İnsanlar her Türk’ün Allah’a inandığını varsayar. Oysa kimileri için ateizm veya agnostisizm, Allah’a inanmaktan daha gerçekçidir. Bu insanlar belki inançlarını açıklamaktan korkarlar ve bazen Türkiye’de daha geçerli olan inancın arkasında gizlerler. Bazıları ise Allah’a inandıklarını ileri sürerler ama Allah yokmuş gibi yaşarlar. Pratikte ateistlik, hem Türkiye’de hem de dünyada ciddi bir sorundur.
Hristiyanlar inançlarını ateistlere en iyi şekilde nasıl anlatırlar? Pratikte ateistliği hayatımızdan nasıl söküp atarız? Bu makalede bu konular genel olarak incelenecektir.
Ateizmin Argümanları
Ateizmi desteklemek veya kanıtlamak için kullanılan birkaç argüman ve günümüzde bu argümanların bazı ünlü sözcüleri var. Örneğin Richard Dawkins ve son günlerde vefat eden Christopher Hitchens ateizmin bildik destekleyicilerindendir. Aşağıda ateizmi savunmak için kullanılan bazı argümanlar var; bu argümanlarla ilgili sorularımızı ve cevaplarımızı, karşıt argümanları ve ateizmin argümanlarının zayıf noktalarını da göreceksiniz.
1. Bilim savı:
“Tanrı görülmemiş, hissedilmemiş, işitilmemiş, ölçülmemiş ve O’na dokunulmamıştır. Evrende bildiğimiz her şey ölçülebilirdir. Tanrı’yla ilgili deneysel bir kanıt yoksa Tanrı yoktur. Dünyanın işleyişinin önemli faktörlerini keşfeden saygıdeğer bilim insanları Tanrı’ya inanmamışlardır; nitekim çoğu bilim insanı Tanrı’ya inanmaz. İkinci olarak, bilim ile inanç birbirine karşıttır. Biri akla dayanır, ötekinde aklın rolü yoktur. Günümüzün toplumuna ayak uydurmak istiyorsak Tanrı’ya değil, bilime inanmamız lazımdır.”
Aslında birçok bilim insanı Tanrı’ya inanır.[1] Hristiyanlar bilimi içten desteklerler, çünkü rasyonel, düzenli ve istikrarlı evreni yaratan rasyonel, güçlü Tanrı’ya inanan kişiler, evreni ayrıntılı bir şekilde incelemeyi çok isterler. Tanrı’nın ihtişamını yansıtan evrenin ihtişamını bilmek isterler. Hristiyanlar bilimin rasyonelliğine inanırlar, çünkü evren rasyonel bir Tanrı’nın eseridir. Ayrıca bilimin gerekliliğine inanırlar, çünkü Tanrı insanı bu amaç için yarattı. Bilim sadece “Ne” sorusunu yanıtlamakla sınırlıysa da, Tanrı’nın insana verdiği “egemen ol” görevinin değerli bir parçasıdır. Stark şunu yazmıştır: “Ben bilim insanlarının kozmolojilerine Tanrı’yı katması gerektiğini ya da imanlı olmayanların iyi bilim insanı olamadıklarını iddia etmiyorum. İddiam şudur: Bilim ve din birbiriyle uyumludur ve bilimin kökleri tanrıbilime dayanır.”[2]
Birçok insan, Tanrı’ya inanmasa bile, bütün hakikatin bilimsel araçlarla ölçülmesi ve keşfedilmesi gerektiği inancında olan doğacılığın eksik olduğunu fark eder. Örneğin, tarihsel veriler ölçülmez; oysa hakiki olup olmadığı hakkında karar verilebilir. Tanım gereği olarak ruh olan Tanrı fiziksel bir şekilde ölçülemez. Burada önemli bir ilke vardır: Herhangi bir olayın ya da nesnenin kanıtının (yani ölçülebilen bir kanıtın) yokluğu, o olayın veya nesnenin yokluğunu kanıtlamaz. Ölçülemezlik yokluk anlamına gelmez.
Ayrıca Kutsal Kitap’taki öğretişlerin, elde edebildiğimiz kanıtlarla ilişkisi vardır. Tarihsel belgeler, insanlar ve olaylar hangi metotlarla incelenip doğrulanıyorsa, Kutsal Kitap’ta geçen tarihsel olaylar da aynı şekilde incelenebilir. Ayrıca, örneğin yaratılışla ilgili anlatılar (Yar. 1 ve 2. bölümler; Mez. 19:1-6; 33:6-9; İbr. 11:3), belli bilimsel çıkarımlara yol açabilir ve bu çıkarımların dünyayla ilgili bildiklerimize uygunluğu, yani Tanrı’nın verdiği iki vahiy (Kutsal Kitap ve doğa) arasında gerçekte uyum olup olmadığı, değerlendirilebilir. Romalılar 1:18-23’e göre bu uyum vardır.
Aslında bilim alanında ateistlerin cevaplaması gereken birçok soru var. Mesela: Evrenin hassas ayara sahip düzeni nasıl açıklanabilir? Belki bir ikisi açıklanabilir ama hepsi birden nasıl açıklanır? DNA, DNA’da kodlanmış protein bileşimi ve genetik kod gerçekte nereden çıktı? Madem evrenin bir başlangıcı var (Termodinamiğin birinci yasası bunu gerektirir) ve bir şey hiçlikten çıkamaz, başlangıçta ne vardı ve bu noktaya nasıl geldi? Termodinamiğin ikinci yasasına göre, doğal sistemler doğal olarak düzenden kaosa geçer. Bunun ışığında evrim teorisinin gerektirdiği temel, yani kimyasal maddenin ya da canlı varlığın basitten karmaşık hale geçmesi nasıl açıklanır?
Bilim bazen deneysel veriye değil, basit bir teoriye dayanır ve bu teoriden hipotezler çıkarır. Yani bilim hep rasyonel ve deneyselliğin kraliçesi olarak ilan edilir ama aslında bu da doğru değil. Bilim kimi zaman deneysel veriye dayanmayan teoriler kullanır, çünkü bu şekilde başka veriyi açıklar.
2. Kötülük savı
“Dünyadaki kötülük ve acılar Tanrı’nın var olmadığını kanıtlar. Eğer Tanrı olsaydı kötülüğü ortadan kaldırmak için müdahale ederdi. Kötülük devam ettiğine göre Tanrı yoktur.”
Kötülük, ateizm dahil bütün felsefelerin açıklaması gereken bir sorun. Bu soruna Kutsal Kitap’ın bakış açısından yaklaşılabilir. Dünyanın bu kadar kötü olması, günahın varlığı ve Tanrı’nın bir ceza olarak günahların artmasına izin vermesi ile açıklanabilir (Rom. 1:18-32). Tanrı’nın, Oğlu’nu günahlıların yerine ceza çekip ölmesi için göndermeye razı olması, O’nun acı çeken dünyayla ilgilendiğini gösterir. Ayrıca Kutsal Kitap acıların ve sıkıntıların imanlıların iyiliğini (dayanma gücünü, sebatı, hatta umudu bile arttırması açısından) ve Tanrı’yı yüceltmeyi sağladığını öğretir (Yar. 37 – 50; Rom. 5:1-5; 1Pe. 1:6-7; Yak. 1:2-5; Eyüp). Romalılar 8:28’e göre bir imanlı, Tanrı’nın tasarılarının sonsuzluğa uzandığını anlayabilir; karşılaşılan her bir kötülükten, hatta insanların iyi olarak saydığı şeylerden daha ağır basan, bunların hepsini aşkın bir iyilik var, o da Tanrı’yla sonsuz bir paydaşlık (Rom. 8:18-30). İyilik konusundaki sınırlı anlayışıyla Tanrı’yı suçlayan ve her durumda iyi olanın ne olduğunu anladığını düşünen insanın biraz duraklaması gerekir (Eyüp’e bkz.). Amaçsız şiddetin ve acının, biz farkında olmazsak bile gerçek ve bilge bir amacı olabilir. Her şeyi bilen ve sonsuzluğa uzanan bir bakış açısı olmadan kim herhangi bir şeyin kesinlikle amaçsız olduğunu söyleyebilir?[3] Plantinga’nın birkaç filozof tarafından kabul edilen bir görüşü vardır: Tanrı, yaratması mümkün gezegenler arasında bu dünyayı yarattı ve bu dünyada mümkün olan minimum kötülüğe, maksimum iyiliğe ve insanlar için maksimum özgürlüğe izin verilmiştir.[4] Bu sözle demek istediği şudur: Tanrı eğer sadece iyilik olan ve hiç kötülük olmayan bir dünya yaratmak isteseydi yaratırdı ama insanlar robot gibi olurdu, özgürlükleri olmazdı. Dünyamız şu haliyle bu üç faktör (kötülük, iyilik ve özgürlük) açısında belirli bir dengeye sahiptir.
Bu sorun, insanları Tanrı’dan belki öne sürülen öteki sorunlardan çok daha fazla uzaklaştırır. Yine de bu sorunda insanın gururu vardır. İnsan her şeyi mükemmel ölçüde anlayamaz, uzun vadeli bir bakış açısına sahip değildir. Ayrıca kendisi de yüreği de iyi değildir. Bu kısıtlılığını kabul etmesi, bu argümanın gücünü zayıflatır. İnsanların bu konuda kullandığı argümanlarda yatan varsayımlar aslında Hristiyanlara yardımcı olabilir. Mesela, nesnel iyilik ve kötülükten bahsetmek (yani böyle bir değerlendirme yapmak) nesnel bir standarttan bahsetmek anlamına gelir. Çoğu ateist Tanrı’nın varlığı hakkında tartışırken Tanrı’nın iyi olduğunu varsayar. Bu fikir Kutsal Kitap’a uygundur.
Kötülük aslında ateistler için de bir sorundur, hatta onlar için daha ağır bir sorundur. Herhangi bir olayın ya da bir durumun kötü olduğunu söylemek için aslında yeterli felsefi temel yoktur. Çünkü bu sorular henüz cevaplanmamıştır: Tanrı yoksa iyilik ve kötülük kime, neye göre tanımlanır? Tanrı yoksa acı çekmenin anlamı var mıdır ve anlamı nedir?
3. İnsanlar kendi ihtiyaçlarını karşılamak için Tanrı’yı yarattı savı
“İnsanlık kendi açıklayamadığı veya çözemediği sorunların üstesinden gelebilmek için Tanrı’yı yarattı. Yine de insanın yarattığı Tanrı her sorunu mükemmel bir şekilde açıklamaz veya çözmez.”
Kuşkusuz insanın anlayışı ve gücü kıttır, bu yüzden insan yüreği güçlü ve üstün şeylere tapınmaya meyillidir. Çok az insan bu kısıtlılıkla uzun bir süre yaşayabilir. İnsanlar bu sorunların üstesinde gelmeye çalışır. Romalılar 1:18-23’te anlatılan putperestlik, kısmen bu kısıtlılığı aşma isteğine bağlıdır. Bu ayetlere göre, putperestliğin en azından bir sebebi Tanrı gerçeğini reddetmektir. Ancak reddetmek, doğada ve Kutsal Yazılarda açıklanan Tanrı’nın olmadığını kanıtlayamaz.
İnsanın Tanrı’nın suretinde yaratılmış olması, üstün varlığa tapınma veya onu izleme isteğini açıklar. Kutsal Kitap’ta açıklanan Tanrı, halkın isteklerini her zaman yerine getiren bir peri değildir. Yani gerçekte Tanrı ile insanların “uydurduğu” Tanrı arasında büyük fark var. İnsanın tercih ettiği veya akla getirdiği Tanrı, büyük ihtimalle kutsal, günaha karşı öfkeli, adil, üçlü birliğe sahip ve insanın tam bağlılığını, güvenini ve itaatini talep eden bir tanrı olmazdı.
4. Mantık savı
“Hristiyanlığın Tanrısı mantıksız ve tutarsız; kendisi hem bir hem de üç, hem sevecen hem de öfkeli. Akla aykırı bir şeye inanmamamız gerekir.”
Amin, bu tamamen doğru; akla aykırı bir şeye inanmamamız gerekiyor. Tutarsız ve irrasyonel fikirleri kabul etmememiz gerekir. İmanlılar sadece “inanarak” yanlış bir şeyi doğru kılamazlar. Gerçek dışı herhangi bir şeyi reddetmeliyiz. Tanrı’nın özü veya vahyetmediği herhangi bir şey sır kalır insanlar için. Hristiyanlar için Tanrı’yı tam olarak tanımamak veya Tanrı’nın özü hakkında bazı şeyleri eksiksizce bilmemek bir sorun veya eksiklik değildir ve Hristiyanlar da bunu ifade etmekten korkmamalıdır. Yine de “sır” kavramı mantıksızca veya saçmalığı doğrulamak üzere kullanılmamalıdır. İnsanlar kendilerinin yaratılan olduklarını, yaradan olmadıklarını kavrayabilirlerse, bu konu aslında sorun olmayacak. Üçlü Birlik ve sorun olarak öne sürülen çeşitli başlıklarla ilgili açıklamalar içeren kitaplar vardır. Burada sadece şunu söyleyelim: Üçlü Birlik bir mantık hatası değildir; nitekim Üçlü Birlik konusu bazı felsefi sorunları iyice açıklar.[5]
5. İlahi vahiyler savı
“Kutsal yazıların birden fazla olması ‘tek’ bir Tanrı’nın olmadığı anlamına gelmeli. Tek bir Tanrı olsaydı tek bir vahiy olurdu. Madem insanlar hangisinin doğru olduğunu keşfedemez, o zaman tek bir Tanrı’nın olması savını reddetmeliyiz.”
Kutsal yazıların birden fazla olması bir gerçeği ortaya koyar: Hepsi doğru olamaz. Ama mantıken içlerinden biri hâlâ doğru olabilir. Yani mantıken Kutsal Kitap doğru olabilir. Tabii ki tek Tanrı dinlerin hepsi tek Tanrı’nın tek kitap verdiğine inanır. Dünya görüşlerini düşünüp tartmanın yolları var; sistematik tutarlılık, dünya görüşünün hayata geçirilebilirliği, kapsamlı anlatma gücü gibi. Bu ölçümler hep birlikte yapılırsa, hangi vahyin Tanrı’dan geldiği konusunda yüksek bir olasılık ortaya çıkar, sonuç olarak biri o kitaba samimiyetle inanabilir. Kutsal Kitap’la ilgili iddiaları inceleyen, diğer kitaplarla karşılaştıran ve sonuç olarak Kutsal Kitap’ın Tanrı’nın vahyi olduğunu kabul eden birçok kişi vardır.
Nihai olarak, bu sav aslında bazı mantık tutarsızlıkları barındırır. Bu sava göre düşünürsek, örneğin, insanlar çeşitli psikolojik yaklaşımlar arasında hemfikir olmadığı için psikolojiyi reddetmeli miyiz? Tabii ki hayır! Neden Tanrı’nın var olması söz konusu olduğunda bu sav kullanılır o zaman?
6. Başka mantık savı
“Akıllı insan Tanrı’ya inanmaz; eğer var olsaydı kendisini öyle açıklardı ki akıllı insanlar O’nu kabul ederlerdi. Kabul etmediklerine göre Tanrı yoktur. Tanrı neden gizlensin?”
Bu argümanda eksiklikler var. Tanrı kendisini açıkladığı halde insanlar bunu kaçırsaydı ne olurdu? Belki de insanlar Tanrı’nın kendisiyle ilgili sunduğu kanıtları kabul etmek istemiyorlar. Tanrı’nın varlığının en çarpıcı kanıtları sevgi ve güvenle örülü bir ilişki sürüldüğü takdirde anlaşılıyorsa ve insanlar bu ilişkiyi istemiyorlarsa, kanıtları göremezler veya anlayamazlar, değil mi? İnsanların Tanrı’ya inanmak için belli sayıda veya kalitede kanıt talep etme hakkı nereden kaynaklanır? Tanrı sadece, “Evet, Tanrı var” gibi bir ifade duymak istemez; aksine, “Evet, Tanrı var, sessiz değil ve O’nunla yakın bir ilişki isterim” diye bir ifade duymak ister. Tanrı’nın saklı olması O’nun var olmadığını değil, kendisinin daha gayretle peşine düşmemizi istediğini kanıtlar.
Bu argüman önemli bir gerçeği de ortaya koyar: Tanrı insanı kendisine iman etmesi için zorlamaz, insan O’na sadece mantıkla yaklaşamaz. İnsanların haklı olduğu bir konu var; eğer Tanrı’yı tümüyle açıklayabilseydik, mantıkla O’nu tamamen keşfedebilseydik, Tanrı tanımını değiştirmemiz gerekirdi. Yani 1. Korintliler 1:18-25’teki sözler doğrudur. Tanrı’nın vahyi, insanların Tanrı’ya ve o vahye imanla, şükranla, onurlandırmayla yaklaşabilmesi için yeterlidir (bkz. Rom. 1:18-23). Düşünce tarihi bazen sağlam gerekçelerin ve argümanların reddedildiğini gösterir, çünkü insanlar gerçekte o argümanların sonuçlarından hoşnut değillerdir.
7. Din kötüdür savı
“Dünyadaki kötülüğün çoğunun arkasında din var. Yani savaşların, dinler arası çatışmaların, sömürünün ve baskının nedeni çoğunlukla dindir. Bazı hükümetler halkın isyan etmemesi veya halkın boyun eğmesi için dini bir araç olarak kullanıyor. İyi bir Tanrı kendi adına kötülük yapılmasına izin vermezdi.”
Bu gözlem kısmen doğrudur. Din adına, bir ilah uğruna çok kötülük yapılıyor dünyada. Ama bu gerçek, Tanrı’nın böyle bir şeyin olmasını istediği anlamına gelmez. Tarih boyu insan Tanrı’nın isteğini ve O’nun verdiği vahiy yanlış anlamıştır.
İkinci gözlem, yani iyi bir Tanrı’nın kendi halkının kötülük etmesini engelleyeceği argümanı Tanrı’nın özyapısına dayanır. Bazı insanlar belli çerçevede bir Tanrı’nın var olmasını ister, Christopher Hitchens mesela. Onların istediği Tanrı sadece kendilerinin daha güçlü versiyonudur! Yani kendileri Tanrı’nın yerinde olsaydı böyle bir kötülüğe izin vermezdi. İnsanın Tanrı’yı kendi benzeyişinde şekillendirme isteği bu konuyu allak bullak eder. Ayrıca ateistlerin önerdiği gibi Tanrı yoksa, dünyadaki bütün kötülükler insan yüzündendir. Ateistlerin ve başka maddecilerin bu konuda yıllardır önerdiği çözümler verimsizdir.
Bütün ateistlerin yukarıda sıraladığımız argümanların hepsini kullandığını ileri süremeyiz. Ayrıca bir insanın çocukken öğrendiği veya kendisine öğretilen Tanrı kavramı, Tanrı’yla ilgili şu anki görüşünü etkiler. Hayat tecrübeleri de bu görüşü etkileyebilir. Bunun sonucu çok kötüdür: İnsan Tanrı’yla ilgili yanlış bir görüşü vardır ve Tanrı’yı reddeder ama reddettiği Tanrı aslında var olmayan Tanrı’dır, çünkü kendisine yanlış öğretilmiştir.
Tanrı’ya inanmaya yanaşmayanların başka bir sebebi, Tanrı’ya inananların yaşam tarzı olabilir. Bu sebebin de haklılık payı var maalesef. Tanrı’ya inananların hayatı her zaman çekici değil.
Peki Tanrı’nın var olmasının sebepleri var mı?
Tanrı’nın Var Olmasıyla İlgili Argümanlar
Kutsal Kitap’ta, ilk ayette, Tanrı’nın var olduğu kabul edilir. Yani O’nun var olduğu kanıtlanmaya çalışılmaz; nasıl bir Tanrı olduğu ve tarihte ne yaptığı açıklanır. O’nun verdiği vahiy, doğada (Rom. 1:18-23), tarihte, coğrafyada (Elç. 14:15-17; 17:24-28) ve vicdanda (Rom. 2:14-16) hep O’nun karakterinin bir yönüne, örneğin kişiliğine ve gücüne işaret eder. Kutsal Yazılar haricinde Tanrı’ya tanıklık eden pek çok şey vardır ve bunlar çok yaygındır; insanların, bu tanıkların kendilerini etkilememesi için varlıklarını inkâr etmeleri haksızlıktır. İnsan Tanrı’nın vahyinden özgür, özerk olmak istediği için bu vahyi bastırır, alternatif bir şekilde anlamaya veya anlatmaya çalışır. Pavlus’a göre insanlar Tanrı’yı ‘tanır’ ama bu bilginin ışığında doğru olanı, Tanrı’ya değer verip hakkını teslim ederek yapmamayı seçer. Bunun sonucu Tanrı’yla ilgili düşünceleri kararır, sertleşir ve davranışları da gittikçe düşüncelerini dışa vurur (Rom. 1:18-32). Tanrıbilimsel olarak Tanrı’yı tanıyabilmek için eksik kanıt veya sorun yoktur; asıl sorun insanların tanıdığı Tanrı’yı istememesidir.
Tanrı nihai olarak Oğul aracılığıyla kendini açıkladı (İbr. 1:1-8; Yu. 1:14-18). Bu açıklama yani vahiy kitap haline getirildi. Kutsal Kitap bu vahyi içerir ve açıklar (2Ti. 3:16-17; 2Pe. 1:19-21). Kutsal Kitap Tanrı’nın varlığını varsayar, kabul eder ve insanın O’na teslimiyetini talep eder. Dünyada söz edilen öteki ‘ilahlar’ şu üç olası tanımdan biriyle açıklanabilir: İnsanın yarattığı bir şeydir (fiziksel bir görüntü, hayal edilen bir düşünce olabilir); doğadan alınıp tapınılan bir şeydir (dağlar, hayvanlar, kuşlar, yıldızlar olabilir) veya Şeytan’ın taklididir.[6]
Tanrı’nın var olduğunu destekleyen bazı felsefi argümanlar vardır.
1. Kozmolojik sav
Bir şeyin var olmasının gayesi vardır. Evren var oldu. Demek ki evrenin gayesi vardır.
Bu gayeyi kurgulayan biri olmalı; birinin “Haydi başlayalım” demiş olması gerekir. Fiziksel, kimyasal veya sırf enerjinin başlattığı bir olgu olmaz, öyle olsaydı neden daha önce başlamamış olması soru olurdu. Bu gaye ayrıca hem zaman-mekân evren dışında (yoksa “evrenin kaynağı” olamaz), büyük bir kuvvet ve akıl sahibi olmalı (düzenli bir evrenin varoluşundan bahsediyoruz!). Böyle güçlü ve kişisel varlık olan Tanrı’dır.[7]
2. Düzen savı
Evrenin düzenine dayalı savdır. Bu düzen tesadüf eseri olamaz, çünkü evrenin düzeni çok fazla detaylı. Biri bu evreni düzenlemiştir. Ancak bu sav sadece düzene bakmıyor. Michael Behe gibi bazı biyokimyagerler, yaratılışın belli bir karmaşıklık seviyesinin altına geçemeyeceğini, yoksa bazı yapıların ve süreçlerin işlevsiz kalacağını ileri sürerler. Bu karmaşıklığın düzeyi o kadar detaylı ve yaygındır ki yaratılışın sadece keyfi veya tesadüfi bir sürecin sonucu olduğunu düşünülemez kılar. Bu düzen o kadar detaylı ve ufaktır ki mikroskobik bir değişiklik bile çok sayıda değişikliğe neden olur. Böyle bir durumun evrimin bir sonucu olduğunu düşünmek çok zordur.[8]
3. Ahlaki sav
Buna göre, evrende ahlak kuralların olmasını sağlayacak nesnel bir ahlak kuralı verenin olması lazım. Bu kuralların varlığı, bunlara itaat edilse de edilmese de, doğal bir sonuç olduğu şeklinde açıklanamaz. Bu ahlaki kuralların evrenselliği, herhangi bir kişinin veya kültürün belirlemesiyle olamaz, çünkü ikisi de kısıtlı ve özneldir.[9] Hiç kimse bu “nesnel ahlaki kurallar” olmadan yaşayamaz. Nereye gidip sorsanız, devletin yürüttüğü ırkçılık ve yoksulluk olumsuz olarak değerlendirilir.
Bu argümanların hiçbiri tek başına Kutsal Kitap’ta açıklanan Tanrı’nın varlığını kanıtlayamaz. Tümü ele alındığında bir zincir oluşturur ve zincirin işaret ettiği gerçek şudur: Tanrı’nın var olması, ateizmden daha olası bir fikirdir. Bunlar bir başlangıç noktası oluşturur; insanı Kutsal Kitap, hayat ve anlamla ilgili düşünmeye, tartışmaya yönlendirir. Bazı teologlara göre, Tanrı’nın var olduğu varsayılmazsa, mantık veya anlamdan bahsetmek mümkün değildir.
Kutsal Kitap’ta açıklanan Tanrı ile ilişki söz konusuysa bile iman hâlâ gereklidir. “İsa Mesih’e iman etme gereğini ortadan kaldıracak yeterince kanıt yok ama imanın ne kadar akla yatkın olduğunun yeterince kanıtı var.”[10] İman ve akıl el ele gider, etkin olur Kutsal Kitap’ta ve hayatta; iman, aklın elde ettiğine karşılık verir. İnsanın bir Tanrı’ya inanabilmek için aklını feda etmesi, “Ben uçuruma atlarım, her şeyin de iyi gideceğini umut ederim” gibi bir düşünceye sahip olması gerekmiyor. Ayrıca imanlı “iman ederek” doğru olmayanı doğru kılamaz. Hristiyanlar doğru olana inanır. Aklımız ele alabileceğimiz veriyi ayıklar, tutarsızları atar.
Tanrı’nın var olmasını reddedenlerle konuşurken argümanlarını bilmek ve düşündürücü sorulara sahip olmak önemli. Bunları bilgece kullanarak ateistlerin kafasında birkaç soru işareti uyandırmak mümkün. İnsanların kendi inançlarını ve varsayımlarını sorgulamasını sağlarsak, onların neye inandıklarını veya inanmadıklarını sorgulamaya yardım edebilirsek, Müjde’nin gerçek olduğu olasılığı daha inandırıcı olur. İnanç savunması kısıtlıdır; etkin inanç savunması, Hristiyanlığın gerçek olduğunu kavrayabilmek için bir çerçeve, bir temel oluşturur sadece. Yani inanç savunması Hristiyanlık ile Müjde’nin iddiasının doğru, meşru, akla yatkın ve inanılabilir olduğunu gösterir. Ancak inanç savunması küçümsenmemelidir! En iyi inanç savunması aracı da küçümsenmemelidir, yani imanlının hayatı. Craig, bir ifadenin doğru olduğunu Kutsal Ruh’un ikna gücüyle bilebildiğimizi söyler. Ancak bir ifadenin doğru olduğunu gösterebiliriz de, gerçeğe adanarak ve kanıtlara dürüstçe bakarak. Eğer Tanrı sizin için her şeyse, insanlar bunu fark eder. [11]
Ateizm Güncel Hayatımızı Nasıl Etkiler?
Aslında tam bir ateizm mümkün değil mantıken. Birinin mutlak olarak Tanrı’nın var olmadığını iddia edebilmesi için her şeyi bilmesi, evrenin her yerini ve zamanını incelemesi lazım. Kimse bunu yapamayacağına göre, insanın tek yapabildiği Tanrı’nın olmadığını varsaymaktır. Yani evrensel, olumsuz bir felsefi argümanı kanıtlamak olanaksızdır. Bireyin tutarlı bir agnostik olması için araştırılabilir bütün kanıtları inkâr etmesi gerek. Bu kanıtlar veya deliller arasında bilim ve tarih, Kutsal Kitap (mucizeler, gerçekleşmiş peygamberlikler vs.) ve az önce söz ettiğimiz felsefi savlar vardır. Ayrıca pratik hayatta ateizmi tamamen yaşamak zordur. Aramızda “gizli” ateistler olduğu gibi, “gizli” teistler de ateistler arasındadır. Bu kişiler acil durumlarda özellikle “açıklanamayan büyük güçten,” sanki Tanrı’dan yardım beklerler.
Bazı insanlar Tanrı yokmuş gibi yaşarlar. Çoğu insan Tanrı’nın var olmasını istemez, hiç olmazsa hesap vermesi gereken bir Tanrı’nın mevcut olmasını istemez. Yargılanmaktan korkmak bazı insanları Tanrı’nın olmadığına inanmaya sevk eder. Yani insanlar mantıklı savları reddederler, çünkü aslında savların ve argümanların nereye varacağını kestirirler, o yerde olmak istemedikleri için de ilk savı, yani “Tanrı var” savını reddederler. İnanç savunmasının en iyi yollarından biri ateistlerin inançlarının mantıklı sonuçlarını sormaktır. Bir ateist inancının gerçekliğini çoğu zaman görmez, inancının gerekli mantıklı sonuçlarını da görmez. Bu şekilde bir ateistin inancına göre tutarlı ve mantıklı yaşamasının imkânsız olduğunu kanıtlayabiliriz.
Ancak daha sinsi bir nokta var bu konuda, o da imanlıların pratikteki ateistliği. Böyle Hristiyanlar olabilir; “Tanrı’ya inanıyorum” derler ama Tanrı’nın ağırlığının veya öneminin hiçbir göstergesi yoktur hayatlarında.[12] Tanrı var derler ama bu ifade, bu gerçek hayatlarını değiştirmez, etkilemez. Bu insanlar mesela dua konusunda Tanrı’ya güvenmezler, O’nun cevabını beklemezler. Kiliseye giderler ama gitme sebepleri Tanrı’ya tapınmak, O’nu daha derin tanımak değil, sosyal ilişki veya sırf dostluk veya eğlenceye dayalıdır. Tanrı’nın imanlılara verdiği sorumluklarını ciddiye almazlar. Tanrı’ya tapınırlar gibi görünürler ama aynı zamanda zevke, şöhrete, mesleğe, eğlenceye, memleketine, duygularına, bedenlerine, akıllarına tapınırlar, nihai önemi onlara verirler. Yani Tanrı’ya gerçekten tapınmıyorlardır, oysa Tanrı’nın isteği yalnızca kendisine tapınılmasıdır. Tanrı’ya güvenmek, umut bağlamak yerine bu gibi şeylere güvenir, umut bağlar ve bunların peşlerine giderler. Bu insanlar kararlarını Tanrı’nın sözüne göre vermezler, tersine iyi ve kötü olana kendilerince karar verip buna göre hareket ederler. Tanrı’nın sözünü ayıklar, neye inanacaklarına kendileri karar verirler. Dünyanın bakış açısı Tanrı’nın sözünden daha önemli, doğru ve hayata geçirilebilirdir onlara göre. Bu kişilerin duygularının, kararlarının ve düşüncelerinin kaynakları kendileri, medya, eğitim ve kültürdür; Kutsal Kitap bu alanda belki hiç yer almıyordur bile. Kısacası bu kişiler, ateistler dahil çevredeki insanlar gibi düşünürler, duyarlar, konuşurlar ve görünürler. Dünyada kabul gören görüşler veya kendi görüşleri ve fikirleri Tanrı’nınkinden daha önemli, doğru ve hayata geçirilebilir diye düşünür pratik ateist.
İmanlıların pratikteki ateistliği farklı şekilde kendini gösterir. Tanrı’ya layık bir şekilde tapınmıyorlardır mesela veya sadece Tanrı’ya kendi seçtikleri sıfatları için tapınıyorlardır (mesela Tanrı’nın öfkesini beğenmeyip sadece sevgi Tanrısına tapınırlar). Kendini beğenmiş kişi, Tanrı’nın mutlak yetkisiyle verdiği kararları sorgular. Bu kişiler pratikte ateisttir. Kutsal Kitap’ta açıklanan Tanrı’yı istemiyorlardır.
Madem pratikte ateistlik herhangi bir imanlı için tehlikedir, çözüm nedir? İlkin tövbe etmek gerekir; nereden nereye düşüldüğü bilinciyle bunu itiraf etmek lazım. Tanrı’yı ve Tanrı’nın sözünü tekrar sevmek, bunlarla zaman geçirmek lazımdır. Bu tövbe tek bir karar değildir, tekrar tekrar edilen kararlar olacak. Peterson’ın ünlü deyişi akla gelir: “Uzun bir istikamette itaat” gerekli. İmanlılar arasında radikal görülecek kararlar verebilmek için cesur bir iman gerekli. Maalesef pratikte ateizm bazı imanlıların sabit ayarıdır; bu imanlıların yapması gereken, Tanrı ve insanla ilgili doğru bir görüşe sahip olmak, bunları da Kutsal Kitap’a dayandırmaktır. Ancak o şekilde Tanrı’nın yaradan, insanın ise sadece otlağının koyunları olduğunu anlayabilir (bkz. Mez. 100). Kutsal Kitap’ı okuma, dua etme, başka imanlılarla paydaşlık ve onlarla birlikte tapınma gibi lütuf araçlarını kullanmak son derece önemlidir. Bunları alışkanlık hale getiren kişiler Tanrı’nın içkinliği ve aşkınlığını görebilir. Eğer bu sorunu tam olarak ortadan kaldırmak istiyorsak, radikal bir düşünce değişikliği yapmamız (tövbe budur) ve yüreğimizin her noktasında bulunan putları yok etmemiz gerek.
DİPNOTLAR
-
[1] Elaine Howard Ecklund, “What Scientists Think About Religion”, The Huffington Post, < http://www.huffingtonpost.com/elaine-howard-ecklund-phd/the-contours-of-what-scie_b_611905.html > (13 Şubat 2013’te erişilmiştir).
-
[2] Rodney Stark, For the Glory of God (Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 2003), s. 197. Stark’ın yazısı, 70 sayfadan fazla, bir avuç imanlı bilim insanının bilime katkısından ve neden bazı inanç sistemlerin katkı sağlamadıklarından bahseder. Bütün bölüm okunmalı.
-
[3] Ronald Nash, “The Problem of Evil,” To Everyone an Answer: A Case for the Christian Worldview, Francis J. Beckwith, William Lane Craig ve J.P. Moreland (Ed.) (Downers Grove, Illinois: InterVarsity Press, 2004).
-
[4] Alvin Plantinga’nın birçok eseri vardır. Bu savını işlediği en iyi kitabı God, Freedom and Evil (Grand Rapids, Michigan: Eerdmans, 1974).
-
[5] Michael Reeves, Delighting in the Trinity (Downers Grove, Illinois: InterVarsity Press, 2012). Reeves, mesela neden bir yaratılış var (yani neden hiçlik yok?), tam “tek” bir Tanrı nasıl sevebilir veya neden yaratmak ister gibi çok karmaşık sorunların üçlü birliğe inanmasıyla nasıl açıklandığını gösterir. Reeves kitap boyunca önemli bir konuyu işler; Üçlü Birlik olmayan tanrı inancındaki sorunları açıklar ve böyle bir Tanrı neden insanlarla ilişki kurmak ister sorusuna cevap verir.
-
[6] Christopher Wright, The Mission of God: Unlocking the Bible’s Grand Narrative (Downers Grove, Illinois: InterVarsity Press, 2006)
-
[7] William Lane Craig bunu çok iyi bir şekilde açıklar. bkz. Reasonable Faith (Wheaton, Illinois: Crossway Books, 2008)
-
[8] Michael Behe, Darwin’s Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution (New York: Free Press, 2001).
-
[9] Steven K. Mittwede, “Hristiyanlık Dünya İçin İyi midir?”, e-manet, Sayı 30, Ocak-Mart 2013. Hitchens ve Wilson’ın kitap değerlendirmesine bakınız. Bu argüman Wilson tarafından çok iyi bir şekilde işlenir.
-
[10] Steve Waterhouse, Jesus and History: How We Know His Life and Claims (Westcliff Press: Amarillo, Texas, 2009), s.157.
-
[11] A.g.e.
-
[12] Eski olmasına karşın Stephen Charnock’un pratikte ateistlikle ilgili bölümü harikadır. The Existence and Attributes of God, (Grand Rapids, Michigan: Baker Book House, 1979), s.89-176.