1. Giriş
Kutsal Kitap birçok yerde Tanrı’nın görkemi veya yüceliğinden bahseder. En iyi bilinen ayetlerden birisi Mezmur 19:1 olabilir: “Gökler Tanrı’nın görkemini açıklamakta, gökkubbe ellerinin eserini duyurmakta.”
Mezmur 8:1 benzer bir şey söylüyor: “Ey Egemenimiz RAB, Ne yüce adın var yeryüzünün tümünde! Gökyüzünü görkeminle kapladın.”
Ve Yeşaya şöyle yazıyor: “Kral Uzziya’nın öldüğü yıl yüce ve görkemli Rab’bi gördüm; tahtta oturuyordu, giysisinin etekleri tapınağı dolduruyordu. Üzerinde Seraflar duruyordu; her birinin altı kanadı vardı; ikisiyle yüzlerini, ikisiyle ayaklarını örtüyor, öbür ikisiyle de uçuyorlardı. Birbirlerine şöyle sesleniyorlardı: “Her Şeye Egemen RAB Kutsal, kutsal, kutsaldır. Yüceliği bütün dünyayı dolduruyor.”
Ve Pavlus, Romalılar’a yazdığı mektubunda müjdeyi anlattıktan sonra, 9-11 bölümlerinde Tanrı’nın kurtuluş tarihinde egemen olduğunu güçlü bir şekilde vurguladıktan sonra şu sonuca varıyor: “Tanrı’nın zenginliği ne büyük, bilgeliği ve bilgisi ne derindir! O’nun yargıları ne denli akıl ermez, yolları ne denli anlaşılmazdır! Rab’bin düşüncesini kim bilebildi? Ya da kim Onun öğütçüsü olabildi? Kim Tanrı’ya bir şey verdi ki, karşılığını O’ndan isteyebilsin? Her şeyin kaynağı O’dur; her şey O’nun aracılığıyla ve O’nun için var oldu. O’na sonsuza dek yücelik olsun!”
Tanrı’nın yüceliği Kutsal Kitap’taki en önemli temalardan biridir. Ayrıca, Reformcular için önemli bir kavramdı ve bu yüzden Reform’un beş solası (yalnızcası) arasında yer alıyor. Bu konu ile ilgili üç hedefim var.
İlk olarak, Kutsal Kitap’tan Tanrı’nın yüceliğine dair birçok ayete bakacağız.
İkincisi, Reform’da ve Reformcuların düşüncesinde Tanrı’nın yüceliğini konuşacağız. Bu kavram onlar için ne rol oynadı?
Son olarak, bunun önemini düşüneceğiz. Yani yalnızca Tanrı’ya yücelik, bizim için neden hala geçerlidir ve hayatımızda nasıl bir fark yaratmalı?
2. Kutal Kitap’tan Tanrı’nın yüceliğine dair bir sav.
Kutsal Kitap’tan Tanrı’nın yüceliğine ilişkin söyleyecek çok şey var, ama sadece iki noktaya değinmek istiyorum. Önce Tanrı’nın yüceliği için kısa bir tanım sunmak istiyorum ve ondan sonra Tanrı’nın yüceliğine dair bir savda bulunacağım. Bu sav Reformcuların düşüncesi ve Tanrı’nın yüceliğinin Reformdaki rolünü anlamak için önemli olacak.
İlk olarak iki tanıma bakalım. Bunları Kutsal Kitap’tan savunmak için zamanımız yetmez ama zamanımız olsaydı bence Kutsal Kitap’a uygun bulurdunuz. Bir yazar Tanrı’nın yüceliğini şu şekilde tanımlıyor: “Tanrı’nın yüceliği O’nun varlığının güzelliği, görkemi ve büyüklüğüdür; bu nedenle gerek kurtuluşta gerekse yargıda, her yaptığı işte, Tanrı’nın varlığının büyüklüğü gösteriliyor.” (Tom Schreiner, For the Fame of God’s Name: Essays in Honor of John Piper, p. 216.)
Burada dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum. Tanrı’nın yüceliği sadece kurtuluşta değil, yargıda da sergilenebilir. Daha sonra bunu Kutsal Kitap’tan da göreceğiz.
Başka bir yazar Tanrı’nın yüceliğini çok kısa bir şekilde tanımlıyor: “Tanrı’nın yüceliği, Tanrı’nın karakterinin sergilenmesidir.” ya da dışa vurulması (Charles C. Ryrie, Transformed by His Glory (Wheaton, IL: Victor Books, 1990), 45, cf. 17–19. Quoted in Morgan, Christopher W.. The Glory of God (p. 46). Crossway. Kindle Edition.) Bu tanıma göre, Tanrı hangi niteliklere sahip ise, bu nitelikleri eylemlerinde sergilediği zaman, O’nun yüceliğini görmüş oluyoruz. Ve şimdi bu tanımlar ışığında Tanrı’nın yüceliğine dair savım şudur:
Her yaptığı işte Tanrı’nın nihai amacı kendi yüceliğini göstermektir. Hemen şunu ekleyeyim: bu Tanrı’nın tek amacı değil. Kutsal Yazılara göre, Tanrı’nın başka amaçları da vardır. Bu amaçlar arasında Tanrı sevgisi, merhameti, kutsallığı, gücü, vaatlerine sadakatini göstermek, halkını kurtarmak istiyor, ve saire. Ama Tanrı’nın başka amaçları olduğu halde, Kutsal Kitap’a baktığım zaman Tanrı’nın nihai amacı kendi yüceliğini göstermek sonucuna varıyorum. Diğer tüm amaçları bu nihai amacını destekliyor ve yerine getiriyor. Peki, şimdi bakalım bu sav Kutsal Kitap’a uygun mu diye?
Başlangıçta Mezmur 19’da okuduğumuz gibi, Tanrı yüceliğini yaratılışta sergiliyor. Başka ayetler de bunu bildiriyor. Ve Tanrı neden bunu yapıyor? En azından kısmen olarak kendisini bize tanıtmak için. Mesela Romalılar 1:20 şöyle diyor: “Tanrı’nın görünmeyen nitelikleri -sonsuz gücü ve Tanrılığı- dünya yaratılalı beri O’nun yaptıklarıyla anlaşılmakta, açıkça görülmektedir.” Yani, Tanrı kendisini yarattığı evrenle tanıtıyor bize.
Ama eninde sonunda, yaratılış bizim için değil, Tanrı içindir. Koloseliler 1:16 ne diyor? “Nitekim yerde ve gökte, görünen ve görünmeyen her şey -tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar- O’nda yaratıldı. Her şey O’nun aracılığıyla ve O’nun için yaratıldı.”
Tanrı dünyayı bizim için değil, kendisi ve kendi yüceliğini göstermek için yarattı.
Aynı zamanda Tanrı insanı kendi yüceliği için yarattı. Yeşaya 43:7 şöyle diyor: “Yüceliğim için yaratıp biçim verdiğim, adımla çağrılan herkesi, Evet, oluşturduğum herkesi getirin diyeceğim.”
Yeşaya’da bu ayet İsrail’e söylendi. Yani burada Tanrı İsrail’i kendi yüceliği için yarattı diyor. Ama bu ayette kullanılan “yaratmak, biçim vermek, oluşturmak” kelimeleri bize neyi hatırlatıyor? Evet, ilk yaratılış.
Tanrı insan nasıl yarattı? Kendi benzeyişinde. Bu yüzden Tanrı’nın yüceliğini yansıtmalıyız ve insan Tanrı’nın yüceliği için yaratıldı diyebiliriz.
Yaratılıştan başka işlerinde de Tanrı kendi yüceliğini göstermeyi amaçlıyor.
Çıkış’a bakarsak, Tanrı Firavun’u neden ayakta tuttu? Çıkış 9:16’da belalar devam ederken, Tanrı Firavun’a şöyle diyor:
“Gücümü sana göstermek, adımı bütün dünyaya tanıtmak için seni ayakta tuttum.”
Buradaki amacı fark ediyor musunuz? Tanrı kendi gücünü göstermeyi, kendi adını dünyaya tanıtmayı amaçlıyor. Bu şekilde karakterini gösteriyor, yani yüceliğini göstermiş oluyor. Tanrı yüceliğini göstermek için Firavun’u ayakta tuttu. Ayrıca, Tanrı’nın Firavun’u yargılamaktaki amacı kendi yüceliğini göstermekti. İsrail Mısır’dan kaçarken, Firavun onları kovalamaya başlıyor ve o zaman Tanrı Musa’ya şöyle diyor:
“Ben Mısırlılar’ı inatçı yapacağım ki, artlarına düşsünler. Firavun’u, bütün ordusunu, savaş arabalarını, atlılarını yenerek yücelik kazanacağım. Firavun, savaş arabaları ve atlılarından ötürü yücelik kazandığım zaman, Mısırlılar bilecek ki, ben RAB’bim.” (Çıkış 14:17-18)
Demin değindiğimiz bir nokta hatırlayalım. Tanrı hem kurtuluşta hem de yargıda yücelik kazanıyor. Burada, Firavun’u yargılamakla yücelik kazanıyor. Ama aynı olayda İsrail’i kurtarmakla yücelik kazanıyor. Mezmur 106:7-8 bunu açıkça söylüyor:
“Atalarımız Mısır’dayken yaptığın harikaları anlamadı, çok kez gösterdiğin sevgiyi anımsamadı, denizde, Kızıldeniz’de başkaldırdılar. Buna karşın RAB gücünü göstermek için, adı uğruna kurtardı onları.”
Söylediğimiz gibi eğer Tanrı’nın yüceliği O’nun karakterini dışa vuruşu ise, o zaman Tanrı kendi gücünü gösterdiği zaman yüceliğini göstermiş oluyor. Ve hem Firavun’u yargılarken hem de İsrail’i kurtarırken bunu yaptı.
Daha sonra, İsrail sadıksız olup putlara döndüğü zaman, Tanrı merhametini gösterdi. Neden? Yine Yeşaya’ya bakalım:
“Adım uğruna öfkemi geciktiriyorum. Ünümden ötürü kendimi tutuyorum, yoksa sizi yok ederdim. Bakın, gümüşü arıtır gibi olmasa da sizleri arıttım, sıkıntı ocağında denedim. Bunu kendim için, evet, kendim için yapıyorum. Adımı bayağılaştırmanızı nasıl hoş görebilirim? Bana ait olan onuru başkasına vermem.”
Bu arada, bu ayette onur diye çevrilen kelime eski İbranice’de kabod kelimesidir.
Bu da Türkçe Kutsal Kitap’ın birçok yerinde yücelik diye çevriliyor ve Eski Antlaşma’da yücelik için en sık kullanılan kelime.
Evet, Tanrı kendi halkını seviyor ve onları kurtarmak istiyor, ama Yeşaya 48:9-11 ayetlerinden şunu çıkartıyorum. Tanrı’nın onları kurtarmaktaki en büyük amacı kendi adının, kendi yüceliğinin korunmasıdır.
Tanrı yaratılışta, kurtuluşta ve yargıda yüceliğini gösteriyor. Ama en açık şekilde yüceliğini nerede gösteriyor? Evet, İsa Mesih’te.
Yuhanna 1:14, bildiğimiz bir ayet: “Söz, insan olup aramızda yaşadı. O’nun yüceliğini Baba’dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul’un yüceliğini gördük.”
İbraniler 1:3 şöyle diyor: “Oğul, Tanrı yüceliğinin parıltısı, O’nun varlığının öz görünümüdür.”
İsa Mesih’te Tanrı’nın kutsallığı, merhameti, lütfu, doğruluğu, sevgisi, ve diğer niteliklerini görüyoruz. Ama İsa Mesih’te bir paradoks var. Tanrı İsa Mesih’te yüceliğini gösteriyor ama sadece gücünde ya da mucizelerinde değil; aynı zamanda yüceliğini İsa Mesih’in alçaltılması ve acı çekmesiyle de gösteriyor.
İsa Mesih dünyaya geldiği zaman, ululuğunu bir yana bıraktı, (Fil. 2:7-8), günahlı insan benzerliğinde gönderildi (Rom. 8:3).
Doğuşu ilan edildiğinde, Rab’bin görkemi meleklerin çevrelerini aydınlattı ama meleklerin ilanı neydi? “İşte size bir işaret: Kundağa sarılmış ve yemlikte yatan bir bebek bulacaksınız.” (Luka 2:12)
Ne kadar alçakgönüllü bir doğuşu vardı.
Hizmeti boyunca, İsa Mesih öğrencilerine acı çekmem gerekiyor diyordu. Ve sürekli olarak dini önderlerden zulüm gördü.
İhanet edildiği akşam İsa Mesih şöyle dedi, “İnsanoğlu şimdi yüceltildi.” (Yuhanna 13:31)
Ve o akşam daha sonraki saatte, İsa şöyle dua ediyor: “Yapmam için bana verdiğin işi tamamlamakla seni yeryüzünde yücelttim. Baba, dünya var olmadan önce ben senin yanındayken sahip olduğum yücelikle şimdi beni yanında yücelt.” (Yuhanna 17:4-5)
Ama nasıl yüceltilecekti? Çarmıhta acı çekerek.
Çarmıhın amacı neydi? Evet, elbette bizi kurtarmaktı, ama daha büyük bir amaç vardı: Tanrı ve Isa Mesih’i yüceltmek. İsa Mesih çarmıha gidecekken yüceltilmesinden bahsediyor. Pavlus da kurtuluşumuzdan bahsederken benzer bir şey söylüyor (Romalılar 3:25-26):
Tanrı Mesih’i, kanıyla günahları bağışlatan ve imanla benimsenen kurban olarak sundu. Böylece adaletini gösterdi. Çünkü sabredip daha önce işlenmiş günahları cezasız bıraktı. Bunu, adil kalmak ve İsa’ya iman edeni aklamak için şimdiki zamanda kendi adaletini göstermek amacıyla yaptı.
Evet, bizi aklamak için yaptı ama ayrıca kendi adaletini göstermek için de yaptı. Ve bunu çarmıhta acı çekerek yaptı. Yani, İsa Mesih acı çekmesinde yücelik kazandı.
Ama tabi ki, diriliş olmadan İsa Mesih’in yüceltilmesi tamamlanmış olmazdı. Petrus’un İsa Mesih hakkında söylediği gibi, Tanrı İsa Mesih’i ölümden diriltip O’nu yüceltti (1 Pet 1:21).
Pavlus da diyor ki, İsa Mesih Baba’nın yüceliği sayesinde ölümden dirildi (Rom 6:4) ve artık İsa Mesih’in yüce bedeni var (Fil. 3:21). İbraniler’e göre İsa Mesih meleklerden biraz aşağı kılınmıştı ama artık yücelik ve onur tacı giydirilmiştir (İbr. 2:5-9).
Ve dönüşünde de İsa Mesih yüceltilecek. 2 Selanikliler 1:8b-10 şöyle diyor: “Rabbimiz İsa, Tanrı’yı tanımayanları ve kendisiyle ilgili Müjde’ye uymayanları cezalandıracak. Böyleleri Rab’bin varlığından ve yüce gücünden uzak kalarak sonsuza dek mahvolma cezasına çarptırılacaklar.”
Sonraki cümleye dikkat edelim. “Bütün bunlar Rab’bin kendi kutsalları arasında yüceltilmek ve bütün imanlılarda hayranlık uyandırmak üzere geldiği gün olacak. Sizler ise iman edenlerdensiniz. Çünkü size ettiğimiz tanıklığa inandınız.”
İsa Mesih döndüğü zaman yüceltilecek. Hem kurtuluşta hem de yargıda.
Ve Kutsal Kitap, sonunda bütün dünya Tanrı’nın yüceliğiyle doldurulacak ve tüm uluslar Tanrı’ya diz çökecek diyor.
Kutsal Kitap’tan Tanrı’nın yüceliği konusunda değinmek istediğim son bir nokta var. Aslında bir alt madde sayılabilir ama açıkça vurgulamak istiyorum.
Tanrı’nın insanları günahtan kurtarmaktaki en büyük amacı kendi yüceliğini göstermektir. Bu belki Reform’la ilgili Tanrı’nın yüceliği konusunda söylememiz gereken en önemli şey olabilir ve daha sonra bu düşünceyi Reformcuların yazılarında da göreceğiz. Ama önce bunu Kutsal Kitap’tan göstermek istiyorum. Bunun için Efesliler ve Filipililer’den birkaç ayete bakalım.
Efesliler 1:5-6 şöyle diyor: “Kendi isteği ve iyi amacı uyarınca İsa Mesih aracılığıyla kendisine oğullar olalım diye bizi önceden belirledi.”
Şimdi bir saniye duralım. Burada seçilmişlik ya da önceden belirleme konularına takılmak istemiyorum. Bunlar başka zaman için başka konular. Aslında vurgulamak istediğim nokta sonraki cümlede:
“Öyle ki, sevgili Oğlu’nda bize bağışladığı yüce lütfu övülsün.” Yani, Tanrı’nın bizi seçmekteki amacı kendi yüce lütfunun övülmesi. Evet, bizi seviyor ve kurtarmak istiyor, ama bu ayete göre yüce lütfu övülsün diye bizi kurtarıyor.
Efesliler’de birkaç ayet sonra aynı fikir görülüyor. (Efesliler 1:11-14): “Her şeyi kendi isteği doğrultusunda düzenleyen Tanrı’nın amacı uyarınca önceden belirlenip Mesih’te seçildik.”
Buradaki amaç nedir? “Öyle ki, Mesih’e ilk umut bağlayan bizler, O’nun yüceliğinin övülmesi için yaşayalım. Gerçeğin bildirisini, kurtuluşunuzun Müjdesi’ni duyup O’na iman ettiğinizde, siz de vaat edilen Kutsal Ruh’la O’nda mühürlendiniz. Ruh, Tanrı’nın yüceliğinin övülmesi için Tanrı’ya ait olanların kurtuluşuna dek mirasımızın güvencesidir.”
Yine burada tekrar aynı vurgu var. Tanrı bizi kurtarıyor ama bunu sadece biz kurtulmuş olalım diye yapmıyor. Bizi kurtarmakla kendisini yüceltiyor. Yani, kurtuluşumuzun daha büyük bir amacı var: O’nun yüceliği.
Filipililer’de de aynı düşünce var: “Duam şu ki, sevginiz, bilgi ve her tür sezgiyle durmadan artsın. Öyle ki, üstün değerleri ayırt edebilesiniz ve böylece Tanrı’nın yüceltilip övülmesi için İsa Mesih aracılığıyla gelen doğruluk meyvesiyle dolarak Mesih’in gününde saf ve kusursuz olasınız.” (1:9-11)
Amacı fark ediyor musunuz? Evet, Tanrı saf ve kusursuz olmamızı istiyor. Ama neden? Burada ne diyor Pavlus? Tanrı’nın yüceltilip övülmesi için.
Yine nihai amaç nedir? Tanrı’nın yüceliğidir.
O zaman Kutsal Kitap Tanrı’nın kendi görkemini yücelttiğini vurguluyor. Ve bu gerçek, Reformcular için de son derece önemliydi. Ama Reformculara geçmeden önce, belki aklımıza gelebilecek bir soru daha var.
Bizim kendimizi yüceltmemiz günahken neden Tanrı’nın kendisini yüceltmesi olur?
Bir yazar bu soruyu şu şekilde cevaplıyor: “Öyle şeyler var ki, bunlar bize yasak, Tanrı’ya ise yasak değildir; çünkü biz Tanrı değiliz ama O Tanrı’dır. Bizim kendi kendimizi değil, Tanrı’yı yüceltmemiz gerekir çünkü biz Tanrı değiliz, O ise Tanrıdır. Tanrı’nın da bu ilkeye sadık kalması demek, O’nun da bizi yüceltmek yerine kendisini yüceltmesi demektir. Burada ana prensip şu değildir: Kendi görkemini yüceltme. Aslında ana prensip şudur: Sınırsız bir şekilde görkemli olanın görkemini yücelt. Bunun bizim için anlamı Tanrı’yı yüceltmektir. Tanrı için anlamı ise Tanrı’yı yüceltmektir. Bizim için anlamı kendi yüceliğimizi aramamalıyız. Tanrı için anlamı ise kendi yüceliğini aramalıdır.” (John Piper, Let the Nations Be Glad (Downers Grove: IVP, 1993), 24.)
Ama Tanrı kendisini yüceltirken, bizim iyiliğimizi de düşünüyor. Başka bir yazar şöyle diyor: “Tanrı kendi yüceliğini ararken yarattıklarının iyiliğini arar çünkü yüceliğinin ortaya çıkması … yarattıklarının iyiliği ve mutluluğu demek. Ve Tanrı onlar için kendi doluluğunu açıklarken bunu kendisi için yapar çünkü, onların iyiliği, ki kendisi bunu aramaktadır, O’nunla birlik ve paydaşlık içindedir. Tanrı onların iyiliğidir.” (Jonathan Edwards, The End for Which God Created the World. Piper, God’s Passion for His Glory, p. 176)
Başka bir deyişle, kendisini yüceltmek ve bizim için kendi yüceliğini göstermekle, Tanrı aslında bizim iyiliğimizi arıyor çünkü sonunda bizi tatmin edebilecek tek şey Tanrı’nın yüceliğidir.
3. Reform’da Tanrı’nın Yüceliği
Şimdi artık dikkatimizi Reform’a çevirelim. Reformcular özellikle Katolik Kilisesinin öğretiş ve uygulamalarına cevap verirken Tanrı’nın yüceliği onların düşüncesinde ne gibi rol oynadı?
Bu konuya başlarken ilk olarak yalnızcalarla ilgili bir yorum yapmak istiyorum.
Reform’u özetlemek için beş yalnızca kullanılıyor: Yalnızca Kutsal Yazılar, Yalnızca İse Mesih, Yalnızca İman, Yalnızca Lütuf ve Yalnızca Tanrı’ya Yücelik.
Şimdi yalnızca Tanrı’ya yücelik ile diğer dört yalnızca arasındaki bağlantıdan bahsetmek istiyorum. Diğer dört yalnızca Reformcuların Katolik Kilisesinde gördüğü belirli sorunlara cevap veriyor.
Ama yalnızca Tanrı’ya yücelik, bir anlamda o diğer dört yalnızcanın arkasında duruyor ve biraz dolaylı bir şekilde ortaya çıkıyor. Yani, bu yalnızca, yalnızca Tanrı’ya yücelik, kendi başına durmuyor. Diğer yalnızcalarla bağlantılı.
Bu yüzden Reform’a bakarken birkaç noktada bu yalnızca ile diğer dört yalnızca arasındaki bağlantıları göstermeye çalışacağım.
Önceki oturumlarda söylendiği gibi, Reform, Katolik Avrupa bağlamında başladı ve Reformcular Katolik Kilisesinin hatalarına karşı çıkıyordu. Yalnızcalar açısından bu hatalar neydi, Reformculara göre? Tabi ki, Katolik Kilisesi Kutsal Yazılar, iman, lütuf veya İsa Mesih’i reddetmedi. Ama Katolik Kilisesinin itiraz ettiği, yalnızca kelimesiydi. Yani, Katolik Kilisesi, yalnızca Kutsal Yazılar, yalnızca imanla aklanma, yalnızca lütuf ve yalnızca Mesih öğretilerini reddetti.
Ama Katolik Kilisesi, yalnızca Tanrı’yı yüceltmek kavramını reddetti mi? Yani, Katolik Kilisesi Tanrı’dan başkasını mı yüceltmek istedi?
Sanırım bunu bilinçli olarak açık bir şekilde yapmak istemedi. Oysa, Reformculara göre Katolik Kilisesi öğretiş ve uygulamalarından dolayı başkasını yüceltmiş oldu.
Örneğin, Katolik Kilisesi Kutsal Yazıları reddetmedi, ama kilisenin resmi yorumlarını Kutsal Yazılara eşit kıldı. Reformculara göre, bu da Tanrı’ya değil, insanlara yücelik kazandırdı.
Ayrıca Katolik Kilisesi, iman, kurtuluş için gerekmiyor demedi tabii ki. Ama, Kilise eylemlerin kurtuluşa katkısı olduğunu öğretiyordu. Hatta, Reform’un başlangıcından yaklaşık 30 sene sonra Katolik Kilisesi Trent şehrinde bir konsey başlattı ve bu konsey açık bir şekilde Reformcuların yalnızca imanla aklanma öğretişini reddetti.
Reformculara göre, eğer aklanma hem iman hem de eylemlere dayanıyorsa, o zaman hem Tanrı hem de insan yücelik kazanır ve bu şekilde yalnızca Tanrı’ya yücelik fikri reddedilmiş olur.
Aynı şekilde Katolik Kilisesi, Tanrı’nın lütfuna ihtiyaç olduğunu reddetmedi. Ama yine de, eğer aklanma kısmen de olsa eylemlerden kaynaklanıyorsa, o zaman aklanma sadece lütufla gerçekleşmiyor ve insan da yücelik kazanıyor.
Ve Katolik Kilisesi, İsa Mesih’e de ihtiyaç olduğunu reddetmedi ama Meryem’in aracı rolünü onayladı ve bir anlamda azizlere de aracılık rolünü tanıdı. Dolayısıyla, Reformculara göre, Kilisenin öğretiş ve uygulamalarında, Meryem’le azizler de yücelik kazanıyor.
Üstelik, Katolik Kilisesi kendisini İsa Mesih’in devam eden bedenlenmesi olarak gördüğü için, Kilise de yücelik kazanıyor çünkü insanlar direkt İsa Mesih’ten değil, kiliseden lütuf alıyor. Bu yüzden yalnızca İsa Mesih öğretisi en azından küçümsenmiş oluyor eğer dolaylı olarak reddedilmiyorsa.
Şimdi Reformcuların bakış açılarını daha iyi görebilmek için onların yazılarından bazı örneklere bakalım.
Ve Luter’den başlayalım.
Luter ve Yalnızca Tanrı’ya Yücelik
Galatyalılar 1:6-7’de Pavlus müjdeyi çarpıtanlardan bahsediyor. Luter’in bu ayetler üzerindeki yorumlarına bakacağız ama önce ayetleri okuyalım.
“Sizi Mesih’in lütfuyla çağıranı bırakıp değişik bir müjdeye böylesine çarçabuk dönmenize şaşıyorum. Gerçekte başka bir müjde yoktur. Ancak aklınızı karıştırıp Mesih’in Müjdesi’ni çarpıtmak isteyenler vardır.”
Luter şöyle yorum yapıyor: “İşlerden kaynaklanan doğruluğu öğreten her öğretmen sorun çıkarmış olur. Papanın, kardinallerin, piskoposların, keşişlerin ve İblis’in tüm havrasının sorun çıkardığını hiç fark etmediniz mi? Gerçek şu ki, onlar sahte peygamberlerden de kötüdür. Sahte elçiler, kurtuluş için Mesih’e imanın yanı sıra Tanrı’nın Yasası’nın işlerinin de gerekli olduğunu öğrettiler. Fakat papacılar imanı tümüyle gözardı ederler ve kendilerinin oluşturduğu gelenekler ve Tanrı tarafından buyrulmamış, nitekim Tanrı Sözü’ne aykırı olan, işlerin yerine getirilmesini öğretirler. Bu geleneklere özellikle dikkat edilmesini ve itaat edilmesini talep ederler.”
Belki Luter’in sözlerinde biraz abartı olabilir. Luter için sıradışı bir şey olmaz, ama dikkatinizi çekmek istediğim nokta şudur: Luter Katolik Kilisesinin eylemlere dayalı bir aklanma öğretisine sahip olduğuna kesin bir şekilde inanıyordu.
Birkaç ayet sonra, Galatyalılar 1:11-12’de, Pavlus şöyle yazıyor: “Kardeşlerim, yaydığım Müjde’nin insandan kaynaklanmadığını bilmenizi istiyorum. Çünkü ben onu insandan almadım, kimseden de öğrenmedim. Bunu bana İsa Mesih vahiy yoluyla açıkladı.”
Luter’in bu ayetler üzerindeki yorumlarını okumadan önce, Reform’dan önce Luter’in nerede olduğunu hatırlayalım. Luter manastıra girmişti ve orada birkaç sene yaşadı. Oradayken Luter’in akıl hocası ve günahlarını çıkartığı Staupitz adlı bir adam vardı.
Luter demin okuduğumuz ayetler üzerindeki yorumlarında Staupitz’ten bahsediyor: “Müjde’yi savunmaya ilk başladığımda Doktor Staupitz’in bana ne dediğini hatırlıyorum. Dedi ki, ‘Duyurduğun doktrinin, insanı değil de, sadece Tanrı’yı yüceltmesi çok hoşuma gidiyor’…Değerli Doktorun bu sözleri beni rahatlattı ve teyit etti. Müjde doğrudur çünkü insanı yüceliğinden, bilgeliğinden ve doğruluğundan mahrum eder ve tüm onuru sadece Yaratıcı’ya verir. İnsandansa Tanrı’ya fazlasıyla yücelik vermek daha güvenli olacaktır.”
Luter’in öğrettiği ve sadece Tanrı’yı yücelten müjde neydi? Yalnızca imanla aklanma, yalnızca lütuf ve yalnızca İsa Mesih idi. Bunu yalnızca Kutsal Kitap’ın yetkisine dayanarak savundu. Ve bu müjde yalnızca Tanrı’ya yücelikle sonuçlandı. Ama burada şunu sormak lazım: Luter Katolik Kilisesinin öğretişini doğru mu anladı?
Bunu cevaplamak için sadece Katolik Kilisesinin Reformcuların iddialarına verdiği yanıtlara bakmak yeter.
Biraz önce Trent Konseyi’nden bahsettik. Reform’un başlangıcından yaklaşık 30 sene sonra başladı. Katolik Kilisesinin Trent şehrinde yaptığı bir konsey idi. Ve bu konseyin en büyük amaçlarından birisi Reformcuların öğretişine cevap vermekti. Konsey aralıklarla 1545’ten 1563’e kadar devam etti. Bu konseyden Katolik Kilisesinin aldığı değişik kararlar ve kanunlar çıktı.
Bu kanunlarda Katolik Kilisesi lütfun önemini reddetmedi, aslında onu savundu. Mesela, Kilise şöyle dedi: “Kim ki, insanın, ister kendi doğal güçleri isterse yasanın gerekleri aracılığıyla, İsa Mesih aracılığıyla ilahi lütuf olmadan, Tanrı karşısında kendi işleriyle aklanabileceğini söylerse, aforoz edilsin.” (Kanun 1)
Evet, Kilise’ye göre aklanmak için lütuf şarttır. Ama Katolik Kilisesi aynı belgede yalnızca imanla aklanma doktrinini açıkça reddetti. Konseyin 9. kanunu şöyle diyor: “Kim ki, günahkarın yalnızca imanla aklanacağını, aklanma lütfunu elde etmek için işbirliği yapmak üzere başka hiçbir şeye gerek olmadığını ve kendi iradesinin eylemiyle hazır veya meyilli olmasının hiçbir şekilde gerekli olmadığını söylerse, aforoz edilsin.” (Kanun 9)
Aksine, Katolik Kilisesi aslında yaptığımız eylemlerin aklanmamızı arttırdığını savundu.
“Kim ki, alınan adaletin korunmadığını ve iyi işler aracılığıyla Tanrı huzurunda artırılmadığını, aksine işlerin sadece elde edilmiş aklanmanın meyvesi ve belirtisi olduğunu söylerse aforoz edilsin.” (Kanun 24)
Özet olarak Kilise imana ihtiyaç olduğunu inkâr etmedi ama daha önce söylediğimiz gibi, Reformcuların yalnızca imanla aklanma doktrinini resmen reddetti. Luter bunu çok iyi anladı ve ona göre, Katolik Kilisesinin öğretişi Tanrı’dan yüceliğini “çalmış” gibi çünkü aklanma yalnız imana değil, iman artı eylemlere dayalıydı.
Yani, tabii ki, kimse Tanrı’nın yüceliğini çalamaz ama Reformcuların demek istediği şu: Katolik Kilisesi öğretiş ve uygulamalarıyla Tanrı’yı yüceltmek yerine kendisini yüceltiyordu.
Luther ve “Yücelik Teolojisi”
Luter yalnızca Tanrı’ya yücelik vermeyen herhangi bir müjdeye karşı idi. Ama Luter aynı zamanda “yücelik teolojisi” dediği yaklaşımı sert bir şekilde eleştirdi. Yani, Luter için yücelik teolojisi iyi bir şey değildi. Ama bu yücelik teolojisini incelediğimiz zaman, Luter’in aslında yapmaya çalıştığının Tanrı’ya yücelik vermek olduğunu görebiliyoruz.
O zaman bu “yücelik teolojisi” neydi?
Luter 95 maddesini kilise kapısına çiviledikten yaklaşık altı ay sonra, görüşlerini savunmak için bir tartışmaya çağrıldı. Bu tartışma Almanya’da Heidelberg şehrinde yapıldı ve artık Heidelberg Tartışması olarak biliniyor.
Luter bu sefer konuşmak istediği 28 madde yazdı. Birazdan bazılarına bakacağız. Bu maddelerde “yücelik teolojisi” ile “çarmıh teolojisi” arasında bir kıyas yapıyor.
Luter’e göre o zamanlardaki kilisede yücelik teolojisi yaygındı. Ve bu yaklaşım, diyor Luter, Tanrı’yı yanlış bir şekilde tanımaya çalışıyor. Yani, bu yücelik teolojisi Tanrı’dan lütuf almadan ve iman olmadan insan aklıyla Tanrı’yı tanımaya çalışıyor.
Bu 28 maddede Luter şöyle yazıyor:
“İnsanın Mesih’in lütfunu almaya hazır olmadan önce kendi becerisinden tamamıyla ümidini kesmiş olması gerektiğine kuşku yoktur… Tanrı’yla ilgili görünmez şeylere, gerçekten olan şeylerde (Romalılar 1:20) sanki net bir şekilde algılanabilirmiş gibi bakan kişi kendisine ilahiyatçı denmesini hak etmez…. Çarmıh ve çekilen acı aracılığıyla Tanrı’yla ilgili görünen ve açıklananı kavrayan kendisine ilahiyatçı denmesini hak eder.” (Quoted in Olson, Roger E.. The Story of Christian Theology (p. 381). InterVarsity Press. Kindle Edition.)
Başka deyişle, Tanrı’yı sadece yaratılmış dünyada gördüklerimize göre düşünürsek (Rom. 1:20’de bahsedilen nitelikler gibi), Tanrı’yı doğru tanıyamayız. Neden? Çünkü Tanrı’yı doğru tanımak istersek, İsa Mesih’in çarmıhına bakmak lazım.
Heidelberg Tartışması’nda Luter şöyle devam ediyor: “Şu açıktır: Mesih’i tanımayan kişi, acıda saklı olan Tanrı’yı tanımaz… Bu nedenle, çarmıhın iyiliğine kötülük, bir işin kötülüğüne iyilik derler. Söylendiği gibi, Tanrı ancak acıda ve çarmıhta bulunabilir. Bu nedenle, çarmıhın dostları çarmıhın iyi ve işlerin kötü olduğunu söyler çünkü çarmıh aracılığıyla işler tahttan indirilir ve, özellikle işlerle kabaran “eski Adem”, çarmıha gerilir. İnsanın, kendisinin değersiz olduğunu ve işlerinin kendisine değil Tanrı’ya ait olduğunu bilene kadar acı ve kötülükle yıkılmış olmadığı sürece, “iyi işleri” nedeniyle kabarmaması mümkün değildir.”
Yani, Luter için eğer çarmıh aracılığıyla Tanrı’yı tanımazsak, o zaman eylemlerimize güveniriz. Neden? Çünkü çarmıha baktığımız zaman bir hiç olduğumuzu ve eylemlerimizin bizi kurtaramayacağını anlıyoruz.
Ama şunu da iyi bilmek lazım: Luter iyi eylemler yapmamız gerekmediğini söylemiyor. Ama iyi eylemlerin amacını iyi anlamak lazım. Luter bu Heidelberg Tartışması’nda bu konuya değiniyor. Şöyle diyor: “Çok şey yapan doğru değil, işler olmadan Mesih’e çok inanan doğrudur. Çünkü Tanrı’nın doğruluğu sık sık tekrarlanan eylemlerle elde edilmez… imanla verilir çünkü ‘İmanla aklanan yaşayacaktır.’ (Romalılar 1:17), ve ‘Çünkü insan yürekten iman ederek aklanır’ (Romalılar 10:10). Bu nedenle, ‘işler olmadan’ sözlerinin şöyle anlaşılmasını istiyorum: Doğru olan kişi hiçbir şey yapmıyor değildir, fakat işleri onu doğru yapmaz, aksine, onun doğruluğu işler yaratır. Çünkü lütuf ve iman, bizim işlerimiz olmadan, içimize dökülür. Bunlar verildikten sonra işler bunları izler. Çünkü Romalılar 3:20 şöyle der, ‘Yasa’nın gereklerini yapmakla hiç kimse Tanrı katında aklanmayacaktır’ ve ‘Çünkü insanın, Yasa’nın gereklerini yaparak değil, iman ederek aklandığı kanısındayız’ (Romalılar 3:28). Diğer bir deyişle, işlerin aklanmaya hiçbir katkısı yoktur.”
Sonuç nedir? Madem iyi eylemlerimizin aklanmamıza hiçbir katkısı yok, tüm yücelik Tanrı’ya aittir.
Zwingli ve Yalnızca Tanrı’ya Yücelik
Ulrich Zwingli Zürih’teki Reform’un önderiydi. Luter’den iki ay sonra doğdu. Yalnızca imanla aklanma ve yalnızca lütuf konularında Luter’le hemfikirdi ama bunları Luter’den öğrenmedi. Kutsal Kitap’ı çalışarak bu görüşlere vardı. Ancak Zürih’teki Reform başladıktan birkaç sene sonra Luter ve Luter’in yazılarından haberdar oldu.
Yalnızca Tanrı’ya yücelik açısından Zwingli’nin ibadet reformlarından bahsetmek istiyorum. İbadet uygulamaları konusunda Zwingli ve Luter tam hemfikir değildi. Luter ve Luteryan Kiliseler eğer Kutsal Kitap’ta bir tapınma uygulaması yasaklanmıyorsa ibadette kullanılabilir dedi. Ama Zwingli ve onu takip eden Kiliseler eğer Kutsal Kitap’ta bir uygulama emredilmiyorsa o zaman ibadette yapılmamalı dedi.
Ama Zwingli’nin yaklaşımını anlamak için biraz daha geniş açıdan onun teolojisine bakmak lazım. Zwingli için, en önemli prensiplerden birisi Yaratıcı ile yaratık arasındaki ayrım. Tanrı yaratıcı olduğu için sadece O’na tapınılmalı. Bu yüzden insanın en büyük günahı putperestliktir, yani sadece Tanrı’ya ait olanı bir yaratığa atfetmek. Zwingli sıkça putperestliğe karşı vaaz etti.
Ve bu yüzden de Zwingli Kilisenin ibadette ikon ve resimler kullanmasına itiraz etti. Zwingli’ye göre bu resimler tapınanların dikkatini Tanrı’dan resimlere çevirdi. Zwingli için bu resimler işlevsel olarak put haline geldi ve tek gerçek Tanrı’ya tapınmayı eksiltmemek için kaldırılması gerekiyordu.
Tabi ki, Katolik Kilisesi bunlara tapınılmamalı demekte özen gösterdi ama buna rağmen tapınılmış oluyordu. Sonuçta, Tanrı’dan başkasına yücelik vermiş olmamak için, Zwingli resimlerin kiliseden kaldırılmasını savundu.
Sonuçta yalnızca Tanrı’ya yücelik doktrini Zwingli’nin ibadet reformlarını güçlü bir şekilde etkiledi. Sadece Tanrı yüceliğe layıktır ve sadece O’nun yücelik kazanmasını engelleyen her şey çıkarılmalı.
Calvin ve Kutsal Kitap’tan Yalnızca Tanrı’ya Yücelik
Hem Luter hem de Zwingli için yalnızca Tanrı’ya yücelik doktrini son derece önemliydi. Ama belki en çok ve en net şekilde Calvin’in yazılarında görülüyor.
Aslında, bazı uzmanlara göre, Tanrı’nın yüceliği Calvin’in hayatında ve düşüncesinde ana temadır. Şimdi Calvin’in birkaç yazısına bakalım.
Calvin imanlılar için bir kateşizm yazdı.
Kateşizm doktrin öğretmek için soru-cevap şeklinde bir yazıdır. Calvin’in kateşizminde ilk iki soru şunlar:
Soru 1: İnsan hayatının ana hedefi nedir?
Cevap: Tanrı’yı tanımak.
Soru 2: Neden böyle söylüyorsunuz?
Cevap: Çünkü bizi O yarattı ve bizde yüceltilsin diye bu dünyaya koydu. Hayatımızın başlangıcı O’dur ve hayatımızın, O’nun yüceliğine adanması doğrudur.
Calvin bu düşünceyi nereden alıyor? Kutsal Kitap’tan. Hatırlayalım ki Calvin ortalama haftada beş defa vaaz verirdi ve Kutsal Kitap’tan neredeyse 50 kitapçık üzerine yorum kitabı yazdı. Yani, Calvin Kutsal Kitap’ı çok iyi biliyordu.
Efesliler 1:12 üzerindeki yorumlarında Calvin şöyle yazıyor: “O’nun yüceliğinin övülmesi için yaşayalım. Burada o (Pavlus) tekrar kurtuluşun nihai hedefinden bahsediyor; çünkü eğer biz Tanrı’nın merhametinin kaplarından başka bir şey değilsek, eninde sonunda Tanrı’nın yüceliğinin örnekleri (resimleri) haline gelmeliyiz.”
Önce söylediğimiz gibi, Calvin burada Tanrı’nın nihai hedefinin kendi yüceliğini göstermek olduğunu söylüyor. Ve yüceliğini göstermesinin yollarından birisi, bizi merhametiyle kurtarmaktır.
Efesliler 2:8-9’da bildiğiniz gibi, Pavlus iman yoluyla, lütufla kurtuluş konusunda güçlü bir vurgu yapıyor. Bu ayetlerle ilgili Calvin şöyle yazıyor:
“Papacılar Pavlus’un, kurtuluşumuzun tüm görkemini Tanrı’nın lütfuna atfettiğini kabullenmek zorundalar, fakat başka bir icat aracılığıyla bu kabullenmeden kurtulmaya çalışırlar. Derler ki, bu ifade biçimi kullanılıyor çünkü Tanrı üzerimize önce lütuf döküyor. Bu şekilde başarılı olacaklarını düşünmek gerçekten aptalca çünkü Pavlus kurtuluşun elde edilmesi işinden insanı ve insanın tüm becerisini – sadece başta değil, süreç boyunca – dışlıyor. Fakat, elçinin “kimse böbürlenmesin” sözlerinin çıkarımını görmezden gelmek daha da saçma. Lütuftan bağımsız olarak eylemlerin bir yararı olacaksa insanın böbürlenmesi için her zaman bir yer olacaktır. Tüm övgü sadece Tanrı’ya ve O’nun merhametine yönelmediği sürece Pavlus’un doktrini çökertilmiş olur.”
Burada Calvin üç noktaya değiniyor:
- Katolik Kilisesini eleştiriyor çünkü Kilise’ye göre iyi eylemlerimiz kurtuluşumuza katkıda bulunuyor.
- Pavlus’un iman yoluyla lütufla kurtuluş öğretişini güçlü bir şekilde vurguluyor.
- Ve bu öğretiş sadece ve sadece Tanrı’ya yücelik veriyor diye bir sonuca varıyor.
Calvin başka yazılarında da Katolik Kilisesinin öğretişi açısından yalnızca Tanrı’ya yücelik konusunu ele alıyor.
Calvin’in Sadoleto’ya Cevabı
Belki biraz şaşırtıcı olur ama Calvin iki yıllığına Cenevre’den sürgüne gönderildi. Bu başka zaman için başka bir hikâye ama o dönemde, 1539 yılında, Sadoleto adlı Katolik bir Kardinal Cenevre halkına bir mektup gönderdi. Bu mektubun amacı Cenevre halkını tekrar Katolik Kilisesine kazanmaktı.
Calvin şehirden kovulduğu halde hala koyunları olarak gördüğü halkı korumak ve gerçeği savunmak istedi. Sadoleto’ya güçlü bir cevap yazdı. Calvin mektubunda birçok noktada Tanrı’nın yüceliği konusuna değiniyor ve Katolik Kilisesini Tanrı’nın yüceliğini “çalmaya” çalışmakla suçluyor.
Mesela, Sadoleto açıkça yalnızca imanla aklanmayı reddediyor. Cevabında Calvin şöyle yazıyor: “Siz…aramızdaki başlıca ve en keskin tartışma konusu olan imanla aklanmaya değiniyorsunuz…Bunun bilgisi ne zaman alınıp götürülürse İsa Mesih’in yüceliği söndürülüyor.”
Bir iki noktaya dikkat edelim. İlk olarak, Calvin en önemli tartışma konusunu belirliyor: imanla aklanma. Yani, Calvin ve Sadoleto bu konuda hemfikir olmadıklarını iyi anlıyorlardı.
İkincisi olarak, Calvin insanlar ne zaman imanla aklanma doktrinini bilmiyorsa veya reddediyorsa, İsa Mesih’in yüceliği söndürülüyor diyor. Demek ki, Calvin için yalnızca iman ile yalnızca Tanrı’ya yücelik arasında bir bağlantı var. Yalnızca imanla aklanma doktrini reddedilirse, diyor Calvin, İsa Mesih hak ettiği yüceliği kazanmaz.
Bir yazar Calvin’in görüşünü şu şekilde özetliyor: “Roma Mesih’in görkemini birçok şekilde mahvetti Mesih, Tanrı ve insan arasındaki tek aracı iken, azizlerden yardım isteyerek; sadece Mesih tapılmaya layık iken Kutsanmış Bakireye taparak; Mesih’in çarmıhtaki kurbanı tam ve yeterli iken ayin sırasında sürekli olarak kurban sunarak.” (T. H. L. Parker, Portrait of Calvin, Desiring God, original copyright 1954
Calvin’e göre bu uygulamalar İsa Mesih’in yüceliğini mahvetmiş, yok saymış, gözardı etmiş oldu. Neden? Çünkü Calvin için yalnızca Tanrı’ya yücelik ile başka iki yalnızca arasında bir bağlantı var.
Kutsal Yazılarla ilgili Calvin ne diyor?
Kilise, geleneği Kutsal Yazı düzeyine yükseltti ve bu şekilde Mesih’in sözünü insanın sözüne bağlı kıldı. Ve Calvin’e göre bu Mesih’e değil, insana yücelik veriyor. Demek ki Calvin için burada yalnızca Kutsal Yazılar ile yalnızca Tanrı’ya yücelik arasında bir bağlantı var. Nitekim sadece ve sadece Kutsal Yazılar son yetkimiz olduğu zaman Tanrı’yı yüceltmiş oluruz.
Ve Mesih’in yüceliği konusunda ne diyor?
Kilise’ye göre, aracı olarak sadece Mesih değil, Meryem’le azizler de var. Yani, yalnızca Mesih ile yalnızca Tanrı’ya yücelik arasında da bir bağlantı var. Sadece ve sadece İsa Mesih aracı olduğu zaman Tanrı yüceltilmiş olur.
Calvin için, Kilise hem öğretiş hem de uygulama açısından sadece Tanrı’yı değil aynı zamanda insanı da yüceltmiş oldu.
Calvin’in İlkeleri’inde Yalnızca Tanrı’ya Yücelik
Calvin’in en iyi bilinen eseri, İngilizce’de İnstitutes dediğimiz bir kitap. İnstitutes aslında birkaç şekilde çevrilebilir ama ben İlkeler diyeceğim bu akşam. Bu yazıda Tanrı’nın yüceliği konusu büyük bir rol oynuyor. Calvin’in düşüncesini görebilmeniz için bu yazıdan birkaç alıntı paylaşmak istiyorum. Şu alıntıda Tanrı’nın yüceliği, Mesih’in yüceliği ve iman arasındaki bağlantıyı görelim:
“Pavlus ayrıca, kişi olarak Mesih’te Tanrı’nın yüceliğinin bizlere gözle görünür biçimde açıklandığını söyler, ki bu da aynı şeydir; ‘Tanrı, İsa Mesih’in yüzünde parlayan kendi yüceliğini tanımamızdan doğan ışığı bize vermek için yüreklerimizi aydınlattı.’ Nitekim, imanın sadece Tanrı’yla ilişkili olduğu doğrudur fakat buna şunu da eklemek gerekir, O’nun gönderdiği İsa Mesih’i de tanır ve kabul eder. Mesih’in parlaklığıyla aydınlanmasaydık Tanrı bizden saklı olarak uzak kalırdı. Baba sahip olduğu her şeyin biricik Oğlu’nda da bulunmasını uygun gördü. Öyle ki, kendisini O’nda açıklasın ve bereketleri ileterek yüceliğinin gerçek suretini dışa vursun.”
Yani, Tanrı’nın yüceliği İsa Mesih’te gösteriliyor ve biz Mesih’e iman ettiğimiz zaman Tanrı yüceltiliyor. Yalnızca iman, yalnızca İsa Mesih, ve yalnızca Tanrı’ya yücelik birbirlerine bağlıdır.
İlkeler’in birkaç yerinde Calvin diyor ki iyi eylemlere dayanan bir kurtuluş mecazi anlamda Tanrı’nın yüceliğinden eksiltiyor. Calvin şöyle yazıyor:
“Bu nedenle hatırlayalım, aklanmayla ilgili tüm tartışmada dikkat edilmesi gereken en önemli şey, Tanrı’nın yüceliğinin bütün olarak ve zarar görmeden korunması gerekliliğidir; Elçi’nin beyan ettiği gibi, kendi doğruluğunu göstererek bize sevgisini döktüğü için bunu “adil kalmak ve İsa’ya iman edeni aklamak için şimdiki zamanda adaletini göstermek amacıyla yaptı,” (Romalılar 3:26). Yine, başka ayetlerde, adının yüceliğini sergilemek için Rab’bin bize kurtuluş sağladığını (Efesliler 1:6) söyledikten sonra, sanki aynı şeyi tekrar edercesine şöyle ekliyor, ‘İman yoluyla lütufla kurtuldunuz’ (Efesliler 2:8). Ve Petrus bizlere kurtuluş umuduna çağrıldığımızı hatırlattığında, ‘Sizi karanlıktan şaşılası ışığına çağıran Tanrı’nın erdemlerini duyurmak için seçildiniz’ (1. Petrus 2:9), kuşkusuz imanlıların kulaklarına sadece Tanrı’nın övgülerini duyurmak ve benliğin tüm kibirini derin bir sessizliğe gömmelerini istiyordu. Özetle, insan, ilahi doğruluğun yüceliğinden eksiltmeden kendisi adına zerre kadar doğruluğu ileri süremez.”
İki önemli noktaya dikkat edelim:
- Aklanma anlayışımızda Tanrı’nın yüceliğini korumamız son derece önemli.
- Eğer biz zerre kadar olsa da kendimizde doğruluk görürsek, Tanrı’nın yüceliğinden eksiltmiş oluruz.
Ve Calvin Katolik Kilisesini sadece bu konuda eksik bulmuyor. Zwingli gibi Calvin’e göre Kilisenin uygulamaları, özellikle azizlere dua etmek, Tanrı’nın yüceliğini küçümsüyor. Calvin şöyle diyor: “Fakat azizlere yalvarmaktan zevk alanların vicdanlarına seslenirsek, göreceğiz ki bunu yapmalarının tek nedeni, sanki Mesih’in yetersiz veya fazlasıyla katı olduğunu düşündükleri için endişeyle dolu olmaları. Bu endişeyle Mesih’i onursuzlaştırırlar ve tek Aracı ünvanını O’nun elinden almış olurlar. Bu ünvan ona Baba tarafından özel ayrıcalığı olarak verilmiştir ve başka kimseye devredilmemelidir. Bunu yaparak O’nun doğumunun yüceliğini örtbas ederler ve çarmıhını boşa çıkarırlar; kısacası, yaptığı her şeyi ve çektiği acılardan mahrum ederler ve elinden alırlar çünkü gerçekleştirdiği her şey ve çektiği tüm acılar, tek Aracı olduğunu ve olması gerektiğini gösterir…Eğer kiliselerde sunulan toplu duaların “Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla” sözleriyle bittiğine dikkat çekerek karşı çıkarlarsa bu manasız bir kaçıştır. Çünkü Mesih’in aracılığını, ölülerin duaları ve erdemleriyle birleştirmek, bunu tamamıyla ortadan kaldırmak ve sadece ölülerden söz etmek kadar hakaret niteliğine sahip olacaktır. O zaman, onların dualarında, ilahilerinde ve yazılarında ölü azizlere her türlü onur veriyorlar ve Mesih’ten söz edilmez.”
Calvin başka bir yerde Kutsal Kitap’ta geçmediği için azizlere dua etmeye itiraz ediyor ama burada neden itiraz ediyor? Çünkü azizlere dua etmek, İsa Mesih’ten başkasını yüceltmek demek. Yani direkt Tanrı’ya dua etmektense azizlere dua etmekle bir anlamda azizler yüceltilmiş oluyor.
Sonuç
İlk olarak, Kutsal Kitap’tan Tanrı’nın en büyük amaçlarından birisinin kendisini yüceltmesi olduğunu gördük, belki de en büyük hedefi olabilir. Tanrı için kurtuluşumuz kesinlikle önemlidir ama Pavlus’a göre kurtuluşumuzun daha büyük bir amacı var: Tanrı’nın lütfunun övülmesi. (Efes. 1:6, 12, 14) Yani, Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın yüceliği son derece önemli bir doktrin.
İkincisi olarak, Reformcuların Katolik Kilisesine karşı itirazlarına baktık. Birçok itirazda bulundular. Bunlardan birisi Katolik Kilisesi öğretiş ve uygulamalarıyla Tanrı’ya değil, Kiliseye yücelik veriyor.
Şimdi son olarak, bir soru daha sormak istiyorum. Yalnızca Tanrı’ya yücelik doktrini bugün bizim için hala önemli mi? Tabi ki evet diyeceğim. Ama nasıl önemli? Bizim için bunun sonucu nedir? Bu konuda birçok şey söyleyebiliriz ama sadece birkaç noktaya değineceğim.
İlk olarak, İsa Mesih ile elçilerin öğrettiği müjdeyi anlayıp öğretmenin önemini kavramalıyız. Birlik önemlidir, ama birlik için gerçek önemlidir. İlk başta Luter Katolik Kilisesinden ayrılmak istemiyordu ama vicdanı Tanrı’nın sözüne bağlıydı ve müjde konusunda taviz veremedi. Müjde önemlidir. Gerçek önemlidir. Kendimize şunu sormamız lazım: Ben aklanmam için Kutsal Yazıların yetkisine dayanarak yalnızca imanla yalnızca İsa Mesih’e güveniyor muyum?
Vurgulamak istediğim nokta aslında Katolik Kilisesi ya da Ortodoks Kilisesi, hatta Protestan kiliselerine ilişkin değil. Her birimiz için sormak istediğim soru şu, Ben, sen, biz Kutsal Yazıların öğrettiği müjdeye inanıyor ve güveniyor muyuz? Öğrettiğimiz, vaaz ettiğimiz müjde o müjde mi?
İkincisi, Tanrı’nın yüceliğinin güzelliği ve görkemini görmeliyiz ve ondan zevk almalıyız. Jonathan Edwards Tanrı’nın yüceliği hakkında şunu söyledi: “Tanrı sadece yüceliğinin görülmesiyle değil, yüceliğinin sevinmesiyle yüceltiliyor.” (Quoted in Morgan, Christopher W. The Glory of God (p. 22). Crossway. Kindle Edition.)
Yani, Tanrı’nın yüceliğini görmek yetmiyor. Ben Tanrı’nın yüceliğini özlüyor muyum? Onu arzulanabilir, güzel, doyurucu ve tatmin edici görüyor muyum? Kendi hayatımda ve başkalarının hayatlarında onun meyvesini görmeyi arzuluyor muyum? Tanrı’yı yüceltecek bir hayat sürdürmek için İsa Mesih ve Kutsal Ruh’tan güç istiyor muyum?
Üçüncüsü, Tanrı’nın yüceliği için yaşamalıyız. Ne yaparsak yapalım amacımız Tanrı’yı yüceltmek olmalı. Pavlus 1 Kortinliler’de ne diyor: “Ne yer ne içerseniz, ne yaparsanız, her şeyi Tanrı’nın yüceliği için yapın.” (1 Kor. 10:31)
Ben evli miyim? O zaman Tanrı’yı yüceltecek şeklide eşimi seviyor muyum? Ben baba veya anne miyim? O zaman çocuklarımı Tanrı’yı yüceltecek şekilde büyütüyor muyum? İşyerimde Tanrı’yı yüceltecek şekilde çalışıyor muyum? Kilisemde, kardeşlerle ve önderlerle ilişkim Tanrı’yı yüceltiyor mu? Armağanlarımı Tanrı’yı yüceltecek şekilde kullanıyor muyum? Burada Petrus’un bir sözünü hatırlamak iyi olur: “Her biriniz hangi ruhsal armağanı aldıysanız, bunu Tanrı’nın çok yönlü lütfunun iyi kâhyaları olarak birbirinize hizmet etmekte kullanın. Konuşan, Tanrı’nın sözlerini iletir gibi konuşsun. Başkalarına hizmet eden, Tanrı’nın verdiği güçle hizmet etsin. Öyle ki, İsa Mesih aracılığıyla Tanrı her şeyde yüceltilsin. Yücelik ve kudret sonsuzlara dek Mesih’indir!” (1 Pet. 4:10-11)
Burada daha önce değindiğim bir noktayı tekrar vurgulamak isterim. Reformcular hiçbir zaman iyi eylemlerin önemini reddetmedi. Luter’in bu konudaki görüşünü paylaşmıştık ama Calvin’den son bir alıntı paylaşmakta fayda var bence.
“O halde neden imanla aklanıyoruz? Çünkü iman aracılığıyla, bizi Tanrı’yla barıştıracak tek şey olan Mesih’in doğruluğunu kavrıyoruz. Fakat, bu imanı, aynı zamanda kutsallaşmayı kavramadan kavrayamazsınız… Mesih kimseyi, aynı zamanda kutsallaştırmadan aklamaz. Bu kutsamalar sürekli ve ayrılmaz bir bağla birbirine bağlıdır. Hikmetiyle aydınlattıklarını fidyeyle kurtarır; fidyeyle kurtardıklarını aklar; akladıklarını kutsallaştırır.”
Yani, eylemlerimiz işlerimiz bizi aklayamaz ama kutsallaşma, kurtuluşun bir parçasıdır ve eylemler kutsallaşmamızın işaretidir. Kardeş, kutsallaşıyor musun? Pavlus’un söylediği gibi Tanrı’nın lütfuyla kurtuluşunu saygı ve korkuyla etkin kılıyor musun? (Fil. 2:12) Kurtuluşun meyveleri hayatında var mı? Bu şekilde Tanrı’yı yüceltiyor musun?
Dördüncüsü, Tanrı’ya ve O’nun vaatlerine güvenmekle Tanrı’yı yüceltiyoruz. 2 Korintliler 1:20 şöyle diyor: Çünkü Tanrı’nın bütün vaatleri Mesih’te “evet”tir. Bu nedenle Tanrı’nın yüceliği için Mesih aracılığıyla Tanrı’ya “Amin” deriz.
Kendimize sormak lazım: “Ben aklanmam için yalnızca İsa Mesih’e iman ettim mi?” diye. Ama aynı zamanda kendimize şunu sormak lazım: “Ben bugün İsa Mesih’e ve vaatlerine iman ediyor muyum?” Tanrı’nın sözünde vaatlerini okuduğumda Amin mi diyorum? Pazar günlerinde Tanrı’nın vaatleri vaaz edildiği zaman ben Amin mi diyorum? Zorluklardan geçtiğim zaman, acı çektiğim zaman, baskı veya zulüm gördüğüm zaman, ve sanki Tanrı vaatlerini yerine getirmiyormuş gibi göründüğü zaman, ben hala O’na ve O’nun sözüne güveniyor muyum? Böyle bir iman Tanrı’yı yüceltiyor çünkü imanla, özellikle acılar içindeki imanla, O’nun her ihtiyacımızı karşılayabilecek her şeye gücü yeten Tanrı olduğunu ilan etmiş oluyoruz.
Son olarak, yalnızca Tanrı’ya yücelik doktrini bizim için büyük bir teşvik olmalı. İsa Mesih geri dönüp tam anlamıyla egemenliğini kuracak ve yüceliği bütün dünyayı dolduracak. Şimdi günaha düşmüş bir dünyadayız. Günah var, haksızlıklar var, zulüm var, savaş var, ölüm var, ve saire. Ama gün gelecek ki İsa Mesih’e iman etmiş hepimiz, Tanrı’nın yüceliğini tam göreceğiz ve yaşayacağız. Bu şimdiki günahla mücadele ve kötülükler, evet bunlar zor, ama hepsi geçicidir.
Pavlus ne diyor?
Kanım şu ki, bu anın acıları, gözümüzün önüne serilecek yücelikle karşılaştırılmaya değmez.
Sonuçta ne diyelim?
Yalnızca Tanrı’ya yücelik olsun!