500 yıl önce Martin Luther Wittenberg kilisesinin kapılarına 95 tezini çiviledi. Ve bu olay aslında Reformun tetikleyicisi olarak anlaşılıyor. Peki, neler oldu? Ve neden bunlar oldu? Bugün bizim için hala önemli midir bunlar?
Reform hareketi Katolik bir Avrupa’nın içerisinde başladı. Reformcular Avrupa’daki kilisedeki öğretişlere tepki gösteriyorlardı. Dolayısıyla seminerlerde Katolik kilisesiyle ilgili birçok şey duyacaksınız. Özellikle Reformcuların Katolik kilisesindeki tespit ettikleri hatalardan bahsedeceğiz. Ama şunu da belirtmek istiyoruz ki Katolik kardeşlerimizi seviyoruz. Fakat aynı zamanda düşüncelerimizle ilgili ciddi farklar var bunu da örtbas edemeyiz.
Bazıları uygulamayla ilgili, mesela Katoliklerin bir papası vardır, Protestanların yoktur. Katolik papazlar evlenmez, Protestan pastörler evlenir. Katolikler Meryem Ana ve azizlere hürmet eder, Protestanlar bunu uygulamaz. Ama bunlardan öte daha derin farklar da var. Bu farklar özellikle Kutsal Kitap’ın öğretişine dayalı günahtan nasıl kurtulduğumuzla ve Tanrı’dan nasıl lütuf aldığımızla ilişkindir. Biz sadece lütufla mı aklanıyoruz yoksa lütuf ve eylemlerle mi bunu elde ediyoruz. Bu soruları cevaplarken yetki kaynağımız nedir? sadece Kutsal Kitap mı yoksa Kutsal Kitap’ın yanısıra kilisenin resmi yorumları mı? İsa’nın ihanet edildiği gece öğrencilerin bir olması ile ilişkin İsa dua ediyor. Bazen insanlar bu duayı kullanarak özellikle doktrinsel farkları asgariye indirmeye çalışıyor. Mesela, diyorlar ki İsa bütün bir beden olmamızı istiyor ama işte doktrin insanları ayırıyor dolayısıyla doktrinleri unutalım birbirimizi sevelim. Biz Hasat’ta özellikle birlik ve sevginin üstünlüğünün altını çiziyoruz. Çünkü İsa’yı seven herkes bunu desteklemeli. Fakat unutmayalım ki aynı dua içerisinde İsa şu sözleri de sarfetti. Baba onları gerçekte kutsa senin Kelamın gerçektir. Onlar adına kendimi feda ediyorum, kutsuyorum ki onlar da gerçekte kutsal kılınsın. Dolayısıyla İsa hem birlik için dua etti ama aynı zamanda gerçeğin hakimiyeti için de dua etti. İsa için gerçek son derecede önemlidir ve birlik için de gerçek son derece önemlidir. Bazı konularda diğer Hristiyan kardeşlerimizle farklı düşünebiliriz. Örneğin; İsa ne zaman geri dönecek? İsa’nın geri dönüşünden önce İsa takipçilerini bu dünyadan alacak mı? Bu konularda farklı fikirlere sahip olabiliriz ama halen birliğimizi koruyabiliriz. Fakat gerçek birlik istiyorsak en azından Müjde nedir? Kurtuluş nedir? Bu temel prensiplerde hemfikir olmalıyız. Pavlus bunu anlamamıza yardımcı oluyor. Korint kilisesini özellikle bölünmeleri nedeniyle azarlıyor. Ama aynı Pavlus Galatyada’ki kiliseye diyor ki, ama ya biz ya meleklerden biri ilettiğimiz müjdeden başka bir müjde size iletirse ona lanet olsun diyor. Dolayısıyla bir kişi Müjde’ye ters bir mesaj size paylaşıyorsa o kişi lanet altındadır. Dolayısıyla gerçek birliği elde etmek için son derece önemlidir. Ve Protestan Reformu Kutsal Kitap gerçekleriyle ilgili birçok soru sormaya başladı.
Tarih birçok anahtar dönüm noktasıyla dolu ve birçok örnek düşünebiliriz. Mesela Kilise tarihinde birçok dönüm noktası Anadolu topraklarında gerçekleşti. 325 senesindeki İznik konseyi örnek olarak verilebilir. 451 de Kalkedon (Kadıköy) konseyi. Kilise tarihinde son derece önemli olaylar bunlar. Ve bunların arasına Protestan Reformunu da listeleyebiliriz.
1517-1618 arasında tarih veriyor Reform hareketi için. Bu hareket tam olarak ne zaman başladı, ne zaman bitti tarih koymak zor aslında ama bu tarihler arasında birçok detay yer alıyor. 1517 de Protestan bir Rahip olana Martin Luther Katolik kilisesine karşı bir protesto hareketi başlattı ve protesto ettiği şeyler özellikle Katolik Kilisesi bünyesinde yüzyıllardır yapılan uygulamalardı. Protesto ettikleri için bu harekete Protestan hareketi deniliyor. Ama Protestan hareketi sadece olumsuz bir şekilde Katolik kilisesinin yanlış yaptığı uygulamaları işaretlemek değil, aynı zamanda kilise içerisinde pozitif bir akım başlatmak istiyordu. Bundan dolayı bu harekete Protestan reformu diyoruz.
Protestan reformunu doğru bir şekilde anlamak istiyorsak Luther’in sorduğu soruları doğru bir şekilde anlamak gerekiyor. Onun sorusu Filipi’deki muhafızın Pavlus’a sorduğu soruya benzerlik taşıyor. Elç İş. 16:30 da bu muhafız Pavlus’a soruyor Kurtulmak için ne yapabilirim? Birçok insan reforma farklı bakış açısı ile bakmıştır. Bazıları ekonomik yönlerini, bazıları sosyolojik boyutlarını tartışır ve birçok farklı bakış açısı var. Ama aslında merkezde yatan soru muhafızın Pavlus’a sorduğu soruyla aynısı. Kendisine Katolik kilisesi bünyesinde verilen cevap onu tatmin etmiyordu dolayısıyla delilik noktasına gelmişti adeta Luther.
Bu soru neden Luther’i tedirgin etti bunu anlamak istiyorsak biraz Katolik teolojisini açmamız lazım. Öncelikle Katolik kilisesinin kurtuluşla ilişkin öğretişini ele alalım. Aslında iki yön var bu öğretişte.
Birincisi Thomas Aquinas adında meşhur bir ilahiyatçıya gidiyor. Bu kurtuluşla ilişkin görüş farklı etaplardan oluşuyordu. Kilise her bebeği dünyaya asli günahın yüküyle beraber doğduğunu savunuyordu. Dolayısıyla asli günahtan arınması için o bebeğin vaftiz olması gerekiyordu. Ve eğer ki ölümcül bir günah işlemediyse insan, neticesinde cennete kavuşuyordu. Dolayısıyla kilise cennet yolunda yapılmaması gereken farklı günahların listelerini çıkarmaya başladı. Belirli işlenen ve tövbe edilmeyen günahların hala içinde yaşıyorsanız araf denilen bir yere gidiyorsunuz ve yüzyıllar boyunca o günahlardan arınıyordunuz. Demek ki araf Hristiyanların ölümden sonra uğradığı bir duraktı ve orada bu günahların etkisinden insan temizleniyor ve aklanıyordu.
Dolayısıyla bir Hristiyan kurtulmak istiyorsa Tanrı ile beraber çalışması gerekiyordu. Bu kurtuluşa sahip olmak için papaza gidip günahlar itiraf edilmeliydi. Ve bu günahlar itiraf edildikten sonra papaz size farklı tövbe eylemlerini gerçekleştirmenizden bahsederdi. Bunlar küçük şeyler olabilirdi, örneğin; 10 kez Rabbin duasını tekrarlamak veya 20 defa Meryem duasını tekrarlamak ama çok ciddi günahlar için 20 km boyunca dizlerinin üstünde Hacca git diye bir şey olabilirdi. Ve bu tövbe eylemi yapıldıktan sonra papaz günahlarınızı bağışlıyordu ve tekrar Rabbin sofrasına dahil oluyordunuz ve bu sofra sayesinde Rabbin lütfunu kabul ediyordunuz. Aslında bir nevi bir döngüden bahsediyoruz, evet Tanrı’nın lütfunu kabul ediyoruz ama aynı zamanda Tanrı ile iş birliği içinde olmamız lazım o lütfu elde etmemiz için. Bundan dolayı insanlar kendilerine bir soru soruyorlardı, acaba Tanrı’nın lütfunu elde edebilmek için yeterince yaptım mı?
Dolayısıyla burada bu ilahiyatın bir boyutunu görüyoruz. Katolik ilahiyatının bir başka boyutu, benzer ama biraz farklı yönde. Bu ikinci ekol diyordu ki bu birinci bahsettiğimiz yöntem fazla kolay çünkü, bir bebek olarak günahından aklandın ama Tanrı lütfunu elde etmek için hiçbir şey yapmadın. Dolayısıyla bu ikinci ekole göre senin en iyisini ortaya koyman lazım, çabalaman lazım o zaman Tanrı sana lütfunu aktarır. Ve aslında Martin Luther’in öğrendiği ilahiyat kavramları bunlardı.
Martin Luther’in hikayesi son derece ilginç. İsa dışında belki üzerinde en fazla biyografi ve kitap yazılmış kişidir. Birçok meşhur alıntısı var.
Martin Luther 1483 de Katolik bir ailede dünyaya geldi, orada yetişti, hukuk okuluna gönderildi ama kendisi rahip olmak istiyordu ama babası onun hukuk okuluna girip bir avukat olmasını istiyordu. 1505 senesinde okul yolunda giderken bir fırtınaya yakalandı çok yakınında bir şimşek çakıldı ve neredeyse ölüyordu. Azize Anna bana yardım et ben rahip olacağım diye haykırdı.
1505 de Martin Luther bir rahip oldu. Son derece iyi bir rahipti kendisi. Onun manastır cemiyetinde beklenen standarttan çok daha fazla efor sarfederek bir hayat sürdürüyordu. Mesela kendi yatağında yatmaz bunun yerine taş yerde yatar, geceleyin uyumaz Tanrı’nın merhametini dualarında ondan isterdi. Bazen kendi hayatına egemen olmak isteyen günaha karşı kendini kırbaçlıyordu ve sıklıkla günde 5-6 saat onun üstünde olan rahibe günah itirafında bulunuyordu. Çünkü Luther’in ortaya koyduğu soru şuydu; ben acaba yeterince çabaladım mı? Çünkü Katolik kilisesinde lütfu elde etmek için en iyiyi vermen lazım Tanrı’ya diye kendisine öğretiliyordu. Dolayısıyla Protestan reformunu anlamak istiyorsak Martin Luther’in yaşadığı bu olayları ve özellikle bu olayların nasıl Yeni Antlaşma’yı okumaya başladığında onu etkilediğini görmemize yardımcı oluyor. Katolik kilisesinde 5. yüzyıldan itibaren Latince bir Kutsal Kitap mevcuttu ama bildiğiniz gibi Yeni Antlaşma’nın orijinalleri Latince değil Yunanca idi. 1516 senesinde ilk defa Yeni Antlaşma’nın Yunancası derlendi ve basıldı. Yunancasını okuyabilmek için Martin Luther Yunanca öğrendi ve sadece Yeni Antlaşma’yı okumakla kalmadı çoğunu da ezberledi. Ama özellikle Pavlus’un Romalılar kilisesine yazdığı mektup onun için bir sorun teşkil ediyordu. Romalılar 1:16-18 Çünkü ben Müjde’den utanmıyorum. Müjde, önce Yahudilerin, sonra da Yahudi olmayanların olmak üzere, iman eden herkesin kurtuluşu için Tanrı’nın gücüdür. Tanrı’nın insanı akladığı, Müjde’de açıklanır. Aklanma yalnız imanla olur. Yazılmış olduğu gibi, «İmanla aklanan insan yaşayacaktır.» Haksızlıkla gerçeğe engel olan insanların bütün tanrısızlık ve haksızlığına karşı Tanrı’nın gazabı gökten açıkça gösterilir.
Luther için sorun teşkil eden ayet 17.ayetti çünkü orada Tanrı’nın doğruluğundan bahsediyor ve Katolik kilisesinde genellikle Tanrı’nın doğruluğu konusu, O’nun kutsallığı ve günahlara karşı cezalar verdiğine odaklanıyordu. Ama bu doğruluk tanımı Pavlus’un söylediği bu ayetle uyuşmuyordu. Çünkü 16. ayette Müjdeden yani Tanrı’nın İyi haberinden bahsediyor. Bu müjdenin iman eden herkes için kurtuluş sağladığından bahsediyor. Peki Tanrı’nın günahlarımızdan ötürü bizi cezalandırması nasıl iyi haber olabilir. Bu özellikle Pavlus’un anlatmak istedikleri ile uyuşmuyor. Dolayısıyla Luther’in bu ısrarcılığı için şükretmeliyiz. Bir sene boyunca bu ayetlere tekrar ve tekrar göz attı ve anlamaya çalıştı. Ve sonra anladı ki burada Tanrı’nın doğruluğu ceza ile ilişkin değil ama Tanrı’nın lütfu ile ilgili aslında. Tanrı’nın doğruluğu imanlılara verdiği bir lütuftur. Onların günahlarının cezası ile bir bağlamı yok. Çünkü Müjde, günahın bedelinin İsa Mesih’in ödemesidir. Ve böylelikle İsa kendi doğruluğunu ona iman edenlere aktarıyor. Dolayısıyla bu gerçekten iyi haberdir. Ve Luther diyor ki bunu ilk anladığımda sanki cennetin gözlerimin önünde açıldığını hissettim.
Bu dönüm noktasından sonra çok etkin bir 30 seneye kapı açtı Luther’in hayatında. bu bölümden sonra reform hareketi içerisinde üç etap veya hareketten bahsetmek istiyorum. Ve bunlara Katolik kilisesinin tepkisinden de bahsedeceğim.
Protestan reformunun temelinde yer alan bu iki teolojik konuyu zaten açtık. Birincisi yetki ile ilgili yani kurtuluş konusunda kim nihai yetkiye sahip kilise mi yoksa Kutsal Kitap mı? Luther ve reformcular yalnızca Kutsal Kitap nihai yetkiye sahiptir dedi. Bu genellikle reformun resmi prensibi olarak da adlandırılıyor çünkü kilise ve kurtuluş konularında bizim düşüncelerimize şekil veren kaynak Kutsal Kitap’ın kendisidir. Kutsal Kitap olmadan Müjdeyi bir şekilde uydurmamız lazım. Ve özellikle araf ve tövbe eylemleri konusunda Martin Luther’in Katolik kilisesine eleştirileri bu yöndeydi. Bunlar kilisenin fikirleriydi ama Kutsal Kitap’ta bulunmuyorlardı. Dolayısıyla Kutsal Kitap aslında İyi haberin temelini oluşturuyor. Diğer önemli bir kavram yalnızca imanla kurtuluş ve bu özellikle kutsal bir Tanrı tarafından nasıl kurtarılabilirim sorusuna cevap veriyor. Martin Luther’in dediği şey Kutsal Kitap’tan alarak biz sadece Mesih’in lütfunu kabul ederek aslında kurtuluyoruz. Ve bunu elde etmek için kullandığımız araç, çabalar veya eylemler değil imandır. Dolayısıyla burada belki hem reformun şekilsel resmi boyutu ve uygulamadaki boyutunu görebiliriz. Şimdi biraz Martin Luther ve Lutheryan geleneği hakkında bahsetmek istiyorum. Luther 1483-1546 tarihleri arasında yaşadı. Reformun başlangıcında Luther genç bir delikanlı değildi artık 30 yaşlarında idi. Kendisi uzun bir zamandır hem rahipti hem de profesördü. Bir tarihçinin dediği gibi reform Luther’dir ve Luther reformdur diyebiliriz. Martin Luther’i anlamadın Protestan reformunu anlamak zordur. Kısaca onun hayatını ve onun önemli düşüncelerini size aktarmak istiyorum.
1505 de bir manastıra üye oldu ve kendi kurtuluşu ile ilişkin sorular ona birçok zorluk yaşattı. Luther’in manastırdaki önderleri bu soruları unutması için ona birçok görev veriyordu. Bundan dolayı dikkat eksikliği oluştu Luther’de. En azından başka şeyler yap o zaman konuyu unutursun. 1512 de Kutsal Kitap’a ilişkin bir doktorası oldu. Kutsal Kitap profesörü olarak istediği kitap üzerine öğretebiliyordu. Dolayısıyla Romalılar, Galatyalılar ve İbraniler kitapları ile ilişkin dersler verdi. Özellikle Romalılar konusunda ders verirken Müjdenin mesajını, temelini anlamaya başladı.
31 Ekim 1517’de 95 tezi kilisenin kapısına çiviledi. Bu 95 tez veya madde özellikle endüljans konusuna ilişkin bir yazıydı. Luther endüljansları neden sorguladı? Çünkü Katolik kilisesi bunları hiçbir zaman resmi öğretiş veya dogma olarak ikrar etmemişti. Bunlar daha yeni yeni oluşmaya başlayan kavramlardı ve endüljans uygulaması şöyle işliyordu; bir bakiye ödedikten sonra bir belge veya sertifika elde ediyordunuz. Bu sertifika günah nedeniyle arafta çekmeniz gereken süreyi geçersiz kılıyordu. Endüljanslar sadece geçmişte işlediğiniz günahları değil, gelecekte işleyeceğiniz günahları da kapsayabilirdi. Sadece kendiniz için değil, arafta acı çeken akrabanız için de endüljans satın alabiliyordunuz. Bu dönem içerisinde Martin Luther kendi kilisesinde pederlik yapıyordu ve bu uygulamalar hiç hoşuna gitmedi ve bundan dolayı bu 95 tezi kilisenin kapısına çiviledi.
Özellikle Grekçe Yeni Antlaşma’nın bu 95 tezin yazılmasına nasıl yardımcı olduğuna ilişkin bir şey demek istiyorum. Müjdelerde diyor ki İsa köy köy gezip, halka tövbe edin çünkü göklerin egemenliği yakındır diyordu. Ama Latince İncil çevirisi tövbe eylemleri gerçekleştirin çünkü göklerin egemenliği yakındır diye bu cümleyi çeviriyordu ve bu ayetlere dayanarak bütün bu penitence dediğimiz tövbe mekanizmaları ve eylemleri sistemini geliştiriyordu. Ama Luther Yunanca bildiği için diyordu ki müjdeler bundan bahsetmiyor, tövbe bir konu ile ilişkin üzüntü duyup buna sırt çevirmek demek. Burada Katolik kilisesinin yüklediği bağlamlar ve tanımlar yok. Bundan dolayı Ekim 1917 de 95 tezini yazdı. Ve bundan dolayı Katolik kilisesi onun farkında olmaya başladı.
Ertesi sene çok meşhur bir vaazı oldu. İki tür doğruluk ve burada iki doğruluğa ilişkin söz etti. Birincisi bize yabancı olan doğruluk ve ikincisi asıl doğruluk. Müjdeler bize yabancı gelen yani Mesih’ten gelen doğruluğun iman sayesinde bizde etkin olduğundan bahseder. Hala günahkarız ama iman sayesinde Mesih’in doğruluğunda birleşiyoruz. Dolayısıyla bizim günahlarımızı o üstleniyor ve aynı şekilde onun doğruluğu da bizi kapsıyor. Luther 1518’de Müjde mesajını sağlam bir şekilde aktarmaya başladı. O zaman asıl doğruluk nedir? Özellikle kurtulduktan sonra imanlıların işlediği iyi eylemler. Katolik kilisesinin argümanı nedir? Eğer sen doğru isen doğru bir hayat sürdürmen için motivasyonun olmaz. Yani yeterince iyi eylem yapmayı düşünmüyorsan niye iyi eylem yapasın. Ama Luther’e göre imanla aklanan birisi doğru bir hayat sürdürmeye başlıyor çünkü hayatı dönüşüme uğruyor. Dolayısıyla 1518’de iki doğruluk üzerine vaazıyla Luther müjdenin ne anlama geldiğini artık sağlam bir şekilde savunmaya başlıyor. 1519‘de Johann Eck isimli Katolik bir teologla bir müzakere, bir tartışma yaşadı kendisi. Bu tartışmanın temelinde yetki konusu yer alıyordu. Kurtuluşla ilgili soruları cevaplarken hangi yetkiye sığınıyoruz. Johann özellikle kilise, kilisenin geleneği, konseyler ve kilise kanunlarının baz alınması gerektiğini savunuyordu. Johann basa basa bunun üzerine gidiyordu. Birçok kilisenin kurallarını ezbere biliyordu ve aslında kilise tarihi açısından Luther’den daha deneyimli idi ve Luther’den daha iyi argümanlar sundu. O zaman Luther kendi ezberlediği şeyle cevap verdi, Kutsal Kitap’la. Kutsal Kitap’ın yetkisi ve kilisenin yetkisi arasındaki bir mücadeleyi görüyoruz burada ve bu tartışma iki hafta sürdü ve bir noktada Johann, Luther’e sen bir Jan Hus yanlısısın diye bağırdı. Jan Hus 1415’de Katolik kilisesi tarafından idam edilen bir ilahiyatçıydı, çünkü o Luther’e benzer bazı iddialarda bulunuyordu. Luther şöyle cevap vermiş ona: Jan Hus’u takip mi edip etmediğimi bilmiyorum ama bu akşam çalışayım bu konuyu. Ve Luther üniversite kütüphanesine gidip Jan Hus’u ele alan tüm kitapları okumaya başlamış. Ertesi gün dönmüş ve demiş ki evet ben Hus’u izleyenlerdenim. Demek ki 1519’dan itibaren özellikle Kutsal Kitap’ın yetki konusu Luther’de bayağı bir temelleşti. Ocak 1521’de Katolik kilisesi Luther’i aforoz etti. Nisan ayında ise Kutsal Roma İmparatorluğu tarafından suçlu ilan edildi. Worms konsiline çağırılmadan önce suçlu olduğu söylendi.
Kutsal Roma İmparatorluğu 5. Charles tarafından bu yanlış öğretilerini geri alma konusunda uyarıldı. Kutsal Kitap ve mantığa dayalı Kutsal Kitap argümanları tarafından ikna edilmediği sürece bu düşünceleri geri almayacağını söyledi. 1521’de Luther hem kendi kilisesi tarafından hem de vatanı tarafından kınandı ama hala çok aktif bir hayat sürdürüyordu. O dönemde Almanya birçok prenslik bölgesine bölünmüştü. Onun prensi onu kaçırdı ve kendi şatosunda ona sığınma verdi. Ve orada sığındığı onbir hafta içerisinde Yeni Antlaşma’yı Almanca ‘ya çevirdi. Gerçekten akıllı bir adamdı.
Özellikle Luthercilik ve Calvincilik arasında farkları anlayabilmeniz için birkaç noktaya değinmek istiyorum. Wittenberg kentinde, kendisinin pastörlük yaptığı kentte ve kilisede reformu oldukça yavaş bir şekilde ilerletmeye özen gösteriyordu. Dolayısıyla Katolik kilisesindeki merasimlere ve merasim düzenlerine fazla dokunmadı. Çünkü Luther özellikle bazı kişilerin vicdanlarına hasar vermek istemediği için bu yenilemeyi yavaş bir şekilde getirmek istiyordu. Normal ibadeti mas veya kominyon olarak bile adlandırdı, yani merasim aynı devam etti sadece birkaç kelimeyi, kavramı değiştirdi. Luther şuna inanıyordu; Kutsal Kitap buna karşı net bir şekilde bir şey demediği sürece merasim konularına esnek olabiliriz fazla ellememize gerek yok. Jean Calvin ise biraz daha ters bir adım attı bu konuda ve dedi ki sadece Kutsal Kitap’ın bize söylediği şeyleri yapmamız gerekir. Dolayısıyla burada Lutherci ve Calvinci yaklaşım arasında farkı görüyoruz. Luther’in olumsuz bir yanını size paylaşayım. Hayatının sonuna doğru özellikle Yahudilere karşı oldukça sinirlenmeye başladı çünkü o inanıyordu ki Müjde’yi net bir şekilde açıklarsak birçok Yahudi İsa Mesih’e dönecek ve onlar da kurtulacak. Ama bu olmayınca özellikle Yahudilere ilişkin son derece olumsuz şeyler söylemeye başladı. Ne yazık ki Yahudilere karşı söylediği veya kullandığı argümanları Hitler bile kullandı 2. Dünya savaşında. Kilise tarihini çalıştığımızda bunu hatırlamakta da fayda var. Tarihi analiz ettiğimizde bir kahraman tespit edip onu bütün yönleriyle takip etmek değil çünkü İsa dışında herkes günahkardır. Yardımcı örnekler ve özellikle bu kişilerin Kutsal Kitap’ı nasıl anladıkları ve çalıştıklarını belki tarih açısından bize yorum konusunda daha güzel bir yön vermektedir. Bazen öğrencilerime derim ki kilise tarihini çalışmak dedelerinizle büyüklerinizle bir diyalog kurmak gibidir. Onları seversiniz, onlara saygı duyarsınız, onlardan hikmet dinlemek istersiniz ve eğer akıllı iseniz ders çıkartırsınız. Ama onların sarf ettiği tüm sözleri de mutlak gerçek olarak kabul etmezsiniz. Burada Luther’i de bu yönde eleştirebiliriz. Luther hatalıydı.
Calvin’e geçelim. Reform tarihinin ikinci önemli geleneği Calvinci gelenektir. 1509-1564 arasında yaşamış Luthercilik ve Calvincilik arasında çok benzer noktalar var. Özellikle yalnızca iman yalnızca Kutsal Kitap gibi ama başka doktrinlerde farklılıklar var. Mesela Rabbin sofrası merasimi içerisinde İsa Mesih’in varlığı hangi surette işlemektedir.
Luther Rabbin sofrasında Mesih’in fiziksel bir şekilde beden ve kan olarak var olduğunu savunuyordu.
Calvin ise ruhsal olarak, daha mecazi bir manada onun orda bulunduğunu savunuyordu. Ve özellikle seçilmişlik konusuyla ilgili Calvinci doktrin bu konuyu çok önemsiyordu. Merasimlerinde de fark vardı. Biraz Calvin’in hayatından bahsedeyim. Maalesef daha sıkıcı bir hayatı var. Fransa’da doğdu 1530’larda Protestan hareketine katıldı. Ne zaman iman kararını aldı bilmiyoruz çünkü Calvin kendisinden bahsetmekten pek hoşlanmazdı. Mesela Luther eserlerinde sıkça kendisinden bahseder ama Calvin kendisinden pek bahsetmez. İnancından dolayı zulüm gördü. Bundan dolayı Fransa’dan kaçtı Basel’e İsviçre’ye sığındı. Ve Cenevre kentinde bir gece kaldı ve oradaki Protestan kilisesinin önderi Calvin’i yanına aldı ve orada kalması için onu ikna etti. 1536’dan itibaren Calvin Cenevre’de kilisede önderlik etmeye devam etti. Daha çok sistematik teoeloji ile ilgilendi. Reformun sistematik teoloğu olarak tanınır. Bu özellikle Hristiyan ilahiyatı ile ilişkin kitaplarından kaynaklanıyor. Kilise tarihi içerisinde “Institute” adlı kitabı belki en önemli on kitap arasında yer almaktadır. Kitaplarında bahsettiği bazı konular son derece ilginç ve önemli. Institute eserinin başlangıcında ilginç bir şey diyor:
“Tanrı’yı anlamadıkça asla kendimizi anlamayacağız” Aslında bir sistematik teoloji eserine başlamak için son derece ilginç bir yöntem. Çünkü Calvin şunu diyor; eğer yaratan tarafından yaratılmış bir varlık olduğumuzu anlayamazsak, kavrayamazsak o zaman yaratıcımızı doğru bir şekilde tanıyamayız. Ve derki Kelam aslında Tanrı’nın bizim anlayışımıza kendisini indirgemesidir. Calvin’in argümanlarına göre Tanrı tümüyle egemendir dolayısıyla tümüyle evren ve yaratılış üzerine hakimdir. Ve der ki; günahımızdan dolayı biz kendimizi kurtaramayız, Tanrı’nın bizi kurtarması gerek. Yalnızca iman, yalnızca İsa’nın eylemi, yalnızca Tanrı’nın lütfu doğrultusunda biz kurtuluşa kavuşuyoruz ve belki de en önemli doktrinlerinden bir tanesi imanla Mesih’le birleştiğimizdir.
Pavlus’un Efesliler’de ve Koloseliler’de yaptığı gibi özellikle Mesih’le olan birleşme konusunu çok önemsediğini görüyoruz. Hristiyan hayatı için anahtar konulardan bir tanesi budur. Eğer Calvin’in kim olduğunu öğrenmek istiyorsanız, Institute eserindeki en uzun bölüm dua üzerinde yazmış olduğu bölümü okumanızı tavsiye ederim. Çünkü gerçekten güzel sürprizlerle dolu. Institute sistematik teolojik eserinin dışında birçok Kutsal Kitap üzerine yorum kitapları da yazdı ve ortalama her hafta beş vaaz veriyordu demek ki Luther gibi çok çalışkan biriydi. Calvin kültürler arası kendi kültürünü aşan bir şekilde müjdeleme eylemlerinin öneminin altını çiziyordu. Cenevre’de Calvin’in önderliğinde yüzlerce genç kişi misyoner olarak Fransa’da kilise kurma amacıyla gönderilmiş oldu ve birçokları orada imanlarından dolayı şehit edildi. Onların önderliğinde kilise çok hızlı bir şekilde büyüdü ve yayıldı. Şimdi Calvin ve Calvinciliğin yanısıra üçüncü büyük bir gelenekten bahsetmek istiyorum.
Luther ve Calvin’in bir özelliği bir devlet yapısının onları desteklemesiydi ama devlet tarafından desteklenmeyen Protestan bir başka grup daha vardı bunlara Yeni Vaftizciler deniyordu. Ve bu Yeni Vaftizcilere göre hükümetler, devletler kiliseden ayrı tutulmalıydı. Dolayısıyla bazen bu Yeni Vaftizciler’e özgür kilise akımı da deniliyordu çünkü herhangi bir hükümetin desteğinden ayrı bir şekilde kilise organizasyonunu düzenlemek istiyorlardı. Aslında hemen hemen herkes 1500 li yıllarda Yeni Vaftizciler’den nefret ediyorlardı. Katolikler onlara çok zulüm etti, birçok Protestan da onlara zulüm etti, çok acı bir hikâye. Sadece iki bölgede sığınak bulabiliyorlardı biri Orta Avrupa’da Moravya’da diğeri ise Holanda’da. Dolayısıyla genelde orada toplanıyorlardı.
Yeni Vaftizciler için birkaç anahtar tarihi size paylaşayım. 1525 senesinde ilk iman kararı sonucunda vaftiz gerçekleşti ve bu İsviçre Zürih’te oldu. Bu olaydan sonra zulüm gördüler ve Zürih’ten kaçmak zorunda kaldılar. İki yıl sonra kendi imanlarının ikrarının açıklamasını yayınladılar ve bu iman ikrarını yedi maddeye özetlediler.
Anahtar bazı doktrinleri şöyleydi; onlar kilisenin Mesih’te bir topluluk yani Mesih’i tanımış olan bir topluluk olduğunu öne sürüyorlardı. Yani kilisenin sadece Hristiyanlar veya bebekken vaftiz olmuş olanlardan oluşmaması gerekiyordu, ama özellikle ödenmesi gereken bedeli anlayıp Mesih’i izlemeye gönüllü bir şekilde karar verenler tarafından oluşmalıydı. Ve bu kilise topluluğu, çevresindeki toplumdan ayrı bir şekilde yaşaması gerekiyordu. Hristiyan hayatını başlatan olay imanı ağızdan açıkça ifade etmek ve bunun sonucunda vaftiz olmak. Kilise dünyadan ayrı bir toplum olmaya çağırıldığı için Hristiyanlar ne hükümette ne de asker olarak görev alabilirlerdi ve kilise kutsal bir topluluk olması gerektiğinden dolayı doğru ve kutsal bir hayat sürdürmeyen kişiler bu topluluktan uzaklaştırılmalıydı. Dolayısıyla Yeni Vaftizciler, Luthercilere ve Calvincilere kıyasla özellikle kilise yapısına ilişkin farklı bir bakış açısına sahipti.
Katolik kilisesi bu eylemlere nasıl tepki verdi? 1545-1563 yılına kadar Katolikler özellikle Protestan reform hareketine cevap olarak Trent konsilinde toplandı. Cevaplarında özellikle kilise yapısı içinde düzeltilmesi gereken birçok ahlaki konu tespit edildi ve büyük ihtimalle reformcular bu kararlarından dolayı Katolik kilisesini tebrik ediyorlardı. Ama Protestan ilahiyatçıların sunduğu tüm doktrinsel maddeleri Katolikler reddetti, dolayısıyla bir nevi Kutsal Kitap’ın nihai anlamda yetkisini de reddetmiş oldu. Trent konsilinde üç tane yetki yapısı vardı, kilise içerisinde bunun altı çizildi. Birincisi Kutsal Kitap, ama Kutsal Kitap anlaşılması zor bir kitap olduğu için özellikle ikinci yetki alanı Kilise babaları dediğimiz şahıslar ve üçüncü olarak Kutsal Ruh kiliseyi yeni gerçekleri keşfetmek üzere kiliseye önderlik edecektir diye açıklandı. Mesela bir örnek verecek olursak Meryem Ana’yla ilişkin doktrinlerin şekillenmesinin sebebi budur. Katolik kilise geleneğin bu konuda tanıklığından dolayı Meryem’in günahsız bir şekilde ana rahmine düştüğünü öğretmektedir. Meryem’in ölmeden göğe alındığı doktrini de bu geleneklere dayanıyor ve liste daha da uzayabilir. Katolikler aynı zamanda Protestanların yalnızca imanla aklanma konusunun yanlış olduğunun da altını çiziyordu. Aslında sadece imanla aklanmayı savunan herkesi cehennemi bulmakla suçladılar veya kınadılar. Katolikler evet aklanmanın ve doğru kılınmanın imanla olduğunu kabul ediyor ama yalnızca imanla aklanılır fikrine katılmıyorlar. Dolayısıyla kilise ne öğretti? Kişi imanla, sevgiyle ve iyi eylemlerin birlikte işlemesiyle aklanır. Ve Protestan hareketine karşın özellikle Rabbin sofrası kominyonda oradaki öğelerin gerçekten Mesih’in bedeni ve kanı olduğu ve o merasimde İsa Mesih’in tekrardan kurban edildiği gerçeği altı çizildi. Kapanış olarak şunu diyebilirim. Protestan Reformu gerçekten önemli belki tarihleri ezberlemek önemli değil, Martin Luther ve Calvin kimdir, bunları belki bilmeniz önemli değil. Ama özellikle Kurtuluş konusunda kim nihai yetkiye sahiptir bu konuyu bilmek önemli. Bir kişinin kurtulup kurtulmadığına veya nasıl kurtulduğuna kim karar verir. Biz mi karar veriyoruz veya fikirler türetiyoruz yoksa bu konuda ben kilisenin öğretişine güveniyorum, bu yeterlimidir acaba? Yoksa Kutsal Kitap’ın bu konuyla ilişkin söylediklerine ve neye inanmamız gerektiğine mi inanıyoruz. Sadece iyi yaşamakla, iyi kişiler olmakla Tanrı katında doğru kılındığımızı mı düşünüyoruz yoksa mükemmel insan olan Mesih’e mi güveniyoruz. Günahkârlar için kusursuz bir hayat yaşayan Mesih’e mi iman ediyoruz. Ve bizim yerimize Tanrı’nın gazabını üstüne alan o Mesih’e mi sığınıyoruz. Özetçe Filipi’deki muhafızın sorusu son derece önemli ve ben inanıyorum ki Protestan reformu aslında bu soruya verilen en iyi cevaplardan bir tanesidir. Hatırlarsınız Luther bu soruya cevap verebilmek için neredeyse deliriyordu ve Luther’e ve Luther’in ısrarına bir nevi teşekkür etmeliyiz.
Sola Scriptura: Yalnızca Kutsal Yazılar
Protestan Reformu Kutsal Kitap’la ilgili pek çok gerçeğin yeniden keşfedildiği bir zamandı. Bu gerçeklerin pekçoğu Katolik kilisesi içinde yüzyıllar boyunca ya unutulmuştu ya da sessizleştirilmişti. Özellikle Martin Luther gibi kişiler Kutsal Kitaba dayalı müjdeyi yeniden keşfetmeye başladı. Yalnızca imanla aklanma, kurtulma prensibi reformasyonun en temel yeniden farkındalıklardan biriydi. Artık insanlar yüreklerinin derinliklerinde bilebilirlerdi ki öldüklerinde cennete Rabbin yanına gidebileceklerdi, bundan eminlerdi. Kurtuluşlarından emin olabilirlerdi. Luther’in aklanma ile ilgili söylediklerinin bir alıntısını paylaşmak istiyorum “Nasıl bir gelin damatla bir olursa, iman da Mesih’le kilisesini bir kılar.” Bu gizem aracılığıyla Mesih ve can tek beden haline gelir ve eğer bunlar tek bedense ve bu evlilik gerçek ise o zaman şöyle bir mantık çıkıyor buradan ellerinde ne varsa bu ortaktır artık. Dolayısıyla Mesih neye sahipse bir Hristiyan da bununla övünebilir. Mesih imanlısında ne varsa Mesih bunu benim diye ilan eder. O zaman bunun nasıl işlediğini ve bizim nasıl yararımıza olduğuna bakalım.
Mesih lütuf, yaşam ve kurtuluş doludur. İnsan canı ise günah, ölüm ve mahkumiyet doludur. Şimdi iman ikisinin arasına geldiğinde günah, ölüm ve mahkumiyet Mesih’e ait olacak ve lütuf, iman ve kurtuluş ise Mesih inanlısının olacak. O zaman Luther için neden imanla aklanmanın bu kadar önemli olduğunu görebiliyoruz. Ve bu yüzden tarihçiler imanla aklanma prensibine reformasyonun temel aracı olarak adlandırır. Reformun temel öğretisidir, çünkü günahkarın nasıl Tanrı’yla barışabileceğini bize anlatıyor ve bizim kurtuluşumuzu kesinleştiriyor, eminleştiriyor ve aslında bu olmaksızın Hristiyan inancı diye bir şey olmuyor. Ama aklanmanın gerisinde merkezi olan bir başka gerçek yatıyor. Ve bu da Sola Scriptura, Yalnızca Kutsal Yazılar gerçeğidir.
Tanrı’nın huzurunda ben nasıl doğru olacağım? O’nunla nasıl barışacağım sorusunu cevaplayabilmem için öncelikle buna baktığım yetki ne. Bu soruyu cevaplayabilmem gerekiyor. Yani sadece benim deneyimime mi bakacağım, bende ne işe yarıyor, ne oluyor, ne olmuyor. Yoksa kilisenin geleneğine mi? Kilise bana ne diyorsa o mudur? Yoksa Kutsal Kitap, Tanrı’nın sözü mü bana Tanrı’yla nasıl barışacağımı söylüyor. Martin Luther ve reformdaki bütün ilahiyatçılar bu sorunun cevabını yalnızca Kutsal Kitap’ta yattığını söylüyordu.
Presbiteryen bir ilahiyatçının bu konuda söylediği önemli bir şey var. 16. yüzyıldaki Reform Kutsal Kitabın temelleri üzerinde kuruldu ve bütün dünyayı alev aldı. Yalnızca Kutsal Yazılar ilkesi olmaksızın Protestanlık diye bir şey olamazdı.
O zaman yalnızca Kutsal Yazıları tanımlayalım. Bir yazar şöyle der: Tanrı’nın esinlemesi olan Kutsal Yazılar sadece yanılmaz, yeterli ve nihai yetkidir. O zaman bu kısa tanım içinde pekçok önemli gerçek var. Kutsal Yazılar Tanrı esinlemesidir, Tanrı’dan gelir ve bundan dolayı da belirli bazı özellikleri vardır. Mükemmeldir, içinde hata yoktur, yeterlidir yani kilisenin ve Hristiyanların ihtiyaç duyduğu tek şeydir. Hem kişisel olarak bir Hristiyan’ın hem de kilisenin hayatında nihai yetkiye sahiptir.
Dört konuya odaklanmak istiyorum.
Reform yalnızca Kutsal Yazılar düşüncesine nasıl ulaştı, bunun bağlamına bakalım. Ondan sonra ikinci ve üçüncü olarak hem Martin Luther’in hem de John Calvin’in yalnızca Kutsal Yazılar ilkesine nasıl baktığına bakacağız ve son olarak da kendi hayatımızda bu yalnızca Kutsal Yazılar ilkesini nasıl uygulayabileceğimize dair birkaç fikir vermek istiyorum.
Ama bundan önce Kutsal Kitap’ın kendisiyle ilgili söylediği birkaç şeye bakacağım.
2.Samuel 22:31 Tanrı`nın yolu kusursuzdur, RAB`bin sözü arıdır. O kendisine sığınan herkesin kalkanıdır.
Mez.119:105 Sözün adımlarım için çıra, Yolum için ışıktır.
Yeşaya 40:8 Ot kurur, çiçek solar, Ama Tanrımız`ın sözü sonsuza dek durur.
Mat. 4:4 İsa ona şu karşılığı verdi: “`İnsan yalnız ekmekle yaşamaz, Tanrı`nın ağzından çıkan her sözle yaşar` diye yazılmıştır.”
2.Tim.3:16 Kutsal Yazılar`ın tümü Tanrı esinlemesidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek, doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır.
2. Petrus 1:21 Çünkü hiçbir peygamberlik sözü insan isteğinden kaynaklanmadı. Kutsal Ruh tarafından yöneltilen insanlar Tanrı`nın sözlerini ilettiler.
O zaman bu okuduğumuz ayetler pekçok şeyin yanısıra bize söylüyor ki Kutsal Kitap kendi içinde yetki sahibidir. Çünkü Tanrı esinlemesidir ve Tanrı’nın Ruhu’nun yönlendirmesi ile kaleme alınmıştır. O zaman yüzyıllar boyunca pekçok farklı kişinin kaleme aldığı bu sözler Tanrı’nın istediği sözlerdi. Kutsal Yazılar’a baktığımda benim sergilediğim tutum bu, sizin de aynı bakış açısı ile Kutsal Kitaba yaklaşmanızı öneririm.
Şimdi ilk noktamıza gelelim.
Buda Reformun yalnızca Kutsal Yazılar düşüncesinin biraz arka planı ile ilgili. Yüzyıllar boyunca Katolik kilisesi gerçek yetkinin nerden geldiği konusunda tartışmalar yaşıyordu. Konseyciler denen bir grup kilisenin resmi konseylerinden yetki aldığını ileri sürüyor, Papacılar denen başka bir grup ise Papa’nın nihai yetkiye sahip olduğunu ileri sürüyordu. Ama ister konsey yanlıları olsun ister Papa yanlıları iki taraf da Kutsal Yazılar’ın üzerinde bir şeyin yetki sahibi olduğunu düşünüyordu. Ve bunu iyi biliyoruz, çünkü 14. ve 15.yy da John Wycliffe ve Jan Hus ortaya çıkıp sadece Kutsal Yazılar yetkilidir dediklerinde sapkın ilan edildiler. O zaman Protestan reformun temelinde bu tartışma vardı. Yetki kimde?
Yüzyıllar boyunca Katolik kilisesi Kutsal Kitap’ın sıradan insanların yani ruhban sınıfından olmayanların anlayabileceği birşey değil diyordu. Sıradan insanlar için fazla zor ve bu yüzden kilisenin önderleri, uzmanları sıradan insanlara Kutsal Kitabı yorumlarlar.
Kilisedeki uzmanların üzerindeki yetki ise kilise geleneği yetkisiydi. Bu noktada kilise İsa’nın Yuhanna 16:13’deki söylediği sözleri referans veriyordu “Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi tüm gerçeğe yöneltecek”. Kilise, İsa’nın bu ayette, Katolik kilisesindeki gelenekten bahsettiğini söylüyordu ve bu yüzden diyorlardı ki Katolik kilisesinde var olan bir dogma veya öğretiş illa Kutsal Kitabın içinde olmak zorunda değil. Eğer Kutsal Yazılar bununla ilgili bir imada bulunuyorsa bu iyi bir şey ama bunun bir kilise geleneği haline gelmesi için ima edilmesine bile gerek yoktu aslında. O zaman ortaçağ Katolik kilisesindeki pek çok öğretiş bu geleneklerden geldi. Mesela Papanın yanılmazlığına dair öğretişler, ilk kilise döneminde bu öğretilen bir şey değildi. Yaklaşık 600 yıllarında öğretilmeye başlanan Araf öğretisi de bunlardandı. Meryem’in günahsız bir şekilde doğduğu öğretisi de buradan gelen bir şeydi. Hatta bu öğreti Protestan reformundan sonra Katolik kilisesinde ortaya çıkmaya başlanan bir öğretiydi. Aklanma ve kurtuluş çevresindeki çeşitli öğretişleri de gelenekler tarafından yıllar boyunca şekillendi. Bu ortamda Protestanlar bu yetki konusunu aralarında konuşmaya başladılar ve farklı şekillerde bunu yaptılar.
Öncelikle Katoliklerin Yuhanna müjdesinde İsa’nın sözlerini nasıl yorumladıklarını tartışmaya başladılar. Hem bu Yuhanna 16:13 den okuduğumuz bölümü ele aldılar ama Yuhanna 14:26 Ama Baba`nın benim adımla göndereceği Yardımcı, Kutsal Ruh, size her şeyi öğretecek, bütün söylediklerimi size hatırlatacak.
Yuh.15:26-27 Baba`dan size göndereceğim Yardımcı*, yani Baba`dan çıkan Gerçeğin Ruhu geldiği zaman, bana tanıklık edecek. Siz de tanıklık edeceksiniz. Çünkü başlangıçtan beri benimle birliktesiniz.
Reformcular Kutsal Kitap yorumlamasındaki en temel prensiplerden biri olan bir soruyu sordular. İsa bu bölümlerde bunu kime söylüyordu? Ve diyorlardı ki Katolik kilisesi yorumlama konusunda bizim de sıkça düşeceğimiz bir hataya düşüyor. Mesela siz veya sen diye bir şey duyunca hemen üstümüze alınıyoruz. Ama burada siz diye seslendiği kişiler elçilerdi. O zaman burada İsa’nın söylediği şey Kutsal Ruh’un elçilere esinleyeceği ve elçilere İsa’nın söylediği sözleri hatırlatacağıydı. İsa’nın sözlerinin yerine gelişini Yeni Antlaşma’nın kendisinde görüyoruz, kilise geleneğinde değil.
İkinci olarak, Reformcular hiçbir zaman kilise geleneğini tamamen kötüleyip, boşlamadılar. Tanrı’nın kilisesi ile birlikte olduğunu, Kendisi ve Kendi yolları ile ilgili öğrettiğine inanıyorlardı. Ve özellikle ilk kilisenin uygulamalarının bizim anlayışımızın gelişmesinde çok yararlı olduğunu düşünüyorlardı. Çünkü orta çağdaki Katolik kilisesi bu törenlere verdiği aşırı önemden dolayı birazcık yoldan çıkmıştı. Mesela pek çoğu 5.yy da Afrika’da yaşamış olan Augustin’i çok severdi. John Calvin seçilmişlikle ilgili Augustin’in yazılarını okusam onlar benim için yeterli olur, onun söylediği herşeye amin derim demişti. Bütün Protestanlar elçilerin inanç bildirgesinin harika gerçekleri barındırdığına inanıyorlardı. Hepsi aynı zamanda üçlü birliğin iyi bir açıklaması olarak İznik İnanç bildirgesini de çok seviyorlardı. Aynı zamanda Kalkedon konseyinde İsa’nın Tanrılığının ve insanlığının konuşulduğu o konseyi de sayıyor ve seviyorlardı. Fakat bu konseyleri ya da bu şeyleri sevmelerinin nedeni Kutsal Yazılardaki gerçeği yansıtmalarıydı. Eninde sonunda onların ilahiyatında ve uygulamalarındaki nihai yetki Kutsal Kitaptaydı. Bu yüzden yalnızca Kutsal Yazılar diyorlardı. Aslında bu noktada hem Katolik hem Ortodoks kilisesi ile fikir ayrımındaydılar. Ortodoks kilisesi ilk 7 konseye çok büyük saygı duyardı. Ortodoks kilisesinde hem Kutsal Kitap hem de bu ilk 7 konsey eşit yetkiye sahiptir. Ama reformcular bununla hemfikir değildir.
1450 yıllarında matbaa icat edilmişti. 1516 yılında da Erasmus Grekçe Yeni Antlaşma’yı bastığında Kutsal Kitap herkesin ulaşabileceği bir kitap haline gelmişti. Artık pek çok kişi Kutsal Kitap’a erişebildiği için Katolik doktrinlerini Kutsal Kitaba bakarak eleştirebiliyordu ve Katolik doktrinlerinin temel olanlarının Kutsal Yazılar’a aykırı olduğunu ve o yüzden reformdan geçmesi gerektiğini öne sürdüler. Çok az Protestan kilise geleneğini tamamen atmayı seçmiştir. Öyle yapmış olsalardı benim gibi kilise tarihi hocaları işsiz kalmış olurdu. Fakat şunu söylüyorlardı ki geleneği her zaman Kutsal Yazılar’ın merceği aracılığıyla eleştirmeliyiz.
Aslında şunu demekle haksız değiliz Reformasyon demek Martin Luther demek, Martin Luther demek reformasyon demek. Yalnızca Kutsal Yazılar derken Luther ne anlıyordu bundan? buna bakmak önemli. Şunu hatırlatmak istiyorum ki Luther, Kutsal Kitap uzmanı, profesörü idi. Luther’in dünyasını sarsan ve bu aklanma öğretisini keşfetmesine sebep olan şey Kutsal Kitap’ın kendisiydi. Luther hayatının pek çok yerinde sadece Kutsal Kitap’ın yetkisine bağlı olduğunu ileri sürer. 1517’de 95 tezinin birincisi Kutsal Kitap’la ilgiliydi. Rabbimiz ve Efendimiz İsa Mesih tövbe edin dediğinde Mesih inanlılarının bütün hayatlarının tövbe dolu olmasını ima ediyordu. Oysa Katolik Kutsal Kitabında tövbe edin yerine tövbe eylemleri yapın gibi bir yorum yapmışlardı. Luther artık Grekçe orijinalini okuyabildiği için diyebiliyordu ki hayır burada tövbe eylemlerinden ve cezalardan bahsetmiyor, tövbe etmekten bahsediyor.
Katolik kilisesi de Luther’in onların yetkisine karşı olan bu saldırısını çok da hoş karşılamadı. Sonraki sene Katolik bir kardinalle tartışmaya girdiğinde bu kişi ona papanın kilisede nihai yetkili olduğunu söyledi. Luther çok keskin bir şekilde karşılık verdi ve dedi ki Papa Kutsal Yazılar’ı kötüye kullanıyor onun Kutsal Yazılar üzerinde yetkili olduğunu inkâr ediyorum.
1915 yılında Luther yine bir Katolik ilahiyatçıyla tartışıyordu ve Luther bir Hus’cu olarak kendisini tanımlamayı kabul etti. Çünkü daha önce bahsettiğimiz Jan Hus gibi o da Kutsal Kitabın kilise geleneğinden üstün olduğunu ileri sürüyordu. Kutsal Kitap papadan daha büyük bir yetkiye sahipti ve biliyoruz ki 1521 yılında Luther Katolik kilisesinden kovuldu ve daha sonra kutsal Roma imparatorluğunda suçlu ilan edildi.
Bütün bunların sebebi Luther’in Katolik kilisesinin yetkisini sorgulaması, buna saldırmasıydı. Luther’in hayatının geri kalanı da insanların Kutsal Kitabı anlamasına yardımcı olmak için eğitmek, öğretmek ve vaaz vermeye adanmıştı. Ve hayatının sonlarına doğru Luther’in çok ilginç bir değerlendirmesi oluyor. Diyor ki ben sadece Tanrı’nın sözünü öğrettim ve vaaz ettim. Onun dışında hiçbir şey yapmadım. Aslında kendini biraz hafife almış oluyor böyle bir şey söylemekle ve sonra devam ediyor ve diyor ki uyudukça ve Wittenberg biralarını içtikçe Tanrı’nın sözü papalığı o kadar zayıflattı ki hiçbir prens veya imparator ona bu kadar zarar veremezdi. Luther dedi ki ben bir şey yapmadım bütün işi Tanrı yaptı. Luther’in Tanrı’nın değişim getiren sözüyle ilgili söyledikleri buydu.
Üçüncü olarak Jan Calvin’in yalnızca Kutsal Yazılar anlayışına bakmak istiyorum. Jan Calvin 2. nesil reformcuydu. Luther 1483-1546‘ya kadar yaşadı. Calvin ise 1509-1564’e kadar yaşadı.
Calvin Kutsal Kitap Tanrı’nın esinlenmiş, Tanrı’nın Ruhu’nun üflediği sözdür der. Ve “Hristiyan İnancının temelleri” adlı kitabında Kutsal Kitaba dair pek çok şey söyler ve der ki Kutsal Kitabın yazarı Tanrı’dır. Kutsal Kitap bize Tanrı’nın ağzından dökülmüş sözlerdir. Tanrı’nın sözü yedi kat arıtılmış altından daha saftır. Dolayısıyla Tanrı’nın sözü kesin gerçektir. Tanrı asla yalan söylemeyeceği için sadece vaat etmekle kalmıyor bize sözünün kendisini veriyor. O zaman Calvin için şu çok netti ki Kutsal Kitap bize ne diyorsa Tanrı onu söylüyordur. Çünkü Kutsal Yazılar Tanrı’nın üflemiş olduğu bir yaratılıştır.
Calvin özellikle Tanrı’nın üfleyerek, esinleyerek Kutsal Yazıları ortaya çıkarmasıyla sözünü söyleyerek yaratılışta etki olmasını çok benzer bir şekilde kullanmayı severdi. Calvin üzerinde araştırmalara sahip olan bir akademisyen şöyle söyler Calvin’in Tanrı sözü ile ilgili görüşü için: Calvin için Tanrı’nın sözünün her köşesi, her noktası, virgülü öyledir ki sanki Tanrı’nın kendisi orada ağzını açmış ve bunları söylüyor.
O zaman Calvin için Kutsal Kitap, Tanrı’nın sözünün kendisidir. Aynı zamanda der ki Kutsal Kitap Tanrı’nın insan dili aracılığıyla konuşmasıdır. Kutsal Kitap Tanrı’nın ağzından akan ama insanın hizmeti aracılığıyla bize gelen bir kitaptır. Pek çok farklı dönemde, pek çok farklı yerde yaşamış insanları kullandı bu hizmette ve bu yazarların hepsinin gerek kişisel geçmişi gerek eğitim geçmişi çok farklıydı birbirinden ve farklı tür edebiyatta yazdılar. Örneğin Ezgiler Ezgisini okuduğumuzda 2. Korintlileri okuduğumuzdan farklı bir edebi tür vardır. Başka insanlar için, başka amaçlar için yazılmış. İsa ile çok vakit geçirmiş elçi Petrus ve Yuhanna bile farklı tarz edebiyatla yazdılar. Yuhanna’nın kullandığı Grekçe Petrus’un kullandığı Grekçe’den çok daha kolay anlaşır. Onun dışında Petrus’un, elçi Pavlus’un yazıları hakkındaki görüşlerini de biliyoruz. 2. Petrus 3:16 da Pavlus’un yazdığı şeylerin bazılarının anlaşılması zor şeyler olduğunu söyler.
Bu noktada Calvin Kutsal Yazılar’la ilgili çok iyi bir anlayış bize verebiliyor. Diyor ki Kutsal Kitap’ta Tanrı kendisini insanlara ulaşılabilir kılıyor. Calvin Tanrı’nın çok uzakta bizden üstün ve anlaşılması zor bir varlık olduğunu söylerdi. Bunun sebebi sadece bizim günahkâr olmamız değil ama onun Tanrı, yaratıcı olması, bizimse sınırlı insanlar olmamızdı. Tanrı bizim ona kıyasla aşırı derecede sınırlı olan anlayışımıza sığabilmesi için kendisini daha ulaşılır kılması gerekiyor Kutsal Kitap’ta. O zaman nasıl bir yetişkin bebekle konuşurken çok çok basit bir dil kullanırsa Tanrı da bizimle o şekilde bir iletişim kuruyor. Nasıl bir dadı bir bebekle konuşurken hecelerse, Tanrı da bizimle öyle heceleyerek konuşuyor. Bu hecelemenin ve bebekçe konuşmanın doğru olmadığı anlamına gelmiyor. Mesela 18 aylık torunuma pekçok gerçek, doğru şey söylüyorum ama onun çok sınırlı anlayışına ulaşılır kılmam gerekiyor sözlerimi ve Tanrı da o şekilde uyarlıyor sözlerini. Calvin başka bir yerde diyor ki Kutsal Yazıları güvenli bir şekilde takip edebiliriz tıpkı bir annenin çocuğuna yavaşça eğilmesi gibi. O zaman Calvin Kutsal Kitabın Tanrı’nın sözü olduğuna inanıyordu aynı zamanda bizim anlayışımıza ulaşabilmek adına Tanrı’nın buna uyarlaması, ulaşılır kılması gerektiğine inanıyordu. Aynı zamanda Calvin diyordu ki Tanrı’nın sözü ve Tanrı’nın Ruh’u birlik içinde hareket etmeli. Ona göre Katolik kilisesinin en büyük hatalarından birisi Kutsal Yazılar’ın yetkisine dayanmadan Kutsal Ruh’un yönlendirişinin ardından gitmeleriydi. Tanrı’nın sözüne bağımlı olmadığın sürece Tanrı’nın Ruhu’na sahip olamazsın. Bu imkansızdır çünkü Kutsal Kitap Tanrı’nın esinlemesi, üflemesi ile ortaya çıkmıştır. Hem Ruha hem de söze ihtiyacımız var. Calvin diyor ki, peygamberler aracılığıyla peygamberlerin yüreğine konuşan Ruhun aynısı bizim yüreklerimizin de içine girmeli ki Tanrısal olarak ne buyurulduysa bunu ilan edebilelim. Calvin için Kutsal Yazılar kendi yetkilerini ortaya koyuyordu zaten. Kutsal Kitabı okuduğumuzda O’nun kendisi, Tanrı’nın Ruh’unun kendisi bunun Tanrı’nın sözü olduğu konusunda bizi ikna eder ve buna tanık olur. Calvin der ki, biz kendi kendimize kalsak Tanrı’nın kim olduğuna Kutsal Kitabın ne dediğine dair pek çok hayal oluşturabiliriz ve herkes dindar insandır aslında. Dünyada çeşitli dinler var çünkü herkes kafasında kurduğu tanrıyla nasıl iletişim kuracağına dair bir sürü şey oluşturmuş, hayaller kurmuş aklında.
Calvin diyor ki, bizim Tanrı’dan gelen gerçeğe ihtiyacımız var. Kutsal yazılar için kullandığı bir de gözlük benzetmesi vardı. Ben gözlüğümü takmazsam bazı şeyleri bulanık görüyorum ama taktığımda her şey çok net. Calvin Kutsal Kitap da bunun gibidir diyor. Kendi kendimize kaldığımızda Tanrı’ya dair bulanık bir anlayışımız oluyor. Ama Kutsal Kitap gözlüğümüzü taktığımızda her şeyi net bir şekilde görmeye başlıyoruz. Calvin’in Kutsal Yazılara dair bu görüşlerinden dolayı iki tane çok net, önemli uygulama çıkıyor. Öncelikle diyor ki eğer Tanrı’nın sözü gerçek bir şekilde öğretilmiyorsa o yer bir kilise değildir. O zaman Calvin için gerçek bir kilisenin ilk işareti Tanrı’nın sözünün orada öğretiliyor olmasıydı. Ve aslında bu ilkeyle birlikte Calvin 16.yy’da insanların nerede kiliseye gidip gitmemeleri konusunda yönlendiriş veriyordu. Eğer bir grup kendisine Hristiyan diyorsa ve onlar Tanrı’nın sözüne bağımlı ve O’na itaatkâr bir şekilde yaşamıyorsa o zaman öyle demeleri boştur. İlan edilen Müjde’nin yazılı olan Kutsal Kitaba bağımlı bir şekilde ilan edilmesine çok önem veriyordu Calvin.
Ve bundan gelen ikinci sonuç da Tanrı’ya ibadetle ilgiliydi. İbadet sadece benim hoşuma giden bir şeyi yapmak ya da kilisemin yüzyıllardır bir gelenek olarak yaptığı şeyler değildi. Mesele benim duygusal olarak çok canlı hissetmemi sağlayacak bir deneyim yaşamak değil. Calvin, Tanrı’nın sözünün açıkça onaylamadığı ibadet tarzlarına çok net bir şekilde karşıydı. Biz Tanrı’yı onurlandırmak istiyorsak Tanrı sözünde O’nu nasıl onurlandıracağımızı söyler buna göre hareket etmemiz gerekir.
Şimdi uygulamaya yönelik birkaç nokta üzerinde durmak istiyorum.
Öncelikle Tanrı’nın halkı Tanrı’dan öğretişe eğitime ihtiyaç duyar. Günahın lanetindeyiz ve o zaman Tanrı’nın bize öğretmesine ihtiyacımız var. Kutsal Yazılar’da defalarca Tanrı’nın halkının Tanrı’dan bize öğret diye yakarışta bulunduğunu görüyoruz. Mesela Mez. 119:18’de mezmurcu der ki “Gözlerimi aç, yasandaki harikaları göreyim.” Tanrı’nın bize öğretmesine ihtiyacımız var. İkincisi Tanrı, sözü aracılığıyla insanları imana çağırmak istiyor. Müjdelemek için elimizdeki en güzel araç Kutsal Kitabın kendisi. Tanrı Mesih’in halkını Kutsal Yazılar aracılığıyla eğitmek istiyor. O zaman öğrenci yetiştirmek için de en iyi program Kutsal Kitap. Eğer insanların İsa Mesih’e iman etmesini istiyorsak Tanrı’nın sözünü müjdelemeliyiz. İnsanları imana getirmek için Tanrı’nın seçmiş olduğu yol bu.
Bu konuda 1. Petrus ve Yakup’tan iki örnek göstermek istiyorum.
Yakup 1:17-18 Her nimet, her mükemmel armağan yukarıdan, kendisinde değişkenlik ya da döneklik gölgesi olmayan Işıklar Babası`ndan gelir. O, yarattıklarının bir anlamda ilk meyveleri olmamız için bizleri kendi isteği uyarınca, gerçeğin bildirisiyle yaşama kavuşturdu.
O zaman bu gerçeğin bildirisiyle Tanrı insanları imana çağırıyor.
1. Petrus1:23-25 Çünkü ölümlü değil, ölümsüz bir tohumdan, yani Tanrı`nın diri ve kalıcı sözü aracılığıyla yeniden doğdunuz. Nitekim,”İnsan soyu ota benzer, Bütün yüceliği kır çiçeği gibidir. Ot kurur, çiçek solar, Ama Rab`bin sözü sonsuza dek kalır.” İşte size müjdelenmiş olan söz budur.
O zaman insanlar Tanrı’nın yeni ve kalıcı sözü aracılığıyla yeniden doğuyorlar.
Üçüncü olarak da Kutsal Kitap temelde özünde nettir. Her konuda net değildir ama Tanrı’nın kim olduğu ve bizim kim olduğumuz gibi en temel konularda çok nettir. İsa’nın kim olduğu ve ne yaptığı konularında çok nettir. Mesih’te kurtuluşa erişmekte imanın, güvenin rolü konusunda yine çok nettir Kutsal Kitap. O yüzden Kutsal Kitaba güvenmeli ve Kutsal Kitabı okumalıyız.
Bu konularda Kutsal Kitabın ne dediğini anlamak için illa uzmanların yorumlamasına ihtiyacımız yoktur. Kilise Tarihi çok değerlidir. Çünkü Kutsal Kitabı anlamamıza yardımcı olur.
Bu konuda bir örnek vereyim: İlk kilisenin önderlerinden biri olan Atanasius 4.yy’da üçlü birlik öğretisi için dimdik ayakta duran bir kişiydi. Ve hatta diyebiliriz ki Atanasius olmasaydı her birimiz Yehova şahidi olurduk ve bu gerçekten iyi bir şey olmazdı ve hepimiz cehennemlik olurduk. O zaman bu çok önemli bir mesele. Atanasius İskenderiye episkoposu oldu ve onun öncesinde İskenderiye’deki kilisede bir ihtiyar görevinde idi. Onun öncesinde de İskenderiye kilisesinin diyakonuydu. Ve İskenderiye kilisesinde diyakon olabilmek için belirli bazı testlerden geçmesi gerekiyordu. Bunlardan bir tanesi de Kutsal Kitabın bayağı bir kısmını ezberlemekti. O zaman Atanasius’un İskenderiye kilisesinde diyakon olabilmesi için neyi ezberlediğini size söyleyeyim. Bütün mezmurları, büyük peygamber kitaplarından bir tanesini, müjdelerden bir tanesini ve Pavlus’un bütün mektuplarını ezberledi. O zaman ben Atanasius’a baktığımda bu adamdan öğrenmek istiyorum diyorum. Aziz Atanasius olduğu için değil ama Kutsal Kitabı çok çalışmış biri olduğu için. Ve tabii ki Martin Luther, Calvin ve pek çok kişi için bu tutumda olmak istiyorum. Çünkü onlar Kutsal Kitabı çalışan ve onun yetkisine itaat eden Hristiyanlardı. Kilise geleneğine olan tutumumuz da bu olmalı. Kilise geleneğine saygı duymalıyız ama onun yetkisine boyun eğmek durumunda değiliz.
Yine bunun bir örneği olarak tarihten bir örnek verelim. 20.yy’daki en büyük ilahiyatçılardan bir tanesi Rudolf Buldmann adında bir kişiydi. Yeni Antlaşma üzerinde odaklanmış ve tamamıyla Yeni Antlaşma’nın Grekçesini ezberlemişti. Öğrencileri de onunla oyun oynar, Dr. Buldmann şu ayeti bize söyleyin derlerdi ve o da Grekçesini ezbere söylerdi. Ama Bultmannı çok da faydalı bulmuyorum ben çünkü o ezberlemiş olduğu Grekçe kelimelerin hiçbirinin Tanrı’nın sözü olduğuna inanmıyordu. Artık aramızda değil ama onun Rabbin yanında olduğuna inanmama işaret edecek pek bir şey yok hayatında. Ama bir gün göklerde Atanasius’la karşılaşacağıma eminim. O zaman bu kilise geleneğine eleştirel ve düşünceli bir şekilde yaklaşmamız gerektiğine bir örnektir.
Uygulamaya dair son bir şeyle bitirmek istiyorum. Tanrı’nın halkının en büyük ihtiyaçlarından biri Tanrı’nın sözünü onlara öğretebilecek ve vaaz edebilecek insanlara sahip olmaktır. Calvin derdi ki Tanrı’nın sözü saf bir şekilde vaaz edildiğinde sanki Tanrı’nın kendisi konuşmuş gibidir. Bu yüzden Pavlus Timoteos’a dedi ki:Tanrı sözünü duyur zaman uygun olsun olmasın 2.Tim. 4:2. Ve aynı zamanda Pavlus, Timoteos’a demişti ki Birçok tanık önünde benden işittiğin sözleri, başkalarına da öğretmeye yeterli olacak güvenilir kişilere emanet et 2.Tim.2:2
Son bir teşvik sözü vermek isterim size. Ayet ezberleyin. Tanrı’nın sözünün aklınıza ve yüreğinizin derinliğine çekilmesine izin verin. Öyle ki sizden akan, sizden sızan bu olsun. Martin Luther, Jean Calvin, Menno Simons bunu yapmanızı isterdi. Tanrı’yı tanımak istiyorsanız Kutsal Kitap’ı okuyun ve tabii ki Hristiyanlar olarak bizim için en büyük sevincimiz budur, “Tanrı’yı tanımak.”