Lions’lu Waldo
Valdolar hareketini başlatan, Lions’lu Waldo hakkında sosyal sınıfı haricinde pek bir bilgiye sahip değiliz. Kendisi Fransa’nın Lions bölgesinde politikayla uğraşan çevresinde etkili ve oturaklı varlıklı bir tüccardı. Şehirden kovulduktan sonraki hayatı, ölmeden önceki son yılları ve 1217 dolaylarındaki ölümü hakkında hiçbir şey bilememekteyiz. Onunla ilgili her şey hayatındaki birkaç yıl hatta birkaç ay etrafında merkezlenmiştir. Ancak Waldo hakkında şuan bildiklerimiz bize Valdolar, onların inançları ve yaşayışları hakkında pek çok önemli bilgi vermektedir.
Yaklaşık 1173-1176 yıllarında Waldo’nun aldığı bazı kararlar onun hayatının radikal bir şekilde değişmesine neden olmuştur.
- Kutsal Kitabın bazı bölümlerinin Latince’den – kendi yerel Fransizca lehçesine tercümesini sağladı. (Fransızca o dönemde henüz bir dil olarak yerleşmemişti)
Bu karara karşı bir görüş ortaya çıkmadı. Hatta zamanın bir belgesinde yazılı olduğu üzere, bir arkadaşı ile Roma’ya gidereke Papa’ya bu tercümeyi takdim etmişti ve Papa tarafından takdir edilmiş ve kendisi onurlandırılmıştı.
- İşini bıraktı ve sahip olduğu her şeyini dağıttı, kendini bir dilenci kadar mülksüz bir duruma getirdi.
Bu ikinci kararı birincisine kıyasla daha bir tuhaftı. Waldo’ya böyle bir karar aldıran etkenin ne olduğu kesin olarak bilinmiyor fakat şurası kesin ki çok önemli bir deneyim veya deneyimler Waldo’nun hayatının özünü sorgulamaya yöneltti. Efsanedeki farklı kaynaklara göre bu kararının sebebi bir arkadaşının ölümü olabilirdi. Bunun yanı sıra bir ozanın şarkısının sözlerinden çok etkilenmiş olabileceği de söylemleri de bulunmaktadır.
Bu ikinci kararda bir diğer unsur da İncil’den bir bölümdür. İsa’nın zengin bir adam için Markos 10:22’de dediği “ Eğer mükemmel olmak istiyorsan, bütün varını yoğunu sat ardımdan gel.” sözleridir. Öyle görünüyor ki bu ifade Waldo’nun yaşadığı karmaşayı çözümlemesinde ve onu bu kararı almaya yöneltmesinde etkili olmuştur. Waldo bu kesin tavsiyeyi harfiyen uygulamakla, kendini mülklerinden özgür kılıp İsa’yı takip etmeye adamıştır.
Bu Müjde mesajı Waldo ve arkadaşlarının hayatlarında temeli oluşturmaktadır ve çok dikkatle incelenilmesi gerekir. Şu konuya dikkatinizi çekmek isterim. 12. yüzyılda fakirlik adağı adamak günümüzde algılanabileceği gibi çok sıra dışı bir olay değildi. Manastır hayatını seçen herkes bu adağı tutardı. Kendinden feragat eden prensler, soylular ve diğer önemli insanların böyle bir hayat tarzını benimsediklerinin örnekleri bulunmaktaydı. Fakat neredeyse her zaman böyle bir karar, kurtuluşu hak etmek amacıyla dünyadan vazgeçmek için verilirdi. Fakirlik adağı “mesleki” dini yaşamın bir parçası olarak görülürdü. Fakat Waldo bu tanımdan farklı olarak ruhban olmayan sıradan bir insan olarak kaldı.
Fakirlik Waldo için Hıristiyan Disiplinine kavuşmada yapıcı bir unsurdu. Papa’nın bir temsilcisi tarafından durumunu bildirmek ve Hıristiyan İnancının temel prensipleri bildirisini imzalaması için çağrıldığında duraksamadan imzayı attı fakat şunları ekledi “Biz Müjde’nin sözleri ve özellikle de Dağdaki Vaaz ve Emirler doğrultusunda yarın için kaygı çekmeksizin fakirlik içinde yaşamaya karar verdik. Fakat bu dünyada yaşayan ve iyi olanı yapan kişilerin de kurtulacağına inanıyoruz.”
- Müjde’yi halk içinde vaaz etmeye karar
Waldo’nun deneyimini tanımlamakta bu karar halen diğerlerinden daha büyük önem taşır. Aslında Waldo sadece kendi çevirdiği Kutsal Kitap metinleriyle sınırlı kalmamış, bunlardan önemli noktaları ve kendi kişisel tecrübelerini kullanarak o çağda yaşamış kişileri tövbe etmeye ve kurtuluşa sahip olmaya kararlılıkla yöneltmişti.
Onun vaaz edişi, Pazar günleri cemaate paylaşan sıradan bir vaizinkinden farklıydı. Onunkine benzer ve daha günümüze yakın bir örnek olarak, İngiltere ve Amerika’nın pis, fakir kenar mahallelerinde veya köylerinde vaaz eden ilk Metodist vaizler verilebilir. Waldo’nun yaşayışının değişiminin direkt bir sonucu olan ve İsa’yı izleyişinde çağrısı olarak gördüğü bu vaazlar, onun ve onu izleyenlerin çekeceği eziyetlerin ve sorunların başlangıcı olacaktır.
Hareketlerinden ötürü Waldo, Lyon şehrinden kovulur. Bir söylentiye göre, Lyon şehrinin Başpiskoposuyla olan son görüşmesinde, Waldo piskopos tarafından vaaz vermemesi konusunda ciddi bir şekilde uyarıldı ve tehdit edildi. Buna karşılık Waldo’nun verdiği yanıt “İnsana boyun eğmektense Tanrı’ya boğun eğmek daha iyidir.” Şeklinde olmuştur. Tabii bunlar elçi Petrus’un vaaz vermeyi durdurmasını isteyen Baş Kahine karşı Elçilerin İşleri 4:19 ‘da yazılı olan sözleriydi. İsa Mesih’in kilisesini Tanrı Sözü üzerine temellendirmek isteyen Petrus’un davasında olduğu gibi Waldo da elçisel topluluğunu o günün sıradan insan yapısı üzerine değil tamamen Tanrı Sözü üzerine temellendirmek istiyordu. Belki 14. yüzyıl Valdoları’nın Waldo’yu “Petrus Waldo” olarak nitelendirmelerinin sebebi de bu olaydır.
Eski ve Ölmeyen Işık
12. Yüzyıldan Protestan Reform Hareketine kadar Valdolar Giorgio Bouchard
Yüzyıllarca süren sert işkencelere rağmen İtalyan Alplerinden gelen bu Hıristiyanlar Mesih’e, Kutsal Kitab’a ve Yoksul yaşama olan adanmışlıklarından kaynaklanan güçleri sayesinde müjdeci kimliklerini korumuş ve 12. yüzyıldan Reform dönemine kadar Müjdenin ışığını sadakatle taşımışlardır. 12. yüzyılın sonlarında Avrupa ruhsal hareketlilik ve bunun çeşitli dinsel ifadesi açısında oldukça Eski müjdesel bir grup olan Valdoların da Lyons (Fransa) ve sonrasında Milan’da (İtalya) ilk kez ortaya çıkması bu zamanda gerçekleşmiştir.
Bu akımın ilk başlangıcında üyelerine kısaca “Yoksul” denirdi. Önemsiz gibi görünen başlangıçlarına karşın hayatta kalabilmiş ve zor iman yolculukları tarihte yerlerini almalarını sağlamıştır. Valdoların kendi kilise binalarına sahip olup ana kiliseden ayrılmaları 3 yüzyıldan fazla sürecektir. Sonunda da Protestan Reformu içerisine dahil olacaklardır. Fakat 16.yy da ki o zamana kadar “Yoksullar” dağılmış olarak, fakat Roma Kilisesi’ne çok yakın Mesih’e, Kutsal Kitaba ve Elçilerin örneğine uygun Yoksul bir hayatı benimseyen bir topluluk olarak yaşayacaktır.
Hareketli yaşamları içinde Valdo hareketinin ortaya çıkışı pek sıra dışı değildi. Şaşırtıcı olan onların o kadar uzun bir süre hayatta kalabilmeleriydi. Kilise tarafından takdir edilmek bir yana çok sert bir şekilde baskı gördüler. (Bu karşı çıkanlara örnek olarak;ruhta ve amaçlarda Valdolarınkine çok benzer fikirlere sahip ünlü manastır kurucusu Assisi’li Francis (1181-1226) ve takipçileri verilebilir) Bunlar doğrultusunda diyebiliriz ki bu üç yüzyıl boyunca “Yoksullar” sadece hayatta kalabilmeyi başarmamış aynı zamanda büyümüş, yeni taraftarlar kazanmış, tanıklıklarını yeni alanlara ulaştırmış ve bizim kabul edişimizi ve özel ilgimizi kazanmıştırlardır.
Niye Valdolar ?
Bu başarıyı açıklayabilmek için nereye bakabiliriz? Ayrı ayrı imanlıların adanmışlıklarındaki güce mi? Sebep bu olamaz çünkü aynı dönemde dizginlenemeyen ve çoğunlukla bastırılarak durdurulabilen çok hararetli başka imanlılar da vardı. Hayır, ne adanmış güçlü imanları, ne eziyet karşısındaki cesaretleri ne de ruhun gücü Valdoların hayatta kalabilmelerini açıklayabilen tatmin edici bir neden olabilir.
Bunun yerine son dönem tarihçilerin yaptığı gibi sosyal ve ekonomik yapıdan kaynaklanan nedenlere bakabiliriz. Valdolar, belki de toplumun kenarında kalmış en alçak gönüllü sınıftan oluşan sade imanlılar oldukları için teşkilatlanmayı bir tehdit olarak görmediler. Bu nedenle yer altındaki varlıklarını büyük bir risk olmaksızın sürdürebiliyorlardı. Fakat Valdolar hakkındaki bu yorum onların toplumun her sınıfında- köylerde, şehirlerde, çiftçiler ve tüccarlar arasında mevcut ve aktif olduklarını gösteren belgelerle bir tezat oluşturmaktadır.
Valdoların hayatta kalabilmelerinin ve büyümelerinin gizemli sırrı farklı bir özelliklerinden kaynaklanıyordu. “Yoksullar” hareketinin Orta Çağ’da hayatta kalabilmesinin nedeni hiçbir zaman kendilerini tarikatçı bir ruhla kapatmamış olmaları, (yani kendilerini ruhsal olarak diğer Hıristiyanlardan üstün görmeyen bir grup olmaları), aksine sürekli kendilerini ruhsal ve teolojik olarak nasıl yenileyebileceklerini biliyor olmalarından kaynaklanmaktaydı.
Bu çok mümkündü çünkü Valdoların sosyal yapısı ve yaşam tarzları değişebilmesine rağmen başlangıçlarından itibaren sonuna dek sadık kaldıkları çok net ve orijinal bir mesaja sahiptiler. Valdo’ların Gücünün nereden geldiğini şimdiye kadar onlar için kullandığımız belli terimlerin içinde bulunduğunu söyleyebiliriz. Onlar bir Hareketti ve Onlar Yoksulluk Hareketiydi.
Lions’lu Waldo ve Valdoların Başlangıcı
Valdo hareketin temel özellikleri bu akımın kurucusunun deneyimlerinde de açıkça görülmektedir. 12.yy sonlarında Fransa’nın bir şehrinde yaşamış olan bu tüccarın amacı ne Kiliseye karşı yeni bir toplum başlatmak ne de kendi ismini ve fikirlerini duyuracak kendine bağlı bir grup oluşturmak veya bir tarikat kurmaktı. Kendini yeni fikirlere veya vahiye veya belli bazı yorumlarını topluma paylaşma amacı olan (Hıristiyan tarihinde sıkça görülmüş olduğu gibi) bir vaiz olarak da tanıtmadı.
Onun sadece bir amacı vardı: Müjde’nin öğretişine uygun bir Hıristiyan imanı yaşamak veya dönemin ruhsal terminolojisiyle söylemek gerekirse Elçilerin yaptığı gibi İsa’yı izlemek.
İsa’nın ilk öğrencilerinin deneyimlerini tekrar canlandırmak istedi. Bu açıdan düşündüğümüzde Waldo ve takipçilerine daha sonraki dönemlerde Valdolara eziyet edecek olan bir engizisyon memurunun şu tanımlaması uygun düşmektedir. Nudi Nudum Christum sequentes (Çıplak Mesih’in çıplak öğrencileri). Sıra dışı ve belki de bizim için biraz rahatsız edici bu “Çıplak ” sıfatı iki anlamda anlaşılabilir: İlki üzerinde hiçbir şey olmamak ki bu maddesel olarak yoksul olmak anlamındadır bir diğeri de dinsel fazlalıklardan arınmış olup sadece Mesih’e sahip olmaktır. Valdolara göre Mesih, imanda temel alınacak tek odak noktadır ve yoksulluğu içinde takip edilmelidir.
Waldo ve takipçileri için İsa’yı elçiler gibi izlemek bazı şeyleri gerektiriyordu. Tanrı Sözü olan Kutsal Kitab’ı işitmenin ve anlamanın önemini üzerinde çok duruyorlardı. İnsanların Mesih’i imanlarının merkezi olarak görmeleri Kutsal Yazılarda söylenmekteydi. Yoksulluk içinde yaşamayı gönüllü olarak seçmişlerdi ve halka açık yerlerde vaaz vermekte çok kararlı tutumdaydılar. Bu ısrarcı tutumları, dönemin dini liderlerini öfkelendiren en temel davranıştı ve sonunda Katolik Kilisesinin kendilerine hiddetlenmesine neden oldu.
Lions şehrinin başpiskoposu, Waldo’nun halka vaaz vermesine engel olmaya çalıştı. Bunu başaramadığını görünce onu şehirden sürdü. Waldo’yu izlemeye kendini adamış bir grup arkadaşı onun çevresinde toplanmıştı bile. Bu kişiler dönemin manastır hayatındaki düzende olduğu gibi kendilerini “biraderler” veya “öğrenciler” olarak nitelendirmiyorlardı bunun yerine kendilerini Waldo’nun “ müşterek üyeleri” ve gruplarını da “Toplum” olarak nitelendiriyorlardı. Kendilerini tanımlarken, mevcut Kilise’den üstün oldukları iddiasına sahip yeni bir din kurmayı amaçlayan bir grup olarak görülmelerine neden olabileceğinden ötürü dini terimler kullanmak yerine dönemin ticaret dilinden bu terimleri kullanmayı seçmişlerdi. Tek istekleri ruhani sınıfa ait olmayan bir grup insan olarak değerli bir amaç uğruna; Müjde’yi duyurmak için işbirliği yapmaktı. Müjdelemeye olan bu adanmışlıkları dönemin Kilisesi tarafından sert tepkiyle karşılandı ve Lions’un Yoksulları olarak araştırılıp, din karşıtı oldukları kararı ile aforoz edilmelerine neden olmuştur.
Kimin Yetkisi ile?
Bu noktada dönemim Kilise teolojisine bakmakta fayda var. Ortaçağ teologlarına göre halka vaaz vermek sadece resmi görevlilerin yetkisindeydi. Elçilerin ardından gelenler (varisleri) olarak ve atanmaları aracılığıyla bu hizmeti yapabilecek tek yetkili grup bu kişilerdi. (Kilisedeki bu nesilden nesile atama yoluyla geçen bu elçisel yetkiye Elçisel Veraset denirdi). Bu yüzden Kilise inancına ve uygulamalarına göre kilise tarafından atanmamış ve elçisel bir varis olmayan Tüccar Waldo ‘nun vaaz verme yetkisi yoktu.
Waldo’nun mücadelesini verdiği fikir ise aynen şöyleydi. Rab tarafından çağrılmış bir kişi olarak kendisinin aynı, elçiler gibi Mesih’in öğrencisi olmaya çağrıldığını iddia etti. Elçilerin gerçek varisleri kimlerdir? Bunlar illaki atanmış olan kişiler değil fakat Rab’bin çağrısına yanıt veren ve ilk elçiler gibi yaşayanlardır. Bir kişiyi elçilerin gerçek varisi yapan atanmışlık değil fakat Tanrı sözüne bağlılıktır. Vaaz etme yetkisi gözle görünen Kilise emirlerinden değil, Mesih’in bizzat kendisinden gelir.
Bu inancın Orta Çağ kilisesi tarafından Tanrı’nın kendi Ruhunu yönetmede kullandığı harici bir kanal olarak görülmesi nedeniyle , Waldo döneminde ki kilise için sonuçları çok büyük olacaktı. Waldo’nun bu iddiası eğer doğru kabul edilecek olsaydı Kutsal Ruhun sadece Kilisenin tekelinde olduğu görüşü yıkılmış olacaktı. Waldo, Tanrı Sözünün ve Ruhunun kesinlikle Kilisede işlediğine inanıyordu fakat sadece Kilise tarafından kullanılabileceklerine karşı çıkıyordu. Waldo büyük ihtimalle iddialarının ne kadar radikal içerikli olduğu gerçeğini fark edemedi ve kilise ,gelenekleri ve diğer tüm imanlılarla tam bir birlik içinde hissetmeye devam etti. Fakat Romalı Papalık divanı (Katolik Kilise Hükümeti) mevcut tehlikeyi gördü ve bir iki yıl sonra da Lions’un Yoksulları , din karşıtları olarak nitelendirilip uzun sürecek şehitlik çağrılarına başladılar.
Konstantin’in Bağışına Karşı
13. yüzyılda özellikle başında, “Yoksullar” Languedoc’da ve İtalya’nın Kuzeyindeki Lombardy (ki burada Lombardy’nin Yoksulları olarak biliniyorlardı) bölgesinde bulunuyorlardı. Bir yüzyıl sonra engizisyon görevlileri Avusturya’da Danube Vadisinde ve Almanya’nın kuzeyinde bazı toplulukların varlığını ortaya çıkardı. Bu dönemlerde her bir grupla ilgilenen sorumlu kişilerin olduğu küçük gruplardan oluşan bir kuruluş ortaya çıktı. (Bazı durumlarda bu liderler için elçi, vali gibi resmi kilisede kullanılan terimler bile kullanılmıştır)
Konstantin’in Bağışı
Konstantin’in Bağışı Ortaçağda büyük önemi olan bir belgeydi.Bu belge kilise tarafından, Kilisenin dünyasal kuvvetler üzerinde bile üstün olduğu iddiasını destelemek için kullanılıyordu. İddiaya göre 4. yüzyılda İmparator Konstantin, ülkesinin baş kentini Konstantinopol’a taşıma aşamasında Papa’ya da ( dolayısıyla Roma Kilisesini) tüm İtalya, Kudüs, Konstantinopol ve İskenderiye üzerinde de yetki vermişti. Bu belge aynı zamanda Konstantin’in Papalığa, Rahipler üzerinde üstün bir kontrol yetkisi ve daha önemlisi politik olarak büyük bir güç de bahşettiğini iddia etmiştir. (Fakat Sylvester, açıkça ve alçakgönüllülükle Kraliyet tacını Konstantine’den kabul etmeyi reddetmiştir.)
Yüzyıllar boyunca bu Bağış, Papalığa büyük politik güç tanıyan herkes tarafından benimsendi. Taa ki 15. .yüzyılda Alman kardinal ve din bilimci Cusa’lı Nikholas tarafından bunun bir uydurma olduğu kanıtlanana dek. Şurası açık ki bu belge 8. veya 9. yüzyılda Frenk İmparatorluğu sırasında düzenlendi. O dönemde Papalık, yetki konusunda Büyük Karlos Hanedanının yöneticileri ( Kutsal Roma İmparatoru Charlemagne gibi) ile sürekli bir mücadele içerisindeydi. Romadaki kilise gücünün tehdit altında olduğunu fark edince , Bağış adlı bu belgeyi tertiplemeye karar verdi. Valdolar bu belgenin düzmece olmasını bilmemelerine rağmen Sylvester’in dünyasal politik gücü kabul etmesini Mesih’in ve Elçilerin itaatkar izleyicilerinde bulunan alçakgönüllü ve yoksulluk temellerini yok saymak olarak kabul ettiler. Kilisenin 4.yüzyıldan itibaren dünya ile iş birliği yapıp Mesih’i inkar ettiğini kabul ettiler. Kilisede gördükleri güç ve zenginlik de onların bu iddiasını kanıtlar nitelikteydi. Bu farklı gruplar belli bir yere kadar bağımsızdılar ve dini hayatlarını kendi görüşlerine göre sürdürebiliyorlardı.
Resmi olarak Valdolar çocuklarını vaftiz ettikleri ve genel bir uygulama olan yılda en az bir kere Rab’bin sofrasını paylaştıkları Roma Kilisesinin bir parçası olmayı sürdürdüler.Halen Roma Kilisesi sınırları içindeydiler ve Kiliseye olan eleştirilerini öne çıkaracak hiçbir davranışta bulunmadılar.
Onları etraflarındaki diğer insanlardan ayıran başlıca iki unsur vardı:
- Tüm diğer şeylerden daha üstün tuutkları ,İsa’nın sözlerine özellikle de Dağdaki Vaazına tam bir bağlılığa sahip olmak.Bunun sonucunda da her çeşit şiddete karşı oldular. Bununla sadece savaş ve Haçlı seferlerdeki şiddeti değil aynı zamanda mahkemeler tarafından uygulanan “Yasal Şiddete” de karşıydılar.
- Ant içmeye (Matta 5:33-37 bölümüne dayanarak) ve faiz ile para vermeye karşı çıktılar.Bu fikirler sadece dini kurumların tepkisiyle karşılanmadı aynı zamanda politik güçler de Valdoları tehlikeli isyancılar olarak görmeye başladılar.
Valdoların bu kadar aykırı olmalarındaki motivasyon ne idi ?Katı ahlaki standartlar , paklık için olan istek ve Müjdeye olan bağlılık mı? Bu sorunun açıklaması her zaman böyle süregelmiştir.Valdolar, aralarında nüfuslu insanların bulunmadığı, Müjdeyi anlamakta ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan sıradan insanlar değiller miydi? Sanırız cevap bu değil.
İşin aslı Valdolar hiç de öyle saf, basit Kutsal Kitap yorumlayıcıları değildi aksine Hıristiyan inancının tarihteki yeri konusunda gayet keskin bir anlayışları vardı. Onlar Kilisenin asıl çağrısına sadık kaldığı sürece elçilerin izinden gideceğine inanıyorlardı. Kilisenin itaatsiz olabileceğini biliyorlardı ve bu itaatsizlik, dünyanın sunduğu geçici güç ve zenginlikler uğruna Mesih’in alçak gönüllüğünün ve yoksulluğunun terk edilmesiyle kendini ortaya koyuyordu. Kilisenin dünyasal bir güç haline gelmesinin onun Ruhunu kaybetmiş olduğu anlamına geldiği görüşündeydiler.Onların bu yorumunun gücü ve dayanağı böyle bir ihanetin yapıldığına inandıkları tarihteki bir olaya dayanır: 4.yüzyılda Hıristiyanlığın Konstantin İmparatoru tarafından imparatorluğun resmi dini olarak kabul edilmesi olayı. Genel görüşe göre büyük bir zafer olarak kabul edilen bu olay Valdolar için Kilisenin zayıflamaya başlamasının başlangıcıydı, Onlara göre bu olay dünya ile işbirliği yapmak demekti.
Valdolar ; “Biz Kilisenin dünya ile işbirliği olan Konstantin’in Bağışını reddettiğimiz için Mesih’in gerçek öğrencileriyiz.” demişlerdi. Bu olayda kendilerine zararlı olacak iki tutumdan kaçınmışlardı.
- Kendilerini kapalı bir grup olma- bir tarikatçı ruha sahip olmaya yöneltecek Kilisenin dışında veya Kiliseden ayrı bir grup olma duygusu.
- Kendilerini imanın yegane örnekleri olarak görme sonucunda Kiliseye karşı olan ve kibirli bir tutuma sahip Tabii ki kendilerini, Kilisenin en imanlı/sadık kesimi olmak istiyorlardı fakat bunu tarikatçı veya ayrımcı bir anlayışla yapmak istemiyorlardı.
Hus’ın etkisi
Valdoların Kilise içinde ayrımcı olmadan gerçek elçisel örnekler olma yolunda bir hareket olmaları, onların 15.yüzyıl başlarında büyük Bohemyalı (Çek) vaiz ve teolog John Hus’un önderliğindeki Hıristiyan teolojisinde yenilenme hareketine niçin katıldıkları konusunda bizi aydınlatmaktadır.
Hus 1415 yılında verdiği öğretişler nedeniyle suçlu bulundu ve bir kazığa bağlı olarak yakıldı. Sadık bir Katolik’ti fakat Kutsal Kitabın yanında Katolik Kilisesinin otoritesinin ikinci derece önemli olduğuna inanıyordu. (Buna karşın Kilise ,Kutsal Kitabın ve kendi yetkisinin eşit olduğunu savunuyordu). Hus’un bu görüşüne göre ruhban sınıfından olmayan biri bile Kutsal Yazılar ile Kilisenin davranışlarını yargılayabilirdi, bu nedenle de Kutsal Kitap halkın kullanabilmesi için tercüme edilmeliydi. Aynı zamanda Mesih’in gerçek Ruhsal Kilisesinin dünyadaki Katolik Kilisesine eşit olmadığını öğretiyordu. Bu da en yüksek rütbeli kilise görevlilerinin bile aslında Mesih’in gerçek ruhsal tohumunun bir parçası olamayabileceği anlamına geliyordu.
Hus pek çok Kilise liderlerinin bozuk ve savurgan hayatlarının, Mesih’in yoksulluk yaşamına olan tezatlığının bunun bir göstergesi olduğunu öne sürdü. Hernekadar Hus inancı uğruna şehit edilmiş olsa da , onun düşünceleri daha sonra Luther ve diğerleri üzerinde çok etkili olmuştur ve John Wycliffe’in öğretişleriyle Protestan Reform hareketinin yolunu hazırlamıştır. Hus’un izleyicileri “Bohemyalı Kardeşler” olarak anılmışlardır. Pek çok açıdan Valdoların fikirleri ile Hus’ın öğretişlerinin ne kadar örtüştüğünü görmek ve sonradan Valdoların Bohemyalı Kardeşler hareketine niçin katıldıklarını anlamak hiç de zor değildir.
Barba Dönemi
15. yüzyıl Valdoların varlığı acısından kayda değer bir önem taşır . Bu hayati önemin çarpıcı unsuru barbaydı. Bu terim kendi içinde önemliydi. Alpler bölgesinin yerel diline göre bu terim “amca, dayı” anlamına gelirken kelimenin başka bir formunda, saygı ve sadakat kazanmış önder anlamı da taşırdı. Valdolar belki de Katolik uygulamada papazlara “baba” diye hitap edilmesine zıtlık olsun diye, bu terimi kendi önderleri için kullanıyorlardı.
Barba hakkında çok fazla bilgi sahibi olmamakla birlikte mevcut bilgilerin bize bir fikir vermesi açısından yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Bu çağrıyı almış ve buna olumlu cevap vermeye karar vermiş genç insanlar kendilerini ne gibi tehlikelerin beklediğini bilirlerdi. Bu gençler hizmetlerine iki şekilde hazırlanırlardı. İlk olarak belli bir süre okulda alınan eğitim. Bu okullar sadece derslerin ve araştırmaların yapıldığı bir yer değil aynı zamanda kişinin Kutsal Yazılar ve genel anlamda kültür hakkında bir fikir edindiği yerlerdi. Tüm bunların ötesinde bu okullar tehlikelerle dolu bir hayatta çok önemli olan ruhsal ve ahlaki olgunluğu kazanmak için gerekli eğitimin ve genç yaşlı herkes ile birlikte yaşamaktan oluşan ruhsal çekilmelerin olduğu yerlerdi.
Tabii bir barba kendinden daha büyük olan bir barbanın imanı yitirmiş kişilere olan hizmetinde ona eşlik ederse daha etkili bir şekilde öğrenmiş olurdu. Bu yaşayarak öğrenme deneyimi onların bu gayreti sürdürebilmeleri için gerekli deneyimi kazanmalarını sağlıyordu.
Haklarında çok az şey bilmemize rağmen barbaların faaliyetleri şaşılacak kadar başarılıydı. Çok şey başardılar. Kuzey İtalya’dan güneybatı Fransa’ya, bugünkü Çek Cumhuriyeti’inden Alpler’e kadar belli bir planı takip ederek vaaz ettiler, öğrettiler, ve halklarına papazlık yaptılar. Engizisyon görevlileri (Katolik Kilisesinin kabul edilmiş öğretilere uymayanları açıkta bırakmaktan sorumlu kolu) tarafından tanınmamak için bazen dindar hacılar, bazen yolculuk yapan tüccarlarmış gibi farklı kılıklara büründüler.
Aslında gerçek oldukça farklı. Bunu bir Fransızca lehçesi dilinde bulunmuş çeşitli yazılardan biliyoruz. Bu yazıların barbalar tarafından kullanıldığı çok açıktır. Tutanakların cep boyu baskılarındaki vaazlar, risaliyeler, şiirler ve gramer dersleri Valdoların büyük kültürel dünyalarını gözler önüne seren bir buzdağının küçücük bir parçası gibidir. Bunların pek çoğu sadece tercüme edilmekle kalınmamış aynı zamanda uygulanmış ve dikkatle incelenmiş Hussite kaynaklarından gelen teolojik çalışmalardı. Bu başarımlar sıradan eğitimsiz insanların yapamayacağı hassasiyet ve ustalık gerektirirdi.
Büyük Bedelin İncisi
14.yüzyıl engizisyon görevlilerinden biri, bize gezgin bir satıcı kılığına girmiş bir Valdolu vaiz hakkında hoş bir kayıt bırakmıştır. Belgeye göre bu Valdolu, yerel bir malikaneye gelmiş ve bölge halkı,efendiler ve hizmetkarları da dahil olmak üzere sahip olduğu malları; kumaşları, mücevherleri … görmek üzere adamın etrafına toplanmışlar. Fakat Valdolu mallarını satarken bir yandan kendisinde bunlardan daha değerli malların olduğunu, paha biçilemez mücevherlerin olduğunu ima ediyor ve bunları onlara verebileceğini söylüyormuş. Böylece dinleyenlerin merakını uyandırıp Büyük Bedelin İncisi, İsa’nın Müjdesi hakkında paylaşmış ve sonrasında da aşama aşama resmi Kilisedeki güç,zenginlik ve lüks sevgisiyle tamamen zıt olan saf Müjdeyi anlatmış.
Valdolar ile tüccarlar arasında ki bağ, kurucuları olan tüccar Waldo’nun örneğini takip ettikleri için her zaman devam etmişti. Fakat şu da çok ilginç bir konudur ki, bazı Valdolar mahkemede yargılandıkları zaman kendilerine bu malları veren Kişiyi açıklamışlardı. O dönemde yaşayan Valdolar için bu şekilde faaliyet göstermek – şüphe yaratmadan yolculuk etmek için en güvenli yoldu. Engizisyondan kaçabilmek için gezgin vaizler gizlilik içinde sürekli hareket halinde olmalıydılar. Valdolar İsmi tam bilinmeyen bir yere gelip orada birkaç gün kaldılar ve sonrasında da bir gece ortadan kayboldular. Almanya’da onlara “elçiler” denirdi. Polonya’da bir deyişte onların “Gerçeği anlatan adamlar” olduğu söylenir.
Barbaların çevresinde iyi organize olmuş gizli bir dünya vardı. Kutsal Kitaba uygun olarak iyice belirlenmiş programlarına göre ikili gruplar halinde imanlıları ziyarete gittiler, sorunları tartıştıkları toplantılar düzenlediler, bağışlar topladılar ve bunların gerekli gördükleri şekilde kullanılmasını sağladılar. O yüzyılda pek çok barbanın faaliyette olmasına rağmen bunlardan çok azının tutuklanmış olması sistemlerinin ne kadar mükemmel olduğunu kanıtlar.
Valdonizm Teolojisi
Valdolar büyük olasılıkla Hussitlerin de etkisiyle, kendileri hakkındaki anlayışlarında bir büyüme ve geleneksel ruhsallıklarında yenilenmeye yol açan bir hassasiyet yaşadılar. Onların bu bilinci, sadece dünyasal güçlerle işbirliği yapmakla kalmayan aynı zamanda Bohemya’daki ruhsal yenilenmeye olan karşıt tutumlarıyla Mesih-karşıtı olarak gördükleri Roma Kilisesinin karşısında yer almalarından kaynaklanan Mesih’in asıl topluluğu – “gerçek kilise” -olmaları temeline dayanıyordu.
Valdonizm öğretişinin ikinci özelliği bireysel kurtuluşa olan verdikleri önemdir. Bu nedenle Valdolar kefaret, kutsal ayin/maddeler ve Hıristiyanlık erdemleri konularında özel ilgi göstermekteydiler. Barba denen kişiler insanların itiraflarını dinleme yetkisine sahip kişilerdi..Bunu yapabilecek kişiler olarak barbaların görülmesinin nedeni, ahlakını yitirmiş ,bozulmuş din görevlilerinin aksine, Mesih’in asıl hizmetkarlarının onların olmasıdır. (Valdolar kendilerinin ilk şiirlerinden birinde de yazılı olduğu gibi “Tanrı’dan başka kimsenin bağışlamadığının” belirtilmesi gerektiğine inanıyorlardı.)
Aynı zamanda Valdoların nesilleri için kurtuluş net ve kesin olarak Mesih’in işiydi. Onun sunduğu kurbanın bir meyvesi fakat aynı zamanda saf ve sürekli Hıristiyan hayatının ulaştığı sonuçtu. İmanla yaşanmış bir hayat ,itaatkar bir yaşamdan ayrı olamazdı.Bu sebepten ötürü 16.yüzyılda barbalarla reformcular arasındaki tartışmanın İmanla aklanma ve iman ile işler arasındaki nasıl bir ilişki olduğu konusunda olduğunu anlıyoruz.
Valdolar Lutherciler tarafından çok fazla Katolik etkisinde kamış olarak görülüyordu. Fakat aslında barba öğretişi Katolik öğretişindeki ana noktalardan olan acı çekme doktrinini reddetmekle asrın Katolik teolojisine tamamen zıtlık taşıyordu. Valdoların acı çekme (cezalanma) öğretişine karşı gelmeleri oldukça radikaldi. Barbaların en bilinen ve oldukça önemli şiirlerinden biri olan La Nobla Leiczon (“Derin Şeyler Öğretişi” olarak tercüme edilebilir) 2 yolun, kurtuluş ve lanetin kıyaslanması üzerine kurulmuştu. Bu şiir, kurtuluş sorunlarını acı çekerek arınmak ve bunun sonucu olarak ayin, günahlardan arınma ve iyi işler aracılığıyla (ki Martin Luther’in daha sonra bu konuda Wittenberg’de meydan okuyucu öğretişleri olacak) çözmeyi uman Hıristiyanlara karşı radikal bir eleştiridir .
Tüm bunlar Valdolar için dünyayı yönetmek için güç ve zenginliği kullanan Konstantin Kilisesinin zaferi ve Hıristiyan inancının inkar edilmesi anlamına geliyordu. Günahları aklama satışı yapan, cennete girişi sağladıklarını iddia eden,“anahtarların gücüne” sahip olduklarını söyleyen Rönesans’ın Rahipleriyle, bağışlanma haberini gizlice topluluklara ulaştıran barbalar arasındaki kıyaslamadan daha radikal bir kıyaslama olamazdı.
Büyük Reform (Protestan Reform Hareketi)
1518-1520 yılları arasında ,sağlam bir teolojiye ve yapıya sahip, daha çok Alpler, Provence ve Calabria bölgelerinde yoğunlaşmış ve zulümler sonucu sayıları oldukça azalmış olan Valdolar’a Martin Luther’in yaptığı işlerin haberi gelmeye başladı. Peki şimdi ne olacaktı? Luther’in çevresindeki imanlılar kendilerini Valdolar gibi tanımlıyorlardı, peki motivasyonları da aynı mıydı? Valdolar güvenli şekilde reform hareketleri sonucu oluşan bu yeni topluluklarla bütünleşebilecekler miydi yoksa bir mesafe koyup ,kendi başlarına özerk biçimde kalmak daha mı temkinli olacaktı? “Yoksulların” resmi kilise tarafından din karşıtı olarak kabul edilen gruplarla işbirliği yapması onların ilk kez karşılaştıkları bir problem değildi. Daha önce de aynı olay Hussiteler ve Albigensianlarla yaşanmıştı.
1526 yılı başlarında barbalar ,durumu ilk elden görüp değerlendirmek ve yeni öğretişin önde gelen temsilcilerini soruşturmak amacıyla göndermiş oldukları grubun, topladıkları verilerle birlikte Almanya’dan gelen haberleri, Piedmont ve Provence bölgelerindeki yıllık toplantılarında incelediler. Yolculuk esnasında ileride Valdoların geleceğinde aracı rolu oynayacak , ateşli İsviçreli reformcu William Farel ile de görüştüler. Bunun yanında Starasbourg’lı Martin Bucer ve Basel’da reformcu Oecolampadius ile de kontakt kurdular.
Bu bağlantılar bize belli bir amaçta, özellikle de imanın sadece Kutsal Yazılara dayandığının kabul edilmesi konusunda köklü bir birliğin varlığını göstermektedir. Fakat aynı zamanda bu iki grubun Kutsal Yazılara olan yaklaşımı birbirinden farklıydı: Valdolar Kutsal Kitabın ortaya koyduğu Ahlaki talepleri ve dünyanın yok oluşu hakkındaki öğretişi- (vahiyle ilgili mesajı)- üzerinde dururken, reformcu grup öte yanda Kutsal Yazıların derin ,akademik çalışılmasının ve teolojik sistemin bu eğitimlerde temellendirilmesinin-(dogmalar)- önemi üzerinde duruyorlardı.
Bu farklı konulara olan odaklanmaları, toplum içinde imanlarını yaşayış şekillerine de yansımıştır. Reform hareketlerine Rhine şehirlerinde duyuranların şehir meclisleri, Almanya’da ise prenseslerin olması Valdoları oldukça şaşırtmıştı. Dünyaya ait olan ve günlük hayatı dünyanın sunduğu zenginlikler ve güçlere hizmet eden bu insanlar , elçisel bir imanın savunucuları olabilirler miydi? Bu anlaşılması zor bir durumdu. Bu yenilenmiş- ruhsallık ile dünyasallığa dair yeni bir bileşim-bir Konstantin süreci değil miydi? İmparatorluğa ait Hristiyanlığa sahip olan tipik yerel bir dini bölgeyi (genellikle coğrafi sınırla insanlara tarafından belirlenmiş bir kilise bölgesi), Müjdeye dayalı bir topluluğa dönüştürmek mümkün olabilir miydi?
Chanforan Meclisi
Bu sorulara çözüm, 1532 yılında Piedmont Alplerinin Angrogna Vadisindeki Chanforan bölgesinde yapılan bir toplantı ile bulundu. Bu toplantıya 140 barbanın yanısıra, William Farel ‘ın da içinde bulunduğu İsviçrenin Reform önderleri de katıldı. Günler süren tartışmalar sonucunda yeni refom hareketinin prensiplerini esas alıp, bunların Valdo hareketine uygulanmasını kabul ettiler.
Valdolar böylece Reform dünyasına entegre olmuş(bir parçası) oldular.Fakat şu göz ardı edilmemelidir: 1532 yılında Protestanlık henüz kültürel ve dile getirilebilir bir olgu olarak var olmamaktaydı. Reform hareketi henüz bir kilise değil fakat sadece bir fikir akımı olarak mevcuttu. Valdolar Reformcularla aynı görüşte olduklarını ilan etmeleriyle,kendilerinin Reformcuların Müjdeye dayalı bir imana, Kilisenin ilk orijinal yapısına dönmesi ve dünyayla iş birliği yapmayı bırakması gerektiği konusundaki mücadelelerinde fikir birliğinde olduklarını kabul etmiş oldular. Resmi kilise, bu fikirlerinden dolayı nesillerdir Valdolara da yaptıkları gibi Reformcuları da reddettiler.
Barbalarla Reformcuların Chanson’da yaptığı toplantıda alınan kararlar sadece dini boyutta değil aynı zamanda sosyal ve politik boyutta da öneme de sahipti. Müjdenin özüne dönmek sadece saf imana dönüşü keşfetmek değil aynı zamanda ekonomik kölelik, ruhaniler tarafından vergilendirme, ve Medieval Kilisesinin (Ortaçağ Kilisesi) Hıristiyanlara yüklediği ağır yükten kurtulma anlamına da geliyordu. Valdoların Reform hareketine katılması ile merkezi güçlere karşı Alp bölgesindeki insanlarda gelişmiş özgürlük ve kendi kendini kontrol etme ruhu, Valdolarda yeni bir şekil buldu. Bu onların özgürlük ruhunu tekrar farkına vardıkları bir süreçti..
Aslında Chanforan’daki bu toplantı, Valdoları, Protestan Kilisesi olmakla sonuçlanacak uzun bir yolculuğun başlangıcı olmuştur. Roma Katolik Kilisesinin kabul ettiği koşulsuz dünyasal kontrolü ve kullandığı engizisyon ve politik gücü, din karşıtı olarak nitelendirdiği kesim üstünde baskı uygulamasına karşın, Valdo topluluğu Cenevre’li Calvin’in görüşleri doğrultusunda oldukça yenilikçi bir çizgi çizmiştir.
Yeni bir Kilise ve Din için yapılan ilk Savaş:
Valdoların belirli bir kimliğe kavuşma çabaları 1555 yılı civarlarında (Chanforan toplantısından 20 yıl sonra) vaaz etmek ve dinsel bazı ayinleri düzenleyebilmek için bazı tesislerin kurulması gerektiği kararıyla bir son buldu. Yıllarca yerel lehçede yapılan toplantılar açık havada veya evlerde ilahiler söyleyerek ve Rabbin sofrasını paylaşarak yapılmıştı. Ancak bu toplantıların binalarda olmaması durumum geçici olduğunu ve Roma Kilisesi ile bir uzlaşmaya varılacağı ümidinin taşınmasına yol açtı.
Fakat bu umudun kaybolmasıyla birlikte iki farklı kilisesin varlığının kabul edilmesinden başka çare kalmadı. Bu farklılık mimari açıdan bile görülmekteydi: iki kilise, iki çan kulesi, iki toplantı, iki öğretiş, iki tane kiliseye ait kuruluş, iki farklı çeşit dindarlık, ve iki kültür bulunmaktaydı. 16. yüzyıl ortalarında bu iki kimlik (Reformcu ve Katolik, veya Karşı Reformculuk), Valdoların yaşadığı Alpler bölgesinde şiddet içeren bir niteliğe dönüşmüş ve 150 yıl süren bir çatışma başlamıştır.
İlk savaş 1560 yılında gerçekleşti. Savoy Dükü, kendi bölgesinde tekrar mülkler edinince bölgesindeki insanları Roma Katolik dinini kabul ettirmeye zorladı. Bu davranışı birkaç yıl önce Augsburg Meclisinde alınan ve Avrupa’nın tüm liderlerince kabul edilen “ Bir prensin dini onun halkı tarafından da kabul edilmesi gerekir” prensibine dayanıyordu.
Reform hareketi takipçileri şehir ve kırlardan Protestan bölgelerine özellikle de Cenevre ‘ye yerleşirken, Alp Vadilerindeki Valdolar kalıp Katolik görüşün kendilerine uyguladığı haksız vergi yükünü reddettiler. Komutanların fermanlarına rağmen yenilenmiş imanlarını açıkça ikrar etmeyi sürdürdüler. Bunun sonucu olarak Dük , düzeni tekrar kurmak için askeri müdahalede bulundu. Bu davranış silahlı bir isyanın meydana çıkmasına neden oldu. Bu ciddi denenme karşısında, şiddete her zaman karşı olmuş olan Valdolar, kendilerini savunma ve inançları uğruna savaşmaları gerektiği kararını alma noktasına geldiler. Bu olay Avrupa’da din uğruna yapılan ilk savaş olması ve inanç özgürlüğü adına halkın yöneticisine isyan ettiği ilk olaydır. Çatışma birkaç hafta sürdü ve Valdolu çiftçilerin bazı politik, karmaşık stratejik ve coğrafi unsurlar dizisinden faydalanmalarını sağlayan büyük zaferiyle sonuçlandı.
Dük, o dönemde Avrupa’da tarihi bir ilk olacak olan, kendi halkı içerisindeki Valdoların belli bir bölgede belli sayıda tapınma merkezleri ve yasa ile belirlenmiş bazı hizmetleri yapabilmelerini sağlayan hakları verdi. Bu önemli olaylar Valdoların hayatta kalacaklarının bir göstergesiydi. Fakat takip eden yıllarda savaş devam edecek ve bazı trajedileri, başarıları ve büyük tehlikelerinde beraberinde getirecektir.