Jim Glass 2001-2003 yılları arasında A.B.D. hava kuvvetlerinin Ankara’da Protestan askeri pastör olarak görev yaptı. Fort Worth, Texas’taki Güneybatı Baptist İlahiyat Fakültesi’nde doktorasını yaptıktan sonra orduya dönmeden önce hem Alabama eyaletindeki iki üniversitede ilahiyat ve felsefe dersleri veriyor hem de bir yerel bir toplulukta pastör olarak hizmet etti.
Konstantin’in Hıristiyanlığı devlet dini olarak ilan ettiği 4. yüzyıla gelindiğinde çok şey değişmişti. Kilise ve devlet, temelde birleşmişti; imparatorluk, dış tehditler sonucu yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Artık Hıristiyanların orduda hizmet etmesi kabul edilebilir bir uygulama haline gelmişti.[4] Bu ortamda “Adil Savaş” teorisi doğdu. Teori, savaşı haklı görmek yerine adaletin denetimi altına almayı öngörüyordu. Hippo piskoposu Augustine, Kuzey Afrika’daki Roma ordusuna komuta eden generalin, “Ordumu savaşa mı süreyim, yoksa manastıra mı çekileyim?” diye sorması üzerine şu cevabı verir: “Savaş, ancak bir saldırı varsa uygundur; barışı yeniden kurmak ve adaleti sağlamak için yapılmalıdır; yasal bir yönetimin kararıyla başlatılmalı ve Hıristiyan sevgisiyle motive edilmelidir.[5] 13. Yüzyılda Aqinolu Thomas, bu üç noktayı yeniden ele alıyor:
Bir savaşın haklı bir savaş olabilmesi için üç şey gerekli. Birincisi, yetkili bir yönetimin kararıdır. Savaş ilan etmek, özel bireylerin işi değildir; çünkü birey, savaş açmaktansa, kendinden üstün olanların makamını kullanarak zararlarını telafi etme yoluna gidebilir. Ortak menfaatlerin korunması sorumluluğu yönetimde olanlara verildiğine göre, kentin, krallığın ya da kendilerine teslim edilen bölgenin menfaatlerini korumak onların görevidir. Bu ortak menfaatleri iç huzursuzluklara karşı korumak için kılıca başvurmak onlar için nasıl yasalsa; örneğin Elçi Pavlus’un Romalılar’a Mektup adlı kitabında belirttiği gibi, kötülük yapanları cezalandırmak görevleriyse, (Rom. 13:4) “Yönetim, senin iyiliğin için Tanrı’ya hizmet etmektedir. Ama kötülük yaparsan, kork! Yönetim kılıcı boş yere taşımıyor; kötülük yapanın üzerine Tanrı’nın gazabını salan öç alıcı olarak Tanrı’ya hizmet ediyor” dış düşmanlara karşı da kılıca başvurmak onların işidir.
İkincisi, haklı bir neden olmalıdır; birilerine saldırılacaksa, o birilerinin işlediği suçtan ötürü saldırıyı hak etmelidir. Bu nedenle Augustine diyor ki (Questions in Hept., qu. x, super Jos.), “Haklı savaş, yanlışlıkların intikamını almaktır; vatandaşları tarafından yapılan yanlışlıkları telafi etmeyi reddeden bir ulusun ya da ülkenin cezalandırılmasıdır; ya da vatandaşların haksızca ele geçirdikleri malı geri vermeyi reddetmelerinin cezasıdır.”
Üçüncüsü, savaşçıların niyeti doğru olmalıdır; iyinin egemen olmasını amaç edinmelidirler, ya da kötülüğü önlemelidirler. Bu yüzden Augustine şöyle diyor (De Verb. Dom. [*bu alıntı Aziz Augustine’nin kitaplarında bulunmuyor, ama Can. Apud. Caus. Xxiii, qu. 1]): “Gerçek din, istila ya da zulüm niyeti taşımayan, ama barışı güvence altına almak, kötülük yapanları cezalandırmak ve iyiyi yüceltmek amacını taşıyan savaşları, barışçıl savaşlar olarak görür.” Savaş yasal bir yönetim tarafından ve haklı bir nedenle ilan edilmiş olabilir; ama kötü niyetlilerin elinde haksız ve yasa dışı bir savaşa dönüşebilir. Bu nedenle Augustine diyor ki (Contra Faust. Xxii, 74), “Zarar verme hırsı, intikam almaya susamak, barış karşıtı ve merhametsiz bir ruh, başkaldırı ateşi, iktidar şehveti ve bunun gibi şeyler, bütün bunlar savaşta haklı biçimde mahkum edilir.”[6]
Uygun bir yönetimin ahlaki değerlerine, haklı bir nedene ve doğru niyete ek olarak, tarafları değerlendirerek adaleti sağlama kapasitesi gibi başka ölçütler de eklenmiştir (Bir anlaşmazlıkta kim doğru kim yanlış, haksızlığa uğrayanla haksızlık eden açıkça belli mi?), en son çare kavramı (uzlaşma için gerekli tüm yollar denendi mi, artık son çare askeri güce başvurmak mı), orantılılık (saldırgan ülkenin siyasal düzenine, ekonomisine ve alt yapısına verilecek zarar, savaşın olumlu sonuçlarını aşıyor mu, masum insanların hayatı ve malı zarar görecek mi?), ve başarı olasılığı. “Savaşa gitme kararı, en iyi durumda bile, savaş bittiğinde her şeyin daha iyi, insanların daha mutlu ve daha özgür olacağını uman çaresiz bir kumardır.”[7]
“Adil Savaş” kavramının merkezinde, Pavlus’un Romalılar’a Mektubu’nun 13:1-4 ayetlerinde sivil yönetimle ilgili tasviri vardır: “Herkes, baştaki yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrı’dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur. Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı buyruğuna karşı gelmiş olur. Karşı gelenler yargılanır. İyilik edenler değil, kötülük edenler yöneticilerden korkmalıdır. Yönetimden korkmamak ister misin, öyleyse iyi olanı yap, yönetimin övgüsünü kazanırsın. Çünkü yönetim, senin iyiliğin için Tanrı’ya hizmet etmektedir. Ama kötü olanı yaparsan, kork! Yönetim, kılıcı boş yere taşımıyor; kötülük yapanın üzerine Tanrı’nın gazabını salan öç alıcı olarak Tanrı’ya hizmet ediyor.”[8]
Tanrı, toplumun düzenini sağlamak için önderlerin yetkilerini kullanmalarına müsaade eder. Kötülüğün intikamını almak ve barışı sağlamak için silaha baş vurmak, Tanrı’nın belirleyip siyasal makama oturttuğu kişilerin yasal sorumluluğudur. Siyasal önderliği belirleyen Tanrı’ya itaat eden düzenli uygar toplumların üyeleri olarak Hıristiyanların, kötülüğü cezalandırmaya ve barışı sağlamaya yardım ve katkı sorumlukları vardır.
Ana Hıristiyan mezheplerinin son yıllarda Adil Savaş teorisini kabul ettiklerini çeşitli biçimlerde ifade etmiş olmalarına rağmen,[9] hükümetlerin bu yoldaki girişimlerine yeşil ışık yakmak ya da katkıda bulunmak, tüm Hıristiyanları temsil eden bir tutum olduğu söylenemez. Bunun temel nedeni, İsa’nın, Dağdaki Vaaz’ında ön plana çıkan sevgi konusundaki bağlayıcı öğretişidir. Anabaptistler tarafından16. yüzyılda kaleme alınan Schleitheim İnanç Bildirgesi, görüş farklılıklarını en iyi biçimde açıklıyor:
Kılıcın Tanrı tarafından onaylanması, İsa’nın mükemmelliği dışında olmuştur. Kılıç, kötüyü cezalandırıp öldürüyor, iyiyi savunup koruyor. Kutsal Yasa’ya göre kılıç, kötülerin cezalandırılması ve öldürülmesi içindi; aynı kılıç şimdi de dünyasal yargıçlar tarafından kullanılıyor.
…İsa’nın bizlerden ne beklediğini bilmeyen birçokları şunu sorabilir: “Hıristiyanlar kılıcı, iyiyi savunup korumak için mi kötüye karşı kullanır/kullanmalı, yoksa sevgi uğruna mı kullanmalı?”
Yanıtımız ittifakla şudur: Mesih, “Bana gelin, boyunduruğumu yüklenin ve benden öğrenin” diye buyurur. Çünkü kendisi yumuşak huylu ve alçak gönüllüdür; bu sayede onda huzur buluruz. Başka bir olayda, İsa, zinada yakalanan putperest bir kadının Babası’nın yasasına göre taşlanmasına izin vermedi (ama yine de diyor ki, “Babamın bana buyurduğu her şeyi yerine getiriyorum”), ama merhamet, bağışlama ve uyarıyla, bir daha günah işlememesini söyledi…
Sonuç olarak, şu noktalardan ötürü bir Hıristiyan’ın yargıç görevi yapmasının uygun olmadığı görülecektir: Hükümetlerin yargıçlığı, benliğe, bedene göredir; ama Hıristiyan’ın yargıçlığı Ruh’a göredir. Dünyasal yargıçların evi ve konutu bu dünyadadır; ama Hıristiyan’ınki göklerdedir. Onların vatandaşlığı bu dünyaya aittir; Hıristiyan’ınkiyse cennete aittir. Anlaşmazlıklarını ve savaşlarının silahları dünyasaldır ve ancak bedene etki eder; ama Hıristiyan’ınki ruhsaldır ve Şeytanın kalelerini yerle bir eder. Dünyasallar çelik ve demirle silahlanmışlardır; ama Hıristiyanlar Tanrı’nın zırhıyla, gerçekle, doğruluk ve adaletle, barışla, imanla, kurtuluş ve Tanrı’nın Sözü’yle silahlanmışlardır.[10]
Kutsal Yazılar, karşıt iki prensten söz ediyor: Biri “Barış Prensi”dir, diğeriyse “çekişme ve karışıklık” prensidir. “Hıristiyanlara düşmanlarını sevmeleri, kendilerin zulüm edenlere iyilik yapmaları, paltolarını alana gömleklerini de vermeleri, sağ yanaklarına vurulduğunda sol yanaklarını dönmeleri buyruluyor.[11] Bunlara ek olarak, bir inanlının, uğruna Mesih’in öldüğü insanları öldürmesi düşünülemez bile.
Bütün bunlara rağmen tutarlı olmak için kendimizi basitçe toplumdan ve toplumun kötülüklerinden soyutlamak yerine, ruhsal ortamdaki savaşımızı yapmak için bize verilen ruhsal silahları toplumla paylaşmamız gerekir. Hıristiyan’ın dünyayı değiştirmesi ve savaş durumunu ortadan kaldırmasının yolu, Mesih’in sevgisini ve kurtuluş müjdesini etkin biçimde ve iyi niyetle paylaşmaktan geçer. Gerekirse, dirilişe olan imanımızın kanıtı olarak yaşamımızı bile gözden çıkarmalıyız. “Böyle bir yaklaşımın bugünkü dünyada geçerli olup olamayacağı sorusuna
İsa, yaşamak zorunda olmadığımızı gösterdi; ölebiliriz. Bazen, hayatta kalmak yerine ölürsek, dünyayı zenginleştirmek adına daha çok şey yapmış oluruz. Birilerinin acı çekip çekmemesi gerektiği sorusunu temel alarak savaş sorusunu yanıtlayamayız. Elbette ki birileri şu veya bu şekilde acı çekecek. Soru, hangi acıyı tercih edeceğimizle ilgilidir: Savaşın yol açtığı acı mı, sevginin yol açtığı acı mı?”[12]
Bu iki seçenekten birini seçmek kolay iş değildir. Her seçeneğin hem Kutsal Kitap’tan hem de mantıktan kaynaklanan zorlayıcı yanları var. Her görüşü tatmin edecek bir ‘Altın Yol’ yok gibi.
Dünya Savaşı’ndan sonra, Aziz George Birleşik Özgür Kilisesi’nin önderi John Kelman, 1919 yıllarında Yale Üniversitesi’nde vaaz vermek üzerine Lyman Beecher derslerini verdi. Savaş sonrası Almanya’sını yeniden inşa etmenin zorluklarını kabul ederek dedi ki, “…Tanrı’nın lütfu sayesinde galipleriz; ama galiplerden de üstün olmalıyız. Galiplerden ne kadar üstün olmamız gerektiğini yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz. Eğer zafer, nihai amacımız olsaydı, kör bir çılgınlığın intikamıyla Prusyalılaştırılacaktık. Öyle zafer söz konusu olsaydı, Prusya’yı fiziksel olarak fethederdik ama Prusya bizi ruhsal yönden fethedecekti. Zaferimizi ancak sevgiyle değerli ve kalıcı kılabiliriz; çünkü önümüze konan fırsata layık olabilmemizin şartı sevgidir.[13] Sevgiye olan bu çağrı görmezlikten gelindiği için daha kanlı ve gaddar ikinci savaşı gördük.
Savaşa karşı takınacağımız tavra bakmaksızın, Pavlus’un Roma’daki inananlara söylediği sözlere geri dönmeliyiz: Kötülüğe karşı en iyi yanıt sevgidir – bu bazen saldırgan bir ulusa karşı uyarıcı bir adaletin sergilenmesi olabilir; bazen de her şeyi Tanrı’nın nihai adaletine bırakarak öbür yanağı dönmek şeklinde olabilir. İnsan yönümüz genelde intikam almamıza pek engel olmak istemez; düşmanlarımızdan nefret etmemize karşı koymaz! Düşmanlarımız sevmemizi kesinlikle istemez. Ama Tanrı’nın Sözü açıktır: “Kötülükten nefret edin, iyiliğe sarılın.” “Kötülüğe kötülükle karşılık vermeyin; bunu Tanrı’nın gazabına bırakın.” “Kötülüğe yenilmeyin; ama kötülüğü iyilikle yenin.”
İncil’in gücünü yaşamlarımıza yansıtmak, yitik ve gün be gün yozlaşan (ölen) bir dünyanın önünde bizi sürekli bekleyen bir zorluktur.
DİPNOTLAR
-
[1] Samuel Huntingdon, Clash of Civilizations and the Remaking of World Order (New York: Simon & Schuster, 1996).
-
[2] Robert G. Clouse, “A Brief Survey of Christians and War;” War: Four Christian Views (InterVarsity Press: Downer’s Grove, 1991), 11-12.
-
[3] Hippolytus, Apostolic Tradition 16:17-19, < http://www.bibletexts.com/terms/war.htm#hippolytus >
-
[4] War, 14.
-
[5] a.g.e.
-
[6] Summa Theologica, Bölüm II, Soru 40 (Benziger Bros. baskısı, 1947), < http://ethics.acusd.edu/Books/Texts/Aquinas/JustWar.html >>
-
[7] Michael Walzer, “Moral Judgment in Time of War;” Richard A. Wasserstrom (ed), War and Morality, (Wadsworth: Belmont, CA, 1970), 60.
-
[8] İncil-Müjde; Yeni Yaşam Yayınları 2001
-
[9] Robert L. Holmes, “A Time For War? Augustine’s ‘just war’ theory continues to guide the West,” <http://www.christianitytoday.com/ct/2001/138/55.0.html >.
-
[10] İsviçre Kardeşler mezhebinin bir konseyi tarafından 24 Şubat 1527 tarihinden kabul edilen Schleitheim İnanç Bildirgesi, Çev: J. C. Wenger, < http://www.reformedreader.org/ccc/scf.htm <
-
[11] Menno Simons, “A Reply to False Accusations;” The Complete Writings of Menno Simons, çev: L. Verduin ve ed: J. C. Wenger (1956); Arthur F. Holmes (ed.), War and Christian Ethics (Baker: Grand Rapids, 1975), 185-6’da alıntılanmıştır.
-
[12] Myron S. Augsburger, “Christian Pacifism,” War’da, 93.
-
[13] John Kelman, War and Preaching (New Haven: Yale University Press, 1919), 138.