Fides quaerens intellectum (anlayışa götüren iman) perspektifinden bakıldığında Hristiyan olmayan dinler nasıl görünür?1 Bu kulağa kaba ve biraz da çocukça gelebilecek soru, ‘dinler teolojisi’ alanına ait bir mesele, hatta belki de esas meseledir. Son yirmi yılda kurtuluş teolojisiyle ilgili konulara odaklanan müjdesel çalışmalar da bu konuyla ilgilendi ve ben de bu tartışmalara katkıda bulunanlardan biriydim.2
Bu tür bir çalışma son derece gerekliydi, ama aynı zamanda pozitif bir teolojinin geliştirilmesini de biraz sekteye uğrattı: diğer dinlerin ne olmadığından emin olabiliriz ama hala ne olduklarından emin değiliz. Dinlerin kaynağı nedir? Yakın zamanda yayınlanan Only One Way? Three Christian Responses to the Uniqueness of Christ in a Pluralistic World’de3 Katolik Gavin D’Costa ve çoğulcu Paul Knitter ile eleştirel ekümenik bir diyalogda bulunmuştum. Benim çok kültürlü İngiliz bağlamıma göre dinlerin müjdesel ve Reformcu teolojisini ana hatlarıyla açıkladım ve savundum. O çalışmayı esas alarak, fakat şimdi tamamen müjdesel bir bağlam içinde, bu makalede Hristiyan olmayan dinlerin tanımını daha da geliştirmek istiyorum:
Şeytani aldanmanın bir kanıtı olarak, görünenin ardındaki üst bir makamdan yönlendirilen, Tanrısal vahyin türlü, dinamik ve insani putperest bozulmaları. Hristiyan dünya görüşünün gerçeğine taban tabana zıt fakat parazit gibi bir ilişkiyle ona bağımlı olan bu Hristiyanlık dışı dinler, İsa Mesih’in müjdesinde ‘yıkıcı bir şekilde tamamlanmıştır.’
Bu tanım orijinal değil; daha önce Reformcu teoloji onu dile getirmeye çalışmıştı. Bu, Kutsal Kitap’ın ‘kanonla sınırlı çok seslilik’ ilkesi uyarınca diğer dinlere adil davranmaya çalışan karmaşık antropolojik homo adorans (tapınan insan) karışımının özel bir sunumundan fazlası değil.4 Bu önceden tanımlanmış geleneğe özgü ‘unsur’ belki de en iyi şekilde insanların ‘dinsel’ tepkilerini tanıyarak ve Tanrı’nın kendisini açıkladığı vahyini yeniden yorumlayarak sınırlandırılır, açıklanır ve çözümlenir. Kutsal Kitap diğer dinleri kavramsal açıdan genel ‘putperestlik’ kategorisi içine dahil eder. Reformun baskılayıcı ve öznel bir putperest yanıtı nesnel Tanrısal bir vahiyle değiştirme dinamiği Romalılar 1:18-32 gibi bilindik paragraflarda özetlenmiştir. Ama tüm Kutsal Kitap anlatısı boyunca bunun kanıtları görülür ve benim görüşümün ‘grameri’ de budur.
Bu makale üç parçadan oluşuyor ve her biri tanımımın bir yönünü yansıtıyor. İlk olarak diğer dinlerin Hristiyan dünya görüşüyle taban tabana zıt olan doğasını tarif edeceğim. İkinci olarak diğer dinlerin gerçek kurtuluşla olan sahte benzerliğine değineceğim. Üçüncü olarak ise bu tanımın, diğer dinler ve İsa Mesih’in müjdesi arasında nasıl özel bir ilişkisel dinamiği mümkün kılabileceğini göstermeye çalışacağım. Hendrik Kraemer’den ödünç aldığım ‘yıkıcı tamamlanma’ tabiri bu dinamiği iyi tarif ediyor.
‘Diğer’ Dinleri Putperest Olarak Tanımlamak, Onları Tanrısal Vahye Taban Tabana Zıt Bozulmalar Ve Alternatifler Olarak Yorumlamaktır
1. “Yanlış iman” olarak Günaha Düşüş. Kutsal Yazılar insanlığın biri ‘antitez’ niteliğinde olan iki zıt kutbundan bahseder: Kutsal Kitap’ın Yaşayan Tanrısına yönelik ‘doğru iman’ı ve ‘yanlış iman’ı olanlar. Bu noktayı işaret etmek için Yaratılış 1- 3’ten ötesine gitmemize gerek yok.
Eğer Yaratılış 1 ve 2’deki yaratılış anlatısı hem Tanrı’nın egemen etkinliğine (“ve öyle oldu”) hem de iyiliğine (“iyiydi”, “çok iyi”) tanıklık ederken, Yaratılış 3 bir yok etme eylemine tanıklık eder: Tanrı burada iyi tasvir edilmez (kıskançlık duyuyor); sözlerinin ne doğru ne de etkili olduğu iddia edilir (“ölmeyeceksin”). Ovey burada bu inanç boyutunun iki yönü olduğunu belirtir: Tanrı’nın kimliğine yönelik bir “inançsızlık” ya da ret, ve aynı zamanda onun yalancı olduğuna yönelik bir inanç. Burada Reform uzmanı Francis Turretin’in küçük fakat yerinde bir ifadesini alıntılıyor. Kendi Düşüş anlatısındaki bu ifadede Turretin, Adem ve Havva’nın “Şeytan’ın yalanlarından oluşan bir yanlış iman” duyduklarını söylüyor.5 Ovey şöyle diyor: Bunun çarpıcı bir şekilde vurguladığı şey, sadece doğru imanı olanlar ve olmayanlar arasındaki fark değil. Doğru imanı olanlar ve yanlış imanı olanlar arasındaki ayrım. Bu yüzden imanın doğruluğu ya da yanlışlığı, kişinin imanının içten olup olmamasına değil, inandığı kişinin gerçek karakterini yansıtıp yansıtmamasına bağlıdır.6
‘Yanlış iman’a sahip olmak Tanrı hakkındaki yalanlara inanmak demektir. Bu yalanlar hem mantıksal hem ahlaki açıdan desteksizdir; “çünkü hem Tanrı’nın iyi olduğu görülmüş olduğu halde Tanrı’yı kötü sayar, hem de Adem’in de iyi bildiği yaratılış süreci Tanrı’nın mutlak egemen olduğunu göstermiş olduğu halde Tanrı’yı meşru bir şekilde mutlak egemen saymaz.”7 Yılan’ın gerçeklikle ilgili yorumunu benimseme kararı bir tür mantıksız ve kör “inanç atlayışı”dır; çünkü Tanrı’nın , etkili ve iyiliksever olduğunu daha önceden deneyim etmişlerdir. Tanrı’nın yasağı bile sadece bir buyruk değil, sevecen bir uyarıdır.8
Turretin’in “yanlış iman” kavramı, varlığın Yaratıcı’nın önündeki daimi sorumluluğunu destekler. Bu sorumluluk evrensel, metafizik (imago Dei olarak), yasal (antlaşmayı ihlal edenler olarak) ve bütüncüldür (Adem’de olarak). Imago Dei’nin sürekliliği, Kutsal Kitap’ın üçte bir olan Tanrısı ile kurulan kişisel ilişkinin sürekliliği anlamına gelir. Benzeyişin “dinsel” yönü, sensus divinati ya da semen religionis,9 sadece en üstün gördüğümüz bir şey ya da birisiyle ilişki kurma, ona tapınma, onu dinleme/dinlememe kapasitesi, ya da genel bir dindarlık kapasitesi değil, kendine yeten bir varlık ve üçte bir olan Kutsal Kitap’ın Yaşayan Tanrısı’yla olan ilişkimiz, ona olan tapınmamız, onu dinleme ya da dinlememe kapasitemiz ile, yani özel bir dindarlık kapasitesi ile ilgilidir. Günaha düşüş sonrasında insanlığın bu Tanrı ile ilişkisi korkunç bir şekilde bozulmuş olabilir ama bu Tanrı ile olan ilişki her zaman varlığını sürdürmüştür. Wright’ın işaret ettiği gibi, ilginç bir şekilde bu ilişkinin bozulmuşluğunu işaret eden şey insan ‘din’idir:
Eğer din “insanın Tanrı’yla ilişkisinin sorumluluğu’ ise, bu ilişkinin ciddi bozulmalarının en açık kanıtlarını bulmayı umacağımız yer insan yaşamının dinsel boyutudur. Eğer içimizdeki günaha düşmüş Adem’in ilk tepkisi yaşayan Tanrı’nın huzurundan kaçmak ise, Tanrı ile birlikte olduğumuz ve onu hoşnut ettiğimiz illüzyonunu bize dinsel etkinliklerden daha iyi ne sağlayabilir? “İnsanın dindarlığı bile korktuğu ve karşılaşmaktan utandığı Tanrı’dan üstü kapalı bir kaçıştır.”10
2. Putperestlik olarak “yanlış iman”. Bu en büyük “sadakatsizlik” olayı eşsiz ve kendine yeten, üçte bir olan Kutsal Kitap Tanrısı ile Adem ve Havva arasında gerçekleştiyse (Tanrı buradaki “yanlış iman”ın tek nesnesidir), o zaman ilk insan günahını bir putperestlik eylemi olarak sınıflandırabiliriz.11 Putperestlik hem fiziksel, hem zihinseldir; yani hayati derecede önemli bir şekilde, kapsamı sadece üçte bir olan Tanrı’yı ait olduğu yerden indirmeyi değil, bozulmaları da içerir.12
Rom. 1:18-32’nin bastırma ve yerini değiştirme bağlamında açıkladığı karmaşık putperest durumun doğasını örneklemek için, H. Bavinck rüya temasından yararlanarak psikoanalizimsi bir dil kullanıyor: Bastırma ve yerini değiştirme süreci anlaşılması zor olduğundan onu açıklamak da bir bakıma imkansız. Eğer bunu yapmam gerekirse, rüya benzetmesini kullanmayı tercih ederim. Bir rüyada
bazen dikkate değer ölçüde nesnel ve tamamen gerçek şeyler rol alabilirler. Örneğin bir alarmın çalması, bir oluktan su akması, oradan geçen bir arabanın parlak ışıkları, uzaktan geçen bir trenin uzaktan gelen sesleri…yani her türlü dış kaynaklı izlenim rüyanın bilincine girebilir. Hatta genelde rüyanın büyük bir kısmını bunlar oluşturur. Alarmın tek düze sesi belki geçit törenindeki askerlerin ritmik sesine dönüşür. Oluktan akan su, bir ormanın ortasındaki görkemli bir şelaleye dönüşebilir. Arabanın ışıkları yıldırımların keskin parlamalarına dönüşebilir. Kısacası, dış dünyadan gelen her bir izlenim rüyaya uyarlanır, ama aynı zamanda gerçek bağlamından ayrılır, büyük ölçüde aslından uzaklaşarak bozulur ve tamamen farklı bir düşünceler zincirinin kalbini oluşturabilir. Durum bu olduğunda, içsel anlamla ilgili bastırıcı ve yer değiştirici iki tür süreç görürüz. Gerçeklik bastırılmıştır, ancak bu bastırılmış gerçeklik yaratıcı bir şekilde işlemektedir. Bunun ürünü ise tam anlamıyla bir fantezi, esas unsurların ancak büyük bir çaba ile ayırt edilebildiği, kaotik imgelerden oluşan renkli bir koleksiyondur.
Bu benzetme yardımıyla insanların Tanrı’nın genel vahyiyle ne yaptığını açıklamak istiyorum. Bu vahiy insanı derinden etkiler ve kulak vermeye zorlar. Ama aynı zamanda aşağı indirgenmiş ve bastırılmıştır. Orijinal bağlamından ayrılmış olsa bile insan bilinciyle bağlantısını sürdüren tek parçası, etrafında tamamen farklı bir düşünce dizisinin somutlaştığı tohum haline gelir. Genel vahiy ile insanın dinsel bilinci arasında belirgin bağlantılar vardır ama bu bağlantılar oldukça karmaşıktır; çünkü bastırma ve yerini değiştirme eylemleri kaçınılmaz bir şekilde sürece dahil olmuştur. Bastırma ve yerini değiştirme eylemlerinin gücü rüyada çok etkin bir şekilde görülebildiğinden, rüya tüm insan dinlerini açıklarken kullanılabilecek harika bir metafordur. Calvin büyük bir vurgu ile ‘hayal edilmiş ilahlar’dan söz etmiştir. Burada otomatik olarak peygamber Yeremya’nın sözlerini hatırlıyoruz: “Ataları nasıl Baal yüzünden adımı unuttuysa, onlar da birbirlerine düşlerini anlatarak halkıma adımı unutturmayı tasarlıyorlar” (Yer.23:27). Gerçekten de paganlık korkulu ve sonsuz bir rüyadır: “Çünkü görünen her şey ışıktır. Bunun için şöyle deniyor: “Uyan, ey uyuyan! Ölümden diril! Mesih sana ışık saçacak” (Ef.5:14).13
Putperestliğin tersliğinin yıkıcı doğasının bir sonucu olarak, aynı anda hem Tanrı’yı kendi seviyemize çekiyor, hem de kendimizi Tanrı’nın seviyesine yükseltiyoruz. Böylece Hristiyan dünya görüşünün temel bir yapı taşını ortadan kaldırıyoruz: Yaratıcı-yaratılan ayrımı: Bu tür putperest yalanlar kişiyi aldatır, onun gerçek kimliğini gölgeler ve çarpıtır. Bu yalan insanların Tanrı’yı kendi söylediği kişi olarak gördükleri doğru anlayışı ve ilişkiyi yok eder; bunun yerine, Tanrı’yı kendi hayal ettikleri gibi görmeye ve öyle ilişki kurmaya başlarlar. Putperestlik mutlak insan egemenliğinin güçlü bir ifadesidir ama bu mutlak egemenlik doğru ilişkinin yitirilmesine mal olur.14
Tanrı’yla onun kendisini açıkladığı şeklin dışında anlamanın ve ilişki kurmanın sonuçları ciddidir ve Kutsal Kitap anlatısının tamamı boyunca bu sonuçlar gözlemlenebilir. Tanrı hakkında bu ‘yalanlar’ söylendiği için Tanrı’nın kutsal ve adil öfkesi tetiklenir ve gökten yeryüzüne ‘gösterilir’.15 Bu, Tanrı’nın sonra gelecek olan dizginsiz öfkesinin önceden verilen bir örneği, bir uyarısıdır. Tanrısal vahyin üzerine inşa edilen bu yalanlar, yani putlar ve dini gelenekler kurtarmazlar, sadece Tanrısal yargı ve mahkumiyete götürürler. YAHVE kendi adı konusunda kıskançtır ve yüceliğini bir başkasına bırakmaz.16 İnsanın puta tapınmasıyla Tanrı yüceliğinden yoksun bırakılır ve insanlar da Tanrı’dan yoksun kalırlar. Ovey’in belirttiği gibi: Bu tür putperest yalanlar kişiyi aldatır, onun gerçek kimliğini gölgeler ve çarpıtır. Bu yalan insanların Tanrı’yı kendi söylediği kişi olarak gördükleri doğru anlayışı ve ilişkiyi yok eder; bunun yerine, Tanrı’yı kendi hayal ettikleri gibi görmeye ve öyle ilişki kurmaya başlarlar. Putperestlik mutlak insan egemenliğinin güçlü bir ifadesidir ama bu mutlak egemenlik doğru ilişkinin yitirilmesine mal olur. Tanrı’yı kendisiyle karşılaştığımız bir kişi olarak değil (Martin Buber’in tabiriyle bir ‘Sen’ değil), bir nesne olarak (bir ‘şey’ olarak), hatta plastik, bükülebilir bir nesne olarak görür. Buber “Sen benimle tanıştın” diye yazmıştı. Başka bir kişiye bir kimlik yüklemek, onlarla gerçekten ‘tanışma’yı tehlikeye atar ve bu, onlara ‘Sen’ diye seslenmekten kaçınmaktır. Kutsal Kitap’ın Tanrısı, kendisinin kesinlikle plastik ve bükülebilir bir şey olmadığını göstermiştir. Ona böyle muamele etmek, Tanrı ile gerçek bir ilişki yaşamak değil, sadece aldatıcı bir ilişki yaşamak olur. Tanrı’ya istediği gibi biçimlendirmek çekici olabilse de, bunun bedeli yarattığımız bu Tanrı’nın gerçek olmayışıdır. Gerçek Tanrı gizli kalır, çünkü onu kendi seçtiğimiz bir ‘şey’e indirgemeye yeltenmişizdir. Buber şöyle der: ‘Bu yapay kişilik araya girer ve bizi göksel ışıktan mahrum bırakır.’17
Putperestlik aynı zamanda insanın bozulmasına yol açar. Putlar kandırır ve kimse bu aldatmacayı fark etmek için bir anlığına bile durmaz.18 Sahte olan şeyler Tanrısal nitelikler ve eylemleri taklit ederler ve çok şey vaat ederler; ancak sonunda sadece hüsran, hayal kırıklığı ve yıkım getirir. Chris Wright bu yıkıma ‘radikal öz yıkım’ demiştir.19
3. Hristiyan inancının “radikal farklılığı”. Dünyada var olan dünya görüşleri ve dinlerin sayıca çokluğuna rağmen, gerçekte sadece birbirine taban tabana zıt iki görüş olduğunu söyleyebiliriz: Mesih’ten köklenen ve gelişenler ile “Mesih’e değil de insanın geleneğine, dünyanın temel ilkelerine dayanan, felsefeye ve boş sözlere” dayalı olanlar (Kol. 2:6-10).
Yukarıdaki analiz diğer dinlerin ‘gerçeği’ ve ‘iyiliği’ hakkında konuşurken dikkatli olmamız gerektiği anlamına geliyor. Burada bir kez daha J. H. Bavinck’e başvurmak faydalı olacak:
Her şey ‘gerçeğin’ bir unsuru ile ne kast ettiğimize bağlı. Eğer belirsiz ve genel anlamlarıyla alırsak bu tür unsurların Hristiyan olmayan dinlerde bulunabileceği kabul edilmelidir. Eğer daha özel ve net bir anlamıyla alınırsa, o zaman bunun savunulması imkansız olur. Hristiyan inancının tüm merkezi fikirleri birçok dinde bulunabilir, ama tamamen farklı bir anlamda anlaşılabilir ve oldukça farklı bağlantılar taşıyabilirler. Kişi bu dinlerin ne kadar derinine dalarsa aslında Hristiyan olmayan dinlerde tüm bunların farklı olduğunu o kadar fark eder.20
Kraemer ile aynı fikirdeyiz; o da Hristiyanlık ve diğer dinler arasındaki “radikal farklılığı”21 dile getirmişti. Dinler gerçekliğin hava sızdırmaz bir şekilde yalıtılmış mühürlü yorumları (dünya görüşleri) olduklarından ve bu yüzden yüzeysel bir kıyaslamayı yapmak mümkün olmaz:
Her din varoluşsal anlayışlardan oluşan parçalarına ayrılamaz diri bir organizmadır. Onlar dinsel yaşamın, anlayışın ya da düzenin bağımsız unsurları olarak tek başına kullanılabilecek ilkeler, dogmalar, kurallar, kurumlar ve uygulamalar dizisi değildirler. Bir başka dinin benzer bir unsuruyla öylece kıyaslanamaz, bir şekilde ilişkilendirilemez ya da ona aşılanamazlar. Dogma, tören, mit, kurum ya da kült gibi her bir parçası bütünle hayati bir bağa sahiptir ve asla gerçek işlevleri, önemleri ya da eğilimleri anlaşılamaz. Çünkü bunlar hayatın büyük ve canlı bir varoluşsal kaygının bulunmadığı bir yerinde oluşur, hareket eder ve anlamlarını bulurlar.22
Bu “radikal farklılık” metafizik, epistemolojik, ahlakbilimsel ve müjdesel açıdan bileşenlerine ayrılabilir. Metafiziksel olarak Hristiyan inancının sui generic (kendine özgü) doğasını birkaç yoldan açıklayabiliriz. İlk olarak Hristiyanlık eşsiz bir metafizik sunar. Diğer dinlerin aksine Hristiyanlığın Tanrısı kendisini şöyle açıklar: tamamen bağımsız (a se) ve kendine yeten fakat yine de tamamen kişilik sahibi, hem aşkın hem içkin, hem ‘insanlığa yabancı’ (biz onun gibi değiliz) hem de insanlık gibi (onun ‘benzeyişinde’ yaratıldık).23
Richard Bacukham’ın dile getirdiği gibi, On Buyruğun ilk buyruğunun ve Shema’nın ardındaki sav sadece ‘başka Tanrı yok’, ‘İsrail için başka Tanrı yok’ ya da ‘Hristiyanlar için başka Tanrı yok’ şeklinde göreceli bir iddia olduğu değil, YAHVE ve beden almış Rab İsa Mesih’in hem eşsiz (onun gibisi yok) hem de aşkın tekilliğinin (başka Tanrı yok)24 ifadesidir: Yahudi tek tanrıcılığı dediğim şeyin temel unsuru, yani onu bir tektanrıcı din yapan unsur, diğer ‘ilahların’ varlığını reddetmesi değil, YAHVE’nin onu yalnızca yine kendi sınıfına tabi tutan eşsizliğinin anlayışıdır. Bu, adlarına ‘ilah’ dense bile diğer tüm göksel ya da doğaüstü varlıklardan tamamıyla farklı bir sınıftır. Ben buna YAHVE’nin aşkın eşsizliği diyorum (sadece ‘eşsizlik’ denilince bir grubun bir üyesini diğerlerinden ayıran şey akla gelir. Ama ‘aşkın eşsizlik’ ile YAHVE’nin kendisinin bir sınıf olduğu eşsizliği kast ediyorum). YAHVE’yi gerçekliğin tümüyle olan eşsiz ilişkisi bakımından özel kılan ifadeler, bu aşkın eşsizliği tanımlamak için özellikle önemlidir: Her şeyin yaratıcısı yalnızca YAHVE’dir, diğer her şey onun tarafından yaratılmıştır ve sadece YAHVE her şeyin üzerinde hüküm süren mutlak egemendir; diğer her şey onun evrensel mutlak egemenliğine hizmet eder ya da ona tabiidir.25
1. Krallar 8:60, “Sonunda dünyanın bütün ulusları bilsinler ki, tek Tanrı RAB’dir ve O’ndan başka Tanrı yoktur” yorumunda Bauckham şöyle der: “Bu, yeryüzünün tüm insanlarının YAHVE’nin İsrail için tek tanrı olduğunu bilmeleri anlamına Bilecekleri şey yalnızca YAHVE’nin ‘Tanrı’ olduğudur. Başka ilahlar olduğunu reddetmeleri gerekmiyor, ama YAHVE’yi ‘Tanrı’ olarak çağırılabilecek tek varlık kılan eşsizliğini bilecekler. Bu kategoride ondan ‘başkası yoktur’”.26
Üçte bir olan Tanrı’nın hem kim olduğu (metafizik açıdan) ve ne söylediği (epistemoloji ve vahiy açısından), hem de bu üçte bir olan Tanrı’nın ne yaptığı (hem yaratılış hem kurtuluş üzerindeki mutlak egemenliği bakımından) göz önünde bulundurulduğunda, onun gibisi yoktur. Hristiyanlar tanımsız bir teizmi, kişiliği olmayan bir Varlığı ya da mutlak olmayan bazı kişisel varlıkları savunmuyorlar. Var olan tek gerçek Tanrı Kutsal Kitap’ın Yaşayan Tanrısıdır; kendisini açıklayan, kendi kendine var olan Üçlü Birliktir: YAHVE. Bu Tanrı’nın ötesinde başka gerçeklik yoktur. Yani ya bu Tanrı var, ya da hiç tanrı yok. Ya yaratılmamış Hristiyan Tanrısına tapınılır, ya da hiçbir geçerlilikleri olmayan yaratılmış putlara tapınılır.27
İkinci olarak, böylesine bir metafiziğin epistemoloji için de bazı sonuçları vardır. Hristiyanlar üçte bir olan Tanrı’nın hem aşkın hem içkin olduğunu iddia ederler. Bu Tanrı bizi başta şeyleri olduğu gibi bilmemiz için yarattı (çünkü kendisini açıklıyor) ama tamamen bilmemiz için değil (çünkü Tanrı değiliz). Orijinal bilgi (Tanrı’nın kendisiyle ilgili eksiksiz bilgisi) ile kopya bilgi (Tanrı’nın bize kendisiyle ilgili verdiği bilgi) arasında fark vardır. Üçte bir olan Tanrı konuşabilmektedir çünkü kişiliği vardır; kişiliksiz bir varlık değildir. Aynı Tanrı yetkisiyle de konuşabilmektedir çünkü kişisel mutlaktır.
Üçüncü olarak, ahlakbilim açısından yine Hristiyanlık ve diğer dini sistemler arasında radikal bir fark görüyoruz. John Frame diğer dinlerin ahlak yaklaşımlarını üç genel kategoriye sığdırır (ve kendi içinde eleştirir): kadere dayalı olanlar, kendini gerçekleştirmeye dayalı olanlar, müjdesiz yasaya dayalı olanlar.28 Frame’e göre ilk iki seçenek, ‘olan’ı ‘olması gereken’e eşit gören kökensel hataya düşerek kişiliği olmayan bir varlık varsayar. Yani ‘mutlak ahlaki ölçüt, mutlak bir ahlaki kişilik olmalıdır.’29 Üçüncü kategori Hristiyanlığın kendisini doğru ve yanlışın mutlak ölçütü olarak açıklayan kişisel Tanrısının aksine, kurtuluşu kişinin kendi eylemlerine bağlı kılar. Hristiyan için ‘iyi eylemler’ kurtuluşa aracılık eden sebepler değil, Mesih’in gazabı yatıştıran ölümü ve dirilişi ile lütuf ve kurtuluş getiren karşılıksız armağanlarından dolayı Tanrı’ya verilen gönüllü ve sadakatli bir karşılıktır.
Son olarak, Hristiyan eşsizliğini onun metafizik, epistemolojik ve ahlakbilimsel yönlerini ayrı ayrı izole ederek sunmak biraz yapay ve indirgeyici bir yaklaşımdır. Tüm bu ayrı unsurlar eşsiz ve bütüncül bir düşünce sisteminin gerekli ve birbirine bağlı dallarıdır. Bu düşünce sistemi daha doğru bir ifadeyle, tüm insanlığı özel bir odak noktası etrafında gelişen efsanevi bir kozmik yaratılış-günaha düşüş-kurtuluş-tamamlanış draması içerisine yerleştiren, eşsiz bir tarihsel ve kurtuluşsal öykü/üst anlatıdır. Bu aklanma ve kurtuluş tarihi tamamen Mesih merkezlidir: İsa Mesih’in hem Hristiyanlığın mesajı hem de Hristiyan dünya görüşü ve felsefesinin kalbini oluşturan iyi haberidir.30 Onun kişiliğinin ve yaptığı işin aşkın eşsizliği, Hristiyanlığı diğer tüm ‘inançlar’dan ayıran, ona özel ya da kendisine özgü iddialarını veren şeydir.
*Özetle, burada önerilen şey hem kurtuluş hem de gerçekle ilgili önem taşıyan, Hristiyanlığın sistemli ‘ya hep ya hiç’ ve solus Christus karakteridir. Van Til şöyle demişti: Günahkarların Tanrı’nın vahyini doğada kabul etmeleri, onu Kutsal Yazılarda kabul etmelerinden daha kolay değildir. Bunlardan birini yapmak onlar için ötekinden daha kolay olmaz. Günahkarın bakış açısından bakıldığında teizm, Hristiyanlık kadar sakıncalıdır. Adının hakkını veren tek teizm Hristiyan teizmidir. Mesih, hiç kimsenin o olmadan Baba’ya gidemeyeceğini söylemiştir. Kimse Hristiyan olmadan teist olamaz. Rabbimiz İsa Mesih’in Babasının dışındaki tüm tanrılar Tanrı değil, sadece birer puttur. Bu yüzden Kutsal Ruh’un Söz ile ve onun aracılığıyla kalplerimizde bulunduğu tanıklık, gereken büyük devrimi gerçekleştiren ve bizi hem Hristiyanlar hem de teistler yapan tek şeydir.31
“Diğer” Dinleri Putperest Olarak Tanımlamak, Onların Tanrısal Vahiy İle Olan Sahte Benzerliklerini Ve Onu Saptırdıklarını Fark Etmektir
Diğer dinlerle ilgili çizdiğim çarpıcı ve karanlık tablo, teolojik açıdan siyah beyaz, gerçek dışı ve mantığa aykırı durabilir; çünkü tümevarımsal açıdan ve kendi dinsel çoğulcu bağlamımız dahilinde, diğer dinleri izleyenlerin Hristiyanlık ile örtüşen dünya görüşleri varmış gibi görünebilir, bu insanlar ‘iyi’ işler yapıyor gibi olabilirler, ortak insanlık amaçları ve değerlerine bağlı yaşayabilirler. Peki hala bu antitezin ilkesine göre düşünürken, çeşitli dinsel gelenekler arasındaki bu benzer ve ortak noktaları nasıl açıklayacağız? Bir başka ifadeyle, Hristiyanlık ve diğer inançlar arasındaki bariz ve kapsamlı süreksizliğin içinde süreklilik gösteren unsurlar da bulunabilir mi?
İlk olarak homo adorans’ı oluşturan şu karmaşık antropolojik karışımı hatırlayalım. Dinsel varsayımların temel ya da “kök” seviyesinde, Hristiyan ve Hristiyan olmayan arasındaki zıtlık mutlak nitelikteyken, bu temel yapıtaşlarının üzerine inşa edilen pratik ve ‘yaşanan’ dünya görüşleri de “meyve” seviyesinde tutarsızlık gösterirler. İnanmayan kişi için bu tutarsızlığın teolojik açıklaması, Kutsal Ruh’un ortak lütfu uyarınca günahı kısıtlayan ve başkalarına karşı doğruluğa teşvik eden işleridir. Hristiyan olmayanlar “borç alınmış sermaye” ile geçimlerini sağlar ya da daha kolayına kaçmak isterlerse Hristiyan dünya görüşünün “meyvesini” çalarak onu kendilerine mal ederler. Van Til bunu kendi eşsiz ifadesiyle şöyle anlatır: Hristiyan kişi kendi iradesine karşı günah işlerken, doğal insan kendi temel Şeytani ilkesine “karşı” günah işler. Hristiyan kişinin üzerinde ‘eski doğasının’ karabasanı vardır, ona ağırlık uygular ve böylece içindeki “Mesih’in yaşamı”nı yaşamaktan onu alıkoyar. Doğal insanın üzerinde ise Tanrısal bir yük vardır, ona ağırlık uygular ve içindeki Şeytanın yaşamını yaşamaktan onu alıkoyar. Bu yüzden esas durum her zaman gerçekle hatanın bir karışımıdır. “Dünyada tanrısız’ (Ef 2:11) olmasa da doğal insan Tanrı’yı bilir ve kendisine rağmen bir ölçüye kadar Tanrı’yı tanır. Tanrı’nın benzeyişinde yaratıldığı için ve içindeki Tanrısal duyu silinemez olduğundan, Tanrı’nın kısıtlayan ortak lütfu uyarınca Tanrı’dan nefret edenler bile bu kısıtlamadan dolayı Tanrı’yı tanır ve iyilik yaparlar.32
İkinci olarak, putlar ve putperestliğe dair analitik araca dönelim. İronik bir şekilde diğer dinleri putperestlik çerçevesinde anlamak, Hristiyanlık ve diğer dinler arasındaki yapısal ya da şekilsel bir “ortaklığı” destekler. Putlar ve onlara tapınanlar gerçek Tanrısal vahyin parazitleridir ve gerçek Tanrı’nın vahyini taklit ederler. Sahte doğaları gereği, bazı postliberal ve postmodern dinsel teolojilerin aksine, hala dinlerin bir tür olduklarından meşru bir biçimde bahsedilebilir.
Bu yapısal benzerliği, Hristiyan olmayan dinleri meydana getiren putperest “vahiysel” yollar açısından sınıflayarak dört gruba ayıracağım: hayali “vahiy”, kalıtsal “vahiy”, etkisel “vahiy” ve şeytani “vahiy”.
1. Hayali “vahiy”. Bu ilk kategoride Hristiyan olmayan dinin putperest vahiy kaynağı metafizikseldir; çünkü bizzat imago Dei’nin kendisidir. Günaha düşüşte Yaşayan Tanrı’nın yerine putlar konulurken bu metafiziksel ya da “yapısal” unsurlar bozulmadan kaldı, böylece belirli evrensel yaratılmış doğa uyarınca kısıtlı bir dinsel ifadeyi mümkün kıldı.
Örneğin tüm dinler ve dünya görüşlerinin her şeyi açıklayan kendi a se nihai açıklamaları vardır. Ama bu genelde kişisel bir Tanrı değil, kişiliksiz bir Tanrı’yı ifade eder. Van Til Tanrı’nın ‘doğru’ ifadesini, peygamberliğini ve mucizesini onun ‘sahte’ karşılıklarıyla yapısal açıdan kıyaslar. Sahte ifadelerde Tanrı’nın yakında ve ulaşılabilir olmasına yönelik insani ihtiyacımız öne çıkar. Bu yüzden diğer dini geleneklerde sık sık ilahların kendilerini göstermelerini ya da ziyaretlerini görürüz. Sahte peygamberliklerde Tanrısal iletişime olan insani ihtiyacımız öne çıkar. Bu yüzden sıklıkla vahiyler ve elbette kutsal yazılar görürüz. Sahte mucizelerde ilahların ihtiyaç anlarında duruma müdahale etmelerine yönelik insani ihtiyacımız ön plandadır.33
Hizmeti nedeniyle mevcut dini geleneklere oldukça kapsamlı bir şekilde aşina olan J. H. Bavinck bu noktada daha olgusal detaylara girer ve dinsel bilincin morfolojisine değinir; bu uğraşına teolojik açıdan karşılaştırmalı dinler denebilir. Witte ile aynı doğrultuda,34 Bavinck insanlığın dinsel yolculuğundaki ‘bir şey var’ ve ‘bu şey şu’ olguları arasındaki ayrımı vurgular. ‘Bir şey var’ süreci insanlığın ‘temel bilinci’ni ifade eder,35 temel bir şekil ve yapı sunar. Bu seviyede insan ezeli sorular sorar. ‘Bu şey şu’ olgusu ise bu sorulara verilen cevaplardan oluşur; burada insanlar bu “temel bilinci yorumlarlar ve ona somut şeklini verirler.” Hristiyan olmayan dinlerde ‘bu şey şu’ olgusu her zaman putperest yanıtlar içerdiğinden radikal ölçüde farklıdır; ancak ‘bir şey var’ olgusu hem doğru din hem de yanlış dinin ortak sabitidir.
‘Bir şey var’ olgusu ile ilgili olarak Bavinck, ‘insanlığın dinsel düşüncesi dahilinde düşündüğü bir tür çerçeve’ der. ‘Burada diğer her türlü düşüncenin etrafında türediği bazı yol kesişimleri… [ya da] insanlığın tüm dinsel düşüncelerini karşı konulamaz biçimde kendisine çeken [basit sorular halinde] mıknatıs noktalar vardır.”36 İnsanlar insani varoluşlarıyla sınırlıdırlar: Keşke insan kendi varlığını, bireyselliğini, üstünlük duygusunu bırakıp bir bitkinin ya da hayvanın normlardan ve ahlaktan yoksun seviyesine inebilseydi! Ama bunu yapamaz. O insandır, aynı anda hem tarif edilemez ölçüde soylu hem de çaresiz ve zavallıdır.37
Bavinck birçok çalışmasında birbirine bağlı beş “manyetik nokta” tanımlar ve onların her birini tarif etmeye, dinsel geleneklerde bu noktaların kendilerini nasıl gösterdiklerini ortaya koymaya çalışır. “Ben ve evren” noktasında insanın “bütüne yönelik aidiyet hissi”ne verdiği karşılıklarla ve “insanın evrenin bütünlüğünün içindeki yeri” ile ilgili sorularla yüzleşiriz.38 “Ben ve normlar” noktasında tabi olduğumuz ve bu nedenle ondan özgür olmaya çalıştığımız aşkın normlarla karşılaşırız. “Ben ve varlığımın bilmecesi” noktasında “varlığın yönlendirici ya da tayin edici bir güç tarafından yönlendirildiği hissi” deneyimlenir. İnsanlar etkin eylemciler fakat edilgen kurbanlardır. Hayatlarını yönlendirir fakat aynı zamanda hayatlarına katlanırlar. “Ben ve kurtuluş” noktasında bir kurtuluş ihtiyacının farkına varılır; bu, bir şeyin bir yerlerde yanlış gittiği ve kurtuluşun gerektiği hissidir. “İnsanın gerçekliği kendisine sunulduğu haliyle kabul etmeme, her zaman içinde sağlıklı ve güvende olacağı daha iyi bir dünya hayal etme şeklinde dikkate değer bir eğilimi vardır.”39 Son olarak “Ben ve En Üstün Güç” noktasında “gerçekliğin ötesindeki gerçeklik”,40 ya da bir başka ifadeyle, üstün bir varlık ya da güç ile ilişki kurma anlayışı vardır.
2. Kalıtsal “vahiy”. Bazı teologlar onu “genel” vahye, bazıları “özel” vahye, bazıları Tanrı’nın daimi dinamik doğadaki ve de imago dei’deki vahyine dahil eder; ama sonuç itibariyle tarih boyunca dinsel geleneklerde görülen bir “kalıtsal” vahiy söz konusu olmuştur: Tüm insanlar Aden bahçesinde neler olduğuna dair bazı hatıralara sahiptir ama bunlar bozulmuş haldedirler. Özellikle ilkel dediğimiz toplulukların tanrı ve insanların özgürce birbiriyle görüştüğü kadim ve görkemli ilkel bir çağı anlatan sayısız mitolojileri vardır. Mitolojilere göre bu altın çağ bir tür kusur ya da kaza nedeniyle sona ermiştir. İnsanın suçu bu mitlerde genelde ya hiç yoktur ya da en azından üstü örtüktür. Ama Yaratılış’ın ilk bölümlerine benzer şeylerin tüm halkların ortak hafızasında bulunduğu açıktır. Hristiyan olmayan dinleri ele aldığımızda, sadece genel vahiylerle değil, aynı zamanda en uzak tarihteki insanın hafızasında yer alan Tanrı vahyiyle de karşı karşıyayızdır.41
Entropi, kökenbilim ya da mitlerin gerçek olaylar üzerine kurulduğunu savunan kuram uyarınca, zamanla bozulmuş olsalar da kalıtsal vahyin bize dinsel gelenekler arasındaki “ortaklık” ve “sürekliliklerin” (ör: belli olaylar, temalar ve arketipler) karşılaştırmalı bir teolojik açıklamasını sunar. Bu vahyi destekleyen Kutsal Kitap ve teoloji dayanakları, tarihsel prisca theologia (kadim teoloji) ve karşılaştırmalı mitoloji gelenekleri mevcuttur. Özellikle Wilhelm Schmidt ve onun “orijinal tek tanrıcılık” çalışması bu kalıtsal vahiy kategorisine destek sunan Kutsal Kitap dışı bir kaynaktır.
3. Etkisel “vahiy”. Kalıtsal vahiy kavramıyla yakından bağlantılı olan etkisel vahiy ile kast ettiğim şey, Yahudi-Hristiyan dünya görüşünün tarihte ve bu çağda mevcut dini gelenekler üzerindeki “etkisi”dir. Paganların daha önceki İsrail kaynaklarını kopyaladıkları görüşü, Tatian ve Justin gibi erken dönem Hristiyan iman babalarının inanç savunmalarındaki temel yapıtaşlarındandı.42 Daha yakın zamanda bazı uzmanlar da benzer bir görüş Muhammed’in bir tür Nesturi Hristiyanlığı ile karşılaşmış olduğuna dair güçlü kanıtlar vardır. J. H. Bavinck müjdenin Hindistan’a varışından ve onun Hinduizm’in lütuf ve adanma gelenekleri üzerinde göstermiş olabileceği etkiden söz eder: İzi Hinduizm ve Budizm’e kadar sürülebilen ‘kurtuluş yolu olarak lütuf’ düşüncesinin Hristiyan mesajının etkisel gücünün bir sonucu olarak ortaya çıkıp çıkmadığı ilgili bir soruyla karşılaşsak, buna bir cevap veremeyiz. Çünkü bir şeyin doğruluğu kesin: çeşitli yerlerde zaman zaman Hristiyan düşünceler başka dinlere nüfuz etmiş, onların içine karışmış, onların bir parçası olmuştur. Bu fikirler orijinal saflığını korumamış, genelde karıştıkları dinlerin ana düşüncelerine uyarlanmıştır. Sıklıkla kırpılmış, renk değiştirmiş ve kirlenmiştir. Ama soru şu ki: bunların orijinal güçlerinden tamamen yoksun olmaları mümkün mü? Tanrı’nın Yahudi olmayan uluslar için kullandığı yollar oldukça gizemlidir.43
4. Şeytani “vahiy”. Bir dinler teolojisi inşa ederken şeytani gücün ya da Kraemer’in “karanlık kaynak”44 dediği şeyin rolüne değinmemek, ihmalkarlık Yas.32:17 ve 1Ko.10:20 gibi paragraflardaki kötü ruhlar ve putların arasındaki özel ilişkiyle ilgili olarak yakın zamanda hazırlanan en detaylı çalışmalardan biri Mody’nin adına “kuklacı” görüş dediği, kötü ruhların ve putların farklı varlıklar olarak tanımlandığı görüştür. Bu görüşe göre kötü ruhlar putların ardındaki güçlerdir ve o cansız şeyleri kendi isteklerine göre kullanırlar. Bu kuklacı görüşü tarif ederken Mody birbirine bağlı üç nitelikten söz eder.
İlk olarak, “kötü ruhlar güçlüdür ve insanlığı köleleştirerek putperestliğe tutsak edebilirler.”45 Bu, kötü ruhların belli bir ruhsal güç ve yetkisi olduğu görüşüyle insanın putlara tapmaya yönelik doğuştan gelen bir eğilimi olduğu görüşünün tehlikeli bir birleşimidir. Kültlerin putları cansız ve etkisiz olsalar da, onlara tapınmak tapınanı kötü ruhların etki alanına sokabilir. Pavlus’un Hristiyanları bu tür uygulamalardan uzak durmaya çağırmasının sebebi budur. İkinci olarak, “kötü ruhlar insanlığı kandırarak putlara kurbanlar sunmaya yönlendirir.”46 Mody’e göre bu aldatmaca çeşitli şekillerde gerçekleşebilir: Örneğin kötü ruhların yalanları puta tapanları putların ruhsal bir etkisi olduğuna inandırabilir ve böylece Tanrı’dan uzaklaştırabilir. Ya da putların kendileri aldatıcı ve sahtedir. Veya Pavlus’un 2Ko. 11:13-15’te işaret ettiği gibi, “kötü ruhlar gerçek kimliklerini gizleyerek kendilerini tapınmaya layık gerçek bir tanrı olarak gösterebilirler.”47 Son olarak, “kötü ruhlar putların ‘arkalarında durarak’ görünürde putlara sunulan tapınmayı alırlar.48 Mody’nin buradaki argümanı kötü ruhların aldatmacaları sayesinde putlara sunulan tapınma ve kurbanları kendilerinin aldıklarını, böylece puta tapınanı kendi etki alanları altına soktuklarını ifade ediyor.
Diğer Dinleri Putperest Olarak Tanımlamak, İsa Mesih’in Müjdesini Onların ‘Yıkıcı Tamamlanışı’ Olarak Yorumlamaktır
Bir miktar hazırlıktan sonra artık İsa Mesih’in Hristiyan müjdesinin vahyi ve ona verilen putperest tepkiler diyebileceğimiz diğer dinler arasındaki ilişkiyi en genel haliyle tarif edebilecek bir yerdeyiz. Sahte olanlar ve onların üzerlerinden modellendiği gerçek karşılıkları arasındaki süreksizlik ve süreklilik unsurlarıyla ilgili olarak daha önce söylediklerimizin ışığında, bu ilişkinin karmaşık ve detaylı, diyalektik ile paradoksalın arasında gidip gelen ilişki olduğu, ama bence bu kategorilerin ikisine de denk düşmeyeceği söylenebilir. Bu özel ilişkiyi en doğru ve yeterli bir şekilde tarif edebileceğine inandığım tabir “yıkıcı tamamlanış”tır. Hendrik Kraemer bu ifadeyi görünürde yalnızca bir kez, 1939’da yazdığı makalede kullanmıştı. Bu makale onun The Non-Christian Message in a Non-Christian World kitabının daha detaylı bir açıklaması ve ekiydi:
İsa Mesih’te açıklanan ilahi gerçeklikler ve bunların insanlık tarihi boyunca bildiğimiz dinlerin atmosferinden farklı olan temel ‘başkalığı’, sadece inceleme ve akıl yürütme yoluyla kavranamaz. “Tanrı’nın gücü” ve “Tanrı’nın bilgeliği” olan Mesih’in insanın gücü ve bilgeliğiyle zıtlık içinde olduğu gerçeğine kişinin gözlerini açabilecek tek şey Kutsal Kitap’ı titiz bir şekilde çalışmaktır. Buna belki bazı açılardan zıt veya yıkıcı tamamlanış demek yerinde olacaktır.49
“Yıkıcı tamamlanış” kavramı ne anlama geliyor? Bu ifadenin iki kısmına da odaklanmak için biraz zaman ayıralım.
1. Tamamlanış olarak müjde. Bir yandan İsa Mesih’in müjdesi diğer dinlerin tüm ifadelerinin yıkıcı ve ters bir şekilde çürütülmesi, karşı tezi, zıttı, kınaması ve dönüm noktasıdır. Tanrı bilgimizin evrensel günahla bastırılması ve yerinden edilmesi, yani dinin “bu şey şu”su, müjdenin en bağlamsallaştırılmış bir aktarımının bile (ör. Elç. 17’de Pavlus’un Ares tepesi üzerindeki konuşması) bir dilek, bir tövbe çağrısı anlamı taşıdığını gösteriyor (Elç. 17:30). Putları bırakıp yaşayan gerçek Tanrı’ya dönülmesi çağrısında 50 J. H. Bavinck bu bakış açısını iyi görebilen birisi ve bu yüzden burada ondan uzun bir alıntı yapmaya değer: Putperest tapınmaların ilahları Tanrı değildirler, insanın hayal ürünüdürler. Onlarda bulunabilecek lütuf kavramı Tanrı’nın lütfu değil, çaresizlik ve acı içinde deneyim edilebilecek bir saman çöpüdür. Kafirlerin hayal ettikleri özgürleştirici ve kurtarıcılar Mesih’in kim olduğu ve olacağıyla ilgili değildirler, onlar insanın hayal ürünü olan kurtarıcılardır. Bunlar Tanrı’yı kaybeden insanın içine düştüğü ihtiyacın kanıtlarıdır.
‘Bilinmeyen tanrı’ya adanan sunaklar Tanrı’dan uzaklaşan, iç huzuru olmayan kalplerin huzursuzluk yakarışlarıdır. Böyle ifadeler hiçbir bakımdan gerçek Mesih’i işaret eden şeyler olarak anlaşılmamalıdır. Gerçek Mesih insanlığın dinlerinin uydurduğu sözde kurtarıcılardan tamamen farklıdır. Onun müjdesi insanın sorularına bekledikleri cevap değildir, ama derin ve temel bakımdan Mesih’in müjdesi insanın tüm hayali ürünlerinin ve spekülasyonlarının kınanmasıdır. Sonuç olarak eğer çalışmamıza müjdeleyeceğimiz kişilerin fikirleriyle başlarsak, bizim görüşümüz ile onlarınki arasındaki uçurumun açıkça görüleceği bir noktaya mutlaka ulaşılır. Paganlığın karanlığından müjdenin ışığına giden hiçbir dolaysız, kesintisiz yol yoktur. Pagan düşünce sistemleri incelenebilir ve insani açıdan taşıdıkları güzellik, içsel tutarlılık, kapsam ve sistemli karakterleri belli bir ölçüye kadar takdir edilebilir; ancak yolun bir yerinde durup büyük farklılıklarımızı işaret etmemiz gerekecektir. Bu olmadan resim tamamlanmamış olur ve hatta tehlikeli ve yanlış yönlendirici de olabilir. Bu uçurumdan kaçmanın yolu yoktur. Paganizmden Hristiyanlığa olan geçiş devamlı ve pürüzsüz değildir; bu ikisini ayıran boşluğun üzerini kapatmaya çalışırsak Mesih’e karşı dürüst ve sadık olmamış oluruz.51
2. Tamamlanma olarak müjde. Müjde bir çağrı olsa da çekicidir, “müjde ve insanın dinsel bilinci arasında bir süreklilik Ama müjde ve insanın dinsel bilincinin ardındaki şey, yani Tanrı’nın genel vahyi arasında sınırlı bir süreklilik görülür.”52 Fena bir hayal ile görkemli gerçeklik arasında bir ilişki vardır. Metafiziksel olarak hepimiz Tanrı’nın benzeyişinde yaratıldığımızdan, Tanrı’nın çeşitli yollarla gösterdiği ortak lütfu, bizim bastırma ve yerini değiştirme girişimlerimizin derinliğini kısıtladığından; putlar tek Tanrı’nın, YAHVE’nin parazitleri ve taklitleri olduğundan. insanlığımızın bir “bir şey var” niteliği bulunmaktadır. Diğer dinlerin sorduğu fakat nihai olarak cevaplayamadığı ezeli metafizik, epistemolojik ve ahlaki soruların hepsi, kendiliğinden var olan ve üçte bir olan varlık, yani Yaratıcı ve Kurtarıcı tarafından cevaplanır. Felsefi açıdan Hristiyanlık doğrudur çünkü savının aksi mümkün değildir. Kutsal Kitap açısından putperestliğin çatlak sarnıçları sadece aldatmaca, hayal kırıklığı ve karşılanmayan istekler akıtır. Oysa bu istekler Yaşayan Su pınarı, RAB İsa Mesih’te harika bir şekilde ve fazlasıyla karşılanır. Dinsel bilincin yapısını ve “bir şey var” kısmını oluşturan beş “manyetik nokta”yı tarif ettikten sonra Bavinck, İsa Mesih’in müjdesinin Tanrı’nın egemenliğinin “her şeyi kapsadığını ve insanların yüz yıllardır hayalini kurdukları anlamlı tutarlılığa sahip olduğunu göstererek bu ezeli soruları nasıl yanıtladığını” açıklıyor. “Ama bu insanların beklediğinden farklı bir cevaptır.”53
*Ben ve Evren, evrensel varlığı bir tanrı olarak, nihai amacı ise “her şeyin ilahi olduğu yere girebilmek için” kendi kendini tanrılaştıran egoların ve yanılgıların reddedilmesi olarak tanımlar.54 İsa’nın egemenliği ‘şimdi ama henüz değil’ şeklindeki son günler kavramı nedeniyle oldukça farklı bir şey olarak gelir. Bu mahvolan ve kibir etkisi altındaki bir dünyadır; ama “Rab İsa Mesih’in dirilişinde kendisini yeniden bulur.”55 Ben ve norm’da insan yaşamını yasa ile ilişkilendirir ama bu yasa genelde kişilikten soyutlanmıştır ve kendisiyle mücadele edilen bir şeydir. Bavinck’in söylediği gibi “İsa’da bu farklıdır”:*
Yasanın ihlali iyi düzen ya da anlaşmaya karşı bir saldırı değildir, Tanrı’ya karşı açık bir başkaldırı, kendini Tanrı’nın elinden almaya çalışmak ve onun Tanrı imajına saldırmaktır. Bu yasa İsa Mesih’tir; onda tüm yasa yerine gelmiştir çünkü o ilahi sevgisinin derinliği uyarınca bizim yerimize her buyruğu yerine getirmiştir. Bu Tanrı’nın yaşayan gerçekliği, her zaman yasanın ardında durur. Hayatlarımız bu Tanrı ile kurulan paydaşlıkta tamamlanma ve anlam kazanır. Onun dışında, güvenlik hiçbir yerde ve asla bulunamaz.56
Ben ve varlığımın bilmecesinde, karma ve İslami takdir kavramlarında görülen “kader ile etkinliğin ilginç bir etkileşimi”57 söz konusudur. Müjdede bu iki unsur da kişiseldir ve Tanrısal bir planla birlikte insanın sorumluluğu olarak da görülür. “Bir insanın yazgısı ne talihsiz bir kader ne de kozmik bir önceden belirlenmişliktir. En derin seviyede bu, Tanrı’nın gerçekleşmekte olan planıdır. Bir insanın kendi etkinliği ile kaderi arasında deneyimlediği diyalog, gittikçe artan bir ölçüde bir çocuk ile babası arasındaki diyalogun karakterine benzer.”58 Ben ve kurtuluşta kurtuluş ve hem doğal hem doğaüstü her türlü tehditten özgürleşmek adına ezeli bir yakarış görürüz. Bir kez daha Mesih’in kurtuluşu radikal bir biçimde farklıdır: İnsanların kurtulmaları gereken tek bir şey vardır ve bu, doğru olmayan şeylerin peşinde koşarak vakitlerini kendisinden uzak geçirdikleri Tanrı önündeki suçlarıdır. Bu, düşmanlıktan ve kaybolmaktan kurtulmaktır. Bu kurtuluş koçandaki bir mısır tanesi gibi diğer tüm özgürleşilen şeylere bağlıdır. Tek bir kökten büyüyen ve tüm boyutlarıyla birlikte sadece bir bütün olarak hayal edilebilir.59
Son olarak Ben ve En Üstün Güç noktasında insanlık daha üstün bir güç ile olan ilişkisini fark eder, ama bastırma ve yer değiştirme sürecinde bu üstün güç insanın benzeyişine uydurulmuştur. Müjdede bu üstün gücün bize bir Baba ve bir Kral olarak geldiği açıklanır. “Bu üstün güç dünyaya İsa Mesih’in bedeninde gelmiştir ve hepimiz Oğul ve Baba’yı bilebilelim diye yüzündeki örtüyü kaldırmıştır.60
Sonuç
Diğer dinlerin doğasını ve müjdeyle olan ilişkilerini kısaca sunduktan sonra, son olarak bazı yorumlar sunmak istiyorum. Öncelikle, kendi dinler teolojimin geleneğe bağlı doğasını en baştan açıkça belirttim. Bazen hem benimsenen hem de sempati duyulan bir tür dinsel çoğulculuğun, sanki önceki yöntem ve öğretilerimiz eldeki soruları cevaplamaya yeterli değilmiş gibi, bizi yeni öğretiler ve hatta yeni teolojik yöntemleri benimsemeye mecbur bıraktığı izlenimine kapılmak mümkündür. Ancak benim bununla ilgili kanaatim şu ki, diğer dinlerle yüzleşildiğinde, derin bir şekilde yerleşmiş ve kabul görmüş teolojik, epistemolojik ve antropolojik temellerin göz ardı edilmemesi ve daha da kötüsü, ‘deşilip çıkartılmaması’ gerekir. Bunun yerine bu sağlam temeller üzerinde kişi kendi dinler teolojisini inşa etmelidir. Yeni bir büyük devrime ihtiyacımız yok, hatta bunu yapmamalıyız.
İkinci olarak, yine aynı doğrultuda, tarihte göz ardı edilmiş bazı Reformcu misyon bilimcilerin omuzlarına basarak yükseldiğimi ve bu isimleri gün ışığına getirmeyi istediğimi kabul etmekten çekinmedim. J. H. Bavinck’in An Introduction to the Science of Missions ve Kraemer’in Religion and the Christian Faith çalışmalarının üzerinden bir yüzyıldan fazla zaman geçti. Aradan geçen bu yıllarda dünya eski hali tanınmayacak ölçüde değiştiğinden misyon bilim çalışmaları da değişti. Ama yine de 2011 yılında ara sıra bağlamsallaştırma gibi temel meseleler söz konusu olduğunda, kendimi onların analizlerine başvururken buluyorum. Çünkü sağlam, titiz ve Kutsal Kitap’a sadık bir ‘dinler teolojisi’ sunuyorlar. Bu teoloji onların misyon bilimsel uygulamalarının temelini oluşturuyor (ör. Bavinck’in possessio modeli). Hem dinleri kültürlerinden soyutlamanın (extractionism) hem de onları birleştirmenin (syncretism) hala tehlike arz ettiği bir müjdesel dünyada, bence ‘yıkıcı tamamlanış’ dediğimiz model sadece müjde ve resmi dinler arasındaki ilişkiyi değil, daha genel seviyede müjde ile her bir insanın arasındaki ilişkiyi en iyi şekilde ifade ediyor. Söylemesi provokatif olabilecek olsa da, Tim Keller gibi birinin misyonsal verimliliği ve sadakatinin sadece özgünlüğünden ileri geldiğini değil, bundan ziyade onlardan öğrendiği kişilerle olan ilişkilerinin de bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Bu isimlerden biri Harvie Conn’du ve onun da en çok etkilediği kişi J. H. Bavinck’ti.61
Üçüncü olarak, burada sunduğum şeyin belli bir dinsel geleneğin teolojisinden ziyade, diğer tüm dinlerin soyut ve dogmatik bir taslağı olduğunun farkındayım. Şimdi belli dinlerin izlerini sürecek, detaylı ve disiplinler arası bir olgusal araştırma yürütecek, örneğin dinlerdeki kalıtsal ve etkisel vahyin izlerini arayacak müjdesel uzmanlara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Son olarak, kültürlü inançsızların müjdeyi paylaşandan ziyade müjdenin mesajına gücenecek olmaları kaçınılmazdır. Kimseyi şeytanlaştırmadan şeytanı fark etmeliyiz. Savlarımız kötülük ya da kibir suçlamalarına yol açmamalı. Dinsel gelenekleri ele alırken bunu lütuf bağlamında yapmamız gerekiyor. Her şeyden önce, bizim de kendi ahlaki ya da entelektüel üstünlüğümüzden dolayı değil, iman aracılığıyla ve lütuf sayesinde kurtulduğumuzun devamlı farkında olmamız gerekir. İkinci olarak, hizmet ettiğimiz insanlara yönelik lütufkar bir tavrımız olmalı. J. H. Bavinck bunu sevgide buluşmak olarak tarif ediyor: Sevgide buluşmak kendimizi diğer kişide bulmayı da gerektirir; onun suçuyla sempati kurabilmeli ve Mesih’in benimle yaptığı şeyi onunla da yapmasını içten bir şekilde istemeliyim. Petrus’un şu muhteşem sözlerinin anlamı budur: “Sizi karanlıktan şaşılası ışığına çağıran Tanrı’nın erdemlerini duyurmak için seçildiniz.” Doğru yaklaşımda her zaman bir insanla aynı seviyede olduğumuzun farkındalığı ve Tanrı’nın gözünde ortak bir suçumuzun olduğunun gerçek bir bilinci bulunur. Bu yaklaşıma gizli sıcak tonunu kazandıran şey de budur.62
DİPNOTLAR
* Daniel Strange Oak Hill Theological College’da kültür, din ve genel kitle için teoloji öğretiyor, Chase Side, Soutgate, Londra N14 4PS.
1 Bu makalenin daha önceki bir versiyonu Kasım 2011’de San Fransico’daki Evangelical Theological Society Conference’da sunuldu.
2 Daniel Strange, The Possibility of Salvation Among the Unevangelised: An Analysis of Inclusivism in Recent Evangelical Theology (Carlisle: Paternoster, 2001); a.g.e., “General Revelation: Sufficient or Unsufficient,”, Faith Comes By Hearing: A Response to Inclusivism (editörler: Christopher w. Morgan and Robert A. Peterson; Nottingham: Apollos, 2008).
3 SCM, 2011.
4 Timothy Ward, “The Diversity and Sufficiency of Scripture”, The Trustworthiness of God: Perspectives on the Nature of Scripture (editörler. Paul Helm and Carl Trueman; Grand Rapids: Eerdmans, 2002), 218.
5 Francis Turretin, Institutes of Elenctic Theology (editör. Jr James T. Dennison; çevirmen. Genrge Musgrave Giger; 3 cilt.; Phillipsburg, NJ: P&R, 1992) 1:605.
6 Michael Ovey, “The Cross, Creation and the Human Predicament,” Where Wrath and Mercy Meet: Proclaiming the Atonement Today (editör. David Peterson; Carlisle: Paternoster, 2001) 109.
7 A.g.e. 110.
8 Francis Schaeffer, Genesis in Space and Time (Downers Grove: InterVarsity, 1972) 73.
9 Calvin’in tabirleriyle.
10 Christopher J. H. Wright, “The Christian and Other Religions: The Biblical Evidence,” Them 9/2 (1984) 85. Bu alıntı John Stott’a ait: Christian Mission in the Modern World (London: Falcon, 1975), 69.
11 Aslında putperestlik temel günah olarak tanımlanabilir: “İnsan ırkının başlıca suçu, dünyanın mahkum olduğu en büyük suçluluk, yargının en bütün sebebi putperestliktir. Her bir yanlış kendine özgü bir unsur içerir… ama hepsi genel olarak putperestlik çatısı altına bir şekilde girer” (Tertullian, On Idolatry).
12 Ateizmin ‘reddettiği’ şey göz önünde bulundurulursa en üstün varlık olarak Tanrı’nın var olmadığına inanma anlamındaki putperestlik, onun hakkında ‘uydurulan’ yalanların en büyüğüdür.
13 J. H. Bavinck, Religieus besef en christelifk geloof (Kampen: Kok, 1948) 178- 79. Bu çalışmanın bazı kısımlarını Flemenkçe’den çevirmeme yardım eden Profesör John Bolt’a teşekkür ederim.
14 Michael Ovey, “Idolatry and Spiritual Parody: Counterfeit Faith”, Cambridge Papers 11/1 (2002) 2.
15 Rom. 1:8’deki “açıklanmaktadır” ifadesi burada edilgen ve şimdiki zamanda ortaçtır.
16 Yşa.42:8
17 Ovey, “Idolatry and Spiritual Parody: Counterfeit Faith” 3.
18 Bu Yeşaya’nın Yşa. 44:19’daki putperestlikle ilgili sert eleştirisindeki yakınmasıdır.
19 Christopher J. H. Wright, The Mission of God: Unlocking the Bible’s Grand Narrative (Nottingham: InterVarsity, 2006) 172.
20 J. H. Bavinck, “General Revelation and the Non-Christian Religions”, Free University Quarterly 4 (1955) 172.
21 Hendrik Kraemer, The Christian Message in a Non-Christian World (London: Edinburgh House Press, 1938) 300.
22 A.g.e. 135.
23 Bkz. John M. Frame, “Divine Aseity and Apologetics”, Reason and Revelation: New Essays in Reformed Apologetics (editörler. K. Scott Oliphint and Lane G. Tipton; Phillipsburg, NJ: P&R, 2007).
24 Bkz. Christopher J. H. Wright, The Mission of God: Unlocking the Bible’s Grand Narrative (Nottingham: Apollos, 2006) 82.
25 Richard Bauckham, “Biblical Theology and the Problems of Monotheism”, Craig Bartholomew ve ötekiler. Editörler. Out of Egypt: Biblical Theology and Biblical Interpretation (Grand Rapids: Zondervan, 2004), 211.
26 Bauckham, “Biblical Theology” 195.
27 1Ko.8:4.
28 John M. Frame, The Doctrine of the Christian Life (Phillipsburg: P&R, 2008) 54-71.
29 A.g.e. 63.
30 Bu, Yaratılış 3’teki yaratılış yıkımına benzeyen, Oğul’a yönelik “yanlış iman” vakalarıyla kıyaslanabilir. Ovey şöyle yazmıştır: O yaratan Söz idi (Yu. 1:1-3) ama dünya onu yalancı olarak gördü. Örneğin Yu.5:18’de İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğu iddiasının küfür olarak algılandığı, Yuhanna 7:12’de ise ona bazılarının sahte öğretmen dediği görülüyor. Yaratılış 3’te Tanrı’nın sözü etkisiz sayılıyor: Oğul kendisinde yaşam olduğunu iddia ediyor (Yu. 5:26) ve ölümden dirileceğini bildiriyor (Yu. 2:19). Ama çarmıhta kendisiyle alay ediliyor (ör. Mat. 27:39-44 İsa’nın sözlerinin etkisiz görülüp yok hükmünde sayıldığını gösteriyor). Yaratılış 3’te Tanrı’nın iyiliği üstü kapalı bir şekilde reddedilirken, Yeni Antlaşma’da İsa ahlaki açıdan hatalı görülüyor. Son olarak elbette Yaratılış 3’te Tanrı’nın haklı iddiaları reddedilir: İsa’da ise insanlık kendi kralını çarmıha germiştir (‘Pilatus, “Kralınızı mı çarmıha gereyim?” diye sordu. Başkâhinler, “Sezar’dan başka kralımız yok!” karşılığını verdiler.’ Yu.19:15). Ovey, “Cross, Creation and the Human Predicament” 110-11.
31 Cornelius Van Til, “Nature and Scripture”, The Infallible Word: A Symposium (editör. Paul Woolley; Philadelphia: Presbyterian Guardian Publishing, 1946) 280.
32 Cornelius Van Til, An Introduction to Systematic Theology (editör. William Edgar; 2. baskı.; Phillipsburg, NJ: P&R, 2007) 65.
33 Bkz. A.g.e. 204-5.
34 J. Witte, Die Christus-Botschaft und die Religionen (Göttingen: Vandenhoeck & Ruprecht, 1936), 37 vdm. Alıntılandı: Paul Visser, Heart for the Gospel, Heart for the World: The Life and Thought of a Reformed Pioneer Missiologist Johan Herman Bavinck (1985-1964) (Eugene, OR: Wipf & Stock, 2003) 171.
35 Visser, Heart fort he Gospel 171.
36 A.g.e., 157.
37 Bavinck, Religieus besef en christelijk geloof: 166. Çeviri ve alıntı: Visser,
Heart for the Gospel, 158.
38 J. H. Bavinck, The Church between Temple and Mosque (Grand Rapids: Eerdmans, 1966) 38.
39 A.g.e.
40 A.g.e.
41 Bavinck, “General Revelation and the Non-Christian Religions” 51. Bu tezi destekleyenler var, onlardan birisi de Corduan’dır: “O halde oluşan resim şu: Dinsel inanç ilk insanlarla başladı ve ondan sonra da Yaratılış 4:26’da bahsedilen Set’in oğlu Enoş ile dinsel kültler başladı. İnsan ırkı çoğaldı, tufan ile birlikte büyük ölçüde azaldı, ve sonra tekrar çoğaldı. İnançlar ve uygulamalar kolektif hafızadan silinmedi, kültürel gelişimden en az etkilenen kabilelerde varlığını sürdürdü. Bu olay (doğal olarak) bir tür ilahi varlığın kendini gösterdiği bir olay görüldü ama aynı zamanda (yine doğal olarak) şu soruyu güçlendirdi: bunu kim yaptı? En nihayetinde son derece gelişmiş dinsel kültürlerde bile bu motifin kanıtları görülmektedir çünkü köklerinin bir çoğunda tek tanrıcılık bulunur. Tek tanrıcılığın sürekliliği özel bir ilk vahye dayanır ve genel vahiylerle desteklenir.” Winfried Corduan, The Tapestry of Faiths: The Common Threads Between Christianity and World Religions (Downers Grove: InterVarsity, 2002) 42. İlginç bir şekilde W. G. T. Shedd’in klasik sistemli teolojisi de benzer bir sav ortaya koyar: “Tek tanrıcılığın kalıntıları vahyin sınırları dışında, çeşitli ülkeler ve medeniyetlerde görülür ve iki kaynağa kadar izi sürülebilir: 1) insan zihninin tek tanrıcılığa yatkın yapısı… bu öznel ve temel bir gereksinim. 2) Tanrı’nın Şit’in soyuyla bulunduğu ilk vahyin etkisi; bunun kalıntıları insanlık soyu boyunca aktarılmıştır. Tek tanrıcılığa dair bu iki kaynak ve sebep de kabul edilmelidir. Eğer bunlardan sadece ilki kabul edilirse, geleneksel kayıtlar ve bilgiye hakkı verilmemiş olur. Eğer sadece ikincisi kabul edilirse ve insanlık tarihindeki tüm tek tanrıcı gelenek ilk çağlardaki özel bir vahye bağlanırsa, insan zihninin yapısının hakkı verilmemiş olur. Dahası, bu elçi Pavlus’un Romalılar 1’deki tabiriyle de çelişir.” William G. T. Shedd and Alan W. Gomes, Dogmatic Theology (3. Baskı; Phillipsburg, NJ: P&R, 2003) 197.
42 Bkz. Gerald Bray, “Explaining Christianity to Pagans: The Second Century Apologists,” The Trinity in a Pluralistic Age: Theological Essays on Culture and Religion’da (editör. Kevin J. Vanhoozer, Cambridge: Eerdmans, 1997). Bray’in kendisi de bu yaklaşımın geçerliliğini sorgular.
43 J. H. Bavinck, The Impact of Christianity on the Non-Christian World (Grand Rapids: Eerdmans, 1949) 106.
44 Hendrik Kraeemer, Religion and the Christian Faith (London: Lutterworth, 1956) 379.
45 Rohintan Mody, Evil and Empty: The Worship of Other Faiths in 1 Corinthians 10:18-22 and Today (Latimer Studies 71; London : The Latimer Trust, 2010), 25.
46 Rohintan Mody, “The Relationship Between Powers of Evil and Idols in 1 Corinthians 8:4-5 ve 10:18-22 in the Context of the Pauline Corpus and Early Judaism” (Ph.D. tezi, Aberdeen University, 2008) 277.
47 Yakın tarihli çalışması Ancient Near Eastern Themes in Biblical Theology’de Jeffrey Nichaus, Eski Antlaşma ile antik Yakın Doğu dinleri arasında hem içerik hem yapı bakımından yakın benzerlikler buluyor. Bu benzerliklerle ilgili oldukça kısa, hatta çok kısa açıklaması onların şeytani aldatmaca olduğu yönünde. “Yasa’nın Tekrarı 32:16-19; 1. Korintliler 10:29; 1. Timoteos 4:1 gibi paragraflar bize yanlış dinlerin ardında şeytani güçlerin ve aklın bulunduğunu açıkça belirtiyor… Yanlış dinlerin şeytani esinleri… Kutsal Kitap’ın açıkça öğrettiği şeylerden bir tanesidir.”Jeffrey J. Nichaus, Ancient Near Eastern Themes in Biblical Theology (Grand Rapids: Kregel, 2008) 179.
48 Mody, Evil and Empty: The Worship of Other Faiths in 1 Corinthians 10:18- 22 and Today 30.
49 Hendrik Kraemer, “Continuity or Discontinuity”, The Authority of Faith: International Missionary Council Meeting at Tambaram, Madras (editör. G. Paton; London: Oxford University Press, 1939) 5.
50 Karş. 1Se. 1:9.
51 J. H. Bavinck, An Introduction to the Science of Missions (çevirmen. David H. Freeman; Phillipsubrg: P&R, 1960) 136-37.
52 Bavinck, Religieus besef en christelijk geloof 188.
53 A.g.e. 181.
54 A.g.e.
55 A.g.e. 183.
56 A.g.e. 184.
57 A.g.e. 185.
58 A.g.e. 186.
59 A.g.e. 185
60 A.g.e.
61 Keller’ın bağlamsallaştırma yaklaşımı açıkça bir ‘yıkıcı tamamlanış’ yaklaşımıdır. Örneğin tipik bir Keller ifadesi olduğunu düşündüğüm bir cümlesine bakın: “Bağlamsallaştırma, insanlara duymak istedikleri şeyi söylemek değil, onların dünyasına girmek ve bazı yollardan onu onaylarken (çünkü bu dünyada Tanrı’nın yüceltildiği bazı yerler olacaktır), aynı zamanda önyargılarına meydan okumak demektir… Müjdenin ışığında onların tutarsızlıklarını işaret etmektir. Pavlus bunu 1Ko. 1. Bölümde yapmış, Müjdenin farklı insanları (Yahudiler ve Grekler) nasıl farklı yollardan etkilediğini fark etmişti. Yahudiler ve Greklerin farklı arayışları var (Yahudiler = güç, Grekler = felsefe) ve bu yüzden Pavlus mesajını onlara uygun düşecek farklı yollarla bağlamsallaştırarak iletişim kuruyor. Çarmıh farklı kültürlere/dünya görüşlerine göre farklı algılanır… bunun farkında olmalı ve bu farklı bağlamlara uygun şekillerde başvurmalıyız. Onaylama ve meydan okumanın birlikte yürütüleceği yer burasıdır. Kültürel putların varlığını onaylar ve onlara meydan okuruz; böylece insanları gerçek özlemlerini karşılayacak gerçek cevaba yönlendiririz. Bir Mesih merkezli dünya görüşüyle uyumlu olduğu ölçüde inandıkları şeyleri onaylayın ama putlarına MEYDAN OKUYUN. Eğer onları fazla onaylarsak putperestlikte onlara katılır, eğer bunu gereğinden az yaparsak (ya da hiç yapmazsak) kendi putperestliğimizi yapmış oluruz (çünkü şekil/tavrı günahta kayıp olmuş insanlardan daha öncelikli görmüş oluruz). (2009’da Oak Hill College, Londra’da verilen bir konuşmanın transkripsiyonu.)
62 Bavinck, Introduction to the Science of Missions 126.