8:1’de başlayan konu 11:1’e kadar devam ediyor. ‘Putlara sunulan et’ konusu muhtemelen 5:10-11’deki, putperestlerle arkadaşlık etmeme uyarısı ile bağlantılıdır. Bu durumda ‘putlara sunulan yiyecekleri’ yemek belirli bir tür putperestlikle ilgilidir, Pavlus daha önceki mektubunda buna değinmişti. Muhtemelen mektuplarında, bu daha önceden almış oldukları yasağa karşı bir istisnadan bahsetmişlerdi.
Ancak herkes sorunun doğası ve Pavlus’un tepkisi konusunda hemfikir değildir. Cevabında Pavlus üç konuya değinir:
- 10:1-22’de putperest tapınaklarda, put cinlerine sunulan kurban etinin yenmesini açıkça yasaklıyor.
- 10:23-11:1 ‘de yine aynı yiyeceklerden bahsediyor ama bu sefer bu yiyecekler çarşıda satılıyor, Pavlus diyor ki bu yiyecekler temiz bir vicdanla yenilebilir.
- 9:1-27’de elçisel yetkisini güçlü bir şekilde savunuyor, temel bir vurgusu da elçisel özgürlüğüdür. Soru şu: Bu konular birbirleriyle nasıl bağdaşırlar, bağdaşıyorlar mı? Özellikle de 8:1-13 bu konularla nasıl bir uyum içindedir? Bu sorular da tarihsel bir soruyla ilintilidir, Korintliler ne yapmaktaydı ve mektupta tartıştıkları durum neydi?
Geleneksel cevaba göre Pavlus, Korint’te çarşıdan alınmış etlerin yenmesi konusunda ‘zayıflar’ ve ‘güçlüler’ arasındaki içsel bir probleme hitap etmektedir. ‘Bilgi’ ve ‘özgürlük’ adına, ‘güçlü’ olanlar bu tür yiyeceklerin yenebileceğini savunuyor (8:7-13), hatta bazıları tapınaklardaki putperest ayin yemeklerine bile katılıyor (8:10; 10:14-22). Belki de bu insanlar ‘zayıfların’ ‘özgürlüğü’ ‘gelişsin diye onların da bu yiyeceklerden yemeleri için onları teşvik ediyor olabilirler (krş. 8:9-10). Öte yandan ‘zayıflar’ putlara sunulan etlerin yenmesine karşılar çünkü bunu bir ‘vicdan’ sorunu olarak görüyorlar. O zaman temel sorun çarşıda satılan et, bu noktada Pavlus önce ‘güçlülere’ konuşuyor ve onlara tökezleme taşı ilkesini hatırlatıyor (8:1-13; krş. 10:30-11:1). Öte yandan 10:23-29’da ‘zayıflar’ da daha geniş bir bakış açıya sahip olmalarını istiyor. 9. bölümde biraz konudan uzaklaşarak bir örnek veriyor ve başkalarının hakları için kendi özgürlüğünden nasıl vazgeçtiğini anlatıyor. Ek olarak da 10:14-22’de tapınaklarda sunulan etlerin yenmesini yasaklıyor.
Ne var ki bu cevap aşılması zor birçok zorluklar doğuruyor. Bunların en ciddisi Pavlus’un cevabının ciddi ve savaşçı doğasıdır. Yaşadıkları içsel bir soruna Pavlus’un cevabını istemelerine verilecek bir tepkiye hiç benzemiyor. Mektubun çoğunda olduğu gibi bu konuda da Pavlus ve Korintliler fikir ayrılığına düşmüştür.
Bu bilgiler ışığındaki en iyi çözüm 8:10 ve 10: l-22’yi Pavlus’un mektup boyunca hitap ettiği problemin temeli olarak görmektir. Bu demektir ki eidolothyta aslında çarşıda satılan etlerle ilgili değildir, putperest tapınaklarda sunulan kurban etlerinin yenmesiyle ilgilidir. Bu bakış açısına göre 8:1-10:22, Korintliler’in bu konuda bir ‘haklan’ olduğu iddiasına karşı bir cevaptır. Fahişelere gitmek konusunda olduğu gibi (6:12-20), hem teolojik (10:14-22) hem de ahlaki (8:1-13) sebeplerden ötürü bu da yasaktır. Daha sonra 10:23-11:1’de çarşıda satılan ve evde özel olarak yenen putperest etlerden bahsederek konuyu sonlandırıyor. Bu konudaki cevabı oldukça farklıdır; yemek masasında onlarla birlikte olan kişiler yemeğin putperest kökenine dikkat çekmedikçe istediklerini yapabilirler.
Asıl konunun tapınaklara gitmek olduğu, bu tür dinsel yemeklerin eski çağda ibadetin normal bir parçası olmasıyla onaylanmaktadır. Bu sadece İsrail çevresindeki ülkeler için değil ama İsrail’in kendisi için de geçerlidir. Pavlus dönemindeki Korint’te, çeşitli devlet şölenlerinde ve özel kutlamalarda bu tür yemekler sıklıkla verilirdi. Bu yemekler üç bölümden oluşurdu: hazırlık, kurbanın sunulması ve ziyafet. Kurbanların eti de üç bölüme ayrılırdı: tanrının önünde yakılan kısım, tapınanlara verilen kısım ve ‘tanrının masasına’ konulan kısım, bu masaya dini hizmetkârlar bakardı, tapmanlar bu masadan da yerdi. Bu yemeklerin anlamı çok tartışılmıştır, ama muhtemelen hem dini hem de sosyal etkenlerden meydana geliyorlardı. Yemekler Tanrılar onuruna verildiği ve onlara kurban sunulduğu için, onların da o mekânda bulunduklarına inanılırdı; ama aynı zamanda katılanlar için son derece sosyal zamanlar olurlardı. Muhtemelen Korint’te iman etmiş olan Grekler hayatları boyunca bu tür yemeklere katılmışlardı: eski çağdaki klasik ‘lokanta’ idi bu yerler, her tür faaliyet de bu şekilde kutlanırdı.
O zaman problemin şöyle olduğunu düşünebiliriz: İman ettikten sonra-ve muhtemelen Pavlus Korint’ten ayrıldıktan sonra-bazıları yeniden bu dini yemeklere katılmaya başlamıştı. Önceki mektubunda Pavlus bu tür ‘putperestliği’ yasaklamıştı; ama bu kişiler bu yasağa karşı çıkmıştır ve mektuplarında dört noktadan bahsetmişlerdir:
- Putlar konusunda ‘hepimizin bilgisi var’ diyorlar. Monoteizm doğası gereği putlarla ilgili herhangi bir gerçeği reddeder (8:1, 4)-ki bu noktada Pavlus hemfikirdir tabi ki. Görünen o ki, buna dayanarak bu kişiler için tapınakta yemek yemek önemsizdi, çünkü sadece arkadaşlarıyla birlikte yemek yiyorlardı, sonuçta var olmayan bir şeye tapmıyorlardı.
- Yemek konusunda da bilgileri var. Tanrı için bu önemsiz bir konudur (8:8)-bu konuda da Pavlus hemfikirdir. Ama sanki onların dediği şey şu: ‘Putlar var olmadığına göre, Tanrı için de yiyecekler önemsiz olduğuna göre, ne yediğimiz şey ne de içinde yediğimiz mekân Tanrı için önemlidir.’ O zaman Pavlus, tapmağa gitmelerini nasıl yasaklayabilir?
- Törenler konusunda bir tür ‘büyülü’ anlayışları varmış gibi görünüyor; Hıristiyan vaftizi olmuş ve Rab’bin Sofrası’ndan almış kişiler düşme tehlikesi içinde değildir (10:1-4).
- Ayrıca birçoğu, Pavlus’un bu konuda onlara yasak koymak üzere yeterli elçisel yetkiye sahip olduğu konusunda şüpheliler. Onlara göre böyle düşünmelerinin iki sebebi vardır: birincisi Pavlus oradayken maddi destek kabul etmemesi; ikincisi de çarşıdan alman putperest et konusunda kendi çelişkili konumu (Yahudilerle yerken bu etten yemedi, ama Greklerle beraberken yedi; krş. 9:19-23).
Bu konumu savunanların aynı zamanda başkalarının da bu konuda ‘yetki’ kullanmakla ‘bina edileceğini’ söylüyor da olabilir (8:9-10). Her halükarda, gnosis (bilgi) adına haklarını isteyerek, aralarında bu ince ayrımı yapamayan insanlara kötülük ediyorlar. Ziyafette onlara katılmaya davet edilerek, ‘vicdanı zayıf’ olan bu inanlılar mahvoluyorlar çünkü onlar için bu Mesih’i terk etmek ve putperestliğe geri dönmektir.
Dolayısıyla Pavlus için bu dört konunun halledilmesi gerekiyor.
- İlk endişesi davranışları ve savunmaları ardındaki tavırdır. ‘Bilgi’ adına diğer kişilerden faydalanmaları, bilgiden değil ama sevgiden akan Hıristiyan ahlakı konusunda tamamen yanlış bir görüşe sahip olduklarını gösterir. Bu soruya hitap ederek konuşmaya başlıyor (8:1-13).
- Mektubun başka bölümlerinde de olduğu gibi yetki konusunda bir kriz var (1:12; 4:18-21; 5:1-5). Pavlus’un yaptıkları sorgulanmakta, dolayısıyla da bir elçi olarak yetkisi ve özgürlüğü de sorgulanmakta (9:1-3). Sonuç olarak 9:1-27’de Pavlus elçiliğini (bu durumda, onlardan yardım alma ‘hakkı’ olduğunu ancak bu haktan feragat ettiğini söyler; a. 3-18) ve özgürlüğünü (kurban eti konusunda istediği gibi davranmak konusunda; a. 19-23) savunuyor.
- Aynı zamanda başka bir konu putperestliğin gerçek doğası ve Hıristiyan törenlere olan aşırı güvenleri konusundaki yanlış anlaşılmalardır. Dolayısıyla 10:1-13’te, İsrail’den benzetmeler yaparak onları uyarıyor ve Hıristiyan törenlerin itaatsizliğe karşı bir koruma sağlamadığını söylüyor, a. 14-22’de de dini yemeklere katılmalarını yasaklıyor. Bu noktada 8:4-6’yı temel alarak devam ediyor ve putperestliğin aslında cinlere tapma olduğunu söylüyor.
- Son olarak 10:23-11:1’de çarşıdan alman etlerin yenmesi konusunda düşüncelerini ekliyor. İstedikleri gibi satın alabilir ve yiyebilirler (a.25), ancak putperest birinin evindeyken etin kurban eti olduğu söylenirse o zaman ondan yememeliler (a. 27-28).
1- Hristiyan Davranışlarının Temeli-Bilgi Değil, Sevgi (8:1-13)
Pavlus bu kişilerin tapınaklara gitmesini yasaklayacaktı, ama onun öncelikli endişesi argümanları için kullandıkları ahlaki temeldir. Sorun aslında tavır sorunudur. Hıristiyan davranışların gnosise (bilgi) dayalı olduğunu ve bilginin onlara bu konuda diledikleri gibi davranmak için exousia (haklar/özgürlük) verdiğini düşünüyorlar. Pavlus farklı düşünüyor: bilgilerinin içeriği yalnızca kısmen doğru; daha da önemlisi Hristiyan davranışlarının temeli gnosis değil sevgidir.
Dolayısıyla Pavlus, argümanlarının ilk sözcüklerine cevap vererek başlar, ‘hepimizin bilgisi var’. 1-3 ayetlerinde bunun Hıristiyan davranışları için yanlış bir temel olduğunu vurgular. 4-6 ayetlerinde ‘bilgilerinin’ eksikliğini ele alır. 7-13 ayetlerinde devam eden tartışmanın temelini bu iki sözcük oluşturur. Herkes bu konuda bilgiye sahip olmadığı için, en azından bu içsel ‘bilgiye’, davranışlarının temelinde sevgi olmalıdır. Bu durumda sevginin şekli ‘tökezleme taşı ilkesinde’ kendini gösterir. Buna göre sorun birinin ‘rahatsız olması’ değil, özgürce yapamadıkları bir eyleme onları iterek düşmelerine sebep olmaktır.
a. Bilgi yolu ve sevgi yolu (8:1-3)
Şimdi putlara sunulan kurban etlerine gelelim. ‘Hepimizin bilgisi var’ diyorsunuz, bunu biliyoruz. Bilgi insanı böbürlendirir, sevgiyse geliştirir.2 Bir şey bildiğini sanan, henüz bilmesi gerektiği gibi bilmiyordur. 3 Ama Tanrı’yı seveni Tanrı bilir.
Bu açılış paragrafıyla ilgili en dikkat çekici şey, ilk bakışta düzensiz olmalıdır. Pavlus alışık olduğumuz ‘şimdi… gelelim’ ifadesiyle başlıyor (krş. 7:1), konu olarak ‘putlara sunulan kurban etlerini tanıtıyor. Ama hemen sonrasında gelen cümleler (a.1b-3), ne et konusunda ne de putlar konusundadır; bilgi ve sevgi konusunda açıklama yapıyor-bu tartışmada akla gelecek ilk kavramlar değildir bunlar. Ancak bu açılıştan sonra, 4.ayette 1a’da başladığı konuya dönüyor. 7-13 ayetleri sadece bilgiye dayanan eylemlerini sert bir şekilde kınayarak bu bölümü bitirdiği için, bunun Korintliler’in Pavlus’a tepkilerinin temelini oluşturduğuna emin olabiliriz. Pavlus’a göre sorunun temelinde bu yatmaktadır.
Pavlus’un tepkisi olayın özüne odaklanır. Vurguları tamamıyla yanlıştır; imanımızın amacı bilgi değil sevgidir. Sevgi ve bilgi iki şekilde kıyaslanır. İlk olarak her birinin net sonucunu görürüz (bilgi böbürlendirir; sevgi geliştirir); ikinci olarak bilmek ve sevmek arasındaki farkı ortaya konur. İlk açıklama ifadesi de güzelce dengelenmiştir; kıyaslama arasındaki fark ilk cümlelerin arasında bağlaç kullanılmamasıyla güçlenir, iki ifadedeki ‘ama’ anlamı (de) bu farkı daha da çok belirginleştirir:
Bilgi insanı böbürlendirir,
Sevgiyse geliştirir.
Bir şey bildiğini sanan,
Henüz bilmesi gerektiği gibi bilmiyordur.
Ama Tanrı’yı seveni Tanrı bilir.
1 Cümledeki ‘şimdi…gelelim’ ifadesi ve yepyeni içerik Pavlus’un yine mektupta yazılmış bir şeye hitap ettiğini gösterir: ‘putlara sunulan kurban eti.’ 7:1’de olduğu gibi (krş. 6:12-13) onların yazdığı mektuptan alıntı yaparak başlıyor, 4.ayetin de belirttiği gibi bilgilerinin içeriğini belirtmek ve nitelendirmek amacıyla. ‘Biz de sizin gibi farkındayız ki ‘hepimizin bilgisi var’’ diyerek başlıyor Pavlus. Ama bu cümleyi bitirdikten sonra bu ifadenin gerçekliğini nitelendirmeye başlıyor. İfade bir bakıma doğrudur (4-6.ayetler bunu onaylar); ama başka bir açıdan da hiç doğru değildir (7.ayet ‘ne var ki herkes bu bilgiye sahip değildir’!). Bu ikinci gerçek bu kişilerin davranışlarını sevgisiz kılıyor.
Şunu dikkat etmeliyiz ki ‘hepimiz biliyoruz’ demediler, ‘hepimizin gnosisi var’ dediler. Bu mektupta bu kelimenin geçtiği üç yerden biridir bu (krş. 1:5; 12:8); burada vurgusu güçlüdür. Logos (‘konuşma, retorik’; krş. 1:5, 17; 2:1-5) ve sofhia (‘bilgelik’; krş. 1:17-31) ile birlikte bu kelime kesinlikle Korint’te ‘moda’dır. 1:5; 12:8 ve 13:1-3’teki kanıtlar bunu kesinleştirir. Şükran bölümünde özellikle logos ve gnosis bahsi geçen armağanlardır; ‘bilgelik’ logosu ve ‘bilgi’ logosu ruhsal armağanlar listesindeki ilk iki maddedir (12:8); 13:1-3 ve 8-13 ayetlerinde sevgi bilhassa ‘konuşma’ ve ‘bilgi’ ile kıyaslanır. Onların aklında ruhsal olmak, gnosise sahip olmak demektir. Yani onlara göre Ruh onları özel bir bilgiyle donatmıştı ve tüm inanlıların buna sahip olması gerekirdi, bu da Hıristiyan davranışlarının temelini oluşturmalıydı.
Öyle değil, diyor Pavlus, bu nitelendirmesi de özellikle Hıristiyan ahlakının temel doğası açısından güçlüdür. Korintliler’in kendisi, kendi savunmalarında ‘geliştirmek’ terimini kullandıysa (ki, 8:10 ve 10:23 ayetlerinde bu terimin kullanımı bu olasılığı arttırır) bu nitelendirme daha bile önemlidir. Muhtemelen demişlerdir ki inanlılar bilgilerine dayalı olarak davranırlarsa exousiaları (hakları, özgürlükleri; 8:10) konusunda ‘geliştirileceklerdir’. Dolayısıyla onlar için ‘bilgi geliştirir’. Bu durumda Pavlus bu sözlerini tersine çeviriyor. Bilgi ‘geliştirmemekle’ kalmıyor, aynı zamanda kişiyi ‘böbürlendiriyor’ (a. 1b) ve başkalarını ‘mahvediyor’ (a.11); ayrıca exousia Hıristiyan ahlakının nihai amacı değildir; ‘yararlı’ ve ‘yapıcı’ olandır amaç (10:23). Bilgiye dayalı davranışların bir başka problemi de daha büyük günaha sebep olmasıdır. Bilgi gurura sebep olur; ‘böbürlendirir’ (krş. 4:6, 18; 5:2). Ama ‘sevgi’ için durum böyle değildir. Sevgi hem ‘böbürlendirmez’ (13:4, mektup boyunca son defa kullanıldığı ayet), tam tersine ‘geliştirir’. Hıristiyan ahlakının amacı bilgiye muhtaç, duygusuz bir kendine yeterlik değildir; amacı, bir kardeşin yararı veya iyiliğini gözetmektir. Dolayısıyla 7-12 ayetlerinde açıklanan davranışlarının tam tersidir, bu davranışları başkalarının sendelemesine neden oluyordu.
2-3 Bilgi ve sevgi arasındaki bu ikinci kıyaslama bölümü, Pavlus’un ‘hepimizin bilgisi var’ cümlesi üzerindeki yorumunu güçlendirir. Ne yazık ki bu iki tümce metinsel açıdan zorluklara yol açmıştır, dolayısıyla da tam bir kesinliğe ulaşamıyoruz. Standart çeviri şöyle der:
(Bir şey) bildiğini sanan,
henüz bilmesi gerektiği gibi bilmiyordur.
Ama
(Tanrı’yı) seveni
(Tanrı) bilir.
Mısır’daki en eski tanık (Clement ve P) parantez içindeki kelimeleri içermez, sonuç olarak şöyle bir metin ortaya çıkar:
Bilgiye vardığını sanan
Henüz bilmesi gerektiği gibi bilmiyordur;
Ama
Seven kişi.
Gerçekten bilir (ya da, bilinir).
Bu ikinci metin, mektuptaki bağlamla o kadar uyum içindedir ki ya Pavlus’un orijinal metnidir ya da bir derleme dehasının ürünüdür.
Her iki okumada ilk tümce (a.2) aşağı yukarı aynıdır. Ne var ki ‘bir şeyi’ kelimeleri, bilinenin içeriğini vurgular. Bu kelimelerin bulunmaması ki bunun orijinal olması daha muhtemeldir, genel olarak bilgiye sahip olmayı vurgular. Geniş zaman kullanımı, bilgi konusunda varabilecekleri en yüksek noktaya vardıklarını var saydıklarına işaret eder. Dolayısıyla Pavlus ‘biraz bilgi tehlikelidir’ demiyor (ki bu genel olarak doğrudur ve onların durumuna uygundur); kinaye yapıyor. ‘Bildiğini’ zanneden kişi, işte o yüzden aslında bilmediğini gösterir. Tıpkı ‘kendini bilge sanan’ kişi gibi (3:18), bilgiye sahip olduğunu düşünen kişi de kendini aldatır; gerçek bilgi ondan uzaktır. Dolayısıyla ‘henüz bilmesi gerektiği gibi bilmiyordur’ tümcesi, içerik eksikliğinden değil, gnosisin kendi eksikliğinden bahsetmektedir. Sonraki tümcenin de belirttiği gibi (a.3), bunun için sevgi gereklidir.
Bu da 3. ayetin standart çevirisiyle ilgili bizi ana probleme getiriyor, çünkü bu çeviri Pavlus’un vurgusunu değiştiriyor. O, Tanrı’yı sevme (ya da tanıma) konusuyla ilgilenmiyor ki. Pavlus’un endişesi bu insanların ‘bilgiye’ sahip olmayan kişilere karşı sevgi dolu bir şekilde davranmaması. Şunu vurgulamalıyız ki standart çeviri Tanrı’nın bizim lehimize olan birincil eylemi konusunda Pavlus’un teolojisini ortaya koyuyor. Yani bizim Tanrı’ya olan sevgimiz, Tanrı’nın bizi önceden bilmesine dayalıdır. Problem bunu niye o noktada belirtme ihtiyacı duymuş olmasıdır. Öte yandan Clement ve P metinleri iki kavram arasındaki kıyaslamayı yansıtıyor. Gerçek gnosis bilgilerin toplanmasıyla oluşmaz, hatta kişinin teolojisinin doğru olmasından bile doğmaz; kişinin herkese karşı sevgi dolu bir şekilde yaşamasıyla oluşur. Son fiil etken veya edilgen olabilir. Etken ise, seven kişinin ‘tam gnosise ulaştığını’ ifade etmektedir; edilgen ise seven kişinin Tanrı tarafından bilgiye sahip birisi olarak ‘bilindiğini’ veya ‘tanındığını’ ifade etmektedir. Her halükarda bu çeviri Pavlus’un anlatmak istediğini o kadar güzel bir şekilde vurgular ki, muhtemelen orijinal olarak yazdığı cümleler bunlardı.
Ama putlara sunulan etle ilgili konuşmasına Pavlus niye böyle başlıyor? Muhtemelen ele alacağı teolojik var sayımlarla hemen hemen hemfikir olduğu için-ancak bunları da kendine özgün bir şekilde nitelendirecektir. Ama Pavlus biliyor ki bu kişilerin bilgilerine dayanarak yaptıkları şeyler kesinlikle yanlış ve daha ciddi olan sorun bu. Bu yüzden onların gnosis anlayışlarını yorumlayarak sözlerine başlıyor. Hıristiyan davranışları bilgi yoluna bağlı değildir, bu gurura sebep olur ve başkalarını mahveder; bilginin gerçek yolu olan sevgi yoluna bağlıdır. Bunlar 7-13 ayetleri arasında daha derin bir şekilde işlenecektir, bilhassa da 13. bölümde.
Hıristiyan ahlakının temelinde ‘bilgi’ olmasının hükmü, ne yazık ki kilise tarihinde uzun yıllar boyunca görülür. Bu yorum kitabını okuyan-ve yazan-pek az kişi buna istisnadır. İnsanın teolojisi sağlam bir şekilde elinde olduğunda, onu başkalarına karşı bir sopa olarak kullanmak çok caziptir. Bu durumda da teolojik sağdan geldiği kadar teolojik soldan da gelir. Bu demek değildir ki bilgi önemsiz veya gereksizdir, ancak demektir ki onu Hıristiyan davranışlarının öncelikli temeli yapamayız. Hıristiyan ahlakında ‘bilgi’ daima sevgiye yol açmalıdır. İnsanı özel ‘vahiy’ veya ‘derin kavrayışlar’ ile cezp etmeye çalışan öğretmenler veya sistemlerden kaçınmalıyız. Bu tür yaklaşımlar insanın daha sevgi dolu bir Hıristiyan olmasına değil, daha gururlu olmasına sebep olur. ‘Kavrayışın’ genellikle ‘özgürlüğe’ yol açtığı doğrudur, ancak çok zaman görüyoruz ki bu ‘özgürlük’, ‘haklar’ bazında talep edilir. Korint’te olan buydu. Hıristiyan inancında ‘bilgi’ veya ‘kavrayış’ hiçbir zaman amacın kendi değildir; daha büyük bir amaç için, yani başkalarının gelişimi için, araçtır.
b. Bilgi yolunun içeriği (8:4-6)
4 ‘Putlara sunulan kurban etinin yenmesine gelince, biliyoruz ki, ‘Dünyada put bir hiçtir’ ve ‘Birden fazla Tanrı yoktur’. 5-6 Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da-nitekim pek çok ‘ilah’, pek çok ‘rab’ vardır-bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır, bizler O’nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih ‘tir. Her şey O’nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O’nun aracılığıyla yaşıyoruz.
Sevgi yolunun bilgi yoluna üstün olduğunu anlattıktan sonra, bu paragrafla Pavlus a.1’de başladığı konuya devam ediyor. Yine onların mektubundan bir alıntı yapıyor, bu durumda tek tanrıcılığı onaylayan iki cümleyi ele alıyor (a.4); ve yine onların söylediklerini yorumluyor ama bunu çok ilginç bir şekilde yapıyor. Onların söylediklerine katılmaması gibi bir ihtimal yok. Onun yerine Hıristiyan inancını, o an çatışma yaşadığı putperest inançlarla kıyaslıyor. Dolayısıyla 5-6 ayetleri sıralı bir cümle oluşturuyor ve burada, şart taşıyan cümle (a.5), sonraki cümledeki Hıristiyan inancının onaylanmasına karşın (a.6) putperest inançların bakış açısını veriyor. Ancak a.5 öyle bir şekilde kurgulanmıştır ki sadece a. 6 ile bir zıtlık oluşturmaz aynı zamanda a.7’deki’ zayıf vicdanlılar’ sorununa yolu hazırlar. Ayrıca 10:19-20’deki yorum için açık bir kapı bırakır.
İki durumda da Pavlus putperest ‘tanrılara’ bir gerçeklik olasılığı vermez. Onun yerine bu ‘tanrıların’ onlara tapmanlar için öznel bir gerçeklikleri olduğunu söylediği a.7’deki tartışmaya ortam hazırlar; yani ‘tanrılar’ öznel bir şekilde var olmazlar, onlara inanarak onlara gerçeklik kazandırmış insanlar için ‘vardırlar’. Dolayısıyla gerçekten de ‘pek çok ilah’ ve ‘pek çok rab’ vardır. Yine 10. bölümde bir ‘tanrının’ varlığını reddeder; ancak Korintliler’in ciddiye almamış olduğu şey putperest dininin cinlerin faaliyetleriyle dolu olduğu ve bu tür ‘tanrılara’ tapmanın aslında cinlerle paydaşlık etmek olduğudur. Ama bu daha sonra gelecektir, şu anki odak Pavlus’un Korintliler’le hemfikir olması ve ‘pek çok tanrı’ ve ‘pek çok rabbe’ karşın bizim için tek bir Tanrı, yani Baba ve tek bir Rab, yani İsa Mesih olduğunu onaylamasıdır. Bu net sonuç, mektubun güçlü teolojik beyanlarından biridir.
4 ‘Putlara sunulan kurban eti’ ve ‘gelince’ ifadeleri, Pavlus’un ana konuya döndüğünü gösterir. Bu cümleyle, tartışmalarının iki temel savını ele alıyor. 1.ayetteki gibi ‘biliyoruz’ diyerek onların söylediğini onaylar.
Birlikte, bu iki ifade tek tanrıcılığı çok tanrıcılığa ve henoteizme (diğer tanrıların varlığını inkâr etmeden tek tanrıya tapma) karşı güçlü bir şekilde onaylar. Sadece tek bir Tanrı yoktur, aynı zamanda putların herhangi bir gerçekliklerinin olduğu inkâr edilir. Bu beyan onlara yeni bir bilgi gibi gelmemiştir; yeni olan onların bunu kendi tartışmaları için nasıl kullanacaklarıdır. Bu iki cümlenin sırası, Korintliler’in vurguladığı temel noktanın putların gerçek olmadığı olduğunu ima eder, ancak tam vurgusu tartışılmaktadır. Hemen hemen kesin bir şekilde söyledikleri İsis, Sarapis ya da Asklepius’un gerçek olmadıklarıdır. Evet, putlar; ama hayır, dünyada bir gerçeklik değiller. Hıristiyan inancının temel inanç bildirisinin temelinde yatar bu; ‘Tek Tanrı’dan başkası yoktur’. Korintliler’e göre, madem ki Tek bir Tanrı var ve bir put gerçek değildir, o zaman onların tapınaklarında yemek yememiz nasıl yanlış olur, putların temsil ettikleri tanrılar yok ki?
Onların vurguladığı noktanın bu olduğu, sonraki ilginç yorumla onaylanır. Hatta varsayımları yalnızca kısmen doğrudur, Pavlus daha sonra 10:19-20’de bunu açıklıyor. Ama şu anki endişesi tamamen pratik, yani bu ‘tanrılara’ inanmanın, bu inanlar üzerindeki etkileri. Dolayısıyla sonraki cümlelerde, davranışlarına sebep olan teolojiyi daha da güçlü bir şekilde onaylayacak ve yorumlayacaktır. Sorun içerik değildir, istediklerini yapmada özgür olduklarını zannetmelerine sebep olan algılayışlarıdır.
5 Beş ve altıncı ayetler birlikte tek bir cümle oluştururlar, Grekçede buna anacolouthon denir, dilbilgisel açıdan anlamlı değildir ama cümlenin anlatmak istediği nokta son derece açıktır. Hatta bu anacolouthon’un nedeni de kolayca anlaşılabilir, orijinalinde cümle başında bulunan ‘bu yüzden’ ifadesi, 4. ayette sunulan iki gerçeğin öne sürdüğü konuyu ele alır, sonuç olarak ‘putların gerçek olmadığı ve yalnızca bir tek Tanrı’nın olduğu doğrudur, bu yüzden, birçok sözde tanrı olsa da…’ bu noktada Pavlus duruyor ve sanki bir parantez için ‘nitekim pek çok ‘ilah’, pek çok ‘rab’ vardır’ diyor. Pavlus bu cümleyi tam olarak nasıl bitirmek niyetindeydi bilmiyoruz, belki de ‘aslında bunlar yoktur’ gibi bir şey diyecekti. Her halükarda bu bölünme, şart cümlesinin ilk kısmına cevap veren ikinci kısmı gerektiriyor ve bunu bölen cümleyi keskin bir şekilde nitelendirerek yapıyor. Söyle bir sonuç ortaya çıkıyor:
Bu yüzden
Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da
(nitekim pek çok ‘ilah’, (A)
pek çok ‘rab’ vardır) (B)
Ama bizim için [burada ‘Hıristiyanlar’ ima edilir]
tek bir Tanrı [pek çok tanrıya (ilah) karşın] (A’)
yani Baba vardır
O her şeyin kaynağıdır,
Bizler de O’nun için yaşıyoruz,
Ve Tek bir Rab vardır [pek çok rabbe karşın] (B’)
O da İsa Mesih’tir
Her şey O’nun aracılığıyla yaratıldı
Biz de O’nun aracılığıyla yaşıyoruz.
Böylece Pavlus en başından itibaren bu ilahların ancak öyle ‘adlandırıldığını’ söyler. İster gökte, ister yerde olsunlar fark etmez, nitekim Yunan panteonunda durum genellikle böyleydi, tanrıların ‘yerde’ de dünyasal biçimleri vardı. Bu belki Korintliler’in durumunu açıklıyor gibi görünebilir, ama Pavlus’un a.7’deki tartışması ve 10:19-20’deki yorumu için bir temel hazırladığını, düşünmek daha olasıdır. Bu ilahlar öyle ‘adlandırılır’ çünkü onların zannettikleri şekilde bir varlıkları yoktur aslında.
Ama Pavlus putperest tapınmanın gerçekliğini de göz ardı etmiyor ve Korint topluluğundaki bazı kişilerin bu gerçeklik tarafından etkileneceğini biliyor. Bu yüzden ‘nitekim pek çok ‘ilah’, pek çok ‘rab’ vardır’ diyerek kendi lafını bölüyor, burada tabi ki bu ilahların gerçekte var olduğunu söylemiyor. 7. ayette belirttiği gibi, ‘öznel’ bir şekilde, onlara tapınan kişinin aklında var oluyorlar. 6. ayette de verilen Hıristiyan beyanında gördüğümüz iki terim (‘ilah/tanrı’ ve ‘rab’), Yunan-Roma dinlerinin doğu tarikatlarından etkilenerek vardıkları şekli yansıtıyor. ‘İlahlar’ geleneksel tanrılardır, edebiyatta onlara bu şekilde hitap edilir ama çok nadiren onlara kyrioi (rab) denir. Kyrioi terimi, gizemli tarikatların tanrıları için kullanılan bir terimdir.
6 Bu cümle, a.5’te başlayan şart cümlesinin ikinci kısmını oluşturur, ama a.5’in sonunda pek çok ‘ilah’ ve pek çok ‘rabbin’ olduğunun söylendiği bölünme ile keskin bir fark yaratır. Orijinal metindeki ‘ama’ bağlacı, Mesih’e iman eden ‘bizler’ için neyin gerçek olduğunu önceki ifadelere karşı beyan eder. Önceki cümlede, a.6’daki ‘bizim için’e karşı ‘onlar için’ (putperestleri kastederek) olmasa da, bu ifade açıkça gösteriyor ki a.5’te açıklananların hepsi gerçekte var olanları değil ‘onlar için’ gerçek olanları belirtir. 7. ayette bunu daha açık bir şekilde göreceğiz.
Buradan sonra Pavlus’un söyledikleri, onun yazılarındaki dört ‘tek tanrıcılık’ beyanlarından biridir, burada geleneksel ‘tek Tanrı’ ifadesini kullanır (krş. Gal.3:20; Rom. 3:29-30; 1Ti.2:5). Ritmik doğası ve Helenizm ve Helen Yahudilikteki paralellikleri yüzünden bu cümlenin Pavlus’tan önce var olan ve kökenleri Helen Yahudi Hıristiyanlığı olan bir inanç bildirisi yapısı olduğu düşünülür. Bunun ne gerçek olduğu ne de olmadığı kanıtlanabilir. Bir inanç bildirisi havasına sahiptir ve başka dini metinlerde bulunan ifadelerle benzerlik taşır. Ama bunlar demek değildir ki asıl kökeni Pavlus’a ait değildir. Muhtemelen Pavlus’un yarattığı bir ifadedir ve Pavlus, Helen Yahudi kökleriyle benzerlik taşıyan dilini kullanarak buradaki tartışması için onu tasarlamıştır. Her halükarda, bu ifade bu tartışmaya o kadar iyi uymaktadır ki kökeni veya geçmişi konusunda bir tartışma tamamıyla gereksizdir.
Metinde göze çarpan birçok ifade vardır. Öncelikle ‘tek Tanrı’ ve ‘tek Rab’ beyanları, putperestlerin ‘pek çok ilah’ ve ‘pek çok rab’ inançlarıyla açık bir tezatlık oluşturur. Bu demektir ki vurgu Tanrı’daki birlik değildir (üçlü birlik), ancak bu yine da var sayılır, tek Tanrı’nın özgünlüğüdür. Hıristiyanların Baba ve Oğul olarak taptıkları Tanrı, tanrı zannedilen ama aslında tanrı olmayan diğer şeylere karşı tezatlık oluşturur. İki kısım mükemmel bir paralellik sergiler, ‘tek Tanrı’ ve ‘tek Rab’ ifadelerini kişisel açıklamaları olan ‘Baba’ ve ‘İsa Mesih’ takip eder (‘Oğul’ unvanı, Tanrı’nın kişisel açıklaması olan ‘Baba’ unvanının kullanımı sebebiyle ima edilir). Bu isimlerin ardından da her birinin tanrısal özellikleri ve faaliyetlerini açıklayan ve Oğul’un Baha’ya işlevsel olarak boyun eğdiğini ima eden ifadeler gelir. Baba Tanrı her şeyin hem kaynağı hem de nihai amacıdır, biz dâhil olmak üzere. Mesih Rab de tanrısal aracıdır, O’nun aracılığıyla Tanrı her şeyi yarattı ve bizi kurtardı.
İlk cümle Hıristiyan inancında Tanrı hakkındaki üç temel gerçeği barındırır. Öncelikle Pavlus Tanrı anlayışı için İsa’nın kullandığı dili kullanarak kişisel bir ‘Baba’ resmi çiziyor. Yahudilikte ondan önce de böyle bir anlayış vardı ancak İsa, onu izleyenlere Tanrı’yı özellikle bu şekilde tanıtmıştır. Onun için bu terim sadece kendi özgün anlayışını simgelemiyordu aynı zamanda onu izleyenlere bir armağanıydı da. Dolayısıyla onlar Tanrı’yla bu tür bir ilişkiye sahip olabilirlerdi. İkinci olarak O, kaynaktır, her şeyin Yaratıcısıdır. Yahudi-Hıristiyan anlayışında, Tanrıdaki birlikten sonra en önemli teolojik ifade budur. Evrenin kaprislerinin genelde kurbanı olan birçok ilaha karşın, Hıristiyanlıktaki Tanrı her şeyin kaynağı olarak her şeyden ayrı durur. Bizim Tanrı’mızın egemenliği dışında kalan hiçbir şey yoktur ve O bizi bir çocuğu olarak O’nunla ilişkide olmamız için bizi davet eder. Üçüncü olarak, Pavlus ‘her şey O’nun için yaşar’ demek yerine (yani, madem Tanrı her şeyin kaynağı ve yaratıcısı), Pavlus ‘bizler O’nun için yaşıyoruz’ diyor. Bu inanç bildirgesindeki özgün bir vurgu buradaki ‘bizler’ vurgusudur. Buradaki zamirde biraz bir belirsizlik vardır. Normalde bu tür bildirgesel bir formülde, Tanrı’nın her şeyin başında ve sonunda olduğunu ifade eden eskatolojik bir terim vardır. Ama bu bildirgede kişisel bir vurgu olduğu için, bu hedefin farklı ve güçlü bir amacı vardır. Tanrı bizim tüm yaratılışla birlikte ulaşmaya çalıştığımız nihai hedef olmakla kalmıyor, aynı zamanda bizim var olmamız onun amaçları doğrultusundadır. Yani Pavlus’un endişesi felsefi teoloji yapmak değil, gündemdeki konunun pratik uygulamalarına dikkat çekmektir. Pavlus bu noktaya tekrar değinmez, ama bu vurgu tüm argümanının temelini oluşturur. Bu ifadeyle, herkesi-hem ‘gnostik’ hem ‘zayıf olmak üzere tüm Korintliler’i ve kendini-Tanrı’nın nihai amacında birleştirir, bu amaçlar daha sonraki cümlede özellikle de a. 11 ‘de açıklanacaktır.
İkinci cümle, Mesih’in yaptıklarını ve bizim onunla olan ilişkimizi Tanrı’yla olabilecek en yakın ilişki derecesine getirir. Pavlus burada Mesih’e Tanrı demez ancak sadece inanılmaz ölçüde inatçı biri buradaki Üçlü Birlik imalarım reddedebilir. Tek Tanrı’nın olduğunu beyan eder etmez, EA’da sadece tek Tanrı için kullanılan ‘Rab’ lakabını ilahi Oğul’a atfeder. Şunu vurgulamalıyız ki Pavlus, tek Tanrı kavramıyla Baba ve İsa Mesih kişileri arasında herhangi bir gerginlik görmüyor. YA’daki başka ifadelerde olduğu gibi, Tanrı İsa aracılığıyla hem yarattı hem de kurtardı. Dolayısıyla bu iki cümleye birlikte baktığımızda görüyoruz ki tüm insan var oluşunu kapsıyorlar. Baba Tanrı her şeyin kaynağıdır, her şey de Oğul’un yaratıcı işleri aracılığıyla var oldu. Ayrıca Tanrı, Oğul aracılığıyla bizi kurtardı, böylece bizim yaşam amacımız artık Tanrı’dır. Önceki cümlede olduğu gibi vurgu, Mesih’in bizim için yapmış oldukları üzerindedir, dolayısıyla da bilhassa Korintliler’in durumu için önemlidir. Onlar soyut kavramlar çerçevesinde tartışıyordu, tek bir Tanrı olduğu için putlar yoktur. Pavlus bu görüşlerine katılır, ama der ki bu doğru olsa bile Hıristiyan davranışlarının temeli soyut teoloji değil. Baba ve Oğul’un kurtarış eylemidir.
Özetle, Korintliler demiştir ki tek Tanrı olduğu için putların temsil ettiği ‘ilahlarda’ bir gerçeklik yoktur. Pavlus bunu onaylar ama bu konuda iki yorum yapar. Öncelikle bu var olmayan ‘ilahların’, bu kişilerin inanlılarla ve Tanrı’yla olan ilişkilerini nitelendirecek doğrultuda bir tür gerçeklikleri vardır. Bu, a.7-13’te daha detaylı olarak incelenecektir. İkinci olarak da Hıristiyan tek Tanrıcılığı der ki ‘bizim’ Tanrımız sadece var oluşunda özgün değildir, Korintliler’in O’nunla bir ilişkileri vardır ve bu ilişki onların diğer inanlılarla olan ilişkilerin ve hayatlarını nasıl idame ettiklerini belirleyecektir.
Burada, Hıristiyan ahlakının doğru temelli Hıristiyan teolojisine dayandırılması örneği görüyoruz. Günümüzde, ahlaki davranışlar konusunda farklı temeller öne sürmek yaygındır. Pavlus için ve gerçekten Kutsal Kitap’a inanan tüm Hıristiyanlar için, davranışlarımızın ancak tek bir temeli olabilir: Tanrı’daki birlik, ve bizim hem yaratılış hem de kurtuluştaki varlığımızın hizmet ettiğimiz ve uğruna yaşadığımız tek Tanrı’ya dayanması. Bu gerçeklerden yola çıkarak Pavlus Mesih’in bizim ve başkalarının uğuruna ölmesini örnek gösterecektir (a.11), böylece de Hıristiyan ahlakındaki motivasyonumuzun bilgi değil sevgi olması gerektiğini vurgulayacaktır.
c. Ölçüt-kardeşe karşı sevgi (8:7-13)
7 Ne var ki herkes bu bilgiye sahip değildir. Hala putperest alışkanlıklarının etkisinde kalan bazıları, yedikleri etin puta sunulduğunu düşünüyorlar. Vicdanları zayıf olduğu için lekeleniyorlar. 8 Yiyecek bizi Tanrı ‘ya yaklaştırmaz. Yemezsek bir kaybımız olmaz, yersek de bir kazancımız olmaz. 9 Yalnız dikkat edin, bu özgürlüğümüz vicdanı zayıf olanların sürçmesine neden olmasın. 10 Eğer zayıf vicdanlı biri, bilgili olan seni bir put tapınağında sofraya oturmuş görürse, puta sunulan kurban etini yemek için cesaret almaz mı? 11 Sonuçta bu zayıf vicdanlı kişi, Mesih’in uğruna öldüğü bu kardeş, senin bilgin yüzünden mahvolur! 12 Bu şekilde kardeşlere karşı günah işleyip onların zayıf vicdanlarını yaralayarak Mesih’e karşı günah işlemiş olursunuz. 13 Bu nedenle yediğim şey kardeşimin sendeleyip düşmemesine yol açacaksa kardeşimin düşmemesi için bir daha et yemeyeceğim.
Bu paragraf ile Pavlus a.1-3’te başlamış olduğu bilgi yolu konusundaki açıklamasına devam ediyor, ama bu sefer a.4-6 ‘da bilginin içeriği konusunda söylediklerinin pratik uygulamalarından bahsediyor. Herkesin ‘bilgisi’ olmasına rağmen, bütün inanlılar bu ‘bilgiyi’ deneyim edemiyor. Çeşitli tanrılara inandıkları ve putperest yaşadıkları önceki yaşantıları şimdiki yaşadıklarını etkilemeye devam ediyor (a.7). Dolayısıyla ‘zayıf vicdanları’ var ve dinsel kurban törenlerine katılmaları onları ‘mahvetme’ etkisi taşımaktadır-ya da taşıyacaktır. O zaman Korintliler’in tapınağa gitmemesi için Pavlus’un verdiği ilk neden, bu tür bir eylemin, uğruna Mesih’in ölmüş olduğu bir kardeşin mahvolmasına sebep olma ihtimalidir (a.10-12)
7.ayetten 12.ayete geçmek için Pavlus Korintliler’in ikinci tartışma savını ele alıyor, burada onlarla hemfikirdir: ne yediğimiz Tanrı için önemli değildir (a.8). Ama işte bu yüzden Korintliler’in bu gerçeği bu tür ‘haklar’ ve ‘özgürlük’ iddiaları çerçevesinde kullanmamaları gerekiyor. Tam tersine, ‘hakların’ bir kardeşin düşmesine izin vermemeleri gerekir (a.9). Somut bir örnek olan tapınağa gitme konusunu örnek göstererek, zayıflar için tutkulu bir yakarışta bulunuyor (a.10-12). Tartışmanın sonunda da sürçme taşı olma ilkesini (a.13) en geniş haliyle kullanarak, kendi davranışları için kullandığı ölçütü veriyor. Bunu, hem bir bakış açısı hem de bu konularda kendi davranışlarının (9:1-23) savunması için bir başlangıç noktası olarak veriyor.
Şunu vurgulamalıyız ki, tartışmanın yönüne rağmen (Tanrı’nın yediklerimizi önemsememesi, zayıf vicdanlılara karşı hassas olma, bu konuda ‘haklarının’ olduğu iması) bölümde genel olarak bir yasaklama havası vardır. Bazıları savunmuştur ki ‘bilgiye sahip’ olan birinin yaptıklarını görecek ‘zayıf vicdanlı’ bir kardeş yoksa o zaman kişi istediği gibi dinsel yemeklere katılabilir. Ancak sonraki tartışma (10:1-22) bu tür bir yorumu imkansız kılar. Dolayısıyla her iki bölüm (8:7-13, 10:1-22), tapınağa gitmenin iki açıdan yanlış olduğunu savunur: sevgi dolu bir şekilde davranmak değildir (8:7-13) ve cinlerle paydaşlık içerir (10:19-22).
7 Cümlenin başındaki ‘ne var ki’ ifadesi, Pavlus’un şu ana kadar söylediklerini yorumlayacağına işaret eder. Şimdiki bölüm (a.7-13), a.1b-3’te ortaya atılan ilkeyi, yani bilginin değil sevginin geliştirdiğini ve dolayısıyla gerçek bilginin aslında sevgi olduğunu detaylı bir şekilde açıklar. Ama bunu a.4-6 ışığında yapar, çünkü onların bilgileri konusunda yorum yapmıştır ve demiştir ki ilahlar ve putlar gerçekte var olmamalarına rağmen, onlar için (putperestler) pek çok ‘ilah’ ve pek çok ‘rab’ vardır. O aman Korintliler’in ‘hepimizin bilgisi var’ iddialarına karşılık olarak (a.1) Pavlus der ki ‘herkes bu bilgiyi paylaşmıyor’. Ayetin devamı Pavlus’un ne demek istediğini açıklar: herkes teorik olarak bir putun bir ilah olmadığını bilse bile, herkes bu ‘bilgiyi’ deneyim açısından ve duygusal açıdan paylaşmıyor.
Korintli inanlıların bazıları için, onlar putperestken bu ‘bu ilahlar’ ve ‘rabler’ birer gerçekti. Dolayısıyla bu insanlar ‘putperest alışkanlıkların etkisindedir’, yani bu ilahların gerçekte var olmadığını bilseler bile, geçmişte bu ilahlarla olan ilişkileri onların şimdiki yaşantılarında hala bir gerçektir. Akıllarına defalarca söyleyebilirler ki bu ilahlar gerçek değildir ve putların bir gerçekliği yoktur; ancak gerçek şu ki önceki yaşam tarzları onların bilincine ve duygularına öyle işlenmiştir ki eski alışkanlıklar öyle kolayca kenara itilemez. Onlar için, önceden tapındıkları yere dönmek, eti tekrardan ‘gerçekten de bir ilaha sunulmuş gibi yemelerine’ sebep olurdu. ‘Yedikleri etin puta sunulduğunu düşünmeleri’ ifadesinin en mantıklı açıklaması budur. İngilizcedeki NIV çevirisi, daha önceden kurban edilmiş (yani çarşıda satılan) et yediklerini ve önceki putperest alışkanlıklarının bu ete yansıdığını ima eder. Ama bunu söylemekle Yahudilerin pimpirikli oldukları konuların Yahudi olmayan Hıristiyanlara da geçmiş olduğunu varsayarız. Tapmaktaki eti yediklerini var sayarsak Pavlus’un kullandığı dil çok daha anlamlı oluyor, bu durumda ifade ‘yedikleri etin puta sunulduğunu düşünüyorlar’ değil, eski yıllarda olduğu gibi ‘eti, bir ilaha sunulmuş gibi yiyorlar’ şeklindedir.
Böyle insanların tapınaklara dönmelerinin diğer sonucu da vicdanları zayıf olduğu için lekelenmeleridir. Bu cümlede, sonraki tartışmada anahtar olan iki terim görüyoruz, ‘vicdan’ ve ‘zayıf. Ne yazık ki ‘vicdan’ için kullanılan terimin tam nüansını yakalamak zordur, terimin nereden geldiği de belli değildir-Korintliler’in mektubundan mı yoksa Pavlus’un kendinden mi? YA’da bu kelimeyi ilk defa bu ayette görürüz ve görünüşe göre Pavlus’un teolojik kelime hazinesine Yahudi geçmişinden değil Grekçeden girmiştir. Bu bölümde ve 10:25-29’da sıkça kullanılmasından dolayı ve 1.Korintliler’in başka hiçbir yerinde bulunmamasından dolayı ve Romalılar 14’teki benzer bir tartışmada kullanılmadığı için birçok kişi demiştir ki bu terim Korintliler’in mektubundan gelmiştir. Bu doğru olabilir, ama Pavlus bu terimi başka yerlerde çeşitli şekillerde kullanıyor, o yüzden bu iddialar konusunda dikkatli olmalıyız.
Her halükarda, daha önemli olan konu terimin anlamıdır. Yaygın olan anlamına göre, içimizdeki ahlaki bir hakem gibi, bir eylemin doğruluğunu ya da yanlışlığına karar verir (mesela, ‘vicdanına göre karar ver’ deriz. Rom. 2:15 ve 13:5 bölümlerinde Pavlus’un bu terimi kullanış tarzına yakın bir anlam olsa da, bu bölümde sanki kelimenin kök anlamına daha yakın olan ‘bilincinde olma’ anlamı vardır. Yani ahlaki açıdan kişinin ne yaptığının farkında/bilincinde olması. Dolayısıyla ‘ahlaki farkındalık’ demek buradaki anlamına en yakın ifade olacaktır. Zayıflıkları da şudur: tek bir Tanrı’nın olduğunu söyleyen entelektüel inançları henüz duygularında tam yer etmemişti. Sonuç olarak bir tür ‘gelişme’ adına tapınaklardaki yemeklere katılmak üzere davet edildiklerinde, akılları ve yürekleri arasındaki çatışmayla başa çıkamıyorlardı, dolayısıyla da putperestliğe dönebilir ve mahvolabilirlerdi (a.11). Bu durumda ‘ahlaki farkındalıkları’ lekeleniyor, yani putlarla olan geçmişteki ilişkileri yüzünden, o putların onuruna kesilmiş kurbanları yiyerek onlara tekrar tapınmaları, Mesih’le olan yeni ilişkilerini lekeliyordu.
8 Bir takım kafa karıştırıcı ve ani görünümlü cümleyle Pavlus ‘zayıf vicdanlılar’ için bir savunma yapıyor. Buradaki zorluk cümlelerin ne anlama geldiğini ve tartışma içindeki yerlerini çözmektir. Tartışma içindeki yerlerini çözerken şunu anlamamız gerek, Pavlus burada putların etleri konusundaki görüşlerini mi veriyor yoksa buradaki cümleler Korintliler’in savunduğu görüşü mü yansıtıyor?
İki cümlede de bir vecize havası vardır, ikinci cümle birinci cümlenin bir uyarlaması gibidir; 1) Yiyecek bizi Tanrı’ya yaklaştırmaz ve 2) ‘yemezsek bir kaybımız olmaz, yersek de kazancımız olmaz’. İlk cümlenin anlamı ortadadır ancak buradaki fiil hem ‘Tanrı’nın onayını kazandırmaz’ anlamına hem de ‘bizi Tanrı’nın önünde yargıya getirmez’ anlamına da gelebilir. Ne var ki sonuç yine aynıdır ki yemeğin bizim Tanrı’yla ilişkimizle hiçbir alakası yoktur. Bu, tabi ki, hem Pavlus’un hem de Korintliler’in bakış açısıdır. Mektuplarında söyledikleri bu şeyi Pavlus’un kendisinden öğrenmiş olabilirler.
Kafa karıştırıcı nokta, ikinci cümlede karşımıza çıkar. Önceki cümlenin daha doğal bir devamı ‘dolayısıyla yememek kimse için kayıp değildir, yemek de bir kazanç sağlamaz.’ Yemek herhangi bir şekilde hayatımızı etkilemez. Dolayısıyla, Tanrı’nın beğenisini kazanmak için yemekten kaçınanlar kazançlı değildir; Tanrı’nın gazabından korkmalarına rağmen yiyenler de yargılanmayacaktır. Ama Pavlus bunu demiyor. Daha zıt bir açıklama yapıyor: ‘yemeyenin bir kaybı olmaz, yiyenin de bir kazancı olmaz’. Sorun şu: Pavlus’un Korintliler’e cevabının ilk kısmı ve ‘zayıfların’ savunması ile bu cümlenin ilişkisi nedir?
Bağlamsal sorunlar da aynı şekilde zordur, a) Genel konu (hem a.7 hem de 9-12) ‘yiyecekle’ ilgili değildir, putların huzurundaki yiyecekler, yani putperestliktir, o zaman niye böyle bir şey bu noktada söyleniyor? b) 9.ayette Pavlus, bu vecizelerde ‘bu özgürlüğünüz’ diye bahsediyor, sanki a.8’de söylenenler ilk defa verilen bir yönlendiriş değil, ya onların savunduğu bir görüş ya da Pavlus’un hemfikir olacaklarını bildikleri bir görüştür. c) Yukarıdaki cümlede söylediğimiz gibi bu görüş hem Pavlus’un hem de Korintliler’in olabilir o zaman bu da durumu karıştırıyor.
Çeşitli çözümler öne sürülmüştür ancak hiçbiri tatmin edici ölçüde değildir. Eğer bunu Pavlus kendi söylüyorsa o zaman ikinci cümledeki garip yapı hala bir sorundur, a.9’daki uyan da aynı şekilde. Korintliler’in bir yorumu ise, bunun metne dâhil edilmesindeki anilik (özellikle 1. ve 4. ayetlerde onlardan alıntı yapış tarzını göz önünde bulundurduğumuzda) kafa karıştırıcıdır, 2. cümlenin yapısı da kafada soru işaretleri bırakır çünkü onların söyleyeceklerinin tersi bir yapıdadır.
Burada sunulan çözüm, belirtilerin eksikliğine rağmen, iki cümlenin de Korintliler’in kendi mektuplarında savundukları görüşler olduğu yönündedir, doğrudan alıntı olabilirler de olmayabilirler de. Tırnak işaretlerinin olmamasının nedeni Pavlus’un görüşleriyle bir olmaları olabilir. Anahtar, ‘yiyecek’ kelimesidir, bu kelime sonda a.13’te, Rom. 14:15-20’de (burada konu yiyecek yasalarıydı) ve 1Ko. 6:13’te Korint sloganının bir parçası olarak (burada da Pavlus temelde hem fikirdi) bulunur. Şunu fark etmemiz gerekiyor ki Pavlus’un burada yiyecek konusunda söyledikleri, başka yerlerde sünnet konusunda söyledikleriyle neredeyse tamamen aynıdır (7:19; Gal. 5:6; 6:15). Bu muhtemelen, Pavlus’un ‘caiz’ olan konusundaki görüşlerini yansıtmaktadır, yani yiyecek, sünnet bizi Tanrı’ya ‘yaklaştırmaz’. Bu tür yemekleri yemezsek (ya da sünnet olmazsak) daha kötü durumda değiliz, yersek de (ya da sünnet olursak) daha iyi durumda değiliz. Bu konular Tanrı için önemsizdir. Pavlus için de bu böyledir, zaten bu yüzden vecizeler böyle olumlu bir şekilde ifade edilir. Mesih’teki kişinin ‘yetkisi/özgürlüğü’ budur. Buradaki görüşe göre Korintliler, Pavlus’un başka bir konudaki kendi kelimelerinden birini alıp bunu kendi tartışmaları için kullanmaktadır; demişlerdir ki bu ‘özgürlük’ herhangi bir yiyeceğin herhangi bir ortamda, tapınaklar dâhil, yenmesinde de söz konusudur. Pavlus’a göre ‘özgürlük’ kelimesi burada yiyecek konusunda yanlış kullanılmıştır (a.9), bunun temel sebebi de bu ‘özgürlüğün’ bir kardeşe yapabilecekleridir (a. 10-12).
9 Bu cümleye baktığımızda, a.8’in Pavlus’la tartışmalarının bir kısmını oluşturduğunun muhtemel olduğunu görüyoruz. Karşıtlık belirten bir bağlaçla (‘yalnız’) sözlerine devam ediyor Pavlus, sonra da onları uyarıyor (‘dikkat edin’). Uyarının kendi, iki sözcüğü birbiriyle zıt hale getiriyor, biri (‘özgürlük’) bu konuda Korintliler’in görüşü, diğeri (‘sürçmek’) Pavlus’un görüşü. Önemli exousia (‘yetki/özgürlük’) kelimesi konusunda bkz. 6:12. Bunun Korintliler’in kullandığı bir kelime olduğu neredeyse kesindir (ayrıca krş. 10:23), ve 6:12’de olduğu gibi ‘hiçbir dizginleme olmadan diledikleri gibi davranma özgürlüğü’ anlamını içerir. Bunun kendilerinin kullandığı bir kelime olması Pavlus’un ‘bu özgürlüğünüz’ demesiyle kendini belli eder. İngilizce NIV çevirisinde bu cümle ‘özgürlüğünüzün kullanımı’ olarak geçer ancak fazla yumuşaktır ve hatta yanlış bir yönlendirme içerir. Pavlus onları dikkat etmeleri gerektiği konusunda uyarıyor öyle ki yiyecek yasaları konusunda Pavlus’un da hemfikir olduğu’ bu özgürlükleri’ (önceki ayette açıklanan), tapınaklardaki yiyecekler konusunda da taşmasın ve sonuç olarak başkaları için ‘özgürlük’ yerine ‘sürçme taşı’ olmasın. Korintliler için ‘bilgi’ (=kavrayış), ‘özgür’ bir şekilde davranmak için ‘haklar’ anlamına geliyordu. Dolayısıyla onlar için en yüksek erdem özgürlüktü, çünkü insanın yüceltilmesini sağlıyordu. Pavlus’a göre bunun tersi geçerliydi: ‘Sevgi’, başkaları uğruna kendi ‘haklarından’ ‘özgür bir şekilde vazgeçmek’ demekti (krş. 9:19-23), ve toplumda ‘birlikte yaşam’ kurtuluşun amacıydı.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, ‘yetkilerinin’ doğasının ardında muhtemelen ‘zayıfları’ ‘geliştirmek’ arzusu vardı. Bu durumda onlar için exousia asıl önemli terimdir. Exousia terimi konusundaki yanlış düşünceleri yüzünden, ‘ilahlar’ konusunda yanlış görüşlere tutsak olan kardeşlerini ‘özgür’ kılmak istemekle kalmıyorlar (ki bu nokta sonraki ayetin detaylarıyla ilgilidir), aynı zamdan onlara göre bu tür ‘yetki’ ve cesaret ile hareket etmeyen Pavlus’un elçiliğini ve özgürlüğünü sorguluyorlar (bu konu da 9:l-23’te savunmanın odağı oluyor).
10 Korintliler’i, ‘haklarını’ ‘zayıf olanların’ düşmesi için kullanmamaları konusunda uyardıktan sonra, Pavlus üç cümle boyunca (a. 10-12) ‘zayıfların’ ‘haklan’ konusunda bir yalvarışta bulunuyor.
Bu ayette, hangi davranışlarının böyle bir düşüşe sebep olduğunu anlatmakla başlıyor. Bu açıklama, genel bir varsayım yapısında olsa da, tartışmadaki hava, teorik değil gerçekten söz konusu olan bir durumdan bahsedildiği hissini veriyor. 9. ayetten devam ediyor ve ‘eğer zayıf vicdanlı biri, bilgili olan seni bir put tapınağında sofraya oturmuş görürse, zayıf olan vicdanı yüzünden (a.7’de olduğu gibi) puta sunulan kurban etini yemek için cesaret (‘geliştirilmiş’ olarak) almaz mı? diye soruyor.
Bu sorudan, Korint’teki durum hakkında üç şey öğreniyoruz. Öncelikle, a.1, 4 ve 8’de anlatılan ‘bilgili’ kişiler, tapınaklarda dini sofralara oturmaktadır. 8. bölümde sorunun net olarak ifade edildiği tek yer burası olduğu için ve 10:l-22’de ‘putların yiyeceği’ konusu tekrar ele alındığı için Pavlus’a karşı tartıştıkları ve Pavlus’un (öyle görünüyor ki) önceki bir yasaklamasına karşı çıktıkları konunun bu olduğu neredeyse kesindir.
İkinci olarak, muhtemelen topluluktaki diğer kişileri de bu konuda ‘bilgili’ davranmaları için teşvik ediyorlar. Görünüşe göre, Pavlus’un zayıf vicdanlı olarak nitelendirdiği(bkz. a.7) kişileri de bu sofralar katılmaları için davet ediyorlar. Metindeki diğer iki konu ışığında en anlamlı açıklama budur. İki konu şudur: a) ‘bilgili’ olanları sofrada ‘görebiliyorlar’ (o yerde olmasalar nasıl ‘görecekler’?); ve b) zayıf olanın ahlaki farkındalığı konusunda ‘geliştirilmek’ kelimesinin kinayeli bir şekilde kullanımı. ‘Mahvolmalarına’ sebep olan şey(a.11),’bilgili’ olanların davetlerini kabul etmekte büyük bir baskı altında olmaları-ve hatta bazılarının kabul etmiş olması-ise o zaman bu iki konu anlamlıdır.
Üçüncü olarak, zayıf vicdanlı olan kişilerin sorunu ‘gnostiklerin’ yaptıklarından rahatsız olmaları veya ‘alınmaları’ değildir. ‘Vicdanları’ öyle bir şekilde ‘geliştiriliyor’ ki, ‘putlara sunulan kurban etini yemek için cesaret alıyorlar’. Onların sorunu, ‘gnostiklerin’ tartışmalarına nasıl karşı çıkacaklarını bilmemeleridir (krş. a.7). Putun gerçek olmadığını kabul edebilirler, ama başkaları için ‘sadece yiyecek’ olan şeyler onlar için ‘putlara sunulan yiyecek’ oluyor. Onları mahveden şey yiyecek değil, tapmakta yemenin arkasındaki putperestliktir. 11. ayette ele alınıp detaylıca incelenecek konu budur.
11 Bu cümle de açıklayıcı nitelikte olan ‘sonuçta’ kelimesiyle başlıyor ve a.10’daki endişeyi açıklayarak ‘zayıf vicdanlı’ bir kişiyi ‘geliştirmeye’ çalışanlar yüzünden kişinin başına nelerin gelebileceğini anlatıyor. Böyle bir kişi ‘senin bilgin yüzünden mahvolur’ diyor Pavlus. Ama bu kişi artık sadece ‘zayıf vicdanlı biri’ olarak nitelendirilmiyor; ‘Mesih’in uğruna öldüğü kardeş’ olarak nitelendiriliyor. Kelime düzenindeki vurgu ve de kullanılan dil Pavlus’un sadece teorik bir durumdan bahsetmediğine işaret ediyor. Bilgiden kaynaklanan özgürlükleri yüzünden bir Hıristiyan’ın hayatı tehlikededir. Bir kardeşin bu şekilde yitirilmiş olması ya da yitirilme tehlikesinde olması, daha önceki tartışmadaki pek çok noktaya açıklık getiriyor.
Pavlus, bir kardeşin ‘mahvolmasından’ bahsederken muhtemelen ebedi bir kayıptan bahsediyor, kişinin ‘vicdanına karşı’ hareket etmesinden doğan içsel bir bunalımdan bahsetmiyor sadece. İkinci olasılık fazlasıyla modemdir, ayrıca Pavlus’un yazılarının başka yerlerinde bu kelime ebedi mahvoluş anlamında kullanılmıştır. O zaman burada, daha önceden putperest alakası olmuş etlerin yenmesi değil, gerçek putperestliğin (yani putperest sofralara katılma) söz konusu olduğu hemen hemen kesindir. Eskiden putperest olan birisi tekrar putperestliğe düşüyor olabilir. Ancak Pavlus gibi putperestliğin cinlerle alakasını (bkz. 10:19-22) ciddiye alan birisi, putperestliğin gücüne tutsak olmuş birinin hayatındaki etkiyi anlayabilir. Böyle insanlar için putperestliğe dönmek, tekrar onun gücü altına girmek ve dolayısıyla ebedi mahvolma yaşamak demektir. Bu yüzden ‘senin bilgin’ yüzünden mahvoluyorlar, sadece Hıristiyan ahlakında bilgi yanlış bir temel olduğu için değil; aynı zamanda ‘gnostiklerin’ putperestlikle ilgili bilgileri çok eksik olduğu için. Bunun ışığında, Pavlus’un bu noktaya değin ileri sürdüğü tartışmayı daha iyi anlayabiliriz, özellikle ‘bilgilerini’ nitelendirdiği a.1-3, 4-6 ve 7-8. Bilgi yanlış eylemlere sebep oluyor. Önceden putperest olan insanları ‘geliştirmemekle’ kalmıyor, onları mahvediyor-ayrıca ‘haklar’ ve ‘özgürlük’ konusunda diretenlerin de ‘böbürlenmesine’ neden oluyor.
Sonuç olarak Pavlus, iki yolla onları sevgiye yöneltiyor-burada o kelimeyi kullanmasa da. Öncelikle mahvolan kişi bir ‘kardeştir’. Burada sevgi, bilgi ve geliştirmek kelimeleri arasındaki oyun daha da çok ortaya çıkıyor. Zayıf olanları ‘bilgileriyle’ ‘geliştirmeye’ çalışıyorlar; onun yerine ‘yıkıyorlar’. Söz konusu kişiler birer kardeş oldukları için doğru şekilde geliştirilmelidirler. Yani artık ‘özgürlük’ konusunda ısrar etmemeliler çünkü ‘özgürlük’ bireysel var oluşa yöneltir oysa sevgi başkalarının iyiliğini düşünmeye ve topluluk olmaya yöneltir. İkinci olarak, Mesih’teki yaşamlarındaki ortak temel ‘bilgi’ veya ‘özgürlük’ değil Mesih’in ölümüdür. Bilgi ve özgürlük adına kardeşlerinin mahvolmasına sebep olacak kibirleri ve duyarsızlıkları, Mesih’in ‘ölüme kadar gitmesine’ sebep olan sevgisiyle kıyaslanır. 1-4 bölümlerinde Pavlus bilgeliğe karşı duydukları hayranlığa karşı savaşırken onlara çarmıhı hatırlatır. Hem kişisel olarak hayatları hem de bir topluluk olarak birlikte sürdürdükleri hayatları, her birinin ‘Mesih’in uğruna öldüğü’ birisi oldukları gerçeğine dayalıdır.
12 Bu cümle, a.11 ‘de açıklanan gerçeklere teolojik bir bakış açısı vererek tartışmayı sonlandırır. ‘Bu şekilde’, yani a.10’da anlatılan şekilde, Mesih’in uğruna öldüğü bir kardeşi mahvederler (a.11). Bu şimdi ‘günah’ olarak nitelendirilir. Bir yandan bu eylemleri ‘zayıf vicdanlarını yaralamak’ olarak açıklanan ‘kardeşlere karşı günahtır’. Öte yandan, bir kardeşe karşı günah işlemek ‘Mesih’e karşı günah işlemektir’. Bu da İsa’nın daha önceden söylediği, en küçüğe karşı yapılmış bir şey O’na karşı yapılmış bir şey gibidir sözlerini (Mat. 25:45), ya da İbraniler 6:6’da eski günahlara döneminin Mesih’i tekrardan çarmıha germek ve O’nu herkesin önünde aşağılamak gibi olduğunu söyleyen sözleri anımsatır. Mesih’in bir üyesini yaralamak, Mesih’i yaralamaktır; O’na ait birine karşı günah işlemek, onun ait olduğu kişiye karşı günah işlemektir.
11 ve 13. ayetlerde ikinci tekil şahıs kullanılmasına rağmen burada çoğul (‘kardeşlere’) kullanılması konusunda bazıları demiştir ki bu eylem kiliseye karşı bir günahtır. Yani Mesih’in bedeniyle olan birliğini gösterir. Mesih’e karşı günah işlemek, O’nun bedeni olan kiliseyi mahvetmektir. Her halükarda, ‘gnostik’ kişinin temel yanlışı gerçek bilgiden yoksun olması değildir, hatta bir kardeşin mahvolmasına sebep olması bile değildir-bu çok kötü bir şey olsa bile-yaptıklarıyla Mesih’in kendisine karşı günah işliyor olmasıdır. Böyle bir tartışmadan çıkan sonuç da bir yasak koymaktır.
13 Sözlerine ‘bu nedenle’ diyerek Pavlus, tartışmasını bir sona getirir ve iki konuda toparlar. Önce, a.9’daki sürçme taşı olma ilkesini genelleyerek eldeki tartışmayı sonlandırıyor ama bunu kişisel davranışını-ya da en azından ‘kardeşi’ uğruna belirli bir şekilde davranmaya razı olduğunu-göstererek yapıyor. 8. ayette kullandığı dili (‘yemek’) tekrar ele alır ve hatta onu özellikle ‘et’ olarak nitelendirir. ‘Kardeşimin düşmesine neden olan şey yemekse, o zaman hayatım boyunca bir daha et yemeyeceğim, öyle ki ben kardeşimin düşmesine sebep olmayayım.’ Ama niye bu tür bir genelleme yapıyor? Ve niye ilkeyi örneklendirmek için birdenbire kendi davranışlarını kullanıyor?
İlk sorunun cevabı oldukça kolaydır. Baştan beri bir tür ‘yeme’ konusunu ele almış durumdadır; ancak birinci tekil şahısta bir özet yaptığı için (yani, kendi davranışlarından örnek verdiği için) ve kendi asla tapmaktaki bir sofraya katılmayacağı için, ilkeyi daha genel hale getirerek genel olarak yemekten ve özel olarak etten bahsetmek durumundadır. Yani sadece genelleme yapmakla kalıp söz konusu tartışmadan (dinsel yemekler) daha öteye gitmiyor, aynı zamanda gösteriyor ki bu konu, ‘haklar’ ve ‘özgürlük’ konusunda diretenlerin yarattıkları başka sorunların sadece bir örneğidir. Dolayısıyla bu cümle, başta olumlu bir şekilde dile getirilen ilkeyi (‘bilgi insanı böbürlendirir, sevgiyse geliştirir’), olumsuz bir şekilde genelleştirir. Hıristiyan ahlak yaşantısını ‘özgürlük’ değil, sevgi, yani kardeşinle ilgilenmek belirler. 9:19-23 ve 10:23-30 da açıkça söylediği gibi, bu demek değil ki yemek konusunda kişinin bireysel yaşantısı yasaklanmıştır, sadece demektir ki ahlaki davranışlar konusunda göz önünde bulundurulması gereken şey ‘haklar’ değil diğer kişinin iyiliğidir.
İkinci olarak, yemekle ilgili kendi davranışları konusunda vardığı genel sonuç, takip eden tartışmanın başlangıcıdır. Konudan sapma gibi görünen şey aslında tüm tartışmanın önemli bir noktasıdır. Pavlus, elçiliği konusunda ve özellikle bir elçi olarak istediği gibi yaşama özgürlüğü konusunda tutkulu bir savunma yapıyor. Bu savunmanın bu sonsözle başlıyor olması, yemek konusundaki davranışlarının Korintliler’in yazdığı mektupta ele alındığını düşündürtür.
Ama bu 9. bölümün konusudur. Şimdilik, Pavlus’un tapmaktaki şölenlere katılmaları konusundaki tepkisini niye bu şekilde verip daha sonradan gelen (10:14-22) doğrudan bir yasaklamayı tercih etmediği konusunda bir şey daha söylemek gerek. Cevap iki yönlü görünür.
- Cevap, Pavlus’a gelen mektuptaki tartışmanın doğasına göre şekillendirilmiştir. Yani Pavlus, sadece tapmak şölenlerine katılmak konusunda kendi görüşlerini yazmamaktadır. Daha sonra, hiçbir şart altında bu şölenlere katılamayacaklarını söyleyecektir. Ama bu şekilde tartışmaya başlıyor çünkü onlar bu şekilde başlıyor. Göstermiş olduğumuz gibi, sırayla onların savundukları görüşleri tartışıyor ve Hıristiyan teolojisi ve ahlakının onlarınkinden tamamen farklı bir şekilde işlediğini gösteriyor. Merak edilen bir konu hakkında dostane bir fikir alış verişi değil, onlara karşı bir tartışma ve yalvarıştır.
- Bu tür bir cevap, mektup boyunca gördüğümüz düzen ile tam bir uyum içerisindedir (bkz. örn. 1:10-4:21; 6:12-20; 12-14). Her örnekte söz konusu eylemlerini sonunda yasaklıyor, ama bunu ancak sorunu daha derin bir seviyede, yani onların Müjde konusundaki yanlış anlayışlarını çözdükten sonra yapıyor. Bu ayrıca Pavlus’un müjde anlayışıyla da uyumludur, emir yol gösterildikten sonra verilir. İtaat edilmelidir-ki bu yükümlülükler bazen kesin emirler halinde verilir, 6:18 ve 10:14-22’de olduğu gibi-ancak bu daima müjdeye verilen tepki şeklinde olmalıdır.
Bu yüzden Pavlus emir konusuna farklı bir şekilde yaklaşıyor. İlahi buyruğun ahlaki kesinlikleri vardır: Mesih’teki yaşama kesinlikle uymayan bazı davranışlar vardır. Cinsel ahlaksızlık yanlıştır-kesinlikle; putperestlik yanlıştır-kesinlikle. Ama Pavlus hiçbir zaman bu noktadan başlamıyor. Mesih’teki kişi için bu davranışlar yanlıştır çünkü her şeyden önce o kişi ‘Mesih’tedir’. Mesih’le birlikte kişi ölmüştür; Mesih’te kişi yeni bir yaşama dirilmiştir. Bu yeni yaşamda olan kişi Ruh’un meyvelerini vermelidir. Dolayısıyla Pavlus müjdeden ve kardeş sevgisi olan meyveden başlıyor. Ama en sonunda (10:19-22) kişisel davranış şekillerinden bahsediyor ve putperest şölenlere katılmanın Mesih’te yaşayan bir kişi için söz konusu olmayacağını söylüyor.
Bin yıldan fazla süredir Batı Kilisesi kültüründe buna benzer bir durumla karşı karşıya olmamasına rağmen, bu metin uzun yıllardır ‘sürçme taşı ilkesi’ olarak kullanılmıştır. Ama bu konuda söylenenlerin çoğu 10:31, 11:1 ya da Rom. 14’ten gelmiştir. Birkaç şey vurgulamakta fayda var.
- Konu, kilisedeki birinin ‘alınmasına’ sebep olmak değildir, başka birinin kendi zararına ‘taklit edeceği’ eylemlerdir. (Hatta söz konusu metinde kişiler taklit etmeye teşvik ediliyorlar).
- Genelde bu konu daha küçük davranış meselelerinde kullanılır. Ama burada da aslında olan bu değildir. Doğrudur ki a. 13’te Pavlus baya geniş bir genelleme yapıyor, ama asıl konu onun tamamen yasaklayacağı bir konudur. Ne var ki bu kısımda onun için asıl önemli olan konular- tavırsal olanlar- dinlenmelidir; insanlar bilgilerine dayanarak davranışlarını haklı çıkartmaya çalışıyordu ve başkalarının zararına kendi ‘yetki/özgürlüklerini’ kullanıyordu.
- ayette gördüğümüz gibi en geniş haliyle bile bu ilkenin yanlış kullanımı, ‘alınmış’ hisseden kişilerin pimpirikli oldukları konulara başkalarını da zorlamaya çalışması şeklinde olurdu. Pavlus Rom. 14’te açıkça söylüyor ki önemsiz tartışmalı konular söz konusu olduğunda insanlar topluluk içinde uyum içinde yaşamaya çalışmalıdır ve kendi görüşlerini başkalarına kabul ettirmeye çalışmamalıdır.
- Bölümdeki asıl konunun kilisede devamlı hatırlatılması gerekmektedir. Kişisel davranışlarımızı bilgi, özgürlük veya yasa değil iman topluluğundaki kişilere kaşı beslediğimiz sevgi yönlendirmelidir. Mesih’in bedenindeki ilişkileri etkileyen her davranışın temel motivasyonu kardeşimize olan sevgimiz olmalıdır.