Bir insan Tanrı’nın önünde nasıl doğru sayılabilir? Başka bir deyişle, eğer Tanrı tümüyle adil ise, bir günahkâr günahlarından nasıl kurtulabilir? Martin Luther’i neredeyse delirme noktasına sürükleyen soru buydu. Ve sonunda onu, yalnız ve yalnızca Mesih’te, yalnız ve yalnızca iman aracılığıyla, yalnız ve yalnızca lütufla bir kurtuluş müjdesini yeniden keşfetmeye sürükleyen soru da buydu.
Beş yüz yıl önce (31 Ekim 1517) Luther, Wittenberg’deki kale kilisenin kapısına doksan beş maddesini çaktı ve bu Reform Hareketi başlatan kıvılcım olarak kabul edilen olay oldu. Ama Luther bunu bir protesto olarak amaçlamamıştı; aksine, Roma Katolik Kilisesi’nin endüljans satması konusunu tartışmaya açmak istemişti. Endüljans, kişiyi günahlarından dolayı arafta acı çekmesinden özgür kılmak için Roma Katolik Kilisesi tarafından satın alınan bir belgeydi.
Luther’in maddeleri Roma Katolik Kilisesi tarafından hoş karşılanmadı. Kısa bir zaman içerisinde Luther ile Roma Katolik Kilisesi görevlileri arasında tartışma başladı. Bu tartışmalar sırasında ve Kutsal Yazılar üzerinde çalışma sürecinde, Luther Roma Katolik Kilisesi’nin bazı mühim noktalarda, özellikle de insanın kutsal Tanrı önünde nasıl doğru sayılabileceği, yani, insanın günahtan nasıl kurtarılacağı konusunda ciddi yanılgılar içinde olduğuna ikna oldu. Sonunda bu, Luther’in Roma Katolik Kilisesi’nden aforoz edilmesine ve Protestanlığın başlamasına yol açtı.
Reform Hareketi’nin kesinlikle sosyal ve ekonomik boyutları vardı ama bu hareketin kalbinde Kutsal Kitap’a dayalı ve teolojik konular yer alıyordu. Şu iki kilit soru ana temaları özetler: 1) Günahkârlar kutsal Tanrı önünde nasıl doğru sayılabilir? 2) Günahkârların kutsal Tanrı önünde doğru sayıldıklarını hangi yetkiyle bilebiliriz? Reformcular, bu hayati ve esas sorulara yanıtlar konusunda Roma Katolik Kilisesi ile fikir ayrılığı yaşadı. Hem Roma Katolik Kilisesi’ne yanıt olarak hem de yeni yeni ortaya çıkan Protestan kiliselerin çobanları olarak, Reformcular Kutsal Yazılar’la ilgili anlayışlarını güçlü bir şekilde öğretti ve yazdı.
Esas konularla ilgili öğretileri, daha sonraki yazarlar tarafından Reform Hareketi’nin “sola”ları olarak özetlenmiştir. (Sola, “yalnızca” anlamına gelen Latince kelimedir.) Reformcuların kendilerinin bu beş gerçeği asla öğretilerinin bir özeti olarak tanımlamamış olduğunu, fakat bu gerçeklerin sık sık yazılarında göründüğünü anımsamak önemlidir. Bir başka deyişle, Reformcular açıkça bu gerçeklere inanıyor ve öğretiyordu; birçok uzman da beş sola’nın Reformcuların öğretilerinin kilit unsurlarının yararlı bir özeti olarak kullanılabileceğine inanmaktadır.
Sola Scriptura: Yalnız ve Yalnızca Kutsal Yazılar
Roma Katolik Kilisesi ile Reformcular arasındaki en önemli konu yetki sorunuydu. Luther doksan beş maddesini kapıya çaktıktan sonra, Roma Katolik Kilisesi hemen ona karşı çıkmaya başladı ve yetkinin tartışmanın esas noktası olduğu hemen belirgin hale geldi. Doksan beş maddesinde Luther, Roma Katolik Kilisesi’ne ve Papa’ya endüljansların satılmasıyla alakalı meydan okuyordu. Karşılık olarak Roma Katolik Kilisesi görevlileri hemen papanın yetkisini savunmaya başladı.
Papa X. Leo, Luther’in maddelerine yanıt vermesi için Sylvester Prierias’ı tayin etti. Prierias yetkiyi meselenin tehlikedeki noktası olarak tanımladı. Luther’e cevaben, “Roma Kilisesi’nin öğretisini ve Roma’nın papasını imanın yanılmaz ölçütü olarak, aynı şekilde Kutsal Yazılar’ın ondan [papadan] gücünü ve yetkisini aldığını kabul etmeyen kişi bir sapkındır” der (Barrett’te alıntılanmıştır, 2016, s. 36). Papanın yanılmazlığı, İlk Vatikan Konseyi’ne (1869-79) kadar Roma Katolik Kilisesi tarafından resmi bir öğreti olarak tanımlanmıyordu. Ancak Prierias’ın Luther’e verdiği yanıtta anlaşıldığı üzere, bu düşünce Reform Hareketi’nden önce öne sürülüyor ve aktif bir şekilde savunuluyordu. Bu öğreti, papa ex cathedra (Mesih’in yeryüzündeki temsilcisi rolünde “tahtından”) konuştuğunda, yanılgısız ve yanılmaz olduğunu iddia etmektedir. Dahası, Roma Katolik Kilisesi ekümenik konseylerin ve Kilise’nin resmi öğreti ve yorumlarının (Kilise “geleneği”) yetkili olduğunu ve kabul edilmesi gerektiğini benimsemektedir. Bir diğer deyişle, Roma Katolik Kilisesi’ne göre, papa ve Kilise geleneği en az Kutsal Yazılar kadar yetkiye sahiptir.
Luther ve Reformcular, Kutsal Yazılar Tanrı’nın sözü olduğu için, ancak onun yanılgısız olduğunu ve bu nedenle nihai yetkimizin yalnızca o olabileceğini savunarak karşılık verdiler. Örneğin, Roma Katolik bir kardinal ile tartışmasında Luther direkt “[Papa] Cenapları Kutsal Yazılar’ı suiistimal etmektedir. Onun Kutsal Yazılar’ın üstünde olduğunu inkâr ediyorum” diye belirtmiştir (Barrett, 2016, s. 38). Worms Meclisi’ndeki (Diet of Worms) ünlü duruşmasında, Luther’e Katolik Kilisesi tarafından görüşlerinden vazgeçmesi için baskı yapıldı. Luther şöyle karşılık verdi:
Kutsal Yazılar’ın tanıklığı ya da açık veya anlaşılır bir mantıkla (çünkü yalnızca ne Papa’ya ne de konseylere güveniyorum, çünkü sık sık yanılgıya düştükleri ve kendileriyle çeliştikleri malum) ikna olmadıkça, alıntıladığım Kutsal Yazılar’a bağlıyım ve vicdanım Tanrı’nın Sözü’nün tutsağıdır. Hiçbir şeyden vazgeçemem ve vazgeçmeyeceğim, çünkü vicdana karşı çıkmak ne güvenli ne de doğrudur. Aksini yapamam, işte burada duruyorum, Tanrı bana yardım etsin. Amin. (Barrett’te alıntılanmıştır, 2016, s. 45).
Bu, Luther’in ve diğer bütün Reformcuların bütün Kilise geleneklerini ya da geçmişten gelen her öğretiyi reddettikleri anlamına gelmez. Aksine, yazıları, birçok kilise babasına değer verdiklerini ve eski konseylerin bazılarıyla aynı fikirde olduklarını kanıtlamaktadır. Ancak bu öğretiler ve konseyler, ancak ve ancak Kutsal Yazılar’la aynı fikirde olduğu müddetçe kabul edilebilir. Yalnız ve yalnızca Kutsal Yazılar, nihai otoritemiz olmalıdır.[1]
Sola Fide: Yalnız ve Yalnızca İmanla Aklanma
Reform Hareketi’nin ikinci temel sorusu, günahkârların kutsal Tanrı önünde nasıl doğru sayılabileceğiydi. Luther’i neredeyse deliliğe sürükleyen soru buydu. Bunun sebebini anlamak için, o dönemki Roma Katolik Kilisesi’nin öğretisiyle ilgili bazı şeyleri anlamak mecburidir. Diğer etmenlerin yanı sıra, Papa I. Gregorius’un düşüncesi Roma Katolik Kilisesi’nin kurtuluş anlayışında etkiliydi. Gregorius, 6. yüzyılın sonunda papalık etmişti ama görüşleri Luther’in sekiz yüz yıl sonra manastırda aldığı öğretide bile yaygın kabul görüyordu. Özetle, Gregorius bireyin günahının bağışlandığından emin olması için bizzat kefaret eylemlerinin[2]olması, Kilise’nin sakramentlerinin yaşamında aktif bir şekilde yer alması ve yoksullara armağanlar gibi sevgi eylemlerinde bulunması gerektiğini öğretmişti. Bütün bunları yapmanın ideal yolu, bir manastıra kapanmak ve keşiş hayatı sürdürmekti (Olson, 1999, s. 289).
Manastıra kapandıktan sonra, Luther bu zorunluluklarını yerine getirirken uç sınırlara ulaştı. Kendisini kırbaçladı, sık sık yerde yattı, kendini neredeyse aç bıraktı ve günahlarını itiraf etmeye saatlerini harcadı. Ama Tanrı’yı hoşnut etmek için yeteri kadar yaptığını ve bağışlandığından emin olduğunu nasıl bilebilirdi? Luther daha sonra bağışlanma güvencesini edinmek için girdiği bu mücadeleyi dile getirdi:
Pavlus’un Romalılar’a mektubunu anlamayı büyük bir hevesle istiyordum ve yoluma şu ifadeden başka bir şey engel olmuyordu, “Tanrı’nın doğruluğu,” çünkü doğruluğun Tanrı’nın adil olanı ve olmayanı adil bir şekilde cezalandırdığı anlamına geldiğini düşünüyordum. Benim durumum buydu; hatasız bir keşiş olmama rağmen, Tanrı’nın önünde vicdanı sıkıntılı bir günahkâr olarak duruyordum ve yaptığım sevapların O’nu yatıştıracağına dair hiçbir güvencem yoktu. Bu nedenle adil ve öfkeli bir Tanrı’yı sevmedim, aksine O’ndan nefret ettim ve O’na söylendim. (Bainton’da alıntılanmıştır, 2009, s. 48)
Luther tüm gücüyle Gregorius’un öğretisini uygulamaya çalıştı ama bütün çabalarına rağmen istediği hedefi elde edemedi.
Luther için dönüm noktası Kutsal Yazılar’ı çalışmasıyla gerçekleşti, özellikle de Romalılar kitabını. Luther’in kafası özellikle Romalılar 1:16-17 ile karışmıştı. Orada Pavlus, Tanrı’nın doğruluğunun Müjde’de, “iyi haberde” açıklandığını söylemektedir. Yukarıda dile getirildiği gibi, Luther “Tanrı’nın doğruluğu”nu O’nun günahkârları haklı cezalandırması olarak algılıyordu. Ama eğer Tanrı günahkârları cezalandırmakta haklıysa, bu nasıl “iyi haberdi”? Luther sonunda bu ayetleri nasıl anlamaya başladığını anlatır:
Sonunda, Tanrı’nın merhametiyle, gece gündüz üzerine düşünerek, sözlerin bağlamına kulak verdim, yani, “Tanrı’nın insanı akladığı Müjde’de açıklanır. Aklanma yalnız imanla olur. Yazılmış olduğu gibi, ‘İmanla aklanan yaşayacaktır.’” Orada, Tanrı’nın doğruluğunun, doğrunun Tanrı’nın armağanıyla, yani, imanla yaşaması olduğunu anlamaya başladım. Ve anlamı şudur: Tanrı’nın doğruluğu, yani merhametli Tanrı’nın bizi akladığı pasif doğruluk, Müjde’yle açıklanır; yazılmış olduğu gibi, “İmanla aklanan yaşayacaktır.” İşte o anda, tümüyle yeniden doğduğumu ve açık kapılardan cennete girdiğimi hissettim. O noktada bütün Kutsal Yazılar tamamen başka bir yüzünü gösterdi bana. (Dillenberger, 1962, s. 11)
Bu yeni anlayışla Luther için her şey değişti.
Luther yaptıklarımızın kutsal Tanrı önünde aklanmamıza hiçbir katkı sağlamadığını anladı. Bunun yerine, Tanrı bizi merhametinden ötürü aklar ve merhameti yalnız ve yalnızca imanla edinilir. Bu yalnız ve yalnızca imanla aklanma doktrini, Reform’un köşe taşıydı. Diğer Reformcular, kimileri direkt olarak Luther’den etkilenerek kimileri de ondan tamamen bağımsız, bu yalnız ve yalnızca imanla aklanma esasını benimsedi. Luther ve diğer Reformcular Hristiyan yaşamında iyi eylemlerin önemini inkâr etmedi. Aksine, kutsallığı ve itaati vurguladılar. Ancak önemli nokta, iyi eylemlerin aklanmanın temeli değil, sonucu ve kanıtı olduğuydu.
Sola Gratia: Yalnız ve Yalnızca Lütuf
Yalnız ve yalnızca lütuf ile yalnız ve yalnızca iman birbirlerine yakinen alakalıdır. Tıpkı aklanmamız yalnız ve yalnızca imanla edinildiği gibi, yalnız ve yalnızca Tanrı’nın lütfuna dayanmaktadır. Reformcular, Tanrı’nın lütfu konusunda birçok anlamda Katolik Kilisesi’nden farklılık gösterdi. Elbette, Kilise Tanrı’nın lütfuna duyduğu ihtiyacı inkâr etmedi ama Kilise ve Reformcular Tanrı’nın lütfunun doğası ve nasıl edinildiği konusunda ayrım yaşadılar.
Oldukça basite indirgemiş olma pahasına, Roma Katolik Kilisesi’nin lütuf öğretisi Roma Katolik Kilisesi tarafından tanımlanan yedi sakramentle özetlenir diyebiliriz. Bunlardan biri vaftizdir. Vaftiz, doğuştan gelen günahın lekesini siler ve vaftiz edilmiş bebeği “lütuf gören konumuna” koyar. Vaftizden sonra işlenen günah, bir rahibe itiraf ve kefaret eylemlerinin yerine getirilmesiyle bağışlanır. Katolikler’e göre bir başka sakrament olan Efkaristiya Ayini’nde ekmek ve şarap Mesih’in gerçek bedenine ve kanına dönüşür ve bu ayine katılanlar bundan lütuf alırlar. Kişi lütfu ayrıca kutsal yağ ya da hastayı meshetme sakramenti aracılığıyla ölmeden hemen önce de edinebilir. Roma Katolik Kilisesi bunlardan da öte, her bireyin Tanrı’dan yardım görmek için “kendisinde olanı” (elinden geleni) yapması gerektiğini öğretiyordu. Kişi öncelikle elinden gelenin en iyisini yapar, daha sonra Tanrı lütuf gösterir ve kişi böylece kurtuluşu kazanmasını sağlayan iyi eylemleri yapmaya devam eder (George, 2013, 3. bölüm, 2. kısım, 13. paragraf).
Reformcular bu lütuf anlayışını ve lütfun bu şekilde elde edildiğini reddetti. Luther, Zwingli ve Calvin gibi ilk Reformcular, insanın Tanrı’ya veya müjdeye özel bir lütuf olmaksızın karşılık verebilme yetisi konusunda çok olumsuz bir görüş benimsiyorlardı. Luther, insan iradesinin günaha tamamen tutsak olduğuna yürekten inanıyordu. Bu, hiç kimse “iyi” olan hiçbir şey yapamaz anlamına gelmiyordu, fakat özel lütuf olmaksızın hiç kimse tövbe edip Müjde’ye iman edemezdi. Diğer Reformcular, özellikle Anabaptist (Yeni Vaftizci) akımından bazıları, insanın karşılık verme yetisi konusunda daha olumluydu. Yine de Reformcular arasında Tanrı’nın lütfunun insanın Tanrı’ya ve müjdeye karşılık verebilmesini sağlaması üzerinde genel olarak güçlü bir vurgu vardı.
Sonuç olarak, Reformcular Roma Katolik sakrament sistemini reddettiler ve lütfu sakramentlere katılım aracılığıyla kazanılan bir unsur olarak değil, direkt Tanrı’dan gelen bir unsur olarak gördüler. Ama Reformcuların en önemli itirazı, iyi eylemlerimizden ya da yaptığımız herhangi bir şeyden ötürü hiçbir şekilde kurtuluşu “hak edemeyeceğimizdi.” Pavlus’un Efesliler 2:8-9’da açıkça vurguladığı gibi, kurtuluş lütufla, Tanrı’nın hak edilmeyen iyiliğiyle elde edilir. Problem, Roma Katolik Kilisesi’nin lütfu reddetmesi değildi, yalnız ve yalnızca lütufla kurtulduğumuz öğretisini zayıflatmasıydı.
Solus Christus: Yalnız ve Yalnızca Mesih
İman ve lütufta olduğu gibi, Roma Katolik Kilisesi Mesih’i reddetmedi. Kilise İsa Mesih’in kurtuluş için gerekliliğine inanıyordu ve bunu öğretiyordu. Fakat uygulamada hem sakramentleri hem de belli başlı insanları (azizleri) bir nevi aracı rolüne yükseltti. Bir başka deyişle, Kilise’nin Mesih’in sağladığı kurtuluşu kabul ederken, sakrament teolojisiyle ve azizleri kutsal sayarak kurtuluşu yalnız ve yalnızca Mesih’in sağladığını dolaylı olarak reddediyordu.
Roma Katolik Kilisesi, Kilise’nin İsa Mesih’in süregelen beden alışı olduğunu öğretiyordu. Bir diğer deyişle, Mesih Kilise aracılığıyla yeryüzündedir ve O’nun sağladığı kefaret sadece iman aracılığıyla değil, papaz atanma sakramenti aracılığıyla tayin edilen Katolik rahipler tarafından uygulanan sakramentlere katılımla da insanlara uygulanmaktadır. Buna göre, Mesih’in çarmıhtaki eylemi doğuştan gelen günahımızın bedelini öderken, şimdiki ve gelecek günahlarımız hem Mesih’in eylemi hem de Kilise’nin sakramentlerine katılımımızla bağışlanır (Wellum, 2017, s. 262). Dahası, Roma Katolik Kilisesi, ölmüş azizlerin iyi eylemlerinin Kilise üyeleri için bağışlamayı uygulayabileceği “sevap hazinesi” sağladığını öğretiyordu.
Reformcular bu öğretiyi reddetti çünkü onların görüşüne göre, Mesih’in çarmıhtaki eyleminin yeterliliğini zayıflatıyordu. Örneğin, Institutes of the Christian Religion başlıklı eserinde Calvin, bağışlanma ve barıştırılmanın Katolik sakramentleri aracılığıyla elde edildiği Katolik öğretisine direkt karşılık verir. Calvin (2008), 1. Yuhanna’dan (Yuhanna’nın, Mesih’in günahlarımızın bağışlatan kurbanı olduğunu öğrettiği ayet) alıntı yaptıktan sonra şöyle yazıyor, “Gücenmiş bir Tanrı’yı yatıştıracak başka bir tatminkâr eylem yoktur. Yuhanna şöyle demez: Tanrı bir zamanlar sizinle Mesih aracılığıyla barışmıştı; şimdi başka yöntemlere bakın” (s. 423). Bir başka deyişle, yatıştırma için yalnız ve yalnızca Mesih’in eylemi yeterlidir.
Reformculara göre, Mesih’in yeterliliği endüljanslar, azizlere dualar ve Meryem’e saygı gösterilmesi gibi Roma Katolik uygulamalar aracılığıyla da zayıflatılmaktadır. Roma Katolik Kilisesi’nin Meryem’e ve azizlere tapınılması gerektiğini öğretmemesine rağmen, bunlar aracı role sahip bir konuma yükseltilmişti. Calvin, Katolik Kilisesi’nin, ölmüş kutsalların “kazandıkları sevaplar”ın bolluğuna dayanarak günahların bağışlanması olan endüljans uygulamasına sert bir tutumla itiraz eder. Bu, der Calvin (2008), yeterliliğini reddederek Mesih’in kanını “utanç verici şekilde bayağılaştırır” (s. 436). Benzer şekilde Calvin, Katolik Kilisesi’ni azizleri yücelterek Pavlus’un Mesih’in “tek aracı” (1Tim 2:5-6) olma öğretisini boşa kılmakla da suçlamıştır (Calvin, b.t., 1 Timothy 2:5-7).
Roma Katolik Kilisesi öğreti olarak kesinlikle Mesih’i inkâr etmemiştir. Ama sakrament teolojisi, endüljans uygulaması ve Meryem’i ve azizleri kutsal saymasıyla, Kilise sonuçta Mesih’in çarmıhtaki eyleminin yeterliliğini zayıflatmıştır. Buna karşılık, Reformcular kurtuluşun yalnız ve yalnızca Mesih aracılığıyla olduğunu, çünkü yalnız ve yalnızca O’nun eyleminin günahın kefaretini ve kurtuluşu sağlamak için yeterli olduğunu güçlü bir şekilde beyan etmişlerdir.
Soli Deo Gloria: Yücelik Yalnız ve Yalnızca Tanrı’ya
Yüceliğin yalnız ve yalnızca Tanrı’ya ait olması diğer dört sola’dan farklıdır. Diğer dört sola, Katolik öğreti ve uygulamalarının belli başlı yanlışlarına karşılık verir. Bu sola, diğer dördünün ardında durur ve onlarla bağlantılıdır. Başka deyişle, bir anlamda bu sola diğer dört sola’yı birbirlerine bağlayan kavramdır.
Başlangıç olarak, Roma Katolik Kilisesi’nin açıkça yüceliğin yalnızca Tanrı’ya ait olduğunu inkâr etmediğini belirtmeliyiz. Ancak, Reformculara göre, Kilise’nin öğretileri ve uygulamaları pratikte yüceliğin Tanrı’dan başkasına atfedilmesine yol açmaktaydı. Örneğin, Roma Katolik Kilisesi Kutsal Yazılar’ı inkâr etmedi, ancak Kilise’nin resmi yorumlarını Kutsal Yazılar’la eşit yetkili kıldı. Reformculara göre bu, yanılmaz Kutsal Yazılar’ın yazarı olan yalnızca Tanrı’ya yücelik vermektense, insana veriyordu.
Benzer şekilde, Roma Katolik Kilisesi kurtuluş için imanın önemini de inkâr etmiyordu. Ama Katolik Kilisesi, iyi eylemlerin aklanmamıza katkısı olduğunu öğretiyordu. Reform hareketi başladıktan yaklaşık 30 yıl sonra Roma Katolik Kilisesi’nin düzenlediği Trent Konseyi, Reformcuların yalnız ve yalnızca imanla aklanma öğretisini açıkça reddetti ve Reformcuların başlıca öğretilerine karşı lanetler ilan etti. Reformculara göre, eğer kurtuluş aynı zamanda iyi eylemler sayesinde de oluyorsa, insan da Tanrı gibi yücelik edinebilir, dolayısıyla yücelik yalnız ve yalnızca Tanrı’yla sınırlı değildi.
Roma Katolik Kilisesi kesinlikle lütuf ihtiyacını reddetmedi. Ama onların öğrettiği gibi eğer aklanma kısmen iyi eylemlerin sonucu ise, yalnız ve yalnızca lütuf yeterli değildir ve insan yücelik edinebilir. Ve Roma Katolik Kilisesi Mesih’e duyulan ihtiyacı reddetmedi, ama aynı zamanda aracı olarak Meryem’i de kabul etti ve bazı yollarla azizleri de aracı rolüne yükseltti. Bu nedenle, Reformculara göre, Katolik öğretisinde ve uygulamasında, Meryem ve azizler yüceltilir. Dahası, Roma Katolik Kilisesi kendini Mesih’in beden almanın devamı olarak gördüğü için, Kilise yüceltilir, çünkü insanlar lütfu direkt olarak Mesih’ten değil, Kilise’den alırlar. Bu nedenle, yalnız ve yalnızca Mesih öğretisi, Katolik öğretisi ve uygulamasında en azından indirgenmiştir, belki üstü kapalı olarak reddedilmiştir.
Yazılarında Reformcular, sık sık diğer dört sola ile yalnız ve yalnızca Tanrı’ya yücelik arasındaki bağlantıları açıkça vurguladılar. Örneğin, Calvin mektuplaşma aracılığıyla Sadoleto adında Katolik bir kardinalle tartışma yaşadı. Calvin’in Sadoleto’ya cevabından birkaç alıntı bu bağlantıları göstermektedir. “Sen . . . aramızdaki ilk ve en keskin tartışma konusu olan imanla aklanmaya değiniyorsun. . . . Bunun bilgisinin alınıp götürüldüğü an, Mesih’in yüceliği söndürülür” diye yazar Calvin (1539, 25. paragraf). Ona göre, Mesih’in yüceliği yalnız ve yalnızca imanla aklanma öğretisiyle bağlantılıdır. Bir yazar Calvin’in görüşünü şöyle özetler:
Roma Mesih’in yüceliğini birçok şekilde mahvetti; azizlere aracılık etmeleri için çağrıda bulunarak, oysa İsa Mesih Tanrı ile insan arasındaki tek aracıdır; Bakire Meryem’i çok severek, oysa yalnız ve yalnızca Mesih bu kadar sevilmeli; Efkaristiya Ayini’nde sürekli kurban sunarak, oysa Mesih’in çarmıhta sunduğu kurban tam ve yeterlidir; Geleneği Kutsal Yazılar’ın seviyesine yükselterek ve hatta Mesih’in sözünü yetkisi için insanın sözüne dayandırarak. (Parker, 1954, s. 109).
Calvin’e göre, Roma Katolik Kilisesi yalnız ve yalnızca Mesih’i ve yalnız ve yalnızca Kutsal Yazılar’ı açıkça veya üstü kapalı reddederek Mesih’in yüceliğini zayıflatıyordu.
Sonuçta Reformculara göre, Katolik Kilisesi diğer dört sola konusunda Kutsal Kitap’a aykırı bir anlayışa sahipti. Bu yanlış anlayışlar yalnızca Tanrı’ya yücelik kavramını da zayıflattı. Açıkça veya üstü kapalı, dolaysız veya dolaylı, Tanrı’dan başkasına yüceliği atfeden herhangi bir öğreti ya da uygulama reddedilmelidir. Yalnız ve yalnızca Kutsal Yazılar, yalnız ve yalnızca iman, yalnız ve yalnızca lütuf ve yalnız ve yalnızca Mesih gerçeklerini savunarak yücelik gerçekten de yalnız ve yalnızca Tanrı’ya verilir.
Sonuç
Reformcular bazen, İsa’nın birlik arzusuna rağmen Kilise’yi bölenler olmakla suçlanırlar. Ayrıca, insanların Müjde’yi reddetmesine ve Hristiyanlığı eleştirmesine fırsat sunduğu gerekçesiyle bazen farklılıklarımız hakkında konuşmanın uygun olup olmadığı sorgulanır. Bunlar önemli sorulardır ve öylesine göz ardı edilmemelidir. Bunlara nasıl karşılık vermeliyiz?
Öncelikle, Roma Katolik Kilisesi’nin Reform’dan önce gerçekten birliği koruyamadığını belirtmeliyiz. Kilise’nin resmi ve yapısal birliği içinde sayısız grup ve güçlü düşünce farklılıkları bulunmaktaydı. Bunun ötesinde, Kilise’nin resmi birliği 14. yüzyıl sırasında önemli ölçüde zayıflamıştı. Bu dönemde bir ara, Roma Katolik Kilisesi’nde papalık görevini gerçekten hak ettiğini iddia eden üç papa bulunmaktaydı.
Dahası, Luther’in asıl niyetinin Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmak olmadığını aklımızda tutmalıyız. Luther, Kilise’yi bölmeyi değil, ona reform getirmeyi istiyordu. O ve diğer Reformcular, Kilise’nin öğretinin temel noktaları üzerinde ciddi bir yanılgıya düştüğüne ikna olmuşlardı ve nihai yetkileri olan Kutsal Yazılar’dan anladıklarına sadık kalmaları gerektiğine inanıyorlardı. Sonunda, Luther Kilise’yi terk etmedi, Kilise Luther’i terk etti.
İkincisi, İsa’nın birliğe değer verdiği kadar gerçeğe de değer verdiğini hatırlamalıyız. İhanete uğradığı gece İsa, öğrencilerinin bir olması için dua etti (Yuh 17:21). Ayrıca öğrencilerinin birbirleri için duyduğu sevgiyle tanınacaklarını söyledi (Yuh 15:35). Bu ayetleri başlangıç noktası olarak alarak, kimileri farklılıklarımızı tartışmamamız gerektiğini, yalnızca birlik ve sevgi için gayret göstermemiz gerektiğini ileri sürüyor.
Reform, buna iki yanıt sunmaktadır. İsa’nın öğrencilerinin bir olması için ettiği aynı duada, üç kez gerçekten de bahseder (Yuh 17:8, 17, 19). İsa, öğrencilerinin “gerçekte kutsal kılınmalarını” ister. Ayrıca Samiriyeli kadına, Tanrı’nın “Ruh’ta ve gerçekte” tapınanlar aradığını söylemiştir (Yuh 4:24). Bu nedenle, İsa’nın yalnızca birliğe değer vermekle kalmadığını, gerçeğe de değer verdiği sonucuna varabiliriz.
Pavlus’un yazılarında da bir benzerlik görürüz. Pavlus Korintlilere aralarındaki ayrılıkları ortadan kaldırmalarını ve bir olmalarını güçlü bir şekilde öğütler (1 Kor 1:10; 11:18). Ancak aynı Pavlus Galatyalılara, “İster biz, ister gökten bir melek size bildirdiğimize ters düşen bir müjde bildirirse, lanet olsun ona! Daha önce söylediğimizi şimdi yine söylüyorum: Bir kimse size kabul ettiğinize ters düşen bir müjde bildirirse, ona lanet olsun!” demiştir (Gal 1:8-9). Pavlus birliğe değer verdi, ama Müjde gerçeğini yitirme pahasına değil.
Dahası, fikir birliğinin sevgi için illa ön koşul olmadığını belirtmeliyiz. Bir başka deyişle, biriyle fikir ayrılığı yaşayabileceğimiz gerçeği onları sevmediğimiz anlamına gelmez. Aslında, Pavlus burada da aynı şekilde bir örnek sunar. Pavlus Petrus’a karşı çıkmıştı, çünkü Petrus diğer uluslarla birlikte yemek yemeyi reddetmişti (Gal 2:11-14). Petrus’un davranışının müjdenin gerçeğine karşı olduğunu düşündü. Eğer biri en ağır ve en ciddi konuda, yani Müjde’de, yanılgı içindeyse, yapabileceğimiz en sevgi dolu şey ona gerçeği göstermektir. Pavlus’un Petrus’u sevmediğini söyleyebilir miydik? Kesinlikle seviyordu!
Birlikle ve dünyaya tanıklıkla alakalı olduğunda, önemsiz meseleler, bencil arzular veya kişisel çatışmalar yüzünden ayrılık yaşamamak için kesinlikle dikkatli olmak lazım. Ancak eğer “kutsallara ilk ve son kez emanet edilen iman uğrunda mücadeleye” özenilmezse (Yah 3), dünyaya kurtuluş sağlayabilecek tek gerçek olan Kutsal Kitap’a dayalı Müjde’yi kaybetme tehlikesi içine girilir. Mesih’in izleyicileri olarak bizim için nihai soru, başka bir grubun veya kilisenin yanılgı içinde olup olmadığı değil, ama bizim Müjde’yi uygun şekilde anlayıp anlamadığımız, sadık bir şekilde benimseyip benimsemediğimiz ve sadık bir şekilde duyurup duyurmadığımızdır. Pavlus Timoteos’a ona emanet edilmiş olan Müjde’yi korumasını iki kez tembihlemiştir (1 Tim 6:20; 2 Tim 1:14). Ayrıca Timoteos’a kendisine ve öğretisine yakinen dikkat etmesini de buyurmuştur (1 Tim 4:16).
Sonuç olarak gerçek savunulmalı ve korunmalıdır ve kaybedilirse yeniden keşfedilip öğretilmelidir. Reformcuların yapmaya çalıştığı buydu. Özet olarak, Reform, gerçeğin, yalnız ve yalnızca Kutsal Yazılar’ın yetkisi üzerine temelli, yalnız ve yalnızca Tanrı’nın yüceliği için olan, yalnız ve yalnızca Mesih’te, yalnız ve yalnızca lütufla, yalnız ve yalnızca iman yoluyla aklanma gerçeğinin yeniden keşfedilmesiydi. Yücelik yalnız ve yalnızca Tanrı’ya aittir!
KAYNAKÇA:
Bainton, R. (2009). Here I stand: A life of Martin Luther. Peabody, Mass.: Hendrickson.
Barrett, M. (2016). God’s word alone: The authority of Scripture: What the reformers taught . . .
and why it still matters. Grand Rapids, Mich.: Zondervan.
Calvin, J. (1539). Letter to Cardinal Sadoleto. 8 Şubat 2018. https://www.monergism.com/john-
calvins-letter-cardinal-sadoleto-1539.
Calvin, J. (2008). Institutes of the Christian religion. (H. Beveridge, Çev.). Peabody, Mass.:
Hendrickson.
Calvin, J. (b.t.). Commentaries on the epistles to Timothy, Titus, and Philemon. (W. Pringle, Çev.).
Grand Rapids, Mich.: CCEL. [Online versiyonu]. https://www.ccel.org/’dan alındı.
Dillenberger, J. (Ed.). (1962). Martin Luther: Selections from his writing. New York: Anchor
Books.
George, T. (2013). Reformcuların teolojileri. (İ. Elbeyli, Çev.). Nashville, Tenn.: B&H. [Kindle
versiyonu]. https://hasatkaynaklari.org’dan alındı.
Olson, Roger. (1999). The Story of Christian theology: Twenty centuries of tradition & reform.
Downers Grove, Ill.: InterVarsity.
Parker, T. H. L. (1954). Portrait of Calvin. Philadelphia: Westminster.
Wellum, S. (2017). Christ alone: The uniqueness of Jesus as savior: What the reformers taught . .
. and why it still matters. Grand Rapids, Mich.: Zondervan.