Bu dönemde yazılmış bir kitap, Süryanice Didascalia Apostolorum (Elçilerin Öğretişleri), Roma Pers sınırında Doğunun Batı ile buluştuğu yerde, ‘yeni ırktan Hıristiyanlar’ın’ nasıl biraraya gelip tapındıkları ve ilişkilerini düzenledikleri hakkında en eski ayrıntılı anlatımlara yer vermektedir. Günümüze kalmış en eski kilise elkitabıdır ve Edessa ve Antakya arasında 225-250 yılları arasında yaşamış, büyük olasılıkla Yahudi olan ve belki de aynı zamanda doktor olan, bir episkopos tarafından yazılmıştır. Sınırın, normalde Roma tarafı sayılan kısımda yazılmış olsa da, Pers topraklarında da dolaştırılmıştır. Burada, örneğin, bir sonraki yüzyılda Afrahat tarafından kullanılmıştır. Kitabın amacı kilise görevlileri ve üyelerine, Hıristiyan davranışları ve tapınma hakkında basit talimatlar vermek olduğu için ilk dönem Doğu kiliselerinin yaşam ve uygulamalarına, çok açıklayıcı bir şekilde, bir pencere açmaktadır. Haftanın ilk günü olan Pazar günü, kilisede eksiksiz bir şekilde biraraya geleceklerdi çünkü eğer gelmezlerse, ‘(Mesih’in) bedeni bölünür ve dağılırdı.’
Tapınağın doğu ucunda bir tahtta oturan episkopos, aynı zamanda kilise çobanı, vaiz, öğretmen ve yargıçtı. İhtiyarlar onun yanında otururdu. Bir diyakon, yer gösterme görevlisi olarak hareket eder, her imanlıya yerini gösterirdi- erkekler önde, kadınlar arkada ve gençler ve küçükler odanın iki yanında. Yer yoksa, çocuklar ayakta dururlardı. Çocuklu gen kadınlar, yaşlı kadınlar ve dullarla birlikte ayrı bir yerde otururdu. Diyakonların bir diğer görevi de düzeni sağlamaktı.
Diyakon, hepsinin yerine oturması, kimsenin yeri dışında başka bir yerde oturmamasından sorumludur. Diyakon, kimsenin fısıldamaması, veya uyuklamaması, gülmemesi veya işaretler yapmaması için dikkatli olmalıdır. Hıristiyan paydaşlığı açısından sosyal kalıpların fazlasıyla sert ve katı bir yapılanması gibi görünüyorsa, episkoposa ziyaretçilere nasıl davranması gerektiği konusunda talimatlarıyla kitap, daha sıcak ve dengeli bir hal alacaktır.
Kiliseye zengin bir kişi veya yüksek düzey bir görevli girdiği takdirde, episkoposun ona dikkatini vermemesi, vaaz vermeye devam etmesi gerekir. Kardeşlerden biri Hıristiyan sevisiyle, yerini bu kişiye vermediği takdirde, topluluk içinde bu kişilere özel bir yer verilmeyecektir. Fakat yoksul bir adam veya dul gelirse… özellikle de yaşça ilerlemiş iseler, ve bu kişiler için yer yoksa, o zaman kendin yerde oturmak zorunda kalsan bile bu kişilere bütün yüreğinle bir yer sağlamalısın.
Kudüs Konsülü’nde (Elçilerin İşleri 15), doğrudan elçiler tarafından yazıldığını, iddia etmesi nedeniyle Didascalia’nin doğruluğu gereksiz bir şekilde zayıflamıştır. Fakat, üçüncü yüzyılda, Doğu’daki Hıristiyan yaşamı ve düşüncesini aydınlatması açısından son derece değerlidir. İlahiyat açısından, doğru, Kutsal Kitap’a bağlı ve ortodokstur (gerçeğe bağlı). Yeni Antlaşma kurallarından çok ufak sapmalar vardır- örneğin, vaftizin etkisine fazla vurgu yapılması ve vaftizden sonra işlenen büyük ve küçük günahlar arasında bir ayrım yapılması gibi. Fakat öğretişler, Kutsal Kitap’ta bilinçli bir şekilde köklenmiştir ve Kutsal Yazılar’ın sadık bir şekilde incelenmesini tembih etmektedir.
Yazar, İbraniler ve kilise çobanlarına yönelik mektupların birkaçı, 2. Timoteos, Titus ve Yahuda, dışında tüm Yeni Antlaşma kitaplarını bildiğini gösteriyor. Evliliği bereketliyor ve Tanrı’nın iyi maddi yaratılışının minnettarlıkla kullanımını onaylıyor ve böylece hem Gnostik sapkın öğretişçilere hem de evlilikten kaçınan aşırı gruplara (Enkratit) karşı çıkıyor. Yahudacılar sorununa karşı özellikle duyarlılık gösteriyor ve ‘İkinci Yasanın’ (deuterosis) artık geçersiz kılınmış törensel yasaları ve Dağda Musa’ya verilen sonsuz geçerliliğe sahip yasalar arasında keskin bir ayrım yapıyor. Nitekim, ‘arıtma, serpme, vaftiz ve etlerin ayırt edilmesi’ açısından öncekini, Pavlus’tan çok daha ağır bir şekilde yargılıyor. ‘Yüreğin sünneti, sadık olanlar için yeterlidir,’ diyor. Didascalia, üçüncü yüzyılda kilise büyümesi hızlanırken ve putperest geçmişlerinden ancak bir ölçüde dönen kişiler kiliseye katıldıkça, yayılıyor gibi görünen, bir tür batıl inançlı popüler Hıristiyanlık’a karşı da darbe vuruyor. Bazı Hıristiyanlar, eski alışkanlık ve günahlarını bir kerede bırakamıyor ve veya bırakmak istemiyor gibi görünüyorlardı. Vicdanlarını rahatlatmak amacıyla, her günahtan sonra vaftiz olarak her günahın lekesini temizleyebileceklerini düşünerek akıl yürütmeye başladılar. Deniyor ki, bilerek işlenen günahlar, sadece vaftiz eyleminin tekrarlanmasıyla ortadan kaldırılamaz çünkü, ‘pişmanlık duymayan günahkar, tüm denizler ve okyanuslarda yıkansa ve bütün nehirlerde vaftiz olsa bile, aklanamaz.’ Bağışlamanın koşulunun tövbe etmek olduğunda ısrar ediliyor.
İlk dönemlerin Hıristiyan ailesinin yaşamı disiplinli ve ciddiydi. Didascalia’da, puritanlığın (katı kuralcı) izlerinden daha fazlası olduğu kesindir. Hıristiyan adama da, kadına olduğu kadar, fazla süs ve saçını güzelleştirme veya yüzünün görünümünü iyileştirme konusunda fazla uğraşma konularında uyarı vardır. Erkekler sakal tıraşı olmaz, kadınlar da, toplum içinde örtü takarlardı. Evlilikte her iki eşin de sadık olması şarttı. Eş öldüğü takdirde, özellikle kadınlar için ikinci evliliğe izin vardı ama üçüncü evlilik utanç verici sayılırdı. Çocuk yetiştirmeye gelince, hoşgörülü çağımız göz önünde bulundurulduğunda, Didascalia’nın tavsiyesi, neredeyse zalimce geliyor. Tembellik ve ahlaksızdan korumak için çocuklara bir zanaat öğretin diyor. ‘Anne babası olan sizlere karşı çıkma özgürlüğü tanımayın’ diyor. Kendi yaşlarından olanlarla biraraya gelmelerine izin vermeyin çünkü bu karışıklığa, yaramazlığı ve günaha yol açar diyor; gençliğin ateşli yıllarında denenmelerden korumak için erkenden evlendirmeyi öğütlüyor. Fakat, o çağı bizim çağımıza göre yargılayıp, o zamanki Hıristiyanlar’ın mizah anlayışı olmayan, çok katı insanlar olarak mahkum etmek hata olacaktır. Onlarınki, çevrelerindeki putperestlerin zalimliğinden, yargıladıkları sapkın öğretişçilerin dar kafalılığından çok farklıydı. Yukarıda tarif ettiğimiz kadar katı kuralları olan bir episkoposun, bazı grupları ‘bağnaz ve kutsallık konusunda tutucu’ olmakla suçlayabilmesi tuhaf görünebilir; fakat gerçekte, ortodokslar, ki bu dönemde kendilerini ‘katolik’ olarak adlandırmaya başlamışlardı, dönemlerinin ılımlı insanları sayılırdı. Öte yandan, yiyecek ve çalışma ve evlilikteki aşkın zevklerini, Tanrı’nın halkına verdiği iyi armağanlar olarak kabul etmekte, Tatyan veya Tomas’ın İşleri’ne göre daha yumuşak ve hoşgörülüydüler. Diğer taraftan da, soylu ailelerde dünyaya gelmiş Bardaysanlar’a göre, Kutsal Kitap’ta daha fazla temellenmiş, kişisel disipline sahip ve yoksulların ve yetimlerin ve dulların ihtiyaçlarının daha fazla farkındaydılar. Az veya çok olsun, sahip olduklarını kendilerinden daha azına sahip olanlarla paylaştılar.
Aynı dönemde Batı kilisesinin bazı yazılarına göre- Tertulyan veya Hipolitus’un yazıları gibi- Didascalia’da daha yumuşak bir ton hakimdir. Günahın doğrulukla reddedilmesine paralel olarak, Tanrı’nın bağışlayan sevgisinin tatlı notasının karşı melodisi söylenmektedir:
Katı bir şekilde yargılayın ama sonra, tövbe etmeye söz verdiğinde, günahkarı, merhamet ve acımayla kabul edin. Ölümü arzu edenlere, kardeşlerini suçlayanlara ve suçlamaları sevenlere kulak vermeyin… Hasta olanlara, tehlikede olanlar ve günah işlemekte olanlara yardım edin… Rab’bin merhameti ne kadar boldur… Günahkarları bile tövbeye çağırır ve onlara umut verir.
KAYNAKÇA: Moffet, S.H., A History of Christianity to Asia, Orbis, 1998, 94-97