hiçbir surette mümkün olmayacaktır. Anlamakta görevli olan insanların yürekleri kabalaştırılıp nasır tutacak, hissizleşecek biçime getirilecektir ve bundan dolayı Tanrı’nın bildirisini anlayıp kavrayamaz durumdadırlar. Kutsal Kitap’ta yürek, genellikle insanın varlığının merkezi olarak kabul Sadece anlayışının değil, gerçekte insanın bütün varlığının merkezidir.44 Öyleyse Yeşaya’nın bildirisini işittiğinde, iman etmemesi için hissizleştirilecek olan insanın kendisidir. Tekrar, Tanrı ulustan sadece “Bu halk” şeklinde söz etmektedir. Onlardan artık “Halkım” şeklinde söz etmez.
Aynı zamanda, işitme organı olan kulaklar da söylenenleri işitmesinler diye ağırlaştırılacaktır. Ve ışık sağlayacak olan hakikat bildirisi, öyle kör edici bir ışık getirecektir ki, gözler artık görmez hale gelecektir.45 Gözlerin üzerini bir örtüyle örtmüş gibi etki yaratacaktır. Bu nedenle peygamberlik sözlerinin bildirilmesi, gözlerin üzerini bir şeyle kaplama hareketiyle kıyaslanmıştır.
“gözleri görmesin” — Çapraz düzenleme ilginç ve etkileyicidir. Yürek kulaklar gözler — gözler kulaklar yürek.
Ayetin ikinci yarısında başka bir çapraz düzenleme bulunmaktadır; Gözleri görmesin — Kulakları duymasın
Burada elbette mecazi anlamda görmekten söz edilmektedir. Yine de bu, olayları aslında oldukları gibi görmekle ilgilidir: Ulusun günahlı oluşu ve tövbeye olan ihtiyacı. Halkın gözleri gerçek durumunu görebilirse, bu durumdan tiksinecek ve vazgeçeceklerdir. Bir kimse öncelikle günahkar olduğunu görmeden, günahından tövbe etmeyecektir. Bu “görebilme” yetisi Tanrı’nın bir armağanıdır, ancak Tanrı bu armağanı bu halktan esirgeyecektir.
Tanrı dünyaya kendi sözünü işitmesini sıklıkla buyurmuştur. Tüm insanlara verilmiş olan bu işitme emri, anlayışlı ve istekli olmayı içerir. Bununla birlikte, Yeşaya’nın hizmeti bu emre tezat oluşturmaktadır. Yeşaya insanlara, kendilerine buyrulan şeyi yapamamaları için vaaz edecektir. Ve buna rağmen, sorumluluk ve suç halkın üzerine düşecektir. Zekeriya daha sonra halkla ilgili olarak şu yorumu yapar (Zek.7:11-13): “Ama atalarımız dinlemek istemediler; inatla sırtlarını çevirdiler, duymamak için kulaklarını tıkadılar. Kutsal Yasa’yı ve Her Şeye Egemen RAB’bin kendi Ruhu’yla gönderdiği, önceki peygamberler aracılığıyla ilettiği sözleri dinlememek için yüreklerini taş gibi sertleştirdiler. Bu yüzden Her Şeye Egemen RAB onlara çok öfkelendi. ‘Madem ben çağırınca dinlemediler’ diyor Her Şeye Egemen RAB, ‘Onlar çağırınca, ben de onları dinlemeyeceğim. ‘”
Tanrı’nın sözlerinin gelişi ışık sağlamıştır ve Müjde’nin ilan edilmesi anlayış gözlerinin açılmasını sağlamalıdır. Bu nedenle iman etme ihtiyacı içinde olanların aynı zamanda hem gerçek bir anlayış ihtiyacı içinde hem de bundan yoksun oldukları görülmektedir. Ancak günahlarından kurtulanlar anlayışa kavuşabilir. Anlayışa kavuşabilmek için de yüreğin değişmesi gerekmektedir. Ama Yeşaya vaaz ettiğinde, halkın yüreği anlayışsız olacak ve bunun sonucunda da tutumundan vazgeçmeyecektir.
Yeşaya’nın tüm bu etkinliği ve bildirisinde ulaşılması gereken bir amaç bulunmaktadır. Bu, olumsuz bir amaçtır. Halk günahlarından vazgeçip Tanrı’ya dönmemelidir. Çünkü eğer Tanrı’ya dönecek olurlarsa, şifa bulacaklardır. Büyük Tanrımız’ın işleri gerçekten de akıl almazdır. Tüm insanlara sözünü işitmelerini ve yolunda yürümelerini buyurur. Ama aynı zamanda, bu sonucun gerçekleşmesini engellemek için bir elçi gönderir. Tanrı’nın sözüne, Tanrı’nın sözüyle karşı koyar. Bu durum nasıl açıklanabilir? Elbette, Tanrı’nın sözünü işitmeleri ve ona itaat etmeleri için bütün insanlara verdiği büyük buyruk yürürlükten kaldırılmamıştır! Tanrı’nın sözünü dinlemeyenler itaatsizlikleri yüzünden suçlu sayılacaktır. Fakat aynı zamanda, eğer Tanrı verdiği vaatlere sadık kalacaksa, bazı insanların Tanrı’nın sözünü dinlememeleri gerekmektedir. Ulus öyle çok günah işlemiş ve yüreğini katılaştırmıştır ki, kendi yıkımının tohumlarını kendi içinde büyütmüştür. Teokratik krallığın sona ermesi gerekmektedir. Ama eğer krallık sona ermesi gerekiyorsa, bunun artık Tanrı’yı hiç umursamayan bir krallık haline gelmiş olması, yani, aslında artık teokratik bir krallık olmaktan çıkmış olması gerekmektedir. Yeşaya’nın hizmeti sert toprağa peygamberlik etmektir; böylece insanların artık Tanrı’nın yönetimi altında olmadıkları ve ülkelerinden kovulma cezasını tümüyle hak etmiş oldukları açıkça ilan edilecektir. Bu nedenle Tanrı’nın yürekleri katılaştırma eylemi, halkın İsrail’den kovulma zamanının yaklaştığı hakikatini bildirmektedir.
Önümüzde bir başka sorun bulunmaktadır. Bu ayetlerin Kutsal Kitap’taki cezalandırma öğretisiyle ilişkisi nedir? Bazı düşünürler bu ikisi arasında bir ilişki bulunmadığını düşünmekte ve emir kiplerini gelecek zaman kipi şeklinde ele almaktadırlar.46 Bu yorumla ilgili olarak basitçe anlamamız gereken, halkın Tanrı’nın sözüne kulak vermeyi reddedeceği ve böylece ruhsal hassasiyetini yitirip tövbe etmeyeceğidir. Bu yoruma göre, Yeşaya basitçe kendi inatçılıkları içinde yüreklerini katılaştıracak asi bir halka vaaz edecektir. Fakat bu yorum, durumla ilgili tüm hakikatleri gerektiği şekilde ele almamaktadır. Yeşaya’nın yapacağı peygamberlik hizmetinin sonucunun Tanrı tarafından öngörüldüğü açıktır. Tanrı Yeşaya’ya, belirli bir sonucun meydana geleceği biçimde vaaz etmesini buyurmuştur. Eğer Tanrı belirli bir sonucun meydana geleceğini önceden görüyorsa, bu belirli sonucun kesin olduğu ve Tanrı tarafından zaten kararlaştırılmış olduğu açıkça ortadadır. Bu sonuçtan kaçış mümkün değildir. Tanrı, akıl almaz hikmetiyle, bu halkın Müjde’nin sevinç getirecek tekliflerine kulak asmayacağını önceden belirlemiştir. Tanrı mutlak yetkili iyi niyetiyle, onları kendi haline bırakmış, sonsuz yaşama kavuşmamak üzere belirlemiştir. Günahları yüzünden onları utandırmaya ve gazabına uğratmaya karar vermiştir.
O halde bu pasajın içerdiği teolojik anlamı idrak etmemiz gerekmektedir. Ulusun içinde bulunduğu ruhsal körlük, ulusun günahlılığına bağlanmıştır. Peygamber halka kulak vermelerini buyurduğunda, onlara kurtuluş getirecek bir şey yapmalarını buyurur. Aynı zamanda, ilan ettiği bildirinin dinleyenlerin öğrenmesi için tasarlandığı ve yararlı olduğu hakikatine tanıklık eder. Yeşaya vaaz etmekle sağır, kör ve anlayışsız bir halka işitme, görme ve anlama yetisine kavuşma imkânı sunmaktadır. Tanrı’nın Ruhu bu bildiriyi yüreğe işlediğinde, bu bereketler bildiriyle birlikte, onun bir meyvesi olarak gelir. Bu nedenle ölüme götüren ölüm kokusu bildirinin içeriğinin kendisi değildir. Calvin, “Böyle bir körleştirme ve katılaştırma etkisi sözün tabiatından kaynaklanmaz; kasıtsızdır ve insanın günahlılığına bağlanmalıdır” der. Calvin sözlerine şöyle devam eder: Tanrısız kişinin, sanki gerçeğin ilan edilmesi beraberinde kötü etkiler getirecekmiş gibi, gerçeğin bildirisine itiraz etme hakkı yoktur. Kötü etkiler Tanrı’nın sözünden değil, yeniden doğmaya son derece ihtiyaç duyan insan yüreğinden kaynaklanır. Ve ardından, “Bütün suç, Tanrı’nın sözüne boyun eğmeyi büsbütün reddetikleri için onlarındır; ve onları kurtuluşa kavuşturması gereken şey yıkımlarının nedeni haline geldiği için şaşırmamamız gerekir” der.
“Buna rağmen ilk nedenin ne olduğunu araştıracak olursanız, Tanrı’nın önceden belirlemesi sonucuna varmamız gerekir.” Jennings, durumu bir benzetme aracılığıyla açıklamaya çalışır. Geceleyin karanlık bir ahıra bir fenerin getirilmesi örneğini verir. Karanlığı seven bütün pis hayvanlar, karanlıktan hoşlanan sıçanlar ve fareler ışıktan kaçacak ve karanlık köşelere dağılacaktır. Ama ışığı seven yaratıklar, mesela kuşlar ışığa doğru uçacaklardır. “Fener yargılamak için karanlığa gelir ve herkesin içinde bulunduğu gerçek durumu açığa çıkarır; hepsininin gerçek hallerini ve tabiatlarına göre bulunmaları gereken doğal yerlerini gösterir.” Ne var ki, bu örnek son derece yetersizdir. Müjde, bazı insanların karanlığı bazılarının ise ışığı sevdikleri gerçeğini açığa çıkarmaktan çok daha fazlasını yapar. Kutsal Kitap’ın öğrettikleri ışığında, tüm insanların karanlığı sevdiğini söylemek daha doğru olacaktır. Tüm insanlar, yukarıdaki örneğe göre, karanlığı seven yaratıklardır ve ışık göründüğünde ona doğru uçmak değil karanlık köşelere kaçmaya çalışmaktadırlar. Bununla birlikte karanlığı seven bu yaratıklardan bazıları, Müjde tarafından değiştirilmekte ve böylece ışığı sever hale gelmektedir. Onlara yeni bir yürek verilmiştir; bu yürek Tanrı’nın Ruhu’nun armağanıdır. İnsanlar arasındaki farklılığı yaratan lütuftur, Tanrı’nın mutlak yetkili lütfudur ve sadece bu mutlak yetkili lütuftur. Eski Antlaşma’nın öğretisine göre (Yeni Antlaşma’ya bakmamıza bile gerek yoktur), kurtuluşu ancak Rab sağlar. Bu nedenle Calvin, ulusun içinde bulunduğu durumun “ilk nedeninin” Tanrı’nın önceden belirlemesi olduğunu söylemekte haklıdır.
Aynı zamanda, insan yüreğinin katılaşmış durumunun yakın ve nihani nedeni arasında bir ayrım yapmamız gerekir. Ulusun duyarsızlığının yakın nedeni, onların günahlı yüreklerinde bulunmaktadır. Bununla birlikte nihai neden, Tanrı’nın onları cezalandıran fermanıdır. Seçilmiş olanlar ışığı seven yaratıklar oldukları için kurtulmayacaktır; onlar da karanlığı seven yaratıklardır ve onlarda iyilik yoktur, ışığı cezbedecek bir şey yoktur. Ancak Tanrı, sırf iyi niyetinden ötürü onları seçmiş ve sonsuz yaşama kavuşmak üzere belirlemiştir. Onlar sevinç getiren Müjde’yi duyduklarında, ona kulak vermeye ve kabul etmeye hazır ve yeterli bir yürek kendilerine verilmiştir. Bununla birlikte, Tanrı sonsuz yaşama kavuşmak üzere belirlemediği kişileri kendi haline bırakmış ve günahları yüzünden onları utandırmaya ve öfkesine uğratmaya karar vermiştir.47
Emeklerinin ürün vermeyeceği kendisine söylenmiş olmasına rağmen Yeşaya’nın Tanrı’ya hizmet etmeye böylesine hazır ve istekli olmasına hayran olmamak elde değildir. Bundan, çabalarımıza gözle görülür bir başarı elde etmediğimiz durumlarda bile Müjde için emek vermeye devam etmenin ne kadar gerekli olduğunu öğrenmekteyiz. Gözle görülür ve belirgin bir başarı elde etmemizin nedeni, kısmen kendi yetersizliğimiz olabilir. Ne var ki, görevimiz sadık kalmaktır. Duam, Tanrı’nın kilisesine, her şeyden önce sadık, hatta Yeşaya gibi hizmetkârlar vermesidir.
- “Ne vakte kadar, ya Rab?” — Yeşaya halkına duyduğu ilgi ve sevgi yüzünden bu soruyu yöneltir.48 Bu aslında, Yeşaya’nın halkı adına dile getirdiği bir duadır. Halkın yüreğinin katılaşmasının sonu gelmeyecek midir? Yüreklerini katılaştırmaya ne vakte kadar devam edeceklerdir? Lütuf dönemi ne zaman başlayacaktır? Tanrı her zaman azarlayacak mıdır? Öfkeli tavrını sonsuza dek sürdürecek midir? Gazabı ne kadar büyük olacaktır? Bu, peygamberin sorması gereken bir sorudur. Halkını savunma imkânı yoktur. Tanrı’nın onlar üzerindeki yargısı haklıdır; Yeşaya bunu bilmektedir. Tanrı’dan yargısını değiştirmesini istemeye de cüret edemez. Bu, yapamayacağı bir şeydir. Tanrı’nın hükmü doğrudur; değiştirilemez. Ama Yeşaya ulus için kaygı duymaktadır ve bu kaygısı, halka karşı beslediği şefkat sayesinde kendini göstermektedir.
Bu nedenle iki yönlü bir konumdadır. Tanrı’nın bildirisini gayretli bir arzuyla ve tam bir sadakatle ilan etmelidir; hatta bu bildiri ulusun daha da inatçı kılınacağının ilanını içerdiğinde bile, gayretinden vazgeçmemelidir. Öte yandan, bir taraftan bildirisine sadakatsizlik etmeden, onu elinden gelen en büyük titizlikle ve tam olarak açıklayıp bir taraftan da hizmet etmeye çağrıldığı insanlara karşı sevgi ve endişe duymalıdır. Calvin, “Bu iki duygu, her ne kadar birbiriyle tutarsız gibi görünse de, tam bir uyum içindedir” der. Bu iki duygu birbirini tamamlamalıdır. Hizmetkârın vaaz etmesi gereken kişilere karşı beslediği şefkat, gerçeği soğuk ve katı, hatta acımasız biçimde bildirmesine engel olacaktır. Diğer yandan, beslediği insani hisler ve ilgi, gerçeği bütünüyle ilan etmesine engel olmamalıdır. Tanrı’nın bütün hizmetkârlarının yüzleşmek zorunda olduğu sorun işte budur. Hizmet ettiğimiz insanlara karşı beslediğimiz en derin, en gerçek, en samimi ve içten sevgiyi, ancak Tanrı’nın öğüdünü onlara sevgi dolu ama bir o kadar da kararlı biçimde ilan ettiğimizde gösteririz. Gerçeğin tamamıyla ilan edilmesinden azıcık da olsa taviz verilmesi, gerçek sevginin değil, ancak bencillik ruhuyla hareket edildiğinin göstergesidir. İnsanlara duyduğumuz hakiki sevgi, onlara gerçeği söylememizi gerektirir.
Yeşaya Tanrı’ya yine ’adonai diye hitap eder ve böylece O’nun üstün gücünü kabul eder. Bu, bu bağlama uygun bir adlandırmadır; çünkü, Tanrı’nın hem ulusların hem de bireylerin iyiliğini amaçlamasında kendini gösteren mutlak yetkisini ifade etmektedir. “Rab yanıtladı” — Tanrı’nın cevabı a.13’ün sonuna dek devam eder. Koşul yerine gelinceye dek kentlerin ıssızlaşması ve ulusun yüreğinin katılaşması devam edecektir. Şimdi Tanrı’ya ayıracak vakitleri olmayan insanlarla dolu bu Yahuda kentleri, o zaman büstübün ıssız kalacak, üzerinde kimse yaşamayacaktır. Hayalet şehirlere dönecek, hatta şehir olmaktan çıkacaklardır. Benzer biçimde, evlerde yaşayan kimse kalmayacak ve bu nedenle kentler ıssız yerlere dönecektir. Ekilip işlenmiş, verimli ve bereketli toprak kıraç hale gelecektir (shemamah).49 Bütün bunlar savaş sonucunda meydana gelecek tahribatlardır ve sürgün döneminde gerçekleşecektir. Ancak sürgünden daha büyük ve önemli bir şey meydana gelecektir. Tanrı tarafından esinlenen Müjde yazarı şöyle demiştir: “İşte bu yüzden iman edemiyorlardı. Nitekim Yeşaya başka bir yerde de şöyle demişti: “Tanrı onların gözlerini kör etti Ve yüreklerini nasırlaştırdı. Öyle ki, gözleri görmesin, yürekleri anlamasın ve bana dönmesinler. Dönselerdi, onları iyileştirirdim” (Yu.12:39, 40). Bunun ışığında, bir peygamberlik sözünün bir kereden fazla yerine gelebileceğini anlayabiliriz. Bu yargılar daha tamamlanmadan önce ülke tamamen viraneye dönecektir.
- Yargı, insanların sürgüne gönderilmeleri sayesinde yerine 50 Bu, arındırma sürecinin belirgin bir örneğidir. İsrail’i seçip vaat ettiği ülkeyi ona veren Rab, şimdi onu o ülkeden çıkaracaktır. Gerçekten de, onu uzaklara, uzak bir mesafeye gönderecektir. Böylelikle, burada sürgünün genel bir tanımını görmekteyiz. “Yahuda ve Yeruşalim halkını Topraklarından uzaklaştırmak için Grekler’e sattınız” (Yoe.3:6).
Tanrı insanları kendi ülkelerinden uzaklara gönderdiğinde, boş kalan yerler çok olacaktır: Ya ülkenin kendisi terk edilip boş bir yer haline gelecek ya da boş kalma böylelikle gerçekleşecektir.
- Ülke üzücü bir biçimde viraneye dönecek olmasına rağmen, kutsal soydan yeni bir Yahuda meydana gelecektir. “Kalsa da” ifadesinde, “kalacak” anlamını görebiliriz.51 Onda bir gerçekten de küçük bir orandır ve bu onda birlik azınlık sağ kalsa bile, yine de mahvolacaktır.52 Sürgün neticesinde halkın onda biri hayatta kalsa bile, bu kişiler yine yıkıma maruz kalacaktır. Bu yıkım itibarı ile, meşe ve yabanıl fıstık ağaçlarına benzetilirler. ’elah yaşlı ve dayanıklı bir ağaçtır ve Kutsal Kitap’ta sıklıkla söz edilir. ’allon ise meşe ağacıdır. Bu nedenle, sağ kalan onda bir tamamen yok edilmeyecektir. Alexander, “Ne var ki, her ne kadar tüm halk yok edilmiş gibi görünse de, yine de hayatta kalan bir azınlık olacaktır. Her ne kadar bu azınlık mahvolmuş gibi görünse de, bu azınlık içinden yine küçük bir azınlık sağ kalacaktır. Ve bu yok edilemez bakiye kutsal soy, yani gerçek kilise olacaktır…” (Rom.11:5).
Ağaç devrildiğinde veya kesildiğinde bile, geride hayat barından bir parçası kalmaktadır. Bu kütük, devrilmiş durumda olsa da hem yabanıl fıstık ağacında hem de meşe ağacında bulunmaktadır.53 Yaşamını sürdürecek olan, sözünü ettiğimiz bu hayat barından parçadır. Tıpkı devrilmiş bir ağaç yaşama ve kütüğe sahip olmaya devam ettiği gibi, halkın yine de mahvolacak onda birlik kısmında da ağacın kütüğüne benzer bir varlık devam edecektir. Bu varlık kutsal soydur. Bu soy kutsaldır. Seçilmiş ve Tanrı’nın merhameti sayesinde esirgenmiş soydur. Bu bölümde daha önde Tanrı kutsal olarak adlandırılmıştır. Ve, kutsal olarak adlandırılabilecek bir azınlık, sağ kalmayı başaracaktır. Bundan dolayı ruhsal bir soydur, kutsallıktan pay almıştır. Ve bu kutsal soyda kurtuluş vaadi yerine getirilecektir. Tanrı’nın kutsal amacı kurtuluşa yöneliktir. Seçilmiş insanların üzerine tekrar tekrar yargının inmesi gerekse de, vaatler Mesih sayesinde yerine gelinceye dek hiçbir yargı ulusu tamamen yok etmeyecektir.54
Dipnot
1 Sebastian Schmidt bunu, “Ad unum specialem actum officci” olarak adlandırmıştır. Vitringa ve diğerleri de bu görüşü benimsemişlerdir. Ayrıca Alexander da bu görüşü kabul etmiş gibi gözüküyor, ılımlıdır. Kaplan (JBL, 1926- 1927, Cilt 45-46, sf. 251-259), 6. bölümün Yeşaya’nın hizmeti sırasında yaşadığı ümitsizliği tasvir ettiğini düşünür. Kaplan, Yeşaya’nın peygamberlik hizmetine henüz başlamamış olduğunu farz eder görünen a.5 vdm.’ı gerektiği gibi değerlendirmez. Penna, Kaplan’ın görüşü hakkında şöyle der: “Tale opinione, che agevola la soluzione del problema suscitato dalla successione dei capitoli 1-5 e 6-12, non sembra fondata su alcun motivo oggettivo” (yani, “Birbirini izleyen 1-5 ve 6-12 bölümlerinin yarattığı soruna çözüm sunan bu görüş, herhangi bir objektif nedene dayandırılmamış görünmektedir.)”
2 Engnell (The Call of Isaiah, Uppsala and Leipzig, 1949) Kaplan’ın görüşüne (bkz. dipnot.1) itiraz eder ve 6. bölümün göreve başlangıç çağrısı olduğunu savunur. Benzer biçimde Kroeker, Bentzen, Kissane, Fischer, Penna ve Steinmann da aynı düşünceyi savunurlar. Balla da aynı fikirde olmakla birlikte, 6. bölümü çağrıyı aldıklarında vecd halinde olduğu inanç kahramanlarının öyküleriyle aynı seviyede tutar.
3 Bölümün bulunduğu konumun, Yeşaya’nın peygamberlik sözlerinin ilk olarak küçük derlemeler halinde bulunduğunu ve de 6. bölümün bu derlemelerden birinin başında yer aldığını gösterdiği savunulmuştur. Budde bu bölümü 6:1-9:6’dan oluşan küçük grubun başlangıcına; Hempel, Herntrich ve diğerleri 2:1-4:6’nın başına yerleştirirler. Aynı zamanda, 1-5. bölümlerin 6-12 derlemesine ilave edildiğine ve zaman açısından daha eski oldukları için ilk sıraya konduklarına inanılmıştır. Benzer biçimde, 6. bölümün ardından 1-5. bölümlerin geldiğine inanılmıştır. Bölümün mevcut konumunda bulunmasının, tesadüf olduğu görüşün bilgi eksikliğinden kaynaklandığını açıklayan Penna’yla aynı fikirdeyiz. Peygamberin bu bölümü bu noktaya neden yerleştirdiğini belki asla bilemeyiz, ancak en azından göz ardı edilmemesi gereken bir düşünce hattı söz konusudur.
Yeşaya’nın niyeti peygamberlik bildirilerini kronolojik bir düzende sıralamak değildi. En azından bu noktada, peygamberlik vurgusunu ön plana çıkarmayı amaçlıyordu. O halde sıralama kronolojik olarak değil, vurguya göre yapılmış olmalıdır. Yeşaya, kitabın en başında şu anki yerinde bulunan giriş bölümünü sunar. Bu, peygamberlik sözlerine değil, genel olarak kitaba giriş niteliğindedir. Daha sonra ayrıntılı olarak açıklanacak hakikatleri, bize çekirdek halinde sunar. Bu giriş bölümünün hemen ardından, Yeşaya’nın yaşadığı dönemdeki Yahuda halkına bildirdiği peygamberlik sözlerinin örnekleri sunulur.
Bu kısımda iki paralel satır göze çarpar. Peygamber halkın yüreğinin katılaştırılacağını ve Mesih’in gelişini ilan etmek zorundadır. Yeşaya, halkın büyük üçleme olarak anılan Mesih’e ilişkin peygamberlik sözlerinden oluşan bu küçük kısmı doğru anlayabilmesini sağlamak için, aldığı peygamberlik çağrısını bu noktada sunar. Bu nedenle, bu sadece görev çağrısı hakkındaki bir görüm değildir, peygamberlik bildirileri içindeki mevcut konumu itibariyle okuyucuyu hemen ardından bildirilecek olan Mesih’e ilişkin üçlemeye hazırlar. J. Liebreich bu bölümü daha önceki kısımların kapanışı ve daha sonraki kısımların girişi olarak kabul eder. 6. bölümde kral Tanrı’dır, sonraki bölümlerde ise üç insan kral bulunmaktadır (krş. HUCA, Cilt 25, 1954, sf. 37-40). F. Frühstorfer (TPQ, Cilt 91, 1938, sf. 414-424), Yeşaya’nın, bazı okuyucuları arasındaki kuşkuları yatıştırmak için, bu bölümü söz konusu olaylardan birkaç yıl sonra halka duyurmaya karar verdiğini düşünür. Bu düşüncenin türevleri oldukça eskidir.
4 2-5. Bölümlerin bir bütün olduğu, şu hususlar ışığında açıkça görülebilir: 1:10’daki düşünce 3:9’da devam ettirilmiştir (krş. 1:19, 20 ile 3:10, 11). 3:14’teki düşünce 5:1-7’de ve 3:9b, 11’deki düşünce genel olarak 5. bölümde ayrıntılandırılmıştır. Krş. 3:14 ile 5:5; Krş. 2:9, 11, 17 ile 5:15, 16; Krş. 5:9, 10, 13, 14, 17 ile 6:11-13; Krş. 5:9 ile 6:11; Krş. 5:5 ile 6:13; Krş. 5:24 ile 6:13b; Krş. 5:26 ile 7:18; Krş. 5:5, 6 ile 7:23-25; Krş. 5:30 ile 8:22.
5 Uzziya’nın ölüm tarihinin 748-734 yılları arasında denk geldiği düşünülür. Bu konudaki görüşler şöyledir: Mowinckel (735-734); Bentzen (739/8? 747/6?); Kissane (741-740); Feldmann (737); Boutflower (736); Engnell (748); Fischer (yaklaşık 738); Thiele (740 Tişri ile 730 Tişri arasında); Steinmann (yaklaşık 740). Kronoloji ile ilgili soruları yanıtlamak güçtür. Bu konuya bir giriş için, bkz. Edwin F. Thiele: The Mysterious Numbers of the Hebrew Kings , yeni baskı. Grand Rapids, 1965).
Mesih’in dönemine ait Aramice yazılmış bir mezartaşının üzerinde şu yazılar bulunmuştur: “Yahuda kralı Uzziya’nın kemikleri buraya getirilmiştir – açılmayacaktır.” Bu taş Zeytin Dağı’ndaki Rus arkeoloji müzesinde bulunmuştur. Muhtemelen kralın kemikleri çıkarılmış ve yeni istirahat yeri üzerine bu taş dikilmiştir. Bu, Mesih’in döneminde yaşamış Yahudiler’in uluslarının eski krallarına gösterdikleri saygıyı ifade etmektedir. Bununla ilgili fotoğraf için, bkz. BA, Cilt 1 (Mayıs 1938), sf. 8
6 2. Kr.15:1, 2’ye göre, Uzziya (Azarya), İsrail kralı Yarovam’ın krallığının 27. yılında tek başına kral oldu. Krallığı, Amatsya ile birlikte eş-kral olarak hüküm sürdüğü yirmi dört yıl dahil olmak üzere, elli iki yıl sürdü. İ.Ö. 767’te tek başına kral oldu ve anlaşıldığı kadarıyla aynı yılın Tişri ayında tahta çıktı. Krallık yaptığı toplam sürenin kırk birinci, tek başına krallık yaptığı sürenin ise on yedinci yılında, Yotam eş-kral olarak tahta çıktı. Bu (İ.Ö. 750-749), İsrail kralı Pekah’ın krallığının ikinci yılıydı (Thiele’nin açıklamasına göre). Yotam Uzziya’nın ölümünden sonra 735 yılına dek dört yıl hüküm sürdü; toplamda ise 16 yıl krallık yaptı (2Kr.15:33).
Kraldan Kutsal Kitap’ta şu adlarla söz edildiği görülmektedir: (1) uzziyahu, 1:1; 7:1; 2Kr.15:32, 34; 2Ta.26:1 vdm. (2) uzza, 2Kr.21:18, 26. (3) uzziya, 2Kr.15:13, 30; Amo.1:1; Zek.14:5. (4) azarya, 2Kr.14:21; 15:1, 7, 17, 23, 27; 1Ta.3:12. (5) azariyahu, 2Kr.15:6, 8.
7 Yeşaya’nın görümü gördüğü sırada Tapınakta bulunduğu hususunda ısrar etmek, bildirinin görümsel niteliğine aykırıdır. Bununla birlikte, çoğu çağdaş yorumcunun, görümün meydana geldiği ortamın Tapınak olduğunu düşündüğü görülmektedir. Krş. Rowley, FI, sf. 136. Steinmann, Yeşaya’nın buhur sunağında ateşin yakıldığı Oulam’da durduğunu ileri sürer. Hyatt (Prophetic Religion, sf. 47), bir kâhin olmayan Yeşaya’nın ancak dış avluya girmiş olabileceğini, sadece kâhinlerin girme iznine sahip olduğu kutsal yerde bulunamayacağını düşünür.
Yeşaya Kitabı’nda kaydedilmiş tek asıl görüm budur. 2Ta.26:22 ayetinden, Yeşaya’nın peygamberlik hizmetine bu görümden önce başlamış olduğu sonucuna varmak zorunda değiliz. Uzziya’nın yaptığı işler mevcut kitabın bir bölümünü oluşturmadığından, Yeşaya bunları daha sonraki bir dönemde yazıya geçirmiş olabilir. “RAB’bi gözlerimle gördüm” – Tamamlanmamış fiilin waw ardılıyla (consecutive) birlikte kullanılması, isim fiille açıklanan eylemden sonraki eylemi ifade eder. Çünkü burada, isimfiil tamamlanmış fiilin gücüne sahiptir. 1Q Tomarı’nda bağlaç yoktur. Marti’ye göre, Yeşaya tapınağa girmiş ve dış avluda durmuştur. Muhtemelen tek başınadır ve derin düşünceye dalmıştır. İçinde bulunduğu bu derin düşünme halindeyken, en kutsal yere bakmıştır. Orada, yani dünyasal Tapınakta Rab’bi görür. Duhm bu sahnenin göksel tapınakta gerçekleştiğini düşünür. Gesenius, Yeşaya’nın görümü gördüğü zamanın kralın ölümünden önceki bir zaman olması gerektiğini iddia eder yoksa metnin “Yotam’ın krallığının ilk yılında” diyeceğini söyler. Fakat Yotam’ın eş-kral olarak görevde bulunduğu açıktır. Bentzen, görümün kralın ölümünden sonra gerçekleşmiş olması gerektiğini, yoksa kralın ölümünden söz edilmeyeceğini düşünür. Ancak bu görüşlerin ikisi de, kralın ölümünden söz edilmesinin ardında yatan temel nedeni gözden kaçırmaktadır (bkz. ilgili açıklama).
Schmidt, Mısır’da özel insanların yaptıkları işlerin, sonraki hayatlarında kanıt olarak kullanılmak üzere kayda geçirildiğine dikkat çeker. Yeşaya, anlatımını birinci tekil şahıs kullanarak sunmuştur. Ancak bunun nedeni kendini yüceltmek değil, Tanrı’yla kendi arasında yaşanan tecrübelerini aktarmaktır. Ayrıca, kendi yaşam öykülerini yazan diğerleri gibi sadece dış dünyaya ait olayları anlatmaz. Antik çağa ait hiçbir belge, iç dünyaya ait ruhsal olayları ele alması bakımından Blm.6’yla denk tutulamaz.
8 Bazı ayetlerde היכל sözcüğü göksel tapınağı ifade eder: Mez.11:4; 18:7; Mik.1:2. Bu nedenle bazı yorumcular görümün göksel tapınakta geçtiğini düşünmeyi tercih ederler (örn. G. A. Smith). Sözcüğün kökeni Sümerce “büyük ev” anlamına gelen E-GAL sözcüğüne dayanır ve İbranice’ye Akkadça ekallu (bitu rabbu) sözcüğü sayesinde geçmiştir. Feldmann bu sözcüğün Yeşaya’dan sonraki döneme ait olduğunu kabul eder. Ancak sözcük, Ugarit dilinde belirli bir ilahın sarayını ifade etmek için kullanılmıştır. Kavram bütün binayı (1Sa.1:9; 2Kr.20:18) veya en büyük odayı (1Kr.6:17) ifade ediyor olabilir. Süleyman’ın yaptırdığı tapınakla ilgili olarak, kutsal yeri ifade etmektedir.
9 Amo.1:5, 8’e başvuran Engnell, burada kral için kullanılmış teknik bir terimle karşı karşıya olduğumuzu düşünür (krş. Yşa.10:13). Sözcük aynı zamanda Rab’den kral veya yargıç olarak söz etmek için de kullanılmıştır (krş. Mez.29:10; 2:4). Engnell ayrıca buradaki tasvirin Rab’bi üstün bir ilah olarak gösterdiğini düşünür. Bu tanımın bazı özelliklerinin, antik Yakın Doğu dinlerinde karşılıklarının bulunması mümkündür. Ancak bu tür çağrışımlar en iyi ihtimalle bile tesadüften öteye gitmezler.
10 Masoretik metin kissê’ (“taht”) sözcüğüne Tifha vurgu işareti ekleyerek sözcüğü iki sıfattan ayırır; böylece bu iki sıfatı Rab’e atfeder. Yşa.57:15’te bu iki sıfat Tanrı için kullanılmıştır ve 52:13’te her iki kök Rab’bin Kulu için kullanılmıştır. Bununla birlikte, sözcük sırası dikkate alındığında, bu sıfatları tahtla ilgili olarak düşünmek daha doğal olacaktır. Peygamber tahtın yüceliğini vurgulamakla, aslında tahtın üzerinde oturan varlığın yüceliğine dikkat çekmektedir.
“giysisinin” – Asıl metinde, uzun etekleri (“kaftanının veya dış giysisinin salınan, kuyruk parçası”, Gray). Ibn Ezra sözcüğü tahtla ilgili düşünür ve Calvin de kendi tercümesinde aynı yöntemi uygular: “Cuius extrema replebant templum.” Vulgata’da ifade şöyledir: “quae sub ipso erant.” Codex Vaticanus, açıkça insan benzetmesi kullanmaktan (antropomorfizm) kaçınır ve şöyle der: “ve tapınak O’nun görkemiyle doluydu.” Engnell kral giysilerinin akitu kutlamasında belirgin bir rol oynadığına dikkat çeker.
11 Krş. H. Ringgren: Word and Wisdom (1947), sf. 11. vdm; Schrader, KAT (1903), sf. 310. Akkad kralının iki vasi ilahı bulunurdu (şedu ve limassu, ayrıca kettu ve meşaru olarak da adlandırılır). Krş. Engnell, a.g.e., sf. 34. Ayrıca krş. Beguerie: La Vocation d’Isaiae, sf. 20. Mısır’da Hu ve Sia veya Kike ve Sia adları kullanılırdı. Bu olgunun Ugarit uygarlığında var olup olmadığı açık değildir. Krş. 1 Keret, 1, satır 12 vdm.
12 Seraflar’ın kanatları, yüzleri, ayakları ve elleri vardı; insan dilinde konuşabiliyorlardı. “Seraf” sözcüğü aynı zamanda uçabilen (krş. Yşa.14:29; 30:6) zehirli yılanlardan söz etmek için de kullanılmıştır (Say.21:4 vdm.). Bunun için, bazı düşünürler Mısır’daki Serapis (yılan) inancıyla bir bağlantı görmüşlerdir. Ancak bu inanışla, Ptolemi hanedanlığı dönemine dek var olmamıştır. Duhm, bu seraflarla çöldeki zehirli yılanları bağdaştırmamak için mantıklı bir neden göremediğinden, serafların aslında yılan bedenine sahip olduğunu düşünür. Bununla birlikte, daha tedbirli davranan yorumcular aralarındaki tek bağlantının isim benzerliği olduğunu kabul ederler. Örneğin en iyi bu pasajı yorumlayan Konig, serafların ahlaki kavramlara sahip ruhsal varlıklar olduğuna dikkat çeker. Kimchi, sözcüğün kökünü “parlamak” anlamında düşünür ve serafların ateşten elçiler olduklarını kabul eder. Diğerleri ise Aramice sharif (“asil, soylu”) sözcüğüyle bağlantı kurarlar.
Serafları yılanlarla özdeşleştirme düşüncesini benimseyenler, klasik yazarların ifadelerine başvuvurlar. Örn. Herodotus (2:74) Teb Kenti’ndeki Jüpiter tapınağında bulunan kutsal yılanlardan söz eder. Buradaki tanımın antik mitolojiyle bağlantısı bulunduğunu açıklayan Bentzen ile aynı düşünceyi paylaşmıyorum. Benzer biçimde, serfaların yarı insan yarı hayvan olduğunu ve kanatlardan söz ediliyor olmasının karışık bir cinsi ima ettiğini ileri süren Herntrich’e de katılmıyorum.
İ.Ö. dokuzuncu ve sekizinci yüzyıllara ait, yarı değerli taşlardan yapılmış İbranice yazılı mühürlerde, sıklıkla kanatlı yaratıklar tasvir edilmiştir. Bunlar insan başlı kanatlı aslanlar, insan başlı kanatlı sfenksler vb.’dir (Bkz. DOTT, sf. 218). Seraflar ilahi niteliklerin kişileştirilmiş simgesel örnekleri değildir; gerçek kişiliğe sahip, görevleri yüce Rab’bi övmek olan gerçek varlıklar olarak gösterilmişlerdir.
13 Keruvlar Tanrı’nın tahtını çevrelerler (Hez.1:22; Va.4:6). Bazıları, Keruvlar’ın Babil mitolojisini andırdıklarını düşünür. Bunun nedeni belki de, sarayların başına koruyucu olarak dikilen kanatlı taştan yaratıkları (qaribu) çağrıştırmalarıdır. Diğer bir görüş, Keruvlar’ın melek değil, simgesel figürler oldukları yönündedir. Bu düşüncenin bazı kilise babalarınca benimsendiği anlaşılmaktadır. Aynı zamanda, Keruvlar’ın fırtına bulutunun şimşek ise alevli kılıcının (Yar.3:24) kişileştirilmiş simgesi olduğu ileri sürülmüştür. Leupold (Commentary on Genesis,, Grand Rapids, 1950, sf. 184), Hez.1:22’de canlı olarak tasvir edilen Keruvlar’ın melek gibi olduklarına inanır. Ayrıca İsrailliler’in, Keruvlar’ın neye benzediğini hatırladıklarını iddia eder. Çünkü kendilerine hiçbir açıklama yapılmadan iki Keruv yapmaları buyrulduğunda, başka bir talimata ihtiyaç duymamışlardır. Krş. BA, I, 1 (Şubat 1938), sf. 1-3.
14 Engnell על sözcüğünün, oturan kişiye eşlik eden refakatçileri işaret eden sıradan bir edat olduğunu ileri sürer; krş. Yar.18:8; Çık.18:13. Drechsler, bu sözcüğün yalnız başına ממעל sözcüğünden daha vurgulu olduğunu ve “bei ihm” (onunla) şeklinde anlaşılması gerektiğini iddia eder.
15 1Q Tomarı’nda ifade sadece bir kez yazılmıştır. Burada üleştirici etkiye sahiptir, yani her serafın üç çift kanadı vardır.
16 Krş. Dan.7:10; 1Kr.22:19 vdm.; Eyü.1 ve 2.
17 Bir sıfat fiilin ardından waw ardılıyla (consecutive) birlikte tamamlanmış fiilin kullanılması, devamlılık anlamı verir: “her biri sürekli sesleniyordu.” Yşa.40:3 ayetinin ve Aramice qara sözcüğünün kullanım biçimi ışığında, Engnell fiilin “özellikle tapınmayla ilgili bir anlamı olduğunu, ‘makamlı okumak, ezberden saymak’ anlamını ifade ettiğini” ileri sürer. Mısır’da, tahtında oturan Firavun’a hitap eden başkâhin, “Güneyin ve kuzeyin kralı pak ve saftır. Onun saflığı Horus’un, Set’in, Toth’un ve Sepu’nun [sopou] saflığıdır” diye ilan ederdi (A. Erman: The Religion of the Egyptians,, sf. 59). Yeşaya’nın gördüğü görümde, saflık ve kutsallık bütünleşmiştir.
18 Eski yorumculardan bazıları, sadece iki seraf olduğuna inanmışlardır. Origenes bunların, tahtında oturan Baba’nın yüzünü ve ayaklarını örten Oğul ve Kutsal Ruh olduğunu savunmuştur. Baba’yı tanıtırlar, bununla birlikte O’nun sonsuzluğunun başlangıcını ve sonunu gizlerler. Hieronymous bu görüşü reddetmiştir. Dreschler, tahtın her iki yanında birer sıra seraf bulunduğunu savunmuştur. Rosenmüller serafların iki korodan oluştuğunu söyler; önce ilk koro, sonra diğeri ve sonunda iki koro birlikte övgülerini sunarlar. Diğer yorumcular iki grup seraf olduğuna inanmıştır.
19 1Q Tomarı’nda sözcük sadece iki kez yazılmışken, Codex Vaticanus’ta üç kez yazılmıştır. Burada, aynı iki kelimeyi birbirinden ayırmak için kullanılan Paseq işaretine dikkat ediniz. Sözcüğün kökü (קדׁש) genel olarak “ayırmak, kesmek” anlamında düşünülür. Ancak Bunzel (Der Begriff der Heiligkeit im AT, 1914), “parlamak, saf olmak” anlamına gelen quddushu kökünü referans almıştır. Şu hususlar, ilk görüşü desteklemektedir: (1) “Yücelikten saflığa geçiş, saflıktan yüceliğe geçişten daha kolay görünmektedir” (Vos); (2) qds’nin karşıtı hol’dür (açık, ulaşılabilir). Bu, qds sözcüğünün açık veya ulaşılabilir olmayan, ancak ayrılmış bir şeyi ifade ettiği görüşünü destekler. (3) Qds ve herem (“adanmış şey”) kavramları arasında kesin bir benzerlik vardır (bkz. Vos). (4) Antik Yakın Doğu’daki bir takım kutsal yerlere qades adı vetilmiştir. Bunlar özel olarak ayrılmış, sıradan insanların ulaşamayacağı yerlerdi. (5) qedesim ve qedesot sözcükleri, özel bir dini işlevi (yani, putperest fahişeler) yerine getirmek için sıradan hayattan ayrılmış erkekleri ve kadınları ifade etmek için kullanılmıştır.
Bu nedenle, sözcüğün kökünün asıl olarak ayrılmışlık ya da Vos’un açıkladığı gibi “yaklaşılmazlık” kavramını ifade ettiği görülmektedir. Bunun ardında, Tanrı’nın insandan ayrı olduğu hakikati yatmaktadır. Bu, “kutsallık” etkisi altındaki kişinin veya nesnenin iyi ya da zararlı bir gücün, yani mana veya taboo gibi bir gücün etkisi altında olduğu anlamına gelmemektedir. Yakın Doğu’daki genel “kutsallık” kavramında ahlaki unsurlar eksik olmasına ve kutsallık kavramı kişilik dışı bir şey olmasına rağmen (Von Rad), “kutsal olan” bir şeyin ilahi tabiata sahip olduğu ve sıradan insan aleminden ayrıldığına inanılırdı.
İsrail’de bu kavram, Tanrı’dan gelen özel vahiy sayesinde büyük ölçüde zenginleşmiş ve derinleşmiştir. Tanrı, yarattıklarından tamamen ayrı olduğu için kutsaldır. O halde kutsallık, “Karşılıklı” ve Tanrı için beyan edilen herşeye uygulanabilir” birşeydir (Vos). “Çünkü ben insan değil, Tanrı’yım, Kutsal Olan’ım aranızda…” (Hoş.11:9).
Rab kutsal olduğu için, sadece yarattığı varlıklardan değil, günahtan da ayrıdır. Bu nedenle “kutsallık” kavramı aynı zamanda ahlaki bir nitelik taşımaktadır. Günahtan ayrılmış olması nedeniyle, kutsallık günahın karşıtıdır ve günahı cezalandırmaya kararlıdır. “Her Şeye Egemen RAB adaletinden ötürü yüceltilecek. Kutsal Tanrı doğruluğuyla kutsal olduğunu gösterecek” (Yşa.5:16). Belki de Tanrı’nın şevkini kutsallığıyla özdeşleştirmememiz gerekir (Von Rad); bununla birlikte, Tanrı’nın şevki, O’nun kutsallığının eylemlerine yansıyan ifadesidir. Von Rad, üç ahlaki yasağın Tanrı’nın şevki ışığında temel bulduğunu doğru bir şekilde ifade etmiştir (Çık.20:5; 34:14 ve Yas.6:14 vdm.).
Yeşaya tapınakta “Kutsal Olan”ı seyrederken, tek gerçek Tanrı’nın, yarattığı varlıklardan ve günahlı olan her şeyden tamamen ayrılmış Olan’ın huzurunda duruyordu. Pedersen’in etkisi altında kalmış olan Jacob’un şu tanımına katılmıyorum: “Olgusal bakış açısından, kutsallık, belirli kişilere ve şeylere özel bir nitelik ihsan eden doğaüstü ve gizemli bir güçtür” (sf. 69). Tersine, Tanrı’nın, Tanrı olduğu için kutsal olduğu söylenmiştir. Belirli nesnelerin kutsal olarak kabul edilmesinin nedeni, ilahi etki altında olduklarının düşünülmesidir. Bu konunun yakın geçmişte yapılmış en iyi değerlendirmesi, Vos, sf. 264-270’te bulunur. Ayrıca krş. M. Garcia Cordero: “El Santo de Israel” Melanges Bibliques rediges en l’honneur d’Andre Robert’de, Paris, 1957); A. Friedrichsen: Hagios-Qadosh (Oslo, 1916); J. Hanel: Die Religion der Heiligkeit (Güterslöh, 1931); H. Ringgren: The Prophetical Consciousness of Holiness Uppsala, 1948).
Liebreich (a.g.e) qâdôsh sözcüğünün 1:4’te bir kez, 5. bölümde üç kez (a.16, 19, 24) ve 6:3’te üç kez geçtiğine dikkat çeker. İlk altı bölümde Rab için en çok kullanılan iki tanım, “Her Şeye Egemen Rab (veya Orduların Rabbi)” ve “İsrail’in Kutsalı”dır. Bunlardan ilkine 4. bölüm hariç her bölümde bulunur. İkincisi ise sadece 1 ve 5. bölümlerde yer alır. 5:16, 24’te iki ad bir arada görülür ve 6. bölümde eş anlamlı olarak kullanılmışlardır. Bundan dolayı 6. bölüm önceki bölümlere uygun bir son teşkil etmektedir.
20 Temel düşünce, bunun vurgu yüzünden yapıldığıdır; krş. Va.4:8; 2Ko.3:18. Latince Ter Optimus Maximus; Ter Geminus vb. ile Grekçe Trismegistos’a başvurulmuştur. Engnell bu üçlemenin (trisagion) Yeruşalim’deki tapınak tapınma sisteminden kaynaklanan bir bildiri olarak Yeni Yıl törenine ait olduğunu düşünür.
21 Bu, öznesi “Rab” ve yüklemi bir sıfat olan ad kökenli bir cümledir.
22 Krş. Cornelius Van Til: The Defense of the Faith Phila., 1955). Ayrıca Bavinck, Hodge vb. gibi standart teolojik incelemelerinden de söz etmek gerekir.
23 Krş. Ashbel Greene: Lectures on the Shorter Catechism, 2 cilt, Phila., yaklaşık 1841.)
24 Ay ilahına yazılan Akkadça bir ilahi şöyledir: “Efendimiz, senin tanrılığın uzaktaki gökleri olduğu gibi, engin denizi korkuyla doldurur” (ANET, sf. 385d). Ayet 3a ile 3b arasındaki bağlantıyla ilgili olarak, König’in şu açıklamasını kabul ediyorum: Ayet 3b nedensel bir cümle değildir ve a.3a’daki söylemin nedenini bildirmez; bağıntılı veya paraleldir. Ayet 3b aynı amanda Tanrı’nın yüceliğinin sadece tapınakta ve yalnızca Yahudiler’e gösterildiğini düşünenler için bir azarlama ifadesi içerir.
25 1Q Tomarı, אמות sözcüğünü Masoretik metni destekler. Engnell daha sonraki ‘ametz, ell (bir el değirmeninin sapı; Berachoth 18a) sözcüğü ile kıyaslayar . Ayrıca krş. Akkadça ammatu, ell, “cubit.” Engnell, bu sözcük em ile bağlantılıysa, mecazi bir anlamda kullanıldığını düşünür (krş. 2Sa.20:19) ve “kapı sövelerinin menteşeleri” şeklinde yorumlar.
yml’ – Bu tamamlamamış fiil sürekli ve aşamalı olarak ilerleyen bir eylemi ifade eder. “Tapınak sürekli olarak dumanla doluyordu” şeklinde düşünebiliriz. İlk fiil eril çoğul iken, özne dişildir. Eril ve dişil, Hoş.14:1’de olduğu gibi eril ve dişliğinden yoksun olarak düşünülmüş olabilir. Aynı zamanda, Yar.4:10’daki yapıya benzer olarak, fiilin nomen regens (hakim olan ad) yerine nomen rectum (ikinci ad, hakim olan addan anlam kazanır,’dan etkilenmiş olması mümkündür).
26 Bu nedenle Vergil’in sık sık örnek gösterilen sözlerinin yerinde olmadığını düşünüyorum: . . . iuga coepta moveri adventante Dea . . . (Aeneid, VI, 255).
Bentzen peygamberin ayaklarının bastığı zeminin ezgi yüzünden sarsıldığını, ve bunun daha çok 1Kr.1:40’taki gibi olduğunu savunur: “…seslerinden adeta yer sarsılıyordu.” Ancak yerin hareket ettiği söylenmez, sadece kapı söveleriyle eşikler sarsılmıştır.
27 Duman serafların ağızlarından çıkmamaktadır (Duhm). Bağlama göre bu görüş geçersizdir. Aynı şekilde bağlam, Engnell’in dumanın aslında RAB’bi, yani “havadaki üstün Tanrı’yı” ifade ettiğini ileri süren yorumuna da müsaade etmez. Delitzsch dumanın, serafların övgü ezgisinin doğrudan sonucu olduğunu savunur. Bununla birlikte duman, sıklıkla Tanrı’nın varlığıyla bağlantılı olarak veya bunun bir sonucu olarak gözümüze çarpar; krş. Yşa.4:5. Bununla birlikte, dumanın mutlak surette Tanrı’nın öfkesinin göstergesi olması da gerekmez (König).
28 ’ôi ve hôi ifadeleri arasında pek büyük bir farklılık görünmemektedir. İkinci sözcük genel olarak “Ah!” veya “Vah!” şeklinde, ya da bir keder göstergesi olarak “Eyvah!” şeklinde ifade edilebilir. Birinci sözcük ise daha çok “Vay başıma gelenler!” ifadesine karşılık gelmektedir. Krş. ’alwailu li (Lokman’ın fabllarında sıklıkla rastlanır). Yeşaya’nın feryadı Gidyon’un feryatlarından birini akla getirmektedir; krş. Hak.6:22; 13:22.
29 Tamamlanmış fiil, gerçekleşmesi yakın olan ve bu nedenle şimdiden olmuş bitmiş gibi düşünülen bir durum ifade eder (perfectum confidentiae). Bu sözcük üzerinde düşünülürken, dum ve damah şeklindeki iki farklı kökün birbirine karıştırıldığı görülmektedir. Dum kökü dumah “sessizlik,” örn., Mez.94:17, ve dummiyah “sessizlik,” örn., Mez.39:3 (Masoretic) adlarında ve ayrıca dumam “sessizlik” sözcüğünde ve de belirteç olarak görülebilir, Yşa. 47:5. Öte yandan, damah “bitmek, bitmesine neden olmak” anlamına gelir ve Niphal fiil grubunda, burada olduğu gibi, “mahvolmak, yok olmak, ortadan kalkmak” anlamlarına gelir. Domi, “sessiz” adı bu kökten türetilmiştir;Yşa.62:7. Bundan başka, “sesiz olmak veya kalmak, dilsiz” anlamlarına gelen damam şeklinde bir kök de bulunmaktadır. Sözcüklerin bu çeşitliliği ışığında, mevcut fiilin etkisini kesin olarak belirlemenin ne kadar güç olduğu anlaşılabilir. Örneğin Drechsler, kökün asıl anlamının nefesin tutulmasından ve sonra da hayati etkinliğin tamamından söz ettiğini ileri sürer. Benzer biçimde Calvin, bu kökü, peygamberin sessizleştiğini, ölü bir adama dönecek kadar dehşete kapıldığını ifade edecek biçimde ele alır. Belki de bu nedenle, daha kesin bir anlamda düşünmek daha doğru olacaktır; yani, “Mahvoldum, işim bitti, artık öleceğim.” Vulgata, ifadeyi neden bildirecek biçimde tercüme eder: “çünkü sessiz kaldım” (quod tacui). Yeşaya’nın aslında birşeyler söylemesi gerekirken (Grotius, eski bir Yahudi geleneğini takip eder ve Jerome, “quia tacui et non audacter Oziam regem corripui, ideo labia mea immundi sunt”) sessiz kaldığını veya serafların ezgisini duyduğu anı (Lowth) kasteder. Bu düşünceye göre (Vitringa), yıkımın nedeni sessiz kalmanın neden olduğu suçluluktur. Hahamların eski bir inanışına göre, peygamber Uzziya’nın cüretini azarlamaması nedeniyle görevinden mahrum bırakılmıştır (2Ta.26:16 vdm.). Bunlar yalnızca yorumbilimsel hususlardır. Öyleyse, Yeşaya neden kendisini mahvolmuş hissetmiştir? Duhm’u takip eden Bentzen, burada ahlaki anlamda günahtan söz edilmediğini, sadece tapınma sisteminde kirlilik kavramından (veya murdarlıktan) söz edildiğini düşünür. Yeşaya Rab’be yabancı ve O’nunla ilgili şeylerden habersiz biri olarak Rab’bi gördü; bundan dolayı ölmekten korktu. Fakat Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde, Tanrı’nın gizemlerini anlamaya başlamanın gerekli olduğu öğretilmez. Yeşaya’nın korkusunun nedeni, kendisinin de bildirdiği üzere, çok daha derindir.
30 “dudakları kirli”— Vücudun bir parçasının bir durumdan etkilendiği (burada ruhsal bir durum), kurguyu izleyen izahlı (epexgetical) bir iyelik haliyle ifade edilmiştir. Son cümledeki sözcük sırasına dikkat ediniz: nesne, fiil, özne; bu yapı nesneyi vurgulamaktadır. Bu ünlem, peygamberin Tanrı’nın kendisini çağırdığı sözünü ilan etme görevi konusunda, yani dudaklarını Tanrı’nın hizmetine sunmak konusunda şüpheye kapıldığını belirtip belirtmediği söyleyemeyiz. Böyle bir şüphenin bulunması mümkündür; ancak baskın düşünce, peygamberin Tanrısı’nı övmeye kesinlikle layık olmadığı yönündedir.
31 כי sözcüğü neden bildirir. Bu ifade, peygamberin neden mahvolacağına inandığı hakkında ikinci bir neden gösterir. İnsanların Tanrı’yı gördükleri takdirde yaşayamayacaklarına inanılmıştır; Hak.13:22; Yar.32:31 vb. Engnell Tapınma sisteminde dünyasal kralın Göksel Kral’ı temsil ettiğini ve fiziksel olarak ifade ettiğini söyler. Buna verebileceğimiz tek yanıt, kendisinin bu noktada kaydedilen vahyin doğaüstü olduğu hakikatinden saptığıdır. Bu dünyasal kralın bir izdüşümü değildir; tersine, tahtında oturmuş göksel Rab’bin bir görümüdür. Bu nedenle O’nun, mutlak yetkili görkemiyle kendisinin ve bizim tüm düşmanlarımıza boyun eğdiren ve bütün insanların önünde diz çökeceği tek gerçek hükümdar olduğunu açıklar.
32 Delitzsch, “O halde orada büyük ve belirsiz sayıda seraf bulunuyordu” der.
33 “ve elinde” — Ana fiilin belirttiği eylem anında var olan koşulları ifade eden bir isim cümlesidir.
ritzpah — Hitzig serafın koru önce maşayla alıp daha sonra eliyle tuttuğunu düşünmüştür. Fakat seraf koru sunaktan maşayla almıştır, ve ardından uçarken kor elindedir, muhtemelen de maşayla tutmaktadır. “Yanan veya parlayan kömür” şeklinde açıklama sunan birçok haham Codex Vaticanus’taki ἄνθρακα sözcüğünü takip etmiştir. Vulgata doğru bir biçimde, calculus, “küçük taş” ifadesini kullanır. Bu, muhtemelen parlayan, akkor halinde bir taştır. Sözcük, Aramice’de ridfah şeklinde görülen retzer sözcüğünün tekilidir (nomen unitatis).
“maşa”— Tam karşılığı “tutaç.” Q’nun altında patah değil, bir Qamets olmasını bekleyebilirdik.
Bazı düşünürler, serafların bile sunağa doğrudan dokunamayacaklarını ileri sürerler. Çünkü sunak Tanrı’ya adanmıştır. İlgi zamiri dahil edilmemekle birlikte, cümle karakter bakımından ilgi cümlesidir; “…sunaktan maşayla aldığı bir kor…”
34 Gesenius antik görüşlerden bazılarına dikkat çeker. Örneğin Pers mitolojisinde, ruh arınmak ve kutsanmışlıktan pay alabilmek için ateşten geçmek zorundaydı. Mısır mitolojiisinde, İsis Biblos kralının oğlunu dünyasal kirlilikten arındırmak için ateşe atmıştı. Araf öğretisi muhtemelen antik batıl inançlara dayanmaktadır. Dış kaynaklardan alınmış bir öğreti olup Kutsal Kitap’ta temeli bulunmamaktadır. Kittel, Fasti, 4:785’e atıfta bulunur; “omnia purgat edax ignis.” Mısır ve Babil ile Hititler arasında da benzer arındırma törenlerine rastlanmaktadır. Mezopotamya’daki bit rimki ayinleri ile ilgili olarak, bkz. R. Dussaud, Les Religions de Babylonie et d’Assyrie Paris, 1945). Mısır’da ölülerin arındırılması sırasında ağzın açılması veya arındırılması en önemli husus olarak kabul edilirdi. Hititler arasında, bir kimseyi barıştırmak için dudakları ve ağzı arındırılırdı. Ayrıca krş. Babilliler arasındaki surpu ayini. Srp sözcüğünün kökü serafim sözcüğünün köküne benzemektedir.
35 Ateş bağışlanmayı ve arınmayı simgelemektedir. Asıl arınma sunakta sunulan sunu sayesinde gerçekleşmiştir. Dudaklara dokunmak peygamberlik esinini işaret etmez. Ayrıca, serafın kendisinin günahların bağışlama girişimini üstlendiğini de farz edemeyiz (Duhm).
“suçun silindi, günahın bağışlandı”— waw ardılıyla (consecutive) birlikte kullanılan tamamlanmış fiil, bu fiille ifade edilen eylemin sebebini içeren önceki iki fiilden sonra gerçekleşecek bir olayı bildirir. Engnell fiili vurgulu tamamlanmış fiil olarak düşünür ve şu tercümeyi sunar: “İşte! Bu [kor] dudaklarına değdiğinde, suçun kesinlikle kalkar, günahının cezası ödenir.” Böyle bir tercüme mümkündür.
36 Açıklamada yazdıklarım, Tanrı’nın vahyinin sözlerden değil eylemlerden ibaret olduğu görüşüne bilinçli bir itiraz amacı taşımaktadır. Krş. örn. G. Ernest Wright: God Who Acts London, 1952).
37 İbranice כפר (kfr) sözcüğü İbrani kurban düzeninin merkezinde yer alır ve kulun, Tanrı’nın günah karşısındaki hoşnutsuzluğundan kurtulmaya ihtiyaç duyduğunu anladığını gösterir. Gramatik yapısı çeşitlilik göstermekle birlikte, bu bakımdan temelde gazabı yatıştırıcı bir anlam ifade ettiği anlaşılmaktadır. Bu fiilin dini bağlam dışındaki kullanımı da bunu tasdik eder (Yar.32:21; Özd.16:14)” (Roger Nicole, “C. H. Dodd and Propitiation,” WThJ, Cilt. XVII, Sayı. 2, Mayıs 1955, sf. 152). İbranice כפר sözcüğünün temel anlamı “üzerini örtmektir” ve aynı kökenden olan diğer diller de bu anlamı desteklemektedir. Günahla ilgili olarak kullanıldığında, bir kimsenin sunulan kurban tarafından üzerinin örtüldüğünü, böylece o kimsenin günahının artık görülemez hale geldiğini, yani günahının kefaretinin ödendiğini ifade eder. Tanrı günahı görmez ve böylece öfkesi yatıştırılmış olur. Kişinin üzerini örten kurbanı Tanrı yeterli kabul eder. Öfkesi yatışmıştır. Akkad kültüründeki krala ait kuppuru ayininde yer alan mishpi uygulamalarına veya Mısır’daki pr dw.’t ayininde yer alan stj. r’ uygulamalarına atıfta bulunan Engnell’in (SDK, – sayfa. 32, dipnot. 2) düşüncesine katılmıyorum. Krş. Cf. S. R. Driver, JTS, 34, 1933, sf. 34-38; BK, sf. 451, 452.
38 ואשמע— Engnell bu sözcüğün bir “zamana bağılı cümleciği” girişini sunduğunu düşünür ve ifadeyi şöyle tercüme eder: “Ve Rab’bin sesinin … dediğini işittim… ‘İşte burdayım, beni gönder’ diye cevap verdim.” Engnell’in İbranice söz dizimindeki şu ana dek fark edilmeyen bir farklılığı tespit etmiş olması mümkündür. Fakat ben, iki cümlenin paralel veya uyumlu olduğu ve wa omar sözcüğünün ilk fiilden sonra gelen (mantıken veya zamansal olarak) bir eylemi bildirdiği görüşüne daha yakınım. Bu durumda ifade şöyle olacaktır: “Ve işittim … ve sonra cevap verdim.”
39 “Bizim için”— En yaygın olarak benimsenen görüş, serafların da göksel meclisin birer üyesi olarak dahil edildikleri yönündedir. Doğal oluşu ve seraflardan hemen öncesinde söz edilmiş olması, bu görüşü destekler niteliktedir. Fakat Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde, Tanrı’nın, tasarılarını yaratmış olduğu varlıklara danıştığı ifade edilmez. Böyle bir düşünceyi desteklemek için genellikle kanıt gösterilen ayetler gerçekten de ilgisizdir; Krş. 1Kr.22:19 vdm. ve Dan. 4:14. Bir Asur metninde, “mannu lushpur” şeklinde bir söze rastlanmıştır. Krş. Tallqvist: Die assyrische Beschwörungsserie Maqlu”,1895). Bu durum, Rab’bin sorusunun “kutsal bir söz dizisi” olduğunu gösterir mi (Engnell)?
40 Bu açıklamanın dikkatlı anlaşılması gerekmektedir. Üçlübirlik öğretisinin, Eski Antlaşma’da tamamıyla açıklandığını söylemek gibi bir amacımız olamaz. Söyleyeme çalıştığımız şey, bu pasajda ve diğer bazı pasajlarda (örn. Yar.1:26), Konuşmacı’nın (Tanrı’nın) kişiliğinde bir çokluk söz konusu olduğunun ortaya konduğudur. Bu, Tanrı’nın Yeni Antlaşma dönemindeki kutsallara tam anlamıyla bir lütuf olarak açıkladığı Üçlübirlik öğretisinin bir ön habercisi niteliğindedir.
41 Krş. Çık.32:9; Yşa.9:16; vb. Bu ifadenin, halkın boş inançlara saptığını veya imansızlığa düştüğünü ifade ettiği anlaşılmaktadır (Duhm). Boehmer (“Dieses Volk” JBL, 1926-27) Duhm’un görüşüne itiraz eder ve ifadenin kesinlikle kötüleyici bir anlam taşımadığını, ama Rab’bin halka duyduğu acıma hissini ifade ettiğini iddia eder.
42 Demosthenes, Contra Aristogenes, I, “ὥste tὸ tῆς paroimίaς, ὁrώntaς mὴ ὁrᾷn kaὶ ἀkoύontaς mὴ ἀkoῦein.”
“duyacak”— Normal bir fiilin ardından güçlendirilmiş olan mastar kullanılması, devam eden, yoğun bir eylemi ifade eder. Bu nedenle, bu ifadenin anlamı, “Sürekli olarak duyacaksınız” şeklindedir. Bu, gerçekte belirteç niteliğinde bir kullanımdır ve mastar belirteç olarak kabul edilmelidir. Akkad dilinde mastarın sonunda belirteç niteliğindeki u eki bulunur; ka-ša-dum ik-šu-du. Kissane, “Emir kipleri gerçekte haber kipine eşdeğerdir — ‘duyacaksınız . . . anlayacaksınız’” diyerek emir kipinin etkisini hafifletmiştir. Bununla birlikte, emir kipinin etkisinin güçlendirilmiş mastar ile güçlendirilmesi bu yoruma karşı çıkmaktadır.
43 ra’o— Yazıma dikkat ediniz.
44 hš` — 1Q Tomarı’nda hšm Gırtlak sesi yüzünden kullanılan patak sesine dikkat ediniz. Ancak duraksama olması şaşırtıcıdır. Yşm de revia ile duraksamadadır; grubun ilk öğesini sona erdirdiğinden, bu sözcükte kısa bir duraksama yapılmalıdır. Bu nedenle;
- gözleri ile görmesinler, ve kulakları ile işitmesinler;
- ve yürekleri ile anlamasınlar ve dönüp
- şifa bulmasınlar.
İlk öğe (a) harici algı araçlarıyla ilgilidir. Bununla birlikte, (b)’de algılayan organ yürektir ve bu algının neticesi ulusun tövbe etmesidir. Bu nedenle, (a) ve (b) birbirinden ayrılmalıdır. Bundan başka, (a) öğesinde çapraz bir düzenleme bulunmaktadır, yani a—b : : : b—a. Bu nedenlerden ötürü (a)’dan sonra neden bir duraksama yapılması gerektiğini anlayabiliriz.
45 Bu tanım başka yerlerde şöyle kullanılmıştır: Çık.4:10’da dille ilgili olarak; Yar.48:10’da gözlerle ilgili olarak; ve Yşa.59:1’de kulaklarla ilgili olarak.
46 Gesenius emir kiplerinin gelecek zaman etkisine sahip olduğunu kabul etmiştir. Bewer şöyle yazmıştır: “Ama halk Tanrı’nın sözlerine kulak vermeyi sürekli olarak reddetmiş ve dolayısı ile ruhsal hassasiyetini, tövbe etme yetisini ve kurtulma ihtimalini yitirmiştir.” Yeşaya’nın hizmetinin sonucunu, elbette Tanrı’nın öngördüğü biçimde görmeliyiz. “Yüreklerin katılaştığını bildir” vb. şeklinde bir anlam çıkarmak da doğru değildir.
47 Tanrı’nın insan yüreğini katılaştırmasından söz eden bazı ayetler bulunmaktadır: Çık.4:21; Yas.2:30; Rom.1:28; 2Se.2:11. Cezalandırma öğretisinin Kutsal Kitap’a dayalı yeni bir sunumu için, krş. Van Til, a.g.e, sf. 413 vdm. “şifa bulmasınlar”— Tam çevirisi., “ve ona şifa olmasın.” Belirsiz özne 3. eril kişi ile ifade edilmiştir. Bu ayetin Yeni Antlaşma’daki kullanımıyla ilgili olarak, krş. Young: Thy Word Is Truth , Grand Rapids, 1957), sf. 157-61.
48 Krş. Mez.94:3; Zek.1:12; Mez.6:4; vb. Hitzig’in izinden giden Kittel, Yeşaya’nın ne vakte kadar vaaz etmeye (Verstockungspredigt) devam edeceğini sorduğunu düşünür. Bu ifade Akkad dilindeki kaynaklarda bulunan adi mati’ye karşılık gelir.
“Ne vakte kadar, ya Rab,
Düşmanlarım bana kötü kötü bakacak… Ne vakte kadar, ya Rab,
Sefil lillu üzerime gelecek… Ne vakte kadar, ya Rab,
Kızgın kalacaksın ve ruhun öfke dolu olacak? Ne vakte kadar, ya Rab,
Öfken sürecek ve yüzünü çevireceksin? Çehreni reddetmiş olduğun kuluna çevir.
Bir lütuf sözünü vermek için, yüzünü dön.”
Bu metin Dhorme, Choix de textes religieux Assyro-Babyloniens Paris, 1907) adlı çalışmada yer almaktadır. Engnell bu ifadeyi, “ağıt mezmurlarının söyleyiş birikiminden gelen teknik bir terim” olarak kabul eder. Öte yandan, Yeşaya gayet basit ve karışık olmayan bir biçimde, bütün bunların ne kadar süreceğini öğrenmek istediği için “Ne vakte kadar” sorusunu sormuş olabilir.
49 “kadar”— Krş. Yar.28:15; Say.32:17; ‘ad sözcüğünün tek başına kullanımına Yar.24:19, 33; Rut.2:21’de rastlanır. שאו — The futurum exactum (Gelecekte bitmiş zaman); gelecekte gerçekleşmesi kesin kabul edilen bir durumu ifade etmeye yarar, “ıpıssız bırakılmış olacak.”
50 Öznenin değişmesi yüzünden, Marti ve diğerleri a.12 ile 13’ün daha sonradan yapılan bir ekleme olduğunu ve peygamberlik bildirisinin ayrılmaz bir parçası olmadığını düşünürler. Aynı zamanda, a.11’de halk ülkeden çıkarılmış ve artık geride sürgüne gönderilecek hiç kimse kalmamış olduğuna göre, a.12’nin, içeriği düşünülecek olursa, aslında a.11’den sonra yer almadığı söylenmiştir. Buna yanıt olarak Tanrı’nın konuştuğu bir pasajın ortasında, Tanrı’nın sık sık üçüncü kişi olarak görünmesi gösterilebilir; krş. 3:17 (König Stylistik adlı çalışmasında kırktan fazla örnek sunar, sf. 154). Bentzen a.12 ile 13’ü Yeşaya’nın görüm hakkındaki kendi yorumu olarak kabul eder. Bu ayetlerin esas itibarı ile aynı biçimde yer aldığı Kumran el yazmalarının bulunmasından itibaren, ayetlerin yerinin doğru olmadığını veya Masoretik metnin bozulmuş olduğunu düşünme eğilimi azalmıştır.
werihaq — König fiilin a.11’deki “kadar” sözcüğüne dayanmadığını düşünür. Dilbilgisi açısından böyle olması gerekmemektedir ve bu nedenle a.11’de ifade edilen hususları açıklayıcı veya örnekleyici nitelikte olduğu düşünülebilir. Bu ayet eski Türkçe çeviride, “ve RAB adamları uzaklara atacak, memleketin ortasında boş bırakılmış yerler çok olacak” şeklindedir.
“adamları”— Ülkeden uzaklaştırılmanın özü burada yatmaktadır. İnsanlar ülkeden böyle gönderilecektir. Böyle bir olayın ilk örneği sürgünde görülmektedir; krş. 5:13; Yas.28:63-67; vb.
“boş bırakılmış yerler çok olacak”— Eğer ‘zwbh biçim olarak melukah sözcüğüne benziyorsa, ad olarak kabul edilebilir.
“boş bırakılmış”— Ülkenin boş bırakıldığından ya da boş bırakma eyleminin kendisinden söz ediyor olabilir. Sözcüğün köküne 7:16; 17:2; 27:10 ve 62:12 ayetlerinde rastlanmaktadır.
“memleketin ortasında”— En büyük ıssızlık, bir zamanlar nüfusun en yoğun olduğu yerlerde görülecektir.
51 1Q Tomarı’nın metni bazı ilginç çevirilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hvidberg, “The Masseba and the Holy Seed),” Interpretationes’de (Mowinckel Festschrift), Oslo, 1955, sf. 97-99 adlı çalışmasında, “tapınaktaki sütunun üzerine devrilmiş” çevirisini yapar. Albright, “Aşera’nın yabanıl fıstık tanrıçası ve meşesi gibi, tapınaktaki dikili taşla birlikte atılmış” (“The High Place in Ancient Palestine, VTS, 1957, sf. 242-58) der. S. Iwry (“Masseboth and Bamah in 1Q ISAIAH 6 (JBL, Sayı. lxxvi, Blm III, Eylül 1957, sf. 225-32), önce yan cümleyi ad olarak kabul eder ve Aşera şeklinde çevirir. Ayrıca bamah sözcüğünü de ad olarak kabul eder ve matztzebet ile bağlar; böylece şu anlamı verir: “Tapınağın kutsal sütunundan devrilen bir yabanıl fıstık ağacı, veya meşe ağacı veya Aşera gibi.” Bu çeviriyi yapmak için ayetin son üç sözcüğünü göz ardı etmek gerekmektedir ve bu sözcükler 1Q Tomarı’nda ye almaktadır. Codex Vaticanus, “mahzen (sandık) mezarından düştüğünde” şeklinde tercüme edilebilir. Krş. Millar Burrows: More Light on the Dead Sea Scrolls, 1958, sf. 146 vdm.).
52 “kalsa da”— Bu sözcükler aynı zamanda kuramsal bir ifade biçimde anlaşılabilir, “halkın onda biri kalsa bile, ülke yeniden yok olacak.” Krş. Yşa.4:2; vb.
“mahvolacak”— Tam çevirisi, “dönecek ve ziyan olacak”, vb. Piel halinde בער, hem “yanmak” hem de “yutulmak, ziyan olmak” anlamlarına gelebilir; krş. 3:14. hyh fiilinin bir biçiminden sonra Lamed ile kullanılan mastar hedef ifade eder. Ayrıca waw ardılıyla birlikte kullanılan bitimli fiilin, koşul cümleciği olarak işlev gören ad cümlesinin ardından bir sonuç cümleciğini başlatabileceğine dikkat ediniz. Waw ardılıyla sunulan iki fiil, bir arada işlev görmektedir. Son cümlecikle ilgili olarak Kissane yerinde bir tespitte bulunur: “Son cümlecik, peygamberin öğretisini tam bir kesinlikle sunmak için gereklidir—ulusun yok edilmesi ve yüceltilmiş Siyon’un çekirdeği olacak bir azınlığın sağ kalması.”
53 אלון meşe ailesinden bir ağaçtır. İsrail’de dar yapraklara ve taçsız çiçeklere sahiptir; yaprak dökmez. “devrildiği zaman”— Muhtemelen dişil ekli bir Piel mastardır; krş. Lev.26:18. Sözcük bir ağacın devrildikten sonraki durumunu veya biçimini ifade eder. Etkin anlamıyla bağlama pek uymamaktadır. Ulusun bir ağaca benzetilmesinin kökeni antik mitolojiye uzanmaz. Engnell Tammuz direğiyle bir bağlantı bulunduğunu düşünmektedir.
54 Bununla birlikte, Herntrich’in görüşü oldukça farklıdır. Bunun yaşama değil, yıkıma dönüş olduğunu söyler. Sağ kalan bir azınlık yoktur; Krş. Amo.3:12. Umut ve vaat 6. bölümde gizlidir ve temeli serafların ezgisine dayanmaktadır. Kendisi ateş sayesinde kurtuluşa kavuşmuş birinin yönelttiği “Ne vakte kadar?” sorusu bir umut işaretidir. Bu nedenle, sağ kalan bir azınlığı hariç tutmaları yüzünden, son iki sözcük bile bir umut vaadi içermektedir. Herntrich 6. bölümü, günahları bağışlayan ve ölümden kurtaran, yüceliği ilk ve son kez İsa Mesih’te gösterilmiş olan Tanrı’ya bir tanık olarak kabul eder. Bu nedenle, bu bölüm Tanrı’nın ezeli ve ebedi sözünün bir tanığıdır. Bağışlanma sonsuz bir bağışlanmadır; Uzziya’nın öldüğü yılın çok ötesine uzanır (umspannt) ve tüm tarihleri geride bırakır. Yeşaya Tanrı’nın ezeli ve ebedi sözünün bir tanığıdır ve daha Mesih’in doğumundan önceki 739-738 yıllarında, Tanrı’nın sözü aracılığıyla kurulan topluluğun bir üyesidir.
Ancak bu görüş gerçekte Tanrı’nın sözünü tarihten ayırmakta ve Mesih’in hizmetine veya Mesih’in çağına ilişkin bildiriyi, İsa Mesih’in tarihteki asıl kurtarış eyleminden ayrı bir olgu haline getirmektedir. Yeşaya 6. bölüm ezeli ve ebedi sözün sadece bir tanığı değildir; tersine, tarihsel İsa Mesih’in doğrudan bir ön bildirimi ve peygamberliğidir. “Bunları söyleyen Yeşaya, İsa’nın yüceliğini görmüş ve O’nun hakkında konuşmuştu” (Yu.12:41). Bizleri, bölümün bir umut bildirisi ile kapandığına inanıyoruz. Kutsal bir soy esirgenecektir ve bu azınlık kurtuluşa kavuşacaktır. Çünkü Rabbimiz, tarih içerisindeki belirli bir noktada çarmıh üzerinde ölmüştür.
KAYNAKÇA: Young, Edward J. The Book of Isaiah, Vol I, Chapters 1-18. Grand Rapids: Eerdmans, 1972, 231-265