Cornell Üniversitesinden Dr. Robert Foote şöyle bir yorumda bulunmuştur, ‘Bu araştırmanın bazı noktalarında hep bir öykü aklıma gelir. Öyküde bir uçağın pilotu yolculara konuşur ve ‘Şu an kaptanınız konuşuyor’ der,’ yaklaşık 12,000 metre yüksekliğinde, saatte 1000 km hızla uçuyoruz. Bir iyi haberim bir de kötü haberim var. Kötü haber şu ki kaybolduk. İyi haber: müthiş bir hızda ilerliyoruz.”
Profesör Foote’ın tüp bebek konusundaki konuşmasında federal Ahlak Danışma Kurul’una anlattığı bu öykü, yirminci yüzyılın sonunda modem insanın karşı karşıya olduğu çok ciddi ikilemi esprili bir şekilde ifade eder. Teknolojik anlamda “müthiş bir hızla ilerliyoruz’; ancak ahlaksal anlamda kaybolmuş gibi görünüyoruz.
Modem tıp teknolojisindeki gelişmeler, bu gelişmelerin uzun vadedeki ahlaksal sonuçlarını ve anlamlarını anlayabilmek için yeterince iyi kavrama yetimizi aşmış durumda. Tüp bebek tedavisi, kısırlık problemi için aradığımız çözümü mü sunuyor yoksa evlilik ve insan cinselliğinin daha insanlık dışı hale gelmesine mi sebep oluyor? Anne babaların, döllenme öncesinden çocuklarının cinsiyetini seçmelerine izin veren bir teknoloji varsa, bu yöntemleri kullanmak ahlaksal açıdan uygun mudur? Bir Hıristiyan için, kısırlaştırılma hangi şartlar altında uygun bir doğum kontrol yöntemi olabilir?
Müjdesel Hıristiyanlar, resmen ölüm kalım konularında hangi noktada durduklarına karar vermek zorundalar. Muhtemel sakatlık veya özürlülük yüzünden, henüz doğmamış bir bebeğin kürtaj edilmesinin ahlaki açıdan kabul edilebileceği bir durum var mıdır? Ölümcül hastalıklar söz konusu olduğunda, yaşam destek sistemlerinin durdurulması hangi durumlarda düşünülebilir? Bugünkü toplumda idam cezası ayrımcılık yapılmadan-uygulanabilir mi? Bir Hıristiyan’ın şiddetli bir isyanda yer alması meşru olabilir mi? Modern nükleer silahlar, adil savaş için kullanılan geleneksel tezleri geçersiz mi kılar? İşte bunun gibi bizi zorlayan bazı konular bu kitapta Kutsal Yazılar, insan aklı, tıp, hukuk ve sosyal bilimlerin verileri ışığında incelenecektir.
Vakalar ve Konular
Bu eserdeki odak, bugünkü Mesih inanlısının ve kilise önderinin karşılaşacağı muhtemel konular ve vakalar olacaktır; Hıristiyan ahlakı, tarihi’ ya da farklı ahlaki erdemler veya huylar” ile ilgili bir tartışma değildir. Bu düşünceler kapsamlı bir Hıristiyan ahlaki bakış açısı için gerekli olmasına rağmen bu kitabın kapsamı dışında kalmaktadırlar.
Reform’dan bu yana, ahlaki vakaları inceleme konusunun (casuistry) Protestan çevrelerde gördüğü riyaset azalmıştır. Bunun bir nedeni; orta çağdaki kilisenin kefaret cezası, günah çıkarma gibi eylemleri, skolastik teoloji ve kanonik yasanın incelikleri gibi uygulamalarının kötüye kullanılmasıyla birlikte daha sonraki Cizvitlerin spekülasyonun abartılı analizlerine karşı verilen anlaşılır tepkidir.
Tanınan müjdesel kilise tarihçisi Geof&ey Bromiley’in de belirttiği gibi, bu kötüye kullanma örnekleriyle birlikte vaka incelemeleri de bir kenara atılmamalıdır. ‘Tanrı’nın buyrukları, günlük hayat içinde de işlenmeli… Son noktada Hıristiyan’ın kendi şahsi görüşünü oluşturup eylemleri için sorumluluk alsa bile bir tür yönlendirme sağlanmalı’.
Mesih, Ferisiler ve yazmanların vaka incelemelerini kınadı, çünkü bu şekilde Tanrı’nın yasasını insani spekülasyonla çarpıtıyorlardı, ancak Tanrı’nın buyruklarına net bir itaatin önemini asla küçümsemedi. Hatta bir öğrencinin sevgisinin kanıtı olarak net itaati bir ölçüt olarak gösterdi (Yu. 14:21). Tabi ki yasaya itaat insanın kurtuluşunu kazanması için bir sebep değildir, ne var ki elçi Pavlus açıkça öğretir ki yasa kendi içinde kutsal, doğru ve iyidir (Rom.7:12). Samimi Hıristiyan sevgisi, inanlının yasanın ahlaksal gereklerini yerine getirmesi için onu teşvik eder (Rom. 13:10).
John Calvin, yasanın ahlaksal gerekleri inanlının yaşamında olumlu bir rol oynadığını söylemiştir. Tanrı’nın isteğinin ne demek olduğunu öğrenmek ve bu -anlayışta kökleşmek -pekişmek için yasa tek aracıdır.
Reform sonrası dönemde, önemli İngiliz Püriten önderler ve teologlar belirli vicdan vakalarında inanlılara ahlaki yönlendirme sağlama ihtiyacını fark ettiler. William Perkins (Decisions of Certain Cases [Latin, 1603]), William Ames (De Conscientia [Amsterdam, 1603]) ve Richard Baxter (Christian Directory [1673])’ın eserleri başlıca örneklerdir. Madem yirminci yüzyılda hayatın hızla değişen ve karmaşık yaşam koşulları var. Protestanlığın çobansal ve ahlaki teoloji geleneğinin en iyi unsurları hem uygun hem de gereklidir.
Kutsal Kitap’ın Yetkisi
Ahlak konusunda son karan veren yetki Kutsal Yazılar’ın öğrettikleridir. İnsan aklı, kilise geleneği, fen ve sosyal bilimler ahlaki ölçümlemeye yardımcı olabilir ancak Eski ve Yeni Antlaşma yazılan olan Tanrısal vahiy bu karar verme sürecindeki son noktayı oluşturur. Bilgili bir şekilde ahlaki konulan ölçümlemek, geçmiş ve çağdaş insanların sözlerini dikkatli bir şekilde tartacaktır; ancak karan belirleyen oy asıl Tanrı’nın sözü olmalıdır. Müjdesel inanlılar Kanonik Yazılar’ın Tanrı’nın Sözü ve iman ve eylemin tek yanılmaz ve yanıltmaz kanun olduğuna inanır, dolayısıyla da Kutsal Kitap hem doktrin hem de ahlak konusunda en yüksek yetkidir.
Kutsal Kitap, belirgin buyrukları ve kuralları, genel ilkeleri, geçmiş örnekleri ve genel dünya görüşü ile müjdesel ahlak konusundaki ölçüt olarak işler. Kutsal Yazılar’daki birçok net buyruk (örn. ‘Zina etmeyeceksin’) bugünkü hayatımıza doğrudan uyarlanabilir.” Kutsal Kitap’taki genel ilkeler, Tanrı’nın benzeyişinde yaratılmış olan insanın yaşamının kutsallığı gibi (Yar. 1:26, 28), Kutsal Yazılar’da açıkça değinilmeyen modem ahlak konularında tüp bebek ve genetik mühendisliği gibi önemli imalara sahiptir,. Ondalık verme gibi Eski Antlaşma’da gördüğümüz gelenekler Yeni Antlaşma’da açıkça buyrulmasa bile, insanların bugünkü çağda kâhyalık sorumluluklarını yerine getirme konusunda örnek teşkil edebilirler. Kutsal Kitap Tanrı, insan, iyi ve kötü doğası, insan hayatının amacı ve geleceği gibi konulardaki temel gerçekleri öğreterek, insan bilimlerinin sunduğu verilerin anlaşılabileceği basit bir dünya görüşü sağlar. Denmiştir ki ‘iyi veriler iyi ahlak doğurur’, ancak bu ‘verilerin’ gerçek ahlaki önemleri anlaşılacaksa doğru çerçeveler içinde incelenmeleri gerekir.
Burada savunulan Hıristiyan ahlak anlayışı, ahlak tarihindeki öğütsel ve zorunlu gelenekleri örnekler. Bu düşünce akımına göre Hıristiyan ahlakı insan davranışlarım açıklamakla kalmamalı, aynı zamanda somut durumlarda Tanrı’nın iradesinin ne olacağını anlamak ve bu anlayışın getirdiği sorumluluklar konusunda öğütsel bir özelliğe de sahip olmalıdır. Müjdesel ahlak kişisel tercihler ve duygularla ilgilenmez, vicdana buyruk veren yükümlülüklerle/zorunluluklarla ilgilenir.
Modern Kutsal Kitap araştırmalarında, Yeni Antlaşma ahlakının öğütsel unsum küçümseme eğilimi yaygındır. Yasanın belirli noktalan yerine Hıristiyan ‘iman’ ve ‘sevgisine’ genel bir başvurma tercih edilmiştir. Ne var ki Rudolf Schackenburg’ın da belirttiği gibi, ‘İsa yalnızca içimizdeki huyla ilgilenmedi, buyruklarının gerçek emirler olarak algılanıp eyleme dökülmesini de istedi.’ W. D. Davies belirtmiştir ki Elçi Pavlus’a göre yüceltilmiş Rab asla rabbi olan İsa’dan ayrı olarak görülmedi, ve Kutsal Ruh asla İsa’nın tarihsel öğretilerinden ayrı tutulmadı.” Benzer şekilde 1. Yuhanna’da devamlı olarak Rabbin buyrukları ya da yankılan söz konusu edilir.’ İnanlının yüreğine dökülmüş olan Tanrı sevgisi, Hıristiyan davranışlarını motive eden güçtür. Ancak bu sevgi Kutsal Yazılar’daki net buyruklara karşı değil onlarla uyum içinde olarak kendini gösterir.
Deneysel ve Ölçümlemesel Özellikler
Harmon Smith ve Louis Hodges, Hıristiyanlar için karar verme sürecinin iki kutup arasında gerçekleşmesi gerektiğini söyler: ‘Bir yanda Tanrı’nın kendisi, öte yanda aktörün somut ve koşullu durumu’. Kutsal Kitap yetkisi, Hıristiyan ahlakının ‘vahiye dayalı kurallarını’ temsil eder; eldeki veriye göre Kutsal Kitapsal kuralları o anki duruma uygulayan insan mantığı da ‘deneysel-ölçünlemesel’ boyutunu temsil eder. Doğru bir karar vermek için hem iyi ilkeler hem de iyi veriler gereklidir.
Westminster İman Bildirgesi’nin klasik diline göre ‘Tanrı’nın yüceliği, insanın kurtuluşu, iman ve yaşam konularındaki tam iradesi, ya Kutsal Yazılar’da açıkça belirtilmektedir, ya da iyi ve gerekli sonuçlarla Kutsal Yazılar’dan çıkarılabilir…’ (I, 6; vurgu eklenmiştir).Bu açıklamaya göre Kutsal Yazılar’daki genel ilkelerin. Kutsal Kitap’ta açık ve net bir şekilde işlenmeyen benzer konulara uyarlanmasında insan aklının meşru bir rolü vardır.
Örneğin uyuşturucu bağımlılığına Kutsal Kitap’ta açıkça değinilmez, ancak insan bedeninin Tanrı’nın tapmağı olması ve dolayısıyla kötüye kullanılmaması konusundaki öğretiş ile uyumludur (1Ko. 6:19,20). Tıp ahlakındaki, doktorun ‘zarar vermemesi’ ilkesi ve hastayı daima bir araç olarak değil amaç olarak görme ilkesi(komadaki veya özürlü hastaların tedavisinde bu özellikle önemlidir) modem tıbbın yeni mücadelelerinde Altın Kural ruhunu gösterir. Müjdesel ahlakta insan aklının kullanımı, bir yargıcın karar verme sürecine benzer: bir davada yepyeni bir durumla karşı karşıyadır ve ilgili tüm veriler ve geçmiş örnekler ışığında hazırda var olan yasayı uygulamaya çalışır ki adalet yerini bulsun. –
İnsan aklının müjdesel ahlakta önemli bir rolü var ancak bu ne Özerk bir rol, ne de Kutsal Yazılar’ın yetkisinden bağımsız. İnsan aklı günah yüzünden bozulur. Yazılar ile eşdeğerde olan bir kural tabanı olarak değerlendirilmemelidir. Tersine Kutsal Kitap gerçeğin uygulanmasında tanrısal vahyin hizmetkârıdır.’ Örneğin sosyal bilimlerden bazı bilgiler eşcinsellik konusundaki bir tartışmayla ilgili olabilir ancak, J. Robertson McQuilken’ın sözleriyle müjdesel ahlakçı” insan ve onun ilişkileri konusundaki baştan sona kadar esemen ve temel kaynak olarak yalnızca Kutsal Kitap’a kıskançlık derecesinde adamış olmalıdır’. Hıristiyan ahlakçı elindeki konuyla ilgili tüm verileri arayıp bulacaktır, ancak bu verileri Kutsal Ruh tarafından yenilenmiş bir akıl aracılığıyla ve Kutsal Yazılar’ın öğretişleri tarafından denetlenen bir anlam çerçevesi içinde yorumlayacaktır.’
Çatışan Yükümlülüklerin Vakaları
Günahlı bir dünyada imanlılar kendilerini bazen ahlaksal açıdan yükümlülüklerin çatıştığı bir noktada bulabilir. İlk kilise döneminde Petrus ve diğer elçiler itaat konusunda birbiriyle çatışan yetkilerle karşı karşıyaydılar; bir yanda Tanrı öte yanda devlet (Elç.5:27-29). Fahişe Rahav İsrail casuslarını kabul ettikten sonra gerçeği söylemek ve hayat kurtarmak seçimi arasında kalmıştı (Yeşu 2). Corrie Ten Boom, İkinci Dünya Savaşı sırasında evinde Yahudiler gizlediği sırada Nazi yetkilileri ona ‘Bu evde Yahudiler var mı?’ diye sorduklarında Rahav’a benzer bir durumda kaldı.
Bazı ahlakçılar belirgin yükümlülükler ve gerçek yükümlülükleri birbirinden ayırmıştır.’ Belirgin yükümlülükler eşit koşullar altındaki yükümlülüklerdir. Gerçek yükümlülükler, her şey 9 düşünüldüğündeki olan yükümlülüklerdir.” Böyle bir fark çizmek Kutsal Kitap’a uygun mudur? ‘ Günahlı bir dünyada Tanrı’yı tümüyle hoşnut eden bir karar vermek hep mümkün müdür, yoksa bazen iki günah arasından en az zararlı olanı seçmek zorunda mı kalıyoruz? Yükümlülüklerin çatıştığı vakalarda çözüm sağlayabilecek genel ilkeler var mıdır Kutsal Kitap’ta? Bu analizde bu ve bununla ilgili konulara bakacağız.
Çatışan ahlaki yükümlülükler problemine verilmiş ancak başarılı olmayan bir çözüm ‘vakaya bağlı ahlak’ olarak adlandırılır. Bu yaklaşıma göre iki ya da daha fazla ahlaki mutlaklık arasında bir çatışma olamaz çünkü mutlak olan tek bir yükümlülük vardır: ‘sevgi’. Her durumda insanın ahlaki yükümlülüğü en ‘sevgi dolu’ yolu izlemektir, bu geleneksel ahlaki standartları bir kenara itmek anlamına gelse bile.
Bu akımın önde gelenlerinden biri olan Joseph Fletcher, kurallara ve düzenlemelere ihtiyaç duymaz. ‘Hıristiyan durum ahlakı, yasayı bir kurallar sistemi olmaktan çıkartır ve onu sevgi kuralı haline getirir’ der Fletcher.”‘ Evrensel kurallar ve ilkeler sevginin altlan ve hizmetkârları olarak görülür, ‘konumlarını unutup kontrolü ele geçirmeye çalışırlarsa hemen evden kovulmalıdırlar’.””
Bu ‘durumsal’ ve ilkel karşıtı bakış açısı Fletcher ile gelen yeni bir şey değildi, neo ortodoks teolojisindeki daha erken dönem akımlarıyla öngörüldü. Örneğin, Emil Brunner ve çok okunan kitabı The Divine Imperative’da. ‘biz komşumuza sevgi Emri ile bağlanmış durumdayız, bu da yasacı kuralları ve insan ilişkilerini stereo tip hale getirmeyi amaçlayan her yaklaşımı dışarıda bırakır’ diye yazmıştır.’ Hıristiyan yaşamında yasacılığa karşı protesto, kolaylıkla Tanrı’nın yazılı sözündeki net açıklamaların ahlaki yetkisini reddetmeye dönüşebilir.
Bu ‘durum’ yaklaşımındaki ana problem, herhangi bir durumda ‘sevgi dolu’ yolun ne olduğunun açıkça tanımlanmamasıdır. Harmon Smith sorar: ‘Kişi o durumda sevgi dolu yolu tercih ettiğinden nasıl emin olacaktır?’ Bu yerinde bir sorudur. Tanrısal vahyin sunduğu kalıcı kurallar olmadıkça, ‘sevgi dolu’ yolun belirlenmesinde ahlaki karar veren kişi, kişisel tercihe ve devamdı değişmekte olan ‘bu çağın ruhuna’ başvurabilir.
Kutsal Kitap açıkça söyler ki insanların günahlı doğası vardır, dolayısıyla da Tanrı’nın isteğini anlayabilmek için kendilerine güvenemezler. Bencil arzularını ‘kulağa doğru gelen ilkelere uygun’ diye haklı çıkarmak gerçek bir tehlike. Örneğin Paul Lehmann evlilik dışı cinselliği ‘insan bütünlüğünde tam olmak’ ve ‘Tanrı’nın dünyada yapmakta olduklarına özgür itaat ‘ilkelerine başvurmak’ meşru kılmaya çalışır.
James Gustafson altmışlı yılların sonunda liberal bir İncil Okulu’ndaki bir öğrenciyle arasında geçen bir konuşmayı anlatırken, ‘durumsallığın’ ciddi bir ahlaki problemin önemsiz kılmasına nasıl sebep olduğunu gösterir. ‘Sabah kalkarım ve pencereden bakarım’ demiş öğrenci, ‘Tanrı’nın dünyada neler yapmakta olduğuna bakarım. New York Times gazetesini okuyup bugün nerelerde işlemekte olduğuna bakarım. Sonra da işe koyulurum.’
Belli ki bu öğrencinin akıma, ‘Tanrı’nın dünyada neler yapmakta olduğunu’ öğrenmek için Kutsal Kitap’ı okumak (ve ona itaat etmek) gelmemiş. Kutsal Yazılar’ı ciddiyetle okuyan kişi görecektir ki İsa, Tanrı’yı gerçekten seven kişinin O’nun buyruklarına itaat eden kişi olduğunu beyan etmiştir (Yu.14:21). Kutsal Kitap, ahlaki seçimin kişisel tercihlerin kısa vadede haklı çıkarılmalarından döndürüp, sonsuzluğun uzun vadeli bakış açısına teşvik verir. İnsanın gerçek ve ebedi ilgisini değerlendirmenin tek çerçevesi de bu bakış açısıdır.
Bu eserde, çatışan ahlaki yükümlülükler konusunda savunulan görüş ‘bağlamsal mutlaklık’ olarak adlandırılabilir. Bu bakış açısına göre birçok ahlaki mutlaklık vardır, durum ahlakındaki gibi tek bir ‘sevgi’ mutlaklığı yoktur. Ahlaki mutlaklıklar On Buyruk tarafından tanımlanır: putperestlik, cinayet, küfür, zina, hırsızlık vb. daima ahlaksal açıdan yanlıştır.
Bağlamsal mutlaklığa göre her ahlaki durumda, ne kadar aşın olursa olsun, ahlaksal açıdan doğru ve günahlı olmayan bir seçenek vardır. Tanrı, denenmenin ya da ayartmanın olduğu her durumda imanlının ona dayanabilmek ve ondan kurtulabilmek için bir yol vaat eder (1Ko.10:13). Bu konum, ‘iki günahın en az zararlı olanı’ konumundan farklıdır, çünkü ona göre bazı durumlarda inanlı kişi hangi yolu seçerse seçsin o yol bir derece günahlı olacaktır.
Bazı durumlarda doğra yol acı çekmek hatta şehit olmaya neden olabilir. Yeni Antlaşma’da bir inanlı için ideal ahlak örneği olan İsa Mesih hiçbir günah işlemedi, acı çekmek ve ölmek anlamına gelse bile daima Baha’nın isteğine itaat etti (bkz. 1Pe. 2:21,22). Daniel ve arkadaşları putperestlik yaparak değerlerinden taviz vermek yerine ölmeye razıydı (Dan.3:17,18).
Günahlı bir dünyada daima Tanrı’yı hoşnut edecek yolları seçmek her zaman kolay değildir, ancak bu tür itaatkâr hatta kahramansı seçenekler, en zor şartlar altında bile Tanrı’nın lütfuyla bulunabilir ve izlenebilir. Tanrı’nın isteğini anlamak ve O’na itaat etmek konusunda bu tür kararlı adanmışlık-‘izleme bedelini’ ödemeye razı olmak dahil- imanlıların çevrelerindeki kültüre uyum sağlamak ve ona göre taviz vermek konusunda ayartıldığı yirminci yüzyıl kilisesinde ihtiyaç duyulan bir şeydir.
‘Bağlamsal mutlaklık’ terimi Kutsal Yazılar’ın ahlaki mutlaklığının doğru bağlam içinde anlaşılması ve uygulanması gerektiğini bize hatırlatır. Bazı normal ya da belirgin yükümlülükler her şey göz önünde bulundurulduğunda aslında yükümlülük olmayabilir. Önceki yüzyılın ünlü muhafazakâr ilahiyatçısı Charles Hodge’ın da dediği gibi, bazen daha yüksek bir yükümlülük daha düşük bir yükümlülüğü geçersiz kılabilir.” Birkaç örnek bu ifadeyi daha iyi açıklamaya yardımcı olabilir.
Kutsal Yazılar’ın birçok yerinde, Tanrı’ya itaat ilkesinin devlete itaat etmek (Rom.13:1) yükümlülüğünden önce geldiğine dair örnekler vardır. İbrani ebeler firavunun tüm erkek bebekleri öldürme emrini yerine getirmeyi reddetti. Tanrı cesur oldukları için onları kutsadı. (Çık.1:15-17). İlk kilise döneminde elçiler, Yahudi yetkililerin müjdeyi yayma yasaklarına karşı gelmişti ve ‘İnsanlardan çok Tanrı’nın sözünü dinlemek gerek’ demişti (Elç.5:29). Daniel ve arkadaşları, Nebukadnessar’ın heykele tapmak konusundaki emrine uymaktansa şehit olmaya razıydı (Dan.3:17,18). Tanrı’nın yasaları insanın yasalarıyla çatışınca, insan yasaları daha yüksek olan Tanrı yetkisine boyun eğmelidir.
Kutsal Kitap insan hayatının mal varlığından çok daha değerli olduğunu öğretir. Bir insan canı Tanrı için tüm fiziksel dünyadan daha değerlidir (Mat. 16:26: ‘insan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yaran olur?’). Bir çocuğun hayatını kurtarmak için kapıyı kıran bir itfaiyeci, başka bir insanın malına bilinçli olarak zarar vermek olarak yorumlanabilen hırsızlık konusundaki sekizinci emri çiğnemekle suçlu değildir. Böyle acil bir durumda mantıklı bir insandan malına zarar verilmesi konusunda izin istense, kişi izin verirdi. İma ile verilen iznin itfaiyecinin hareketini doğruladığı varsayılır.
Gerçeği söylemek ve hayat kurtarmak arasında kalma durumlarını analiz etmek daha zordur. Örneğin fahişe Rahav (Yşu.2:1-7) İsrailli casusları kurtarmak için yalan söylediğinde ‘iki günahın en az zararlı olanını’ mı seçiyordu, Tanrı’nın gözünde bu uygun mudur?
Charles Hodge, böyle bir durumda yalanın tanımının çok önemli olduğunu vurgular. Her tür kandırma ahlaki açıdan bir yalanla eş değer değildir; yalan ‘gerçeği söylememiz beklendiğinde ve ant altında- bağlayıcı durumdayken bilinçli olarak kandırmaktır’. Bazı durumlarda her şeyin açıklanması beklenmez. Örneğin futbolda bir takımdaki oyuncunun karşı takımdaki oyuncuya taktiklerini açıklaması beklenmez, bilinçli bir şekilde hareketleriyle onu kandırmaya çalışır. Savaşta ordu generali karşı ordunun generalinin ona savaş planlarını açılamasını beklemez; kamuflaj ve başka yöntemler ‘oyunun’ doğal bir parçasıdır.
Denebilir ki, savaş bağlamı içerisinde (Kenan’ın istila edilmesi) Rahav taraf değiştirmişti ve artık Eriha kralına değil İsrail’in Tanrısı’na boyun eğiyordu, dolayısıyla da askerlere açık bilgi verme yükümlülüğü yoktu. Tanrı’nın hizmetkârlarının hayatını kurtarmak olan daha üstün yükümlülüğü, gerçeği söyleme yükümlülüğünü geçersiz kıldı, izlediği yol da Tanrı’nın gözünde doğruydu. Yeni Antlaşma’da Rahav, casusları kabul ettiği ve farklı bir yoldan gönderdiği için bir iman örneği olarak gösterilir (Yak.2:25). Yazılar’ın hiçbir yerinde Rahav’ın bu eylemi kınanmaz. O zaman Rahav savaş bağlamı içerisinde geçerli olan ahlaki mutlaklığı yerine getirdi, yani Tanrı’nın halkının hayatını kurtardı ve davranışları iki günahtan daha az zararlısı değil, iyiydi.’
Çoğulcu Toplumda Hıristiyan Ahlakı ve Yasalar
Hıristiyan için, Kutsal Kitap Tanrı’nın yanıltmaz ve yanılmaz Sözü ve imanda ve eylemde tek yetkidir. Ancak inanlı, Yazılar’ın yetkisini resmi olarak-tanımayan, çoğulcu bir toplumda yaşar. Hıristiyanlar, ahlaki değerlerinin hangi ölçüye kadar ülkelerinin yasalarında ve toplumsal normlarda yansıtılması için çaba göstermelidir? Bu tür girişimler, inanlı olmayanlara ya da başka dinden olanlara yabancı ahlaki standartlar ’empoze’ etmek mi olur? Ahlakı ‘yasallaştırmak’ işleyemeyecek bir kavram mıdır?
Bu tür sorular sadece akademik değildir. Kürtaj, pornografi, ‘eşcinsel haklan’, lotolar ve daha birçok uygulama, bu tür sorulan Hıristiyan topluluklar için önemli kılar. Tarihsel olarak, Yahudi-Hıristiyan değer yargılan Kutsal Kitap’tan gelmiştir ve batı medeniyetlerinin yasalarının temellerini oluşturmuştur. Ne var ki İkinci Dünya Savaşı’ndan beri bu temele karşı gelinmiştir ve seküler hümanistler tarafından reddedilmiştir. Şimdiki analiz, çoğulcu bir toplumda Kutsal Kitapsal değerler ve konu düzeni konusunda müjdesel bir yaklaşım için bazı temel yönergeler göstermeyi amaçlar.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ‘ahlakı yasallaştırmak’ tartışmaları, ilk Anayasa değişikliğinden gelen ‘din ve devletin ayrı olması’ ifadesi etrafında döner. Bu Anayasanın kendinde ‘devlet ve din ayrı tutulur’ cümlesi yoktur, ancak der ki ‘Meclis, bir din kuruluşuna istinaden ya da o dini özgürce ifade etmesini yasaklayan bir yasa getirmeyecektir’. Son yıllarda federal mahkemeler bunu, kilise ve devletin kuruluş olarak birbirinden ayrı tutulmasından çok Hıristiyan değer yargılarının devletten ayrılması şeklinde yorumlamıştır. Ancak birazdan göreceğimiz gibi bu yorum Anayasa ve Haklar Bildirgesi’nin kurucuların amacına ters düşen bir yorumdur.
1792 yılındaki ilk anayasa değişikliğinin uygulanmasından önceki ve sonraki yasal ve anayasal belgeler incelendiğinde bunu hazırlayanların kesinlikle, Hıristiyan değer yargılarını kamu düzeninden ve yasadan uzak tutma amacı yoktu. 1776’da uygulanmaya başlayan Maryland eyalet anayasasına göre memurların ‘Hıristiyan dinine inanç beyan etmesi’ gerekiyordu.” Güney Carolina’nın eyalet anayasasının 1778 yılında geliştirilen 38. maddesi bundan daha da net bir beyanda bulundu: ‘Hıristiyan Protestan inancı eyaletin resmen dini olarak kabul edilecektir.’ Devletin kurucuları eyaletlerin bu uygulamaları ile bu ilk yasa değişikliği arasında hiçbir çelişki görmüyordu. Kuruluşla ilgili madde, A.B.D meclisinin, herhangi bir mezhebini A.B.D.’nin tercih edilen kilisesi olarak ilan etmesini engellemek için eklendi. Ancak yasa değişikliği eyaletleri istediklerini yapmakta özgür kıldı. Massachusetts eyaletinde, örneğin, 1832 yılma kadar resmi eyalet kilisesi vardı, yani söz konusu ilk değişiklik uygulanmasından bir nesil sonra.
1947 yılına kadar olan A.B.D Yüksek Mahkeme kararlan, kumcuların amaçlarının tarihsel olarak doğru bir şekilde anlaşıldığını gösterir.” Yargıç Joseph Story, Girard’ın idamcılarına karşı Vidal davasında (1843), oy birliğiyle beyan etmiştir ki ‘Hıristiyan inancı toplumsal hukukun bir parçasıdır’. Mahkeme açık bir şekilde anlamıştı ki söz konusu yasa değişikliğinin amacı sırf Hıristiyan etkisini engellemek değil, herhangi bir Hıristiyan mezhebin kayırılmasını engellemekti.
1890 yılındaki bir kararda, A.B.D. ‘ye karşı Mormon Kilisesi davasında, mahkeme, Mormonların çok-eşlilik uygulamasının yasa dışı ve ‘Hıristiyanlık ruhuna karşı’ olduğuna karar verdi. A.B.D. ‘ye karşı Kutsal Üçlük Kilisesi davasında da mahkeme ‘burası Hıristiyan bir ülke’ demiştir. 1931 gibi geç bir tarihe kadar bile, Macintosh ‘a karşı A.B.D davasında mahkeme, ‘Biz Hıristiyan bir halkız, herkese inanç özgürlüğünü eşit bir hak olarak veririz ve Tanrı’nın isteğine itaati bir yükümlük olarak bilip ona saygı gösteririz’ beyanında bulunmuştur. Ancak 1947 yılında Eğitim Kuruluna karşı Everson davasında ‘devlet ve kilise arasında ayıcı bir duvar’ kavramı ortaya çıktı ve kurucu ataların amaçladığından çok farklı ve sapkın bir anlam kazanmaya başladı.
O zaman, bu ilk yasa değişikliği Hıristiyanların kamu düzenini etkileme çabalarına bir engel değilse, böyle bir eylem için yönlendirecek Kutsal Kitap ilkeleri var mıdır? Hıristiyan ahlakını ne kadarı yasallaştırılmalıdır? İnanlı olan ve olmayan arasında ortak bir ahlaki konum var mıdır? Bunlar, bu zor ama güncel konuda sormamız gereken soruların sadece birkaçıdır.
Tanrı’nın benzeyişinde olmak ve genel vahiy konusunda Kutsal Kitap’ın bu tanışmayla ilişik öğrettikleri kesinlikle göz önünde bulundurulmalıdır. Tüm erkek ve kadınlar Tanrı’nın benzeyişinde yaratılmıştır (Yar.1:26-28), ve kabul etseler de etmeseler de Tanrı’nın yaratmış olduğu ahlaki evrende yaşarlar ve içlerinde Tanrı’nın ahlaki beklentileri konusunda bir farkındalık vardır. Tanrı insanlık için olan ahlaki isteğini yalnızca Kutsal Kitap’taki özel vahyinde değil, aynı zamanda doğada ve vicdanlarımızda olan genel vahiy ile açıklamıştır (Rom.1:18-32; 2:14, 15).’ Elçi Pavlus açıkça öğretir ki inanlı olmayan kişi, Kutsal Kitap’ı okumasa bile, Tanrı’nın var olduğunu aslında bilir ve hatta Tanrı’nın ahlak yasasının temel taleplerinin de farkındadır. Cinayet, hırsızlık, zina, anne babaya karşı saygısızlık gibi davranışların Tanrısal isteğe karşı geldiğini sezgisel bir şekilde bilmek için Hıristiyan olmak gerekli değildir. Bu ahlaki farkındalık, günahlı insan doğasıyla çarpıtılıp bozulsa da (Rom. 1:18), yine de vardır ve ahlaki boyutlan olan kamu düzeni tartışmalarda ortak bir anlayış noktası sağlayabilir.
Tarih gösteriyor ki Tanrı, yaratılışta ve vicdanlarda açıklanan temel ahlaki ilkeleri çiğnedikleri için uluslardan hesap sorar. Tufan ile Tanrı o nesli yargıladı (Yar. 6), Sodom ve Gomora’yı da yargıladı (Yar. 18). Amos, bir putperest ulusun öteki putperest ulusa karşı yaptığı savaş katliamlarını kınadı (Amo. 2:1). Yunus, putperest bir kent olan Ninova’ya karşı Tanrı’nın yargısını bildirmek üzere gönderildi (Yunus). Ellerinde Tanrı’nın yazılı vahyinin olmaması bir mazeret değildi; doğanın ışık tuttuklarına ve yüreklerinde yazılmış olanlara karşı günah işliyorlardı (Rom. 1:18-32; 2:14, 15).
Antropologların araştırmaları, Tanrı’nın genel vahyindeki ahlaki bilgeliğin tarihte onaylandığını göstermiştir. İngiliz antropolog J. D. Unwin, hem antik hem de çağdaş medeniyetler üzerinde yaptığı geniş araştırmalarda şu sonuca varmıştır: tüm insanlık tarihinde, evlilik ve aile yaşantısı standardı olarak erkek ve kadın arasındaki tek eşliliği kabul etmeyen yüksek bir kültür seviyesine ulaşmış olan bir tek toplum yoktur. Daha özgürlükçü cinsel alışkanlıklara müsaade eden toplumlar sanatta, bilimde, dinde ve askeri güçte çöküşe gitmiştir. Tarih kanıtlamıştır ki sadece Kutsal Yazılar’da inanlılara değil ama genel vahiy yoluyla herkese açıklanmış olan ahlaki standartlarda büyük bilgelik vardır.
O zaman, daha önceki yaptığımız tartışmalara göre şöyle bir genel ilkeye varabiliriz: Kutsal Yazılar, inanlı olmayanların herhangi bir konuda genel vahiy yoluyla ahlaki farkındalığa sahip olabileceğine işaret ettiğinde, Hıristiyanların bu konuda yasallaştırma yolunda çaba sarf etmesi uygundur. Örneğin Romalılar 1:18-32 ve 2:14, 15’e göre, masum insanların öldürülmesini yasaklamak ve eşcinselliği bir hayat tarzı olarak benimsemeyi yasaklamak, hem inanlıların hem de inanlı olmayanların temel ahlaki sezgileriyle uyum içindedir. Bu tür durumlarda imanlı olmayan kişi açık bir şekilde vicdanının sesini dinlemeyi yüksek sesle çok açık bir şekilde reddetse bile, inanlı bu konuyu söylediğinden daha iyi bilir. Hıristiyan ibadetine katılmak gibi başka davranışlar genel vahiy konulan değildir, bu tür uygulamalar için özel vahiy ve kişisel iman gereklidir dolayısıyla toplumsal yasallaştırma için uygun-değillerdir.
Yasaları ve kamu düzenini etkilemeyi hedefleyen Hıristiyanlar hem Kutsal Kitap’ın ve teolojisinin temel ilkeleri konusunda, hem de pratik konulara karşı hassas olmalıdır. Önerilen yasalar gerçekten uygulanabilir mi? Uygulanamazsa, bu yasallaştırma sadece yasalara ve Hıristiyanların politik eylemine karşı duyulan saygıyı zedeler. Yasaklama döneminde, alkolik içkilerin üretiminin ve satışının yasaklanmaya çalışmasındaki başarısızlık buna bir örnektir.'” Bir yasanın uygulanabilirliği, yasanın adil ve bilgece olması konusunda önemli ölçüde toplumsal fikir birliği gerektirir. Ne var ki bazı zamanlarda, peygamber gibi bir azınlık, fikir birliği olmayan bir noktada fikir birliği yaratmaya çağrılabilir, on dokuzuncu yüzyılda kölelik bu şekilde yasaklanmıştı. Temel adaletin söz konusu olduğu belirli tartışmalı konularda önce yasal değişiklik daha sonra toplumsal fikir birliği gelebilir, altmışlı yıllardaki zencilerin yürüttüğü hareket buna örnektir. Tarihteki örnekler, toplumsal ortamda değişiklik için mücadele eden Hıristiyanların karşı karşıya olduğu durumların ne kadar çeşitli ve karışık olduğunu bize gösterir.
‘Mevcut ve net tehlike’ olarak adlandırabileceğimiz standardı da göz önünde bulundurabiliriz. Yani, her zaman insanların yasaları değiştirmek konusunda enerjilerini odaklayabilecekleri bir sürü ahlaki konu olabilir. Ancak zaman ve enerjimiz sınırlı olduğu için bir kişi ya da bir kilise, özel aciliyet veya önemli imaları içeren siyasi toplum için bir konuya odaklanmak durumunda kalabilir. Örneğin hem devlet tarafından işlenen loto motoları hem de kürtaj, ahlaki boyutlan olan kamu düzeni ilgilendiren konulardır. Ancak kürtaj, aslında bir ölüm kalım meselesidir, şans oyunları değildir. Dolayısıyla toplumsal eylem konusunda öncelik sırası bütün koşullar eşitse, kürtaja aittir.
Kamu düzenini etkilemek isteyen Hıristiyanlar, toplumsal değişim için sivil yasaların değerini ve sınırlamalarını fark edecektir. Mesih inanlısı, yasanın gerçekleştirebilecekleri konusunda ütopik beklentilere sahip olmayacaktır (ya da olmamalıdır). Ancak İsa Mesih’in müjdesi ve Kutsal Ruh insan yüreğinde gerekli olan radikal değişikliği sağlayabilir. Ancak aynı zamanda yasalar hem şiddetli eylemleri dizginler hem de bir eğitim aracıdır. Lyn Buzzard’ın da gözlemlediği gibi, ‘Yasalar yalnızca neyin var olduğunu değil, aynı zamanda neyin var olması gerektiğini ifade eder. Kutsal Yazılar’ın öğretileri ile uyum içinde olan sivil yasalar toplumu doğruluğun daha yüksek bir seviyesine yönlendirir, bu da ancak İsa Mesih’te gerçekleşir. Bu tür yasalar, Hıristiyanların ilgisinin ve toplumsal çabalarının hedefi olmayı hak eder.