Gerçek 1: Yeni Antlaşma Kitapları Elimizdeki En Erken Tarihli Hristiyan Yazılarıdır
Bu yeni blog dizisi konunun uzmanı olmayan inanlıların Yeni Antlaşma kanonuyla ilgili bazı temel gerçekleri öğrenmeleri için hazırlandı. Şüpheci veya meraklı bir arkadaşla sohbet ederken faydalı olabilecek bu gerçeklerden ilki o kadar basit ki genelde gözardı edilir. Bu, Yeni Antlaşma kitaplarının elimizdeki en erken tarihli Hristiyan metinleri olduğu gerçeğidir.
Yeni Antlaşma kanonuyla ilgili tartışmalarda en zor konulardan biri, bu 27 kitabı özel kılan şeyin ne olduğunu açıklamaktır. Neden bunlar da diğerleri değil? Bu soruya verilebilecek birçok cevap var ama bu yazıda, sadece bir tanesine odaklanacağız: bu kitapların tarihleri. Bu kitaplar özellikle öne çıkmıştır çünkü elimizdeki en erken tarihli Hristiyan metinleridir.
Böylece bizi tarihsel İsa’ya ve ilk kiliseye mümkün olduğunca yaklaştırırlar. Eğer orijinal Hristiyanlığın nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istersek, o zaman onun ortaya çıktığı ilk zamana en yakın tarihli metinleri temel almamız gerekir. Dört müjde, yani Matta, Markos, Luka ve Yuhanna söz konusu olduğunda bu oldukça barizdir. Bunlar birinci yüzyıldan kalma tek müjde anlatılarıdır. Elbette Tomas Müjdesi’ne birinci yüzyıl tarihini atfetmeye çalışan birkaç uzman oldu; ama bu pek başarıyla sonuçlanmadı. Tüm akademik tartışmalar durulduktan sonra, başta eleştirmenler bile bu dördünün İsa’yı anlatan elimizdeki en erken tarihli yazılar olduğunu kabul etmiştir. Bununla ilgili aranan bazı belli nitelikler var. Öncelikle bazı Yeni Antlaşma kitaplarının tarihleri hakkında anlaşmazlıklar olduğunu belirtmeliyiz. Eleştirel cephedeki bazı uzmanlar, Yeni Antlaşma kitaplarından bazılarının ikinci yüzyılda yazılmış sahte kitaplar olduklarını öne sürdüler. Karşı cephedeki uzmanlarsa bu kitapların özgün olduklarını (ve birinci yüzyıl tarihli olduklarını) savundular. Bu tartışmaların detaylarına burada giremeyiz. Ama bu tartışmalı kitaplara burada değinmeyecek olsak da, Yeni Antlaşma yazılarının büyük çoğunluğunun (dört müjde dahil) hala elimizdeki en erken tarihli Hristiyan metinleri olduklarını onaylayabiliriz.
İkinci olarak, bazıları 1. Klement’in birinci yüzyıl tarihli bir Hristiyan metni olduğunu ama Yeni Antlaşma kanonuna dahil edilmediğini söyleyebilir. Bu doğru; ama 1. Klement’in üzerinde uzlaşılmış tarihi MS 96 civarıdır. Bu, tüm Yeni Antlaşma kitaplarımızdan daha geç bir tarihtir. Bunun tek olası istisnası en geç MS yaklaşık 95-96 civarlarına ait olduğu düşünülen Vahiy olabilir ama onu da daha erken tarihlere atfedenler var. Yine de bu, burada işaret ettiğimiz esas noktayı etkilemez.
Şunu netleştirmek gerek: burada kanonik kitapların sadece birinci yüzyıla ait oldukları için kanonik olduklarını söylemiyoruz. Birinci yüzyıla ait olan fakat kanonik sayılmayan başka Hristiyan metinleri de var; belki gelecekte bunlardan daha fazlasını keşfedeceğiz. Belirtmek istediğimiz nokta şu: birinci yüzyıla ait tüm kitaplar kanonik değiller; ama tüm kanonik kitaplarımız birinci yüzyıla aitler. Bu, vurgulanmaya değer bir şey.
Sonunda her Hristiyanın hatırlaması gereken temel bir gerçek, Yeni Antlaşma kitaplarını özel yapan şeyin öncelikle elimizdeki en erken tarihli Hristiyan metinleri olduklarıdır. Daha erken tarihli hiçbir metin yok. O zaman Yeni Antlaşma’ya dahil edilen kitaplar, bazılarının iddia ettiği gibi gelişigüzel seçilmediler. Aksine, eğer orijinal Hristiyanlığı öğrenmek istiyorsak kanona dahil etmek isteyeceğimiz kitaplar tam olarak bunlardır.
Gerçek 2: Apokrif Yazıların Hepsi İkinci Yüzyılda ve Daha Sonrasında Yazıldı
Bir önceki yazıda, Yeni Antlaşma kanonuyla ilgili ilk temel gerçeğe değinmiştik. Bu, Yeni Antlaşma yazılarının elimizdeki en erken tarihli Hristiyan metinleri olduğuydu. Bu kitapların erken tarihli olmalarının onları kanonik yapan şey olmadığını, ama erken tarihli olmalarından ötürü İsa’nın görgü tanıkları hala yaşarken yazılmış olduklarını gösterdiğini açıklamıştık. Bu yazıda “apokrif” Yeni Antlaşma yazılarından bahsedeceğiz. Bunlar Yeni Antlaşma’ya dahil edilmemiş olsalar da benzer türdeler (müjdeler, elçilerin işleri, mektuplar, vahiyler vb.). Bu yazılar genelde ünlü figürlere atfedilmişlerdir; örneğin Petrus Müjdesi, Tomas Müjdesi, Yuhanna’nın İşleri gibi.
Bu çeşitli apokrif yazılarla ilgili fazla detaya giremeyeceğiz ama en azından sıklıkla gözardı edilen temel bir gerçeğe değinebiliriz: tüm bu apokrif yazılar ikinci yüzyılda ve daha sonrasında yazıldılar. Yani bu yazı bir önceki yazının doğal sonucudur. Tüm Yeni Antlaşma yazıları birinci yüzyıla ait; ama tüm apokrif yazılar (en azından elimizdekiler) ikinci yüzyıla ve daha sonrasına ait. Onlardan birçoğu üçüncü ya dördüncü yüzyıl tarihlidir. Bu gerçekle ilgili özellikle önemli olan bir şey, eleştiren uzmanların bile bu konuda hemfikir olmaları. Bazı Yeni Antlaşma kitaplarının tarihleri üzerinde tartışmalar sürse de (ör. 2. Petrus ya da Pastörel Mektuplar), apokrif kitapların daha ileri tarihlerde yazıldıkları konusunda ciddi bir görüş birliği var. Elbette nadiren bazı apokrif yazıları birinci yüzyıla atfetmeye çalışan girişimler oluyor (ör. Crossan, Petrus Müjdesi’nin içindeki “çarmıh müjdesi”nin birinci yüzyıl tarihli olduğunu öne sürer) ama bu savlar geniş çapta kabul görmemiştir.
Bu basit gerçeği fark ettiğimizde, bu “kayıp” kitapların Hristiyanlığın “gerçek” versiyonunu içerdiğiyle ilgili sansasyonel iddiaları sorgularız. Elbette bu daha ileri tarihli metinlerin de orijinal birinci yüzyıl Hristiyan geleneğini korudukları iddia edilebilir. Sonuçta bir metnin birinci yüzyıla ait bir içeriğinin olması için birinci yüzyılda yazılmış olması gerekmiyor. Doğru. Ama yine de bu ileri tarihli metinleri daha erken tarihli olanlara tercih etmek için ikna edici bir sebebimizin olması gerekiyor. Bu apokrif yazılarla ilgili böyle ikna edici sebepler pek mevcut değil.
Öncelikle bu apokrif yazıların birçoğunun, gerçek yazarı olmayan biri tarafından yazılmış gibi gösterilen tamamen sahte metinler olduklarını biliyoruz. Sadece bu gerçek bile onların içeriklerinin güvenilirliğiyle ilgili ciddi sorular doğurur. İkinci olarak, bu apokrif yazılardan birçoğu bariz süslemeler ve efsanevi eklemeler içerir. Örneğin Petrus Müjdesi’nde İsa mezardan başı bulutlara kadar ulaşan bir dev olarak çıkıyor. Çarmıhı onun arkasından geliyor ve konuşmaya başlıyor (!). Üçüncü olarak, bu apokrif yazılardan birçoğu, ikinci yüzyıla kadar ortaya çıkmamış olan Gnostik tarzda bir teoloji içeriyor ve bu yüzden orijinal birinci yüzyıl Hristiyanlığını temsil edemez (ör. Filipus Müjdesi).
Açık olmak gerekirse bu, teorik olarak apokrif bir yazının birinci yüzyıla ait olamayacağı anlamına gelmiyor (sadece böyle bir tanesi henüz bulunmadı). Apokrif yazıların İsa’nın öğretilerini güvenilir bir şekilde koruyamayacağı (ya da korumadığı) anlamına da gelmez. İlk Hristiyanların bazı güvenilir içerikler bulundurmalarından ötürü bazen apokrif müjdelere başvurduklarını biliyoruz (bundan daha sonraki bir yazıda bahsedeceğiz). Ama kilit nokta şu: apokrif literatürün bazı parçaları güvenilir olabilir ama bunlar Yeni Antlaşma kitaplarıyla uyumsuz bir Hristiyanlık versiyonunu temsil etmezler. Aynı zamanda Yeni Antlaşma kitaplarında sunulan Hristiyanlığın yerine de geçemezler.
Sonuç olarak apokrif yazılar ilk Hristiyanlığı incelerken kullanılabilecek ilginç ve etkileyici kaynaklardır. Ama büyük ölçüde ileri tarihli olmalarından dolayı, Hristiyanlığın Yeni Antlaşma yazılarında sunulandan daha gerçek bir halini sunmazlar.
Gerçek 3: Yeni Antlaşma Kitaplarının Özel Olmalarının Nedeni Elçisel Olmalarıdır
Yeni Antlaşma kanonuyla ilgili tüm Hristiyanların anlaması gereken en temel gerçeklerden biri, kanonun elçilerin yaptıkları işlerle yakından bağlantılı olduğudur. İsa öğrencilerini “yanında bulundurmak, Tanrı sözünü duyurmaya göndermek ve cinleri kovmaya yetkili kılmak üzere seçti” (Mar. 3:14-15). İsa on iki öğrencisini gönderirken onlara şunu hatırlattı: “Çünkü konuşan siz değil, aracılığınızla konuşan Babanız’ın Ruhu olacak” (Mat. 10:20). Böylelikle elçilerin yetkisini reddedenlere bir uyarıda bulunmuş oluyordu: “Sizi kabul etmez, sözlerinizi dinlemezlerse…yargı günü o kentin hali Sodom’la Gomora bölgesinin halinden beter olacaktır.” (Mat. 10:14).
Özetle, elçilerde bizzat Mesih’in otoritesi vardı. Onun sözcülüğünü yapıyorlardı. Bu yüzden öğretileri de peygamberlerinki gibi kilisenin temelini oluşturdu. Pavlus kilise hakkında şöyle der: “Elçilerle peygamberlerden oluşan temel üzerine inşa edildiniz”(Ef. 2:20). Eğer kilise gerçek Hristiyan mesajını bilmek istiyorsa, her zaman elçilerin öğrettiklerine bakması gerekecekti. Ama elçiler İsa’yı sadece sözlü olarak öğretmediler. Bir noktada (çok erken bir zamanda) elçisel mesajlar yazıya geçirildiler. Genelde bunu yapanlar elçilerin kendileri olmuştu. Bazen de elçilere yoldaşlık eden ve mesajlarını kaydedenlerce yazılmışlardı. Her iki yoldan da yetkili elçisel mesajlar kitaplar haline geldiler. Bu bariz nedenlerden dolayı kilisenin elçisel kitapları diğer kitaplara her zaman daha öncelikli olarak tercih etmesi beklenirdi ve tam olarak da öyle oldu. Kilisenin elçisel olarak gördüğü kitaplar, ilk Hristiyan tapınmalarında en sıklıkla okunan, kopyalanan ve kullanılan kitaplardı. Bunlar sonunda Yeni Antlaşma kanonu haline geldiler. Kanon, elçilerin hizmetinin bir yan ürünüdür.
Aslında kilisenin elçisel yazılara açıkça bağlı kalması, ikinci yüzyılda (ve daha sonra) elçilerin adları kullanılarak yazılan “apokrif” kitapların hızla çoğalmasının nedenidir. Tomas Müjdesi, Petrus Müjdesi, Yuhanna Müjdesi ve hatta On İkiler Müjdesi bile var! Yeni Antlaşma’nın elçisel doğasıyla ilgili şüpheler uyandırmaktan ziyade, bu apokrif metinler aslında onu doğrular. Çünkü ilk kilisenin elçisel kitaplara çok değer verdiğini, bu yüzden sahtekarların öğretilerini yayabilmek için gerçek olanları taklit etmeye çalıştıklarını gösterir.
Elbette bazı modern uzmanlar Yeni Antlaşma kitaplarından bazılarının elçiler tarafından yazıldıkları inancına karşı çıkmış, onların sonradan elçiler gibi yazmaya çalışan başka yazarlar tarafından yazıldıklarını iddia etmişlerdir. Ama bu iddialar hiçbir şekilde kanıtlanmamıştır ve birçok başka uzman onlara karşı gelmiştir. Ayrıca unutmamak gerekir ki erken dönem kilisesi için bu kitapların yazarları ve kökenlerini, iki bin yıl sonra gelen modern uzmanlardan daha doğru tespit edebilecek bir konumdaydı.
Sonuç olarak, Yeni Antlaşma kanonunun var olmasının nedeni, elçilerin Mesih’in sözcülüğünü yaptığı şeklindeki erken dönem Hristiyan inancıdır. Bu inanç Hristiyanları elçisel kitaplara değer vermeye yöneltti. Bu elçisel kitaplar sonunda bugün bildiğimiz Yeni Antlaşma’yı oluşturdular.
Gerçek 4: Bazı Yeni Antlaşma Yazarları, Diğer Yeni Antlaşma Yazarlarını Kutsal Yazılar Olarak Alıntılar
Yeni Antlaşma kanonuyla ilgili çalışmalarda en çok tartışılan konulardan biri, bu kitapların ne zamandan beri Kutsal Yazılar olarak görülmeye başladığıdır. Bu kitaplar ilk olarak ne zaman kilise için yetkili bir kılavuz olarak kullanılmaya başladı? Eleştirel uzmanlar bu kitapların Kutsal Yazılar olarak yazılmadıklarını ve hatta ikinci yüzyıla kadar Kutsal Yazılar olarak kullanılmadıklarını iddia ederler. Ama Hristiyanların bilmesi gereken en temel gerçeklerden biri, Yeni Antlaşma yazarlarından bazılarının diğer Yeni Antlaşma yazarlarını Kutsal Yazılar olarak alıntıladığıdır. Bu, Kutsal Yazı olarak kullanmak üzere yeni bir derleme yapılması fikrinin ileri bir tarihte doğmadığını, Hristiyanlığın en erken dönemlerinde zaten mevcut olan bir şey olduğunu gösterir.
Bunun en açık örneği 2. Petrus 3:15-16’dır. Burada Petrus Pavlus’un mektuplarından, Eski Antlaşma kitaplarına gibi “Kutsal Yazılar” olarak bahseder. Petrus’un Pavlus’un birden fazla mektubundan bahsettiğini fark etmek önemlidir; yani bir tür derlemenin olduğunun farkındaydı. Daha da önemlisi, okuyucularının da bu derlemenin varlığından haberdar olduklarını varsaydığını gösteriyor. Pavlus’un mektuplarının Kutsal Yazılar statüsünde görülmesinin yeni ya da yenilikçi bir fikir olduğunu işaret eden hiçbir ima bulunmuyor.
Petrus bundan oldukça sıradan ve doğal bir tonda bahsediyor. Petrus’un ifadesinin taşıdığı imalar gözden kaçırılmamalı. Çünkü elçisel mektupların (burada Pavlus’unkiler) erken dönem Hristiyanlıkta Kutsal Yazılardan sayıldığını gösteriyor. O zaman Petrus’un kendi mektubunun da aynı yetkide görüleceğini beklemediğini düşünmek zor. Sonuçta birkaç ayet öncesinde Petrus, elçilerin öğretilerinin bizzat Eski Antlaşma’yla denk olduğunu açıkça belirtir (2Pe. 3:2). Bu gerçeğin bir başka örneği 1. Timoteos 5:18’deki şu ifadelerdir: “Çünkü Kutsal Yazı’da şöyle deniyor: ‘Harman döven öküzün ağzını bağlama’ ve ‘İşçi ücretini hak eder.’” İlk alıntı Yasa’nın Tekrarı 25:4’ten, ikincisi ise Luka 10:7’den harfi harfine alınmıştır. Pavlus’un sözlü olarak aktarılan İsa geleneğini alıntıladığı da söylenebilir ama “Kutsal Yazı’da şöyle deniyor” diyerek bunları alıntılaması, bu ihtimali imkansızlaştırır.
Pavlus’un bilinmeyen başka bir apokrif müjdeden alıntı yapmış olması da mümkün (yani belki onda da Luka 10:7 harfi harfine böyleydi); ama neden sadece teoride var olan bilinmeyen bir kaynağı bilinen bir kaynağa tercih edelim? Luka’nın ilk kilisede gerçekten de Kutsal Yazılar olarak kullanıldığını biliyoruz. Bunun aynısını bu teorik olarak var olan apokrif müjde için söyleyemeyiz.
Elbette bu iki ayet başka Yeni Antlaşma kitaplarını Kutsal Yazı olarak alıntıladığı için, uzmanlar bu kitapların sahte olduklarını, muhtemelen birinci yüzyılın sonları gibi daha ileri bir tarihte üretildiklerini öne sürmüşlerdir (100 civarı). Bu akademik tartışmalara burada giremeyiz ama bu tartışmaların hala sonuçlanmadığını belirtmeliyiz. Ayrıca bu kitaplar daha ileri bir tarihe atfedilse bile (varsayım olarak) bu, hala kanonun oldukça erken bir tarihte oluşturulduğu anlamına gelir. Yeni Antlaşma yazarları eğer diğer Yeni Antlaşma yazarlarını Kutsal Yazılar olarak alıntıladılarsa, o zaman kanon kilisede daha ileri tarihte gelişen bir şey değil, erken dönem Hristiyan inancının ilk zamanlarından beri zaten var olan bir şeydi. Bu, tüm Hristiyanların bilmesi gereken temel bir gerçektir.
Gerçek 5: Dört Müjde İkinci Yüzyılın Sonunda Kutsal Yazılar Olarak Geniş Çapta Kabul Görüyordu
Yeni Antlaşma kanonunun Hristiyanların ezberlemesi gereken temel gerçekleri arasında en önemlilerinden bir tanesi, Lyon piskoposu İrenaeus’un MS 180 dolaylarında söylediği şu sözlerdir: “Müjdelerin oldukları sayıdan daha fazla ya da daha az olmaları mümkün değil. Bu, yaşadığımız dünyanın dört yönünün, rüzgarın dört ana türünün… [ve] keruvların dört yüzünün olması gibidir.”1
İrenaeus burada sadece dört müjdenin kanonikliğini doğrulamakla kalmıyor, aynı zamanda kilise tarafından sadece bu dört müjdenin tanındığını da ifade ediyor. Gerçekten de İrenaeus müjdeler kanonunun kapalı olduğundan çok emindi. Öyle ki, bunu dünyanın dört yönünün ya da rüzgârın dört ana türünün olması kadar yaratılışın dokusundaki bir şey olarak görüyordu. İrenaeus’un ifadelerindeki imaları daha azına indirgemek için bazı uzmanlar, sadece İrenaeus’un böyle düşündüğünü söylediler. Böylelikle onu yeni ve tam olarak keşfedilmemiş bir alanda etkili olmaya çalışan yalnız, izole bir yenilikçi olarak gösterdiler. Hatta onlara göre bütün bu dörtlü müjde düşüncesi İrenaeus tarafından icat edilmişti.
Ama İrenaeus’u böyle bir yenilikçi olarak göstermek gerçeklerle uyuşuyor mu? Pek değil. Bu görüşle ilgili şüpheler uyandıran birçok şey var:
- İrenaeus’un kendi yazdıkları. İrenaeus kendi yazılarında dörtlü müjdeden bahsederken yeni bir düşünce öne sürdüğünü ya da okuyucudan bunu yeni bir düşünce olarak değerlendirmesini beklediğini hiçbir şekilde ima etmez. Aksine, okuyucunun bu müjdelerin aynılarını bildiğini ve izlediğini varsayan bir tonda konuşur. Onlardan doğal ve tartışmasız bir şekilde Kısacası İrenaeus, bu kitapların Kutsal Yazılar statüsü olduğunu ilk kez savunan biriymiş gibi yazmamıştır.
- İrenaeus’un çağdaşları. İrenaeus’un yalnız olduğu düşüncesi ciddi bir engelle karşılaşır: aynı dört müjdeyi kapalı bir müjdeler kanonu olarak gören, ikinci yüzyılın sonlarında yazmış başka yazarlar da vardı. Muratori fragmanı, İskenderiyeli Klemes ve Antakyalı Theophilus bunun örnekleridir. Görünüşe göre İrenaeus, kilisenin dört müjdesinin olduğunu söyleyen tek kişi değildi.
Ayrıca Tatianos’un Diatessaron’unu (170 yılı civarında yazılmış, dört müjdenin bir birleşimi) da unutmamak lazım. Diatessaron sadece bu dört müjdenin bilindiğini ve kullanıldığını söylemekle kalmaz, aynı zamanda onların birleştirilebilecek şekilde aynı yetkide olduklarını da gösterir. Bir insan yetkili olmayan kitapları neden birleştirmeye çalışsın? Eğer yetkili olmasalardı birbirleriyle çelişip çelişmemeleri önemli olmazdı.
3. İrenaeus’un öncüleri. İrenaeus’tan önceki kanıtlar daha belirsiz olsalar da, hala dört müjde motifini bulabilmek mümkün. Örneğin 150 yılı civarında yazmış olan İustinos Martyros, çoğul “müjdeler” tabirini kullanır2 ve bir yerde, bu müjdelerden bahsederken aklında hangi sayının olduğunu ima eden “İsa’nın elçileri ve onları izleyenlerden…” ifadesini kullanır.3 Bu ifade elçiler tarafından yazılmış (en az) iki, elçileri izleyenler tarafından yazılmış da (en az) iki müjdenin olduğunu ima eder. Buradan doğal olarak bugünkü dört kanonik müjdenin kast edildiğini anlaşılır.4
İustinos’un Sinoptik Müjdelerin üçünden de alıntı yapması5 ve hatta Yuhanna müjdesinden bile doğrudan alıntı yapmış gibi görünmesi bunu doğrular: “Çünkü Mesih ayrıca dedi ki: ‘yeniden doğmadıkça göksel egemenliğe giremezsiniz” (karş. Yu. 3:3). İustinos’un Tatianos’un (dört müjdeyi birleştiren) hocası olduğu gerçeği de onun dört müjdeyi bildiğini düşünmek için bir başka sebep sunar.
Sonuç olarak, İrenaeus’un dörtlü müjde kanonunu kendisinin icat ettiği düşüncesini reddetmek için yeterince sebep var. Sadece çağdaşları değil, ondan önce gelenler de bu görüşü paylaşıyorlardı. Bu yüzden İrenaeus dörtlü müjdenin ona “aktarılan”7 bir şey olduğunu söylerken, muhtemelen doğruyu söylüyordu.
1 Haer. 3.11.8.
2 1 Apol. 66.3.
3 Dial. 103.
4 G. Stanton, “The Fourfold Gospel,” NTS 43 (1997): 317–346.
5 Ör., Dial 100.1; 103.8; 106.3-4. Koester, Ancient Christian Gospels, 38’de İustinos’un yaptığı alıntıların “yazılı müjdelerden, genellikle Matta ve Luka’dan ve bir defa da Markos’tan alındığını” söyler.
6 1 Apol. 61.4.
7 Haer 3.1.1.
Gerçek 6: İkinci Yüzyılın Sonunda Muratori Fragmanı, 27 Yeni Antlaşma Kitabımızın 22’sini Listelemişti
Bu yazı dizisi uzmanlığı olmayan Hristiyanlara Yeni Antlaşma kanonunun nasıl geliştiğiyle ilgili temel gerçekleri tanıtmak için hazırlandı. Kanonla ilgili tüm tartışmalarda bahsi geçen önemli kaynaklardan biri Muratori fragmanı (aynı zamanda Muratori kanonu olarak da biliniyor). Kaşifi Ludovico Antonio Muratori’nin adını alan bu kanon, Yeni Antlaşma kitaplarımızın en erken tarihli listesini içerir. Belgenin kendisi 7 ve 8. yüzyıla ait olsa da, içerdiği liste aslen Grekçe olarak yazılmıştı ve ikinci yüzyılın sonuna aitti (180 civarı).
Bazıları bu listenin dördüncü yüzyıla ait olduğunu öne sürdü (ör. Sundberg ve Hahneman) ama bugün uzmanlar, bu listenin ikinci yüzyıla ait olduğunda hemfikirler. Joseph Verheyden bugünkü modern tartışmayı şöyle özetler: “Sundberg ve Hahneman’ın öne sürdüğü, fragmanın dördüncü yüzyıla ait ve doğu kaynaklı olduğunu işaret eden savların hiçbiri ikna edici değil.”1
Bu yazının amacı için önemli olan şey, Muratori fragmanının bugünkü 27 Yeni Antlaşma kitabının 22’sini içermesi. Buna dört Müjde, Elçilerin İşleri, Pavlus’un 13 mektubunun hepsi, Yahuda, 1. Yuhanna, 2. Yuhanna (ve muhtemelen 3. Yuhanna) ile Vahiy dahil. Bu, son derece erken bir tarihte (ikinci yüzyılın sonu) Yeni Antlaşma’nın çekirdek kanonunun halihazırda oluşmuş ve kullanımda olduğunu gösteriyor. Muratori fragmanına Petrus’un Vahyi’nin de dahil edildiğini belirtmemiz gerekir. Ama fragmanın yazarı, bazılarının bu kitapla ilgili tereddütleri olduğunu söyler. Bu tereddütler zamanla güçlendi ve Petrus’un Vahyi ilk kilise tarafından hiçbir zaman geniş çapta kabul görmedi ve kanonda kalıcı bir yeri hiç olmadı. Bu dönemde bazı “ikincil” kitaplar üzerinde anlaşmazlıkların olmuş olması bizi şaşırtmamalı. Kanon konusunun çözüme kavuşması biraz zaman almıştı. Ama bu istisnai anlaşmazlık bizi ilk Hristiyanların “temel” Yeni Antlaşma kitaplarıyla ilgili ortak kabullerini ve büyük bir çapta sağlanan birliği görmekten alıkoymamalıdır.
Eğer böyle erken bir zamandan beridir temel bir kanon vardıysa, o zaman buradan çıkartabileceğimiz iki önemli sonuç vardır. İlk olarak bu, erken dönem Hristiyanlıkta kanonik kitaplarla ilgili tartışmaların ve anlaşmazlıkların çoğunun sadece birkaç kitapla ilgili olduğu anlamına gelir. Bunlar 3. Yuhanna, Yakup, 2. Petrus gibi kitaplardı. İlk Hristiyanlık herkesin serbestçe yazdığı ve hiçbir konuda uzlaşı sağlanamayan bir literatür değildi. Bundan ziyade, kimsenin gerçekten tartışmadığı, üzerinde uzlaşılmış bir çekirdek vardı.
İkinci olarak, eğer Yeni Antlaşma kitaplarının çekirdek bir derlemesi vardıysa, o zaman ikincil kitaplarla ilgili tartışmalar sonuçlanmadan önce ilk Hristiyanlığın teolojik yönü zaten belirlenmişti. Yani 2. Petrus ya da Yakup gibi kitaplarla ilgili tartışmaların sonucu ne olursa olsun Mesih’in kimliği, Mesih’in işi ve kurtuluşun nasıl sağlandığı gibi Hristiyanlığın temel öğretileri çoktan netleşmiş ve oturmuştu. 2. Petrus gibi kitapların kabul edilmesi ya da reddedilmesi bu gerçeği değiştirmezdi.
Yani Muratori fragmanı bize iki önemli gerçeği hatırlatır. İlk olarak Hristiyanlar zaman zaman kitaplar üzerinde anlaşmazlıklar yaşamıştır. Bu özellikle ilk dönemlerde kaçınılmazdı. Ama bu liste aynı zamanda bize ikinci (ve daha önemli) bir gerçeği de hatırlatır: çekirdek kanon üzerinde çok erken bir zamandan beridir geniş çaplı bir uzlaşı vardı.
1 Verheyden, “Canon Muratori,” 556.
Gerçek 7: İlk Hristiyanlar Sıklıkla Kanonik Olmayan Metinler Kullandılar
Yeni Antlaşma kanonunun gelişimini anlamakta zorlanan Hristiyanlar için en kafa karıştırıcı (ve belki de kaygılandırıcı) gerçeklerden biri, ilk Hristiyan yazarların sıklıkla kanonik olmayan metinlerden alıntı yapmış ve onları kullanmış olmalarıdır. Bir başka ifadeyle, ilk Hristiyanlar sadece bugün elimizdeki Yeni Antlaşma kitaplarını değil, aynı zamanda Hermas’ın Çobanı, Petrus Müjdesi ve Barnaba Mektubu gibi metinleri de okuyorlardı.1
Hristiyanlar genelde bu gerçeği, Yeni Antlaşma kanonunu şiddetle eleştiren bir kitabı ya da makaleyi okurken keşfederler. Çünkü bu gerçek, Yeni Antlaşma metinlerimizle ilgili özel hiçbir şeyin olmadığını düşünmek için bir sebep olarak kullanılır. Bu düşünceye göre ilk Hristiyanlar çok çeşitli kitaplar okuyorlardı. Ya da bir eleştirmenin ifadesiyle, ilk Hristiyanlar “sınırsız, canlı ve heterojen bir yığın” metin okuyorlardı. Bu gerçek Yeni Antlaşma kanonunun bütünlüğünü eleştirmek için kullanıldığından, tüm Hristiyanların bunun farkında olması gerekir. Gerçeğin kendisi doğru olsa da (ilk Hristiyanlar gerçekten de kanonda olmayan birçok yazıyı okudular ve kullandılar) bu gerçekten çıkartılan sonuçlar genelde isabetli değildir.
Uzmanlar Hristiyanların kanon dışı metinler kullandıklarından bahsettiklerinde genelde iki gerçek gözardı edilir:
1. Alıntılanma şekli. Hristiyanların kanon dışı literatürü sıklıkla kullandıkları ve alıntıladıkları doğru olsa da, onları nadiren Kutsal Yazılar olarak alıntılamışlardır. Çoğunlukla Hristiyanlar bu kitapları faydalı, aydınlatıcı ya da ruhsal açıdan geliştirici yazılar olarak kullandılar. Bu, bugün bizim yaptığımız şeyden pek farklı değil. Bir vaiz vaazında C. S. Lewis’ten alıntı yapabilir ama bu, Lewis’in yetkisini Kutsal Yazılarla denk tuttuğu anlamına
Bunun iyi bir örneği, ikinci yüzyılın sonunda Arsuz kilisesinin Petrus Müjdesi’ni kullanmasıdır. Uzmanlar genelde bunu ilk Hristiyanların ellerinde belli bir kanonun bulunmadığını kanıtlamak için kullanırlar. Ama kilisenin bu metni Kutsal Yazı olarak kullandığını gösteren bir kanıt yoktur. Hangi kitapların ilk Hristiyanlarca Kutsal Yazılar olarak en sık miktarda alıntılandığını sorduğumuzda, bunun cevabı büyük oranda bugünkü Yeni Antlaşma kanonuna girmiş kitaplar olarak gözükmektedir.
2. Alıntılanma sıklığı. Sıkça gözardı edilen bir başka şey de Yeni Antlaşma kitaplarından yapılan alıntıların sıklığıyla kanon dışı kitaplardan yapılan alıntıların sıklığı arasındaki farktır. Mesela uzmanlar, kanon dışı literatürü kanonik literatür kadar kullanan ilk Hristiyanlara örnek olarak sıkça İskenderiyeli Klemes’i gösterirler. Ama alıntılanma sıklığına baktığımızda bu hiç de doğru gözükmez. Örneğin J. A. Brooks, Klemes’in kanonik kitapları “apokrif ve kilise babalarının yazdıkları metinlerden yaklaşık on altı kat daha fazla” alıntıladığını gözlemlemiştir.2 Müjdelere baktığımızda bu durum daha da belirginleşir. Klemes apokrif müjdeler sadece 16 kez alıntılarken, sadece Matta müjdesini 757 kez alıntılamıştır.3
Özetle, Hristiyanların Yeni Antlaşma kanonuyla ilgili bu basit gerçeği ezberlemeleri gerekir: ilk Hristiyanlar bugün elimizdeki Kutsal Kitaplara girenlerin dışında birçok başka kitap daha kullandılar. Ama bu bizi şaşırtmamalı. Çünkü bugün elimizde 1600 yıldan uzun bir süre önce şekillenmiş bir Yeni Antlaşma olduğu halde biz de aynı şeyi yapıyoruz.
1 Dungan, Constantine’s Bible, 52.
2 Brooks, “Clement of Alexandria,” 48.
3 Bernard Mutschler, Irenäus als johanneischer Theologe (Tübingen: Mohr Siebeck, 2004), 101.
Gerçek 8: Yeni Antlaşma Kanonu İznik ya da Başka bir Kilise Konseyinde Kararlaştırılmadı
Çeşitli sebeplerden dolayı Yeni Antlaşma kanonunun Konstantinus’un komplosunun sonucu olarak MS 325 yılında İznik Konseyi’nde kararlaştırılmış olduğu inancı oldukça yaygın (internette ve popüler kitaplarda). Bu iddianın Dan Brown’ın çok satan kitabı Da Vinci Şifresi’nde geçmesi onun ne kadar yaygın olduğunu gösteriyor. Brown bu inancı kendisi uydurmadı; sadece kitabında kullandı. Ama bu inanç kesinlikle yanlış. İznik Konseyi’nin Yeni Antlaşma kanonunun oluşumuyla hiçbir ilgisi yoktu (Konstantinus’un de öyle). İznik Konseyi’nde Hristiyanların İsa’nın tanrılığıyla ilgili inançlarını nasıl ifade edecekleri konuşuldu. Bu yüzden bu konseyden İznik inanç açıklaması doğdu.
İnsanlar İznik Konseyi’nin kanonu belirlemediğini keşfettiklerinde genelde hemen ardından şunu soruyorlar: “O zaman hangi konsey belirledi?” Sanki kilise otoritesi ve resmi bir kurul olmadan bir kanon oluşturulmuş olamaz gibi. Sanki bir kanonumuzun olmasını bir grup adamın bir yerde bunu oylayarak kararlaştırmış olmasına borçluyuz gibi. Gerçekten öyle mi? Bu düşünce şekli Yeni Antlaşma kanonuyla ilgili düzeltilmesi gereken temel bir varsayımı yansıtır. Bu varsayım kanonun bir kilise konseyi tarafından kararlaştırılmış olmasıdır (ya da öyle olması gerektiği). Ama aslen ilk kilise tarihine baktığımızda böyle bir konsey bulamayız. Elbette kanonla ilgili doğrulamalar yapan bölgesel kilise konseyleri vardı (Laodikya, Hippo, Kartaca). Ama bu bölgesel konseyler kendi beğendikleri kitapları “seçmediler”; Hristiyan inancı için temel belgeler işlevi gördüğüne inandıkları kitapları onayladılar. Bir başka ifadeyle, bu konseyler zaten olan şeyleri onayladılar, kendi olmasını istedikleri şeyleri değil. Yani bu konseyler kanonu yaratmadı, yetkilendirmedi ya da belirlemedi. Sadece halihazırda var olan bir kanonu tanıma sürecinin bir parçası oldular.
Bu, Yeni Antlaşma kanonuyla ilgili her Hristiyanın bilmesi gereken önemli bir gerçeği ifade eder: Yeni Antlaşma kanonumuzun şekli oybirliğiyle ya da bir konsey tarafından belirlenmedi; geniş çaplı ve eski tarihli bir görüş birliğiyle belirlendi. Bu noktada Bart Ehrman ile aynı fikirdeyim: “Yeni Antlaşma kanonu resmi bir ilanla değil, geniş çaplı bir görüş birliğiyle belirlenmişti.”1
Bu tarihsel gerçek, kanonun sadece insan ürünü bir şey olmadığının iyi bir anımsatıcısıdır. Kanon duman altı bir odada bazı zengin kültürel elitler tarafından oynanan bir güç oyununun ürünü değildi. Tanrı halkının bu kitapları yıllar boyunca okumasının, kullanmasının ve değerlendirmesinin bir sonucuydu. Aynısı Eski Antlaşma kanonu için de geçerlidir. Bizzat İsa, Eski Antlaşma metinlerini bu kitapların kanona ait olup olmadıklarıyla ilgili bir tereddüt imasında hiç bulunmadan kullandı ve alıntıladı. Hatta onu dinleyenlerden de bu kitapları biliyor olmalarını bekledi. Bu kitapları resmi olarak seçmiş bir Eski Antlaşma kilise konseyi yoktu (Jamnia bile bunu yapmadı). Onlar da eski tarihli ve geniş çaplı bir görüş birliğinin sonucuydu.
Sonuç olarak, insanların kanonun oluşma sürecinde bir rol oynadıklarını kesinlikle kabul edebiliriz. Ama bu rol sıklıkla onlara atfedilen rol değildi. İnsanlar kanonu belirlemediler, ona karşılık verdiler. Bu bakımdan kanonun kendiliğinden oluşmuş bir şey olduğunu söyleyebiliriz.
1 Lost Christianities, 231.
Gerçek 9: Hristiyanlar Bazı Yeni Antlaşma Kitaplarının Kanonikliğiyle İlgili Hemfikir Değildi
Tüm Hristiyanların kanonla ilgili bilmesi gereken temel gerçekler arasında, kanonun gelişiminin her zaman düzgün ve pürüzsüz bir yol izlemediğini bilmek de önemlidir. Bu süreç herkesin en başından itibaren her konuda uzlaştığı, kusursuz ve sorunsuz bir süreç olmadı. Aksine kanonun tarihinde bazı noktalar oldukça çalkantılıydı. Bazı Hristiyanlar sonradan reddedilen ve apokrif sayılan kitapları kabul ediyorlardı. Ayrıca bazı kanonik kitaplar üzerinde zaman zaman anlaşmazlıklar yaşanıyordu. Örneğin Origenes, 2. Petrus, 2 ve 3. Yuhanna ve Yakup gibi kitaplara kendi yaşadığı dönemde bazılarının kuşkuyla yaklaştığı ve itiraz ettiğinden bahseder. Ayrıca İskenderiyeli Dionysios, bazılarının Vahiy kitabının elçi Yuhanna tarafından yazılmadığını ve bu yüzden reddedilmesi gerektiğini düşündüklerini söylemiştir.
Böyle anlaşmazlıkları ve tartışmaları hatırlamak önemlidir; çünkü böylelikle kanonun tarihinin son derece pürüzsüz bir şekilde gelişmediğini görürüz. Kanon bize gökten gelen bir melek tarafından altın tabletler üzerinde verilmedi (Mormon Kitabı’nın iddia ettiği gibi). Tanrı kendi bilge gerekçeleriyle, kanonu normal tarihsel koşullar içerisinde oluşturmayı seçti. Tarihsel koşullar her zaman pürüzsüz değildir. Ama maalesef, Hristiyanlar arasındaki bu anlaşmazlıklar bazen bugün bildiğimiz 27 kitaplık kanonun geçerliliğine karşı bir argüman olarak kullanılıyor. Eleştirmenler bu anlaşmazlıkların kanonun tamamını şüpheli kıldığını iddia ederler. Bazı Hristiyanlar zamanında buna itiraz etmişlerse, neden biz tartışmalı kanonun son halini kabul etmeliyiz?
Buna karşılık olarak dikkate alınması gereken birçok şey var. Öncelikle bu anlaşmazlıkların sadece birkaç kitapla ilgili olduğu gerçeğini gözardı etmemeliyiz. Eleştirmenler genelde kanonun tarihini her kitapla ilgili aynı derecede anlaşmazlıklar olmuş gibi sunarlar. Bu doğru değil. çünkü bu kitapların büyük çoğunluğu ikinci yüzyılın sonunda halihazırda kabul edilmişti ve kullanımdaydı. İkinci olarak, bu anlaşmazlıkların çapını büyütmemeliyiz. Örneğin Origenes bize bu kitaplara sadece bazıları tarafından itirazlar yöneltildiğini söyler. Ama 2. Petrus’a gelince, Origenes’in onu kabul ettiği gayet açıktır. Bu yüzden o dönemdeki çoğu Hristiyanın bu kitapları reddettiğini düşünmek için hiçbir neden yok. Aksine, Origenes gibi kilise babaları bu durumu bir azınlık raporu olarak tanır.
Üçüncü olarak, bazılarının itiraz ettiği bu kitaplar üzerinde kilisenin en nihayetinde geniş çaplı, köklü ve uzun süreli bir uzlaşıya vardığını da hatırlamak gerekir. Tüm bu kanon tartışmaları durulduktan sonra, kilisede bu metinlerle ilgili oldukça net bir birlik vardı. Elbette eleştirmenler bunun konuyla alakasız bir gerçek olduğunu ve dikkate alınmaması gerektiğini söyleyecektir. Onlar için esas dikkate alınması gereken bazı Hristiyanların bu uzlaşıya katılmamış olmalarıdır. Ama Hristiyanlar arasındaki görüş farklılıklarının önemli olduğunu düşünürken neden Hristiyanlar arasındaki görüş birliğinin önemsiz olduğunu düşünmemiz gerekiyor? İkincisinin de ilki kadar dikkate alınması gerekir. Bu üç karşılığı sunduktan sonra bile, Hristiyanlar arasındaki görüş ayrılıklarının kanonun güvenilirliğini geçersiz kıldığını düşünenlerin, aslında daha derin bir varsayımlarının olduğunu fark etmeliyiz. Bu itirazın altında önemli (ve dile getirilmeyen) şu varsayım yatar: eğer Tanrı kilisesine bir kanon verecek olsaydı, onu bu şekilde yapmazdı.
Bir başka ifadeyle bu varsayım, Tanrı’nın bize vermek istediği metinlerin elimizde olduğuna inanmamız için ancak pek az itirazın yapılmış olması (ya da hiç olmaması) ve 27 kitabın tamamı üzerinde hemen neredeyse evrensel bir uzlaşının sağlanmış olması gerektiğidir. Ama bu varsayımın dayanağı nedir? Neden onun doğru olduğunu düşünmeliyiz? Aslında onun yanlış olduğunu düşünmek için birçok sebep var. Öncelikle bu eleştiriyi yapan kişi Tanrı’nın kanonik kitaplar nasıl vereceğini nereden biliyor? Bu, Tanrı’nın nasıl çalıştığı ve neler yapmasının (ya da yapmamasının) mümkün olduğuyla ilgili teolojik bir iddiadır. Ama eleştirmen Tanrı’nın ne yapıp ne yapmayacağını nasıl biliyor? Hangi kaynaktan bunu öğrenir? Elbette eleştirmenler için bu kaynak Yeni Antlaşma olamazdı çünkü bizzat onu eleştiriyorlardı! Ama bundan da ziyade, Hristiyanlar arasında bazı görüş ayrılıkları yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu düşünmek için iyi sebeplerimiz vardır. Bu kitapların gerçek zamanda, gerçek mekanlarda, gerçek tarihsel koşullarda, farklı yazarlar tarafından yazılmış, farklı kıtalarda ve farklı dönemlerde iletilmiş olmaları, elbette doğal olarak bazı yerlerde bazı anlaşmazlıklar doğururdu.
Ne zaman birisi bu eski kanonik anlaşmazlıklarla ilgili bir eleştiride bulunsa, genelde şu basit soruyu sorarım: “Bu sürecin nasıl olmasını beklerdin?” Bunu düşününce insanlar genelde Tanrı’nın kitaplarını nasıl ileteceğiyle ilgili son derece pürüzsüz bir beklentilerinin olduğunu fark ediyorlar. Bu beklenti tamamen kendilerinin ürünü ve ne Kutsal Yazılardan ne de tarihten yapılmış bir çıkarım değil. Tüm bunlar bize Tanrı’nın bazen, amaçlarını normal tarihsel süreçleri kullanarak gerçekleştirdiğini hatırlatır. Tüm bu tarihsel süreçler her zaman düzgün ve pürüzsüz olmadı. Ama bu, amaçların hala Tanrı’ya ait olduğu gerçeğini değiştirmez.
Gerçek 10: İlk Hristiyanlar Kanonik Kitapların Kendi Kendini Doğruladığına İnanıyorlardı
Hangi kitapların Tanrı’dan olup hangilerinin olmadığını nasıl biliyoruz? Bu soruya verilebilecek birçok cevap var ve bunlardan bazıları önceki yazılarda ele alındı. Bir kitabın elçisel bir kökeninin olması elbette onun Tanrı’dan olduğunu anlamaya yardımcı olur. Kilisenin bir kitapla ilgili nihai ve ortak fikri, o kitabın Tanrı’dan gelip gelmediğini tespit etmenin bir parçası olabilir Ama ilginç bir şekilde, ilk kilise babaları elçiselliğin ve kilisede kabul görmenin temel önemde olduğuna inansalar da, modern çalışmalarda sıklıkla gözardı edilen bir başka ölçütü de dikkate almışlardır. Bu ölçüt, kitapların içkin nitelikleridir. Bir başka ifadeyle, bu kitapların Tanrı’dan geldiğini gösteren bazı nitelikler taşıdıklarını iddia ediyorlardı. Bu kitaplarda Rab’bin sesini duyduklarını savunuyorlardı. Modern teoloji diliyle ifade etmek gerekirse, kanonik kitapların kendi kendini doğruladığına inanıyorlardı. İsa’nın Yuhanna 10:27’de söylediği gibi: “Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler.”
Origenes, kitapların doğrulanmasında ilahi niteliklerinin önemli bir rol oynadığını açıkça belirtti: “Birisi peygamberlik sözleriyle ilgili düşünürse… sadece onları okuyarak ve zihninde onları gayretle inceleyerek Tanrısal nefesin dokunuşunu hissedebilir ve o zaman, okuduğu bu sözlerin sadece insanın ağzından çıkan şeyler değil Tanrı’nın dili olduğunu anlar.”1 Origenes başka bir yerde de benzer şeyler dile getiriyor. Yahuda kitabının kanonik olduğunu savunurken onun “Tanrısal lütfun şifa veren sözleriyle dolu”2 olduğunu söylüyor ve kanonik müjdeleri savunuyor çünkü onların “gerçekten saygıdeğer ve ilahi içerikleri” olduğuna inanıyor.3 İbraniler kitabının kanonikliğini savunurken bile “mektuptaki fikirler muhteşem” diyor.4
Tatianos da bu kitapların içkin niteliklerinin rolü konusunda oldukça net: “Bunlara [Kutsal Yazılar] inanmaya yönlendirildim çünkü dili mütevazı, yazarların karakteri doğaldı. Gelecek olaylar öngörülmüştü ve içindeki ilkeler son derece üstündü.”5 Hieronymus, Filimon’un mektubunu savunurken onun “içinde müjdenin güzelliğini bolca taşıyan bir belge” olduğunu söylemiş ve bu güzelliği “onun esininin işareti” olarak görmüştü.6 Krisostomos, Yuhanna Müjdesi’nde “sahte hiçbir şey yok” der çünkü bu müjdenin içinde “tüm arplardan veya müzikten daha tatlı ve daha faydalı bir ses… muhteşem ve yüce bir şey” olduğunu hissetmiştir.7 Matta 4:17 ve Filimon 4:5’i alıntılamadan önce İskenderiyeli Klemes, insanın sözlerini Kutsal Yazıların sözlerinden ayırt edebileceğimizi söylemişti çünkü “kimse kutsallardan herhangi birinin öğütlerinden, bizzat Rab’bin sözleri kadar etkilenmez.”8
Bu örnekler (daha fazlası da eklenebilir) ilk kilise babalarının, kitapların kanonikliğinin kanıtının onların içinde bulunabileceğine inandıklarını göstermek için yeterlidir. Bir başka ifadeyle, kanonik kitaplar kendi kendilerini doğrularlar. Elbette bu noktada şöyle bir itiraz olabilir: “Bu kitapların içkin nitelikleri gerçekten varsa, o zaman neden birçok kişi tarafından reddediliyor? Neden herkes bu nitelikleri göremiyor?” Bunun cevabı, Kutsal Ruh’un insanların objektif olarak var olanı görmesine yardım etmesinde yatar. Günahın muhakeme yeteneğini olumsuz etkilemesinden ötürü (Rom. 3:10-18), insanlar testimonium spiritus sancti internum, yani Kutsal Ruh’un içsel tanıklığı olmadan bu nitelikleri fark edemez.
Hristiyan olmayanların bu açıklamayı pek ikna edici bulmayacaklarını söylemeye gerek yok. “Hristiyanların bu kitaplarla ilgili gerçeği sadece kendilerinin gördüğünü ve diğer herkesin bu gerçeğe gözlerinin kapalı olduğunu iddia etmeleri biraz şüpheli değil mi? Bu oldukça kendi kendine hizmet eden bir şey.” Bu itiraz akla yatkındır. Ama eğer günaha düşüşle, ilk günahla ve insan kalbinin bozulduğuyla ilgili Hristiyan öğretileri doğruysa, o zaman Kutsal Ruh’a sahip olmayan birisi bu Ruh’un varlığını ayırt edemez (mesela bir kitapta onun esininin olup olmadığını). Ayrıca bu biraz da, kulağı müziğe duyarlı olmayan insanların bir müzikal notanın “detone” olup olmadığını ayırt edememesine benzer. Kulağı müziğe duyarlı olmayan birisi şöyle diyebilir: “Bu ‘detonelik’ dedikleri, sadece böyle şeyleri duyabilen özel bir yeteneği olduğunu iddia eden müzisyenlerin uydurması!” Ama tüm itirazlara rağmen gerçek değişmez: kulağı müziğe duyarlı olmayan kişi onu duysa da duymasa da, bir notanın detone olup olmaması diye bir şey vardır.
Sonuç olarak, kilise babaları bize çok önemli bir gerçeği öğretmişlerdir. Bugün elimizdeki Yeni Antlaşma kanonu ileri dönemlerdeki kilise önderlerinin ürettikleri bir şey ya da Konstantinus’un siyasi etkisinin bir ürünü değil, bu kitapların kendi içkin nitelikleriyle kendilerini kiliseye kabul ettirmelerinin sonucudur. Ya da Harvard Profesörü Arthur Darby Nock’un kanonun oluşumu hakkındaki ifadeleriyle: “Avrupa’da en çok kullanılan yollar en iyi yollardır; bu yüzden bu kadar çok kullanılmışlardır.”9
1 Princ. 4.1.6.
2 Comm. Matt. 10.17.
3 Cels. 3.21.
4 Eusebius, Hist. eccl. 6.25.12; çeviri bana ait.
5 Address to the Greeks, 29. 6 Prologue to Comm. Phlm. 7 Hom. Jo. 1.2.
8 Protr. 9.
9 Metzger, Canon of the New Testament, 286.