Evrenin varlığını sorgulamayan insan herhalde yoktur. İnsanlık tarihi, evrenin ve insanın kendisinin neden var olduğuna cevap aramanın tarihi olarak tanımlanabilir. Bazıları doğru cevabın Yaratılış Teorisi olduğunu iddia eder, bazıları ise Evrim Teorisi olduğunu. Son yıllarda ise birçok kişi Akıllı Tasarım Teorisinden söz etmeye başladı. Bu konuda yazılan çizilenin haddi hesabı yok diyebiliriz. Peki ne bu Akıllı Tasarım?
Yaratılış Teorisinin aksine, Akıllı Tasarım Teorisi bilimsel bir teori olarak ortaya koyulmuştur. Bu teoriye göre bilimsel veriler doğanın düzeninin karmaşık (kompleks) bir yapıda olduğuna işaret etmektedir. Bu karmaşıklık sadece doğanın akıllı bir tasarımcı tarafından tasarlanmış olmasıyla açıklanabilir. [1] Akıllı Tasarım, bilimsel bir teori olması nedeniyle kanıtlarını Kutsal Kitap’a değil, sadece bilimsel veri ve gözlemlere dayandırır. Akıllı tasarımcının kimliği konusunda fikir beyan etmez.
Akıllı Tasarım teorisini destekleyen başlıca üç sacayağı, “Evrenin İnce Ayarı”, “Enformasyon (Bilişim) Teorisi” ve “İndirgenemez Karmaşıklık” olarak adlandırılır. Bu yazı dizisinin ilk bölümünde özellikle “Evrenin İnce Ayarı” konusuna odaklanacağız.
Evrenin İnce Ayarı
18. yüzyılda yaşayan teolog William Paley’in saat yapımcısı argümanını biraz renklendirip anlatarak başlayalım.[2] Bir gemi kazası geçirip gözlerinizi bir kumsalda açtığınızı hayal edin. Hâlâ hayatta olduğunuz için mutlusunuz ama bir yandan da etrafınızda kimseler görünmediği için kaygılısınız. Kumsal, deniz ve tropik ağaçlar gözünüzün önünde alabildiğine uzanıyor. Ama biliyorsunuz ki hayatta kalmanız bir an önce medeniyete ulaşmanıza bağlı. Ufuktaki yüksek tepeye çıkarsanız adaya kuşbakışı bakabilirsiniz. Tırmanmaya başlıyorsunuz. Saatlerdir yürüyorsunuz ve sık sık durup aşağılarda bir medeniyet izi görmeye çalışıyorsunuz. Neredeyse zirvedesiniz. Tam ıssız bir adaya düşmüş olmalıyım diyerek umutsuzluğa kapılmışken yerde parlayan bir cisim görüyorsunuz! Yarısı toprağa gömülmüş bir saat..!
Eğer bu kişinin yerinde olsaydınız ne düşünürdünüz? “’Sadece dalgalarla ve rüzgarla kumsala vuran metal, plastik ve camların tesadüfen bir araya gelmesiyle rastlantı sonucu oluşan bir saat olmalı. Burası gerçekten ıssız bir ada” mı derdiniz? Yoksa, “Bu adada başka insanlar yaşıyor olabilir” diyerek umudunuz mu tazelenirdi?
Issız bir adada saat bulan insanın durumu gibi, biz modern insanlar da evrenin inanılmaz derecede hassas bir yapısı olduğuna dair her gün daha fazla kanıt buluyoruz. Evren bilimsel olarak ve matematik değerler açısından o kadar hassas değerlere sahip ki, adeta çok “ince ayarlara” sahip karmaşık bir makine gibi. Bu konudaki bilimsel kanıtlar ısrarla evrenin rastlantı sonucu oluşamayacağına, bir tasarımcısı olduğuna işaret ediyor.
Bu ayarlar o kadar hassas ki bunların çoğunda yapılacak en küçük değişiklik evrenin dengesinin bozulmasına, dahası yok olmasına neden olacaktır. Akıllı canlılar olarak biz insanların var olması ise gitgide daha çok bir mucize gibi görünüyor. Astrofizikçi Hugh Ross yaşamın var olmasını mümkün kılmak için evrende şimdiye kadar keşfettiğimiz en az 35 fizik sabitinin tam o kesin değerleri göstermesi gerektiğini söyleyerek bunların listesini veriyor.[3] Bu listeyi burada tekrarlamak gereksiz ama birkaç örnek vermek istiyorum: Güçlü çekirdek kuvveti, zayıf çekirdek kuvveti, çekim (yerçekimi) kuvveti, elektromanyetik çekim kuvveti, ışık hızı, evrenin genişleme hızı vs.
Eğer bu sabitlerden bir tanesi bile evrende hayatın mümkün kılan değer aralığının (ince ayarın) dışında olsaydı ne olurdu? Evrenin genişleme hızını örnek alalım: Eğer evren şimdikine oranla 1/1055 (55 tane sıfır) daha hızlı genişleseydi, madde ve enerji daha bir araya gelme fırsatı bulamadan hızla (tabiri caizse) dağılır, böylece galaksiler oluşamazdı. Elbette galaksiler olmadan ne yıldızlar, ne gezegenler, ne dünya, ne de dünyadaki yaşam mümkün olabilirdi. Eğer 1/1055 daha yavaş genişleseydi, evren Büyük Patlama’dan sonra genişlemeye fırsat bulamadan kendi içine çökerdi.[4]
Bunun hayatı mümkün kılan değerlerden sadece bir tanesi olduğunu hatırlayalım. Bunun gibi en az 35 fizik sabitinin ve değerinin bir araya gelip aynı anda bu hassas değerlere sahip olmasından söz ediyoruz. Bunların şans eseri bir araya gelmiş olma olasılığını hesaplamayı (eğer bu kadar büyük bir sayıyı hayal etmek mümkün olsaydı) size bırakıyorum.
Dünyanın İnce Ayarı
Voyager 1 uzay aracı 1990’da güneş sistemini terk etmek üzere yoluna devam ederken kamerasını dünyaya çevirerek 6 milyar kilometre uzaktan bir fotoğraf çekti. Dünya’nın güneşli bir günde havada asılı kalan bir toz zerresinden farkı yoktu.[5]
Sadece bir toz zerresinin üzerinde yaşıyoruz! O fotoğrafa bakıp da ne kadar küçük ve önemsiz bir gezegene evimiz dediğimizi, hayatın kırılganlığını düşünmemek mümkün değil. Ama bilim bize bu fotoğrafın söylemediği başka şeyler söylüyor. Bilimsel kanıtlar sadece bir bütün olarak evrenin değil, bizim üzerinde yaşadığımız bu mavi soluk toz zerresinin de inanılmaz ince ayarlar dizisinin bir araya gelmesi sayesinde hayatı destekleyebildiği gerçeğini hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ele veriyor.
Bunları gözümüzde canlandırmamız daha kolay: Örneğin, eğer Dünya’nın eksen eğikliği daha az ya da daha fazla olsaydı Dünya’nın ısısı hayatı mümkün kılmazdı. Ya da eğer Dünya’nın uydusu olan Ay Dünya’ya daha yakın olsaydı okyanuslar, atmosfer ve Dünya’nın dönüşü olumsuz olarak etkilenirdi; eğer daha uzak olsaydı eksen eğikliği sürekli değişerek iklimleri alt üst ederdi. Tam olarak olması gerektiği kesinlikte olan diğer değerlerin bazılarını şöyle sıralayalım: Dünya’nın Güneş’ten uzaklığı, Güneş’in yaşı ve büyüklüğü, yerkabuğunun kalınlığı, Dünya’daki yerçekimi kuvveti, gece gündüz farkı oranı, Dünya’nın çekirdeğinin yapısı ve büyüklüğü. Eminim bu listeyi hepimiz kolaylıkla uzatabiliriz. Sadece üzerinde birkaç dakika düşünmek bile Dünya’daki yaşamın mümkün olması için ne kadar çok şartın bir araya gelmesi gerektiğini anlamamıza yeter. Bu değerler o kadar ince ayarlara sahip ki eğer bir tanesi bile belli bir aralığın dışına çıksaydı Dünya’nın diğer “ölü” gezegenlerden bir farkı olmazdı.[6]
Dünya ve içinde olduğu evren, sanki bir amaç için akıl sahibi bir varlık tarafından tasarlanmış gibi görünüyor. Sanki her şey evrenin hayatı mümkün kılması için hassas hesaplamalar sonucu tasarlanmış!
William L. Craig’in Argümanı
O halde bütün bunlar ne demek? Bütün bu sabitler, değerler, hızlar ve mesafeler neden bir başka teoriyi, örneğin Evrim Teorisini değil, Akıllı Tasarım Teorisini destekliyor olsun?
William Lane Craig bu konudaki argümanını şu şekilde dile getiriyor[7]:
- Bilimsel veriler evrenin yaşamı mümkün kılacak biçimde hassas ayarlara sahip olduğunu gösteriyor.
- Bunun nedeni ya zorunluluk ya rastlantı ya da tasarım olabilir.
- Bunun nedeni zorunluluk ya da rastlantı olamaz.
Sonuç: O halde bunun nedeni tasarımdır.
Üç Olasılık
-
Zorunluluk
Günlük yaşamda zorunlu olduğumuzu sık sık söyleriz; “işe gitmeye mecburum”, “yemek zorundayım” gibi… Ancak günlük yaşamımızda zorunlu olduğumuzu söylediğimiz şeylerin gerçekte zorunlu olmadığını görüyoruz. Aslında işe gitmeye zorunlu değilsiniz. Patronunuz kızabilir, gelirinizi kaybedebilirsiniz ama buna rağmen işe gitmemeyi seçebilirsiniz. Aynı şekilde yemek yemeye de zorunlu değilsiniz. Evet aç kalırsınız, enerjiniz tükenir ve hatta hayatınızı kaybedebilirsiniz ama yine de yemek yememeyi seçebilirsiniz.
Felsefi anlamda zorunluluk ise bundan daha katı bir anlama sahiptir. Felsefi olarak bir şeyin zorunlu olması demek, bunun dışında bir alternatifin düşünülememesi demektir.[8] Craig’in argümanında kullanılan “zorunluluk” kavramına geometriden bir örnek verelim. Bir karenin dört kenarı olması zorunludur. Üç kenarlı bir kare düşünülemez! O halde bir karenin zorunlu olarak dört kenarı vardır, üç kenarlı olmayı seçemez.
Varlık sorununa gelince anlayışımızı biraz daha derinleştirmemiz gerekiyor. Bir karenin zorunlu olarak dört kenarı vardır ama bir kare zorunlu bir varoluşa sahip değildir, bağımlı bir varoluşa sahiptir. Bir nedene veya nedenlere bağımlıdır. Bir şey onun var olmasına neden olmuştur. Var olan bir kareyi bir kişi önce zihninde tasarlamış, sonra bir yüzeye, bir araç kullanarak çizmiştir. Eğer o kişi, o kişinin zihnindeki kare düşüncesi, bir yüzey ve bir çizim aracı gibi nedenler olmasaydı, o kare var olmayacaktı. Felsefi anlamda bir şeyin varlığı ya zorunludur ya da bağımlıdır. Ben varım. Ama benim varlığım zorunlu değil bağımlı. Eğer benim var olmamı sağlayan koşullar gerçekleşmeseydi (anne ve babamın tanışması gibi) ben var olmazdım. Yani ben (koşullara veya nedenlere) bağımlı bir varlığım. Dünya ben doğmadan önce de vardı, ben öldükten sonra da var olmaya devam edecek. Benim var olmadığım bir dünyayı hayal etmek çok kolay; tıpkı bir karenin ya da karelik kavramının varoluşunun zorunlu olmaması gibi benim varlığım da zorunlu değil.
Eğer evrenin zorunlu olduğunu iddia edeceksek, eğer evren hiçbir nedene veya koşula bağımlı olmadan vardır diyeceksek, biliminden gelen bütün kanıtları çöpe atmamız gerekir. Kuşkusuz evrenin genişleme hızı zorunlu değildir; bu sabit daha farklı olabilirdi. Üç kenarlı bir kare hayal edemeyiz. Ama Dünya’nın Güneş’le arasındaki mesafenin daha az ya da daha çok olduğu bir senaryoyu kolaylıkla hayal edebiliriz. O halde bu da zorunlu değildir. Kuşkusuz eğer Dünya’nın uydusu olmasaydı nasıl bir gezegen olacağı konusunda hayal gücümüzü çalıştırabiliriz. Bütün bilimkurgu edebiyatı bu tür bir hayalin ürünüdür. Demek ki evrendeki hiçbir “ayar” zorunlu değildir ve bu yüzden zihnimizde bu evren yerine başka bir evren kurgulayabiliriz.
O halde evrenin kendi varlığı da zorunlu olamaz. Daha önce bahsettiğim evrenin genişleme hızını göz önüne aldığımızda bu zaten açıkça görülüyor. Eğer Büyük Patlama’dan sonraki evrenin genişleme hızı biraz daha az olsaydı evren var olmaya bile başlayamazdı. Eğer biraz daha hızlı olsaydı, madde ve enerji bir araya gelme fırsatı bulamadan (tabiri caizse) dağılırdı. Yani eğer Büyük Patlama’dan sonra ortaya çıkan madde ve enerjinin dağılımı daha farklı olsaydı belki de ne dünyanın, ne yıldızların ne de galaksilerin var olması mümkün olmazdı.[9]
-
Rastlantı
Ama belki gerçekten çok ama çok şanslıyız ve her şey tam olması gerektiği gibi oldu. Bu mantıklı bir yaklaşım değildir, çünkü bu kadar “ince” ayarın hepsinin rastlantı sonucu yan yana gelmesi gerçekten akılcı olmazdı. İnanılmaz küçüklükte (hassaslıkta) sayılardan söz ediyoruz. Sadece yukarıda verdiğim sayıyı düşünün ve bunun gibi ince ayara sahip olan diğer sabit ve değerleri buna ekleyin. Bir kişinin her gün poker oynadığını varsayın ve bu kişi her eli dört asla kapatıyor olsun. İstisnasız! Bu kişi gerçekten var olsaydı ne düşünürdünüz? “Sadece bir rastlantı”, “çok şanslı bir adam” mı derdiniz, yoksa “hile yapıyor olmalı” diyerek başka bir açıklama mı arardınız?
Her ne kadar olasılık dışı olsa da, yine de her şeyin şans eseri bir araya geldiği ve yaşamı mümkün kılan bir evrenin şans eseri oluştuğu konusunda ısrar edebilirsiniz. Öyle ya, benim ben olarak var olmam için gereken şartları bir araya getirmek için de inanılmaz bir olasılık hesabı yapmamız gerekirdi ama ben varım.
Burada aslında iki ayrı olasılık hesabını birbirine karıştırıyoruz. Bir maymunun elinin altına bir bilgisayar klavyesi koyarsanız, bastığı rastgele tuşlar sayesinde ekranda harflerden, rakamlardan ve sembollerden oluşan bir metin belirmeye başlar. Yarattığı her metin birbirinden daha anlamsız olsa da her seferinde farklı bir metin oluşturacaktır. Peki şu anlamsız metin yerine bu anlamsız metin ekranda belirse yine de tasarım mı demeliyiz? Hayır. Metin sonunda nasıl görünürse görünsün bunun nedensiz, tasarımsız, istemsiz bir sonuç olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Ama ekranda tutarlı bir hikâye belirmeye başlarsa bunun sadece şans eseri olduğunu kimse düşünmez.
Tıpkı bunun gibi benim ben olarak var olmam sadece bir tesadüf olabilir (Kutsal Kitap’a göre bunun tesadüf olmadığını biliyor olsak da). Ben ben değil, başka biri olarak dünyaya gelebilirdim. Ama evren inanılmaz bir hikâye anlatan bir roman gibidir. Evrenin belli bir amaç için var olmuş görünmesi (bu gezegendeki yaşamı mümkün kılmak) tesadüf değil, sadece tasarım olabilir. Evrenin tesadüfen bu değerlere sahip olduğunu iddia etmek, bir maymunun tesadüfen roman yazmasına inanmaktan daha kötü olurdu. Bu konuya Enformasyon Teorisi başlığı altında döneceğiz.
-
Tasarım
O halde geriye sadece bir olasılık kalıyor: Akıllı Tasarım. Bilimsel kanıtlara göre evren, içinde akıllı canlıların var olmasına izin verecek şekilde akıllı bir varlık tarafından tasarlanmıştır.
Bu mantıksız bir teori mi? Hayır. Bu üç olasılık içinde en akla yatkın seçenek.
Yine de Akıllı Tasarım Teorisini reddeden birçok kişi olduğunu tahmin edebilirsiniz. Karşı argümanlardan birinde tasarımcıyı kimin tasarladığı sorgulanır. Eğer evreni Tanrı’yla açıklayacaksanız, Tanrı’yı neyle açıklayacaksınız?
İlk olarak, evrenden farklı olan bu varlığın, zorunlu varlık olarak, bizim evrenimizdeki neden sonuç ilişkisine tabi olmadığını söyleyebiliriz.[10]
İkinci olarak, bir açıklamanın doğru olması için bu açıklamanın da açıklanması gerekmez. Eğer öyle olsaydı sonsuza kadar giden bir açıklamalar zinciri oluşurdu ve hiçbir şey açıklanmaya başlanamazdı. Bir hastalığa belli bir virüsün neden olduğunu keşfedebiliriz, yani bu hastalığı söz konusu virüsle açıklarız. Ama bu açıklamamızın doğru olması için önce o virüsü açıklamamız, yani bu virüse neyin neden olduğunu, nasıl var olduğunu açıklamamız gerekmez. Hiçbir bilim insanı virüs açıklamasını önce bu virüsün nasıl var olduğunu açıkla, sonra tedaviye başlayalım diyerek reddetmez. Aynı şekilde “Akıllı Tasarımın” evrenin varlığına iyi bir açıklama olması için önce bu açıklamanın açıklanmasını beklemek, bilimsel verilere ve teorilere çifte standart uygulamak olur.
Evrim Teorisini savunanların bir başka karşı argümanı şu şekilde özetlenebilir: “Elbette yaşamı mümkün kılan bir evren gözlemliyoruz. Eğer evren bu değerlere ve yasalara sahip olmasaydı, evreni gözlemleyecek canlıları (insanları) zaten barındırmazdı. Bu yüzden buna şaşırmamamız gerekir.”[11]
Kanadalı felsefeci John Leslie buna harika bir örnekle karşılık verir[12]
Çok tehlikeli bir suçlu olarak idam mangasının önüne getirildiğinizi varsayın. Bu idam mangasındaki 100 keskin nişancı asker size tüfeklerini doğrultmuş, ateş emrini bekliyorlar. “Hazır ol, nişan al, ateş!” 100 tüfek birden patlıyor. Ama siz hâlâ hayatta olduğunuzu gözlemliyorsunuz. Hiçbir mermi size isabet etmedi! Büyük ihtimalle, “Elbette hayatta olduğumu gözlemliyorum. Eğer hayatta olmasaydım o zaman gözlemleyemezdim. O halde bunda şaşıracak bir şey yok” deyip geçiştirmezdiniz. Gerçekten de eğer 100 keskin nişancının her biri hedefi ıskalamasaydı hayatta olmanızı gözlemlemeniz mümkün olmazdı ama bütün nişancıların hedefi ıskalama olasılığını düşündüğünüzde bunun imkânsız olduğunu kabul ederdiniz. Biri nişancılara ıskalama emri vermiş olabilir mi?
Aynı şekilde evreni sadece yaşamı destekleyecek ince ayarlara sahip olması sayesinde gözlemleyebiliyoruz. Ama bu gerçek, evrenin bu ince ayarlara sahip olmasında şaşılacak bir şey olmadığı anlamına gelmez. Evren aklımızı başımızdan alan bir hassasiyete sahip. Bu tesadüf veya zorunluluk olamaz. O halde akıllı bir tasarımcı bu evreni ince ayarlarını önceden belirleyerek tasarladı!
Sonuç olarak bilimsel kanıtlar göstermektedir ki, doğa yasaları ve doğada tespit ettiğimiz sabitlerin değerleri olduğundan daha farklı olabilirdi. Ama bu değerler tam olarak yaşamın var olması için gereken küçük aralıklarda bulunuyor. Bu yazıda özetle baktığımız kanıtlar dizisi bile (Evrenin İnce Ayarı) var olan hiçbir şeyin tesadüfen veya zorunluluktan var olmadığını göstermeye yetse de, Akıllı Tasarım teorisini incelemeye ve bu teoriyi destekleyen diğer kanıtlara bakmaya devam edeceğiz.
Sonuç
Başlarken Akıllı Tasarımın bilimsel bir teori olduğunu söyledik. Kanıtlarını Kutsal Kitap’tan almaz. Bilimden aldığı kanıtlarla Kutsal Kitap’ta açıklanan Tanrı’nın varlığını da kanıtlamaya çalışmaz. Bu yüzden Hristiyan imanını kanıtlamaz. Ama Kutsal Kitap’ta açıklanan yaratıcı Tanrı’yla uyumludur.
Bizim imanımızın herhangi bir bilimsel teorinin doğrulanmasına ya da yanlışlanmasına bağlı olmadığını unutmamamız gerekir. Evrim teorisinin doğruluğu kesin olarak kanıtlansa bile bu Tanrı’nın evrimi başlatmadığı ve yönlendirmediği anlamına gelmezdi.[13] Aynı şekilde Akıllı Tasarım Teorisi kesin olarak kanıtlansa bile, bu bizim imanımızın temelini teşkil etmez. Bizim sağlam temelimiz Kutsal Kitap’ta açıklanan İsa Mesih’tir.
İmanlılar olarak bilimden ve bilimsel kanıtlardan korkmamız gereksiz. Bilimsel kanıtlar her geçen gün biraz daha evrenin ve dünyadaki yaşamın Akıllı Tasarım sonucu, belli bir amaç için yaratıldığını göstermeye devam ediyor. Biz bu varlığın kim olduğu Kutsal Kitap’ın sözleri sayesinde biliyoruz:
Gökler Tanrı’nın görkemini açıklamakta, Gök kubbe ellerinin eserini duyurmakta (Mez. 19:1-2).
-
[1] Gardner, H. L., Commending and Defending Christian Faith: An Introduction to Christian Apologetics (Joplin: Missouri, College Press Publishing Co., 2010) s. 469.
-
[2] Water, M., The Bible and Science Made Easy (Alresford, Hampshire, UK: John Hunt Publishers Ltd., 2001), s. 6.
-
[3] Ross, H., “Why I Believe in the Miracle of Divine Creation”, Why I Am a Christian: Leading Thinkers Explain Why They Believe (Grand Rapids, Michigan: Baker Books, 2001), s. 138.
-
[4] Powell, D. Holman QuickSource Guide to Christian Apologetics (Nashville, Tennessee: Holman Reference, 2006), s. 54.
-
[5] Pale Blue Dot. Wikipedia, < https://en.wikipedia.org/wiki/Pale_Blue_Dot > (16.05.2019 tarihinde erişildi).
-
[6] Geisler, N. L., & Turek, F., I Don’t Have Enough Faith To Be An Atheist (Wheaton, Illinois: Crossway Books, 2004), s. 104.
-
[7] Craig, W. L., “Why I Believe God Exists”, Why I Am a Christian: Leading Thinkers Explain Why They Believe (Grand Rapids, Michigan: Baker Books, 2001), s. 68.
-
[8] Geisler, N. L., & Brooks, R. M., When Skeptics Ask (Wheaton, Illinois: Victor Books, 1990), s. 289.
-
[9] Evans, C. S., Why Christian Faith Still Makes Sense: A Response to Contemporary Challenges, C. A. Evans & L. M. McDonald, Eds. (Grand Rapids, Michigan: Baker Academic, 2015), s. 41.
-
[10] bkz. Ontolojik Argüman.
-
[11] Craig, W. L., “Why I Believe God Exists”, s. 71.
-
[12] :A.g.e
-
[13] Powell, D., s. 67, 68.
KAYNAKÇA: https://www.e-manetdergi.org/tr/dergi/makale/akilli-tasarim-1-bolum