Ünlü ateist yazar, gazeteci ve konuşmacı Christopher Hitchens’in Aralık 2011 tarihindeki ölümü sonucu, ne yazık ki iğneleyici üslupla karışık hastalıklı bir kutlamadan tutun da eleştirisiz kahramanlaştırmaya varan çeşitli duygusal tepkiler görüldü. Kuşkusuz, sözünü esirgemeyen bu yeni ateist (o kendisini ‘teist karşıtı’ olarak adlandırmayı tercih ediyordu ama buna daha sonra değineceğiz), dünyanın tek tanrılı inanç sistemlerinin kabul ettiği anlamda, Tanrı’yı hiç çekinmeden reddediyordu ve gerek yazılarından gerek televizyon programlarından gerekse her ikisi aracılığıyla dünya çapında tanınıyordu.
Birçok kişi Hitchens hakkında görüş sahibiydi. Onu ya parlak bir kahraman ya da lanetli bir kâfir olarak görme eğilimindeydiler. Ama Hristiyanlık içinde bir yeri olduğunu hiç iddia etmediği ve bunu istemediği için bir sapkın da değildi. Artık kendi açısından kişisel tercihinin bir anlamı kalmadı. O artık sonsuzlukta. Her ne kadar bu kavramı baştan reddedeceği kuşku götürmezse de, ister sözcüğü büyük harfle ister küçük harfle yazın, artık gerçekle yüz yüze.
Burada Hitchens, bir teolog ve pastör (Christ Church, Moscow, Idaho), yazar, konuşmacı, New Saint Andrews College kurucusu, Credenda/Agenda dergisinin kurucusu ve editörü Douglas Wilson ile karşı karşıya gelmektedir. Wilson değişik arenalarda farklılığını ortaya koymuştur ve bu tip tartışmalardaki paylaşımıyla yeteneğini göstererek ayırt edici özellikleri listesine bir yenisini eklemiştir. İki adam da kendi tarzlarında birer polemikçi tartışmacıdır ve ikisi de uzun erimde sıkıcı olarak değerlendirilemezler. Kıvrak zekâ ve polemik ustalığı açısından aynı ağırlıktaydılar.
Kitabın önsözünü yazan ve kendisini “oldukça laik bir Yahudi” olarak niteleyen Jonah Goldberg, aralarındaki kapışmayı överken bu ince kitabı “eğlenceli bir kitap”, tartışmadaki tarafları ise “kendi saygın amaçlarıyla mutlu savaşçılar” olarak tanımlar. Tartışmanın başında, bu savaşçıların yoğun tutkusu hemen anlaşılır. Hitchens Hristiyanlığı -bir “göksel diktatörlük durumu”nu- George Orwell’in distopik (korku ve endişe dolu) kâbusuna benzetir ve böylece dövüş başlar.
Hitchens ringdeki yerini şöyle tanımlamıştır:
Ben bir ateistten çok anti-teistim. Bir başka deyişle, ‘keşke ben de bir inanlı olsaydım ya da inanabilseydim’ diyen inançsızlardan biri değilim. Ben daha çok, insanlığın şimdisinde ve binlerce yıllık geçmişinde tanrılığın var olduğuna ilişkin kesinlikle hiçbir ikna edici kanıtın olmamasından son derece memnun biriyim.(s. 12)
Üstelik Hitchens, insanların “doğasında var olan bir ahlaka” sahip olduğunu ileri sürerek tanrı karşıtlığını biyokimyasal evrime dayandırır ve daha sonra “doğal insan dayanışmasının” var olduğunu varsayar. Ama Wilson, Hitchens’in mantığının doğasında var olan zayıflığı ortaya koymakta gecikmez.
Wilson’un teriyer sevimliliğinde bir kararlılık ve nazik bir ısrarcılıkla savunma oluşturması, doğru hedef alınmış işlerini karakterize eder. Hitchens çekinmeksizin, temel iyi ile kötü bilgisinin bütün insanlığın ortak evrensel özellikleri olduğunu öne sürmekteydi. Bunu herkes bilir, öyle değil mi? Wilson kararlılıkla Hitchens’in neye göre değerlendirilme yapılacağına ilişkin bir standart oluşturması gerektiğinde ısrar etti; bir başka deyişle, Hitchens’in iyiliğin ne olduğuna ilişkin bütün tahminlerin değerlendirilebileceği bir ölçüt üretemediği takdirde Hristiyanlığın bir sistem olarak iyi ya da kötü olduğu konusunda bir tartışmaya katkıda bulunamayacağını iddia etti. Gerçekten kesin, mutlak ve nihai bir iyi olmadığı sürece, kişi bir şeyin daha az veya çok iyi olduğunu ya da tam tersine daha az veya çok kötü olduğunu nasıl bilebilir? Üstelik Wilson baştan Hitchens’i ipe yollamıştır. Öyle görünüyor ki Hitchens’e göre iyilik kendi başına var olan bir şeydir. Yılmayan Wilson, Hitchens’ın “bir eylemin neden iyi, diğerininse kötü olduğunu açıklayamadığını” ifade eder (s. 66).
Uzman olmayan bir gözlemciye bile, Hitchens’in evrime dayalı argümanı, özünde boşluklarla dolu gelecektir. Örneğin, “insanların (hayvanlardan) daha gaddar olabileceğini, çünkü sadece onların bu şiddeti hayallerinde gerçekleştirme gücüne sahip olduğunu” kabul eder (s. 55). Argümanın geri kalanına bakarak, bu hayal gücü (her şeyde olduğu gibi) evrimsel süreçler aracılığıyla ortaya çıkmak zorundadır. Yine aynı süreçler, anlamlı bir şekilde, doğal seçim, güçlü olanın hayatta kalması yoluyla işlemelidir, evrime göre bu kesin böyledir. O halde neden güçlü olan (görünen o ki bu çağda insanoğludur bu) kendi kendisinin yıkımını hazırlayan bir hayal gücüyle evrimleşsin? Eğer erkek ve kadınların -kendilerine ve diğerlerine karşı- zalim olma nedenleri bunu yapacak hayal gücüne sahip olmalarıysa, neden böyle evrimleşmişlerdir?
Evrim
Evrim, tanımlandığı gibi, ilerleme, gelişme için oluşmakta değil midir? Dahası, herhangi bir ateistçe ahlak kavramı, tıpkı Wilson’un dediği gibi, sürekli bir akış içinde (evrimleşmekte) olmalıdır. Böylece Hitchens’in ve onun yandaşlarının bütün etik yargıları “sadece geçici düşünceler” şeklinde yaftalanabilir; “ahlak zamanla değişir” (s. 64). James Ledbetter’in (2011) “The Village Voice”de, Hitchens’in ölümünden bir hafta sonra ifade ettiği gibi, “Gerçekten de Hitchens’in evreni önceden beri mutlak iyi ve kötü nosyonlarıyla doluydu.”[1] Ancak Hitchens’in vicdanına sığdıramadığı şey, mutlak iyinin bir mutlak varlığa bağlı olması gerektiğidir. Kutsal Kitap, nihai değer kuramlarının, ilahi varlık felsefesinin bir parçası ve alanı olduğunu gösterir. Hitchens kendi değerler kuramını rastlantısal varlıklara (insana) bağladı. Oysa Kutsal Kitap, değer kuramlarını evrendeki rastlantısal olmayan tek Varlığın kusursuz karakterine bağlamaktadır.
Buna göre Ledbetter’in Hitchens incelemesi isabetlidir: “Hitchens kutsal savaşçı ruh haline girdi mi, kanıt yokluğunda inanma, yeminli düşmanlarıyla paylaştığı bir özellik oluyordu.” Hitchens, kendisinin kanıt olmadığı halde hemen her şeye inandığının söylendiğini duysa, kesinlikle mezarında ters dönerdi. Yine de, tıpkı diğer insanlar gibi onun da, herhangi bir düşünmeden önde giden (önkuramsal) taahhütleri vardı.[2] Bunlar, bütün inanç sistemi için bir çerçeve oluşturuyordu. Bu canlı karşılaşma, e-manet okuyanların ilgisini çekecektir, çünkü ortaya atılan soru [Hristiyanlık, dünya (toplum) için iyi midir, yoksa kötü müdür?] doğasından ötürü etiktir. Bunun da ötesinde, bu tartışma bir model oluşturmaktadır; özellikle Kutsal Kitap teolojisinin tutarlılığına dayalı olmak üzere, herhangi bir konuda mantıklı bir argüman kurmakla ilgilenen herkes için bir model oluşturur.
Bu kitap, Kutsal Kitap savunması ve Hristiyan yaklaşımlarının sosyal ahlaka karşı gelmesiyle ilgilenen herkesin ilgisini çekecek ve ikna edici, güzel konuşma ile ahlak derslerinde zengin bir yardımcı okuma olarak hizmet görecektir. Bu son derece çekici ciltli kapak ile basılmış kitabın kopyaları, düşünmeye sevk eden harika birer armağan olacaktır. Özetle, Wilson bize bir savunma bileyi, gerçeği analiz etme ve savunma girişimlerimizi keskinleştirecek bir düşünme ve tartışma biçimi sağlamaktadır. Günün programında lütufkâr ve pes etmeyen bir savunma yer almakta. Hazır mısınız ağız dalaşına?
Bu kitap incelemesinin orjinali, Journal for the Sociological Integregation of Religion and Society’de (Sonbahar 2012) yayımlanmıştır.