Hıristiyanlığın enkarnasyon (beden alma) doktrini, İsa Mesih’in insan bedeni almış Tanrı olduğunu söyler. İsa gerçekten Tanrı olduğu gibi gerçekten insandı. Bakire Meryem’den doğdu; bu da İsa’nın ana rahmine doğaüstü bir şekilde düşmesine karşın doğumunun tamamen doğal olduğu anlamına gelir. İsa beden almış Tanrı olduğu için annesi Meryem de ilk Hıristiyan inanç bildirgelerinde “Tanrı’nın Annesi” ya da “Tanrı’yı doğuran” olarak adlandırılır. Bu Tanrı’nın bir şekilde Meryem’in hamile kalması sonucunda var olduğu ya da Meryem’in Tanrı’yı yarattığı anlamına gelmez. Ancak rahminde taşıdığı ve doğurduğu kişi ilahi olduğu için Meryem Tanrı’yı doğuran olarak adlandırılabilmiştir. Ancak bu, sorunu sadece bir adım geriye itebilir. Çünkü İsa Hıristiyanlar’ın inandığı gibi nasıl hem Tanrı hem de insan olabilir? Bundan daha büyük bir çelişkiden söz edilebilir mi? Çünkü ilahi olmanın özellikleri ile insani olmanın özellikleri birbirini dışlar, biri diğerini olasılık dışı kılar. Tanrı yaratılmamıştır, gereklidir, sonsuzdur, her şeye gücü yeter, her şeyi bilir, her yerde bulunur vs. Ancak insanlar yaratılmış, bağımlı, zamanla kısıtlıdırlar; güç ve bilgide, ve uzayda sınırlandırılmışlardır. O halde bir kişi nasıl hem tanrı hem de insan olabilir?
Bir kişinin bu soru tarafından sıkıştırıldığını ve bu sorundan kaçınma kaygısıyla İsa’nın gerçekten ilahi ya da gerçekten insan olduğunu inkar etme olasılığı yoktur, çünkü Kutsal Kitap bize böyle bir seçenek bırakmaz. Yeni Antlaşma İsa Mesih’in hem tanrılığını hem de insanlığını kabul eder ve böylesine bir sorunu bize dayatmış olur. Örneğin Yuhanna müjdesinin ilk bölümüne göz atalım. Matta ve Luka müjdeleri İsa’nın doğaüstü bir biçimde ana rahmine düşmesi ve bakire doğumla başlarlar; ancak Yuhanna’nın müjdesi daha geniş ve evrensel bir bakış açısı taşır ve ezelden beri var olan Tanrı Sözü’nün beden alışını anlatır. “Yuhanna 1:1-18” burada yazılıdır. Yuhanna burada İsa’yı 2000 yıl önce beden alarak Yahudiye ülkesinde dünyay gelmiş ve insanlık tarihi içerisine girmiş her şeyin Yaratıcısı, “Tanrı” olarak betimler. Bunun sonucu ve bizi karşı karşıya bıraktığı sorun kaçınılmazdır: İsa hem insan hem de ilahi idi.
Sonraki nesiller enkarnasyon doktrinini anlamaya çabalarken bazıları bu açık çelişkiyi Kutsal Kitap öğretisinin bir ya da diğer ucunu reddetme pahasına çözmeye çalıştılar. Örneğin Agnostikler ya da Doketistler gibi gruplar Mesih’in gerçekten insan olduğunu reddettiler. Onlara göre Mesih sadece insan bedeni almış gibi görünmüştü; Mesih’in bedeni sadece bir hayal ya da görüntü idi ve acıları da sadece görünüşten ibaretti. Öte yandan Evlat Edinme Öğretisine inananlar ya da Euthyches yanlıları Mesih’in gerçekten ilahi olduğunu inkar ettiler. Onlara göre Nasıralı İsa Tanrı’nın kendi Oğlu olarak evlat edindiği ve cennete kabul ettiği ölümlü bir insandan ibaretti. Her iki uçta da ortaya çıkan bu gruplara karşın ilk kilise Mesih’in insanlığının ya da ilahiliğinin inkar edilmesini dinsel sapkınlık olarak kabul edip tekrar tekrar kınadı. Bu ne kadar çelişkili ya da gizemli görünse de, ilahiyatçılar İsa Mesih’in hem gerçekten Tanrı hem de gerçekten insan olduğu yönündeki Kutsal Kitap öğretisinin sıkı savunucusu oldular.
İlk kilise içerisinde enkarnasyon konusundaki ilahiyat tartışmasında zamanla iki merkez ortaya çıktı; bunlardan biri Mısır’daki İskenderiye kenti, diğeri ise Antakya kentiydi. Her iki düşünce okulu da İsa Mesih’in hem insan hem ilahi olduğunu kabul ettiler; ancak her biri enkarnasyonu anlamak için farklı bir görüş sundu. Bu görüşler benim birazdan sunacağım kendi önermem için bir atlama tahtası oluşturdukları için şimdi bunlar üzerinde durmak istiyorum.
Hem İskenderiyeli hem de Antakyalı ilahiyatçılar cisimlerin tabıiatları olduğunu, yani ne tür bir cisim olduklarını belirleyen asli özelliklere sahip olduğunu baştan varsaydılar. Örneğin bir atın tabiatı bir domuzunkinden farklıdır ve her ikisinin tabiatı da insanınkinden farklıdır. Büyük Grek filozofu Aristo’ya göre insanın tabiatı, rasyonel bir hayvan olmasıdır. Bu, insanın özünde rasyonel bir ruh ve fiziksel bir bedenden oluştuğu anlamına gelir. Hem İskenderiyeli hem de Antakyalı filozoflar insan tabiatı konusundaki bu anlayışı kabul ettiler. Buna ek olarak söz konusu görüşe göre Tanrı’nın da bir tabiatı vardır. Bu tabiat da yaratılmamış olması, sonsuzluk, her şeye gücünün yetmesi, her şeyi bilmesi ve bunun gibi özellikleri içerir.
İskenderiye ile Antakya arasındaki anlaşmazlığın temelinde yatan şey şöyle özetlenebilir: İsa Mesih’in tek bir tabiatı mı, yoksa iki tabiatı mı vardı? İskenderiyeli ilahiyatçılar beden almış Mesih’in ilahi ve insani özelliklerin karışımından oluşan tek bir tabiatı olduğunu savundular. Bu okuldan çıkan en dahiyane önermelerin biri, İ.S. 390 civarında ölmüş olan piskopos Apollinarius’dan gelir. Apollinarius, enkarnasyon ile Üçlü Birliğin ikinci kişisi olan Oğul Tanrı’nın insan bedeni aldığını, böylece İsa Mesih’in insan bedenine sahip olmakla birlikte ilahi bir akıl ya da ruha sahip olduğunu önermiştir. Tanrı böylece dünyayı bir insan bedeni içerisinde tecrübe eder ve bu beden içerisinde acı çeker, ancak varlığı açısından günahsız ve hatasız kalır. Böylece Mesih ilahi-insani tabiata sahipti ve hem Tanrı hem de insandı.
Antakyalı ilahiyatçılar Apollinarius’un görüşlerine iki açıdan saldırdılar. İlk olarak Apollinarius’un görüşüne göre Mesih’in tam bir insan tabiatı olmadığını söylediler. Sadece insan bedeni vardı. Ancak ruhu ilahiydi. Tam olarak insan olmak, hem insan bedeni hem de insan ruhuna sahip olmayı gerektirir. İnsanı hayvanlardan ayıran şey fiziksel bedeni değil, rasyonel ruhudur. Bunun sonucunda Antakyalı ilahiyatçılar Apollinarius’un görüşünün, enkarnasyonun Tanrı’nın insan olması değil, hayvan olması sonucunu doğurduğunu söyleyerek onu suçladılar. Ikinci itirazları da ilkiyle ilişkiliydi. Enkarnasyonun amacı insanlığın kurtuluşu olduğuna göre, Mesih tam olarak insan olmadıysa kurtuluş da boşa çıkmıştır. Enkarnasyonun ardında yatan mantık, Mesih’in bizden biri olarak ve insanlarla özdeşleşerek kendi günahsız yaşamını Tanrı’ya bizim adımıza bir kurban olarak sunabilmesiydi. İsa Mesih çarmıhta bizim yerimize geçmişti; bizim hakettiğimiz cezayı o çekmişti. Bunun sonucunda İsa kendisine inanan herkesin kurtarıcısdır. Ancak Mesih tam olarak insan değildiyse o halde Tanrı’nın huzurunda bizim temsilcimiz olarak hizmet edemezdi, ve acıları da geçersiz ve boştu, sonuçta da kurtuluş yoktur. Apollinarius İsa’nın tam insanlığını göz ardı ederek Mesih aracılığıyla kurtuluş fikrini zayıflatmıştır. Bu nedenlerle daha sonra 377’de Apollinarius’un görüşleri sapkın ilan edilerek kınandı. Benim düşünceme göre hala sormamız gereken soru ise Apollinarius’un görüşlerinin tamamen geçersiz mi olduğu, yoksa içerisinde hala kurtarabilecek değerli bir gerçek tanesi barındırdığı mıdır.
O halda Antakyalı ilahiyatçılar nasıl bir alternatif sundular? Antakya’nın ilahiyatçıları İskenderiyeliler’in aksine Mesih’in enkarnasyonunun biri insani diğeri ise ilahi olmak üzere iki tam tabiatı olduğunda ısrar ettiler. İnsan olan İsa’nın Meryem’in rahmine düştüğü andan itibaren Üçlü Birliğin ikinci kişisi olan Oğul Tanrı’nın, bir anlamda insan olan İsa’da konut kurduğunu savundular. Antakya okulunun önde gelen piskoposlarından Nestorius bu nedenle Meryem’in “Tanrı’yı doğuran” olarak adlandırılmasına itiraz etti, çünkü Meryem’in doğurduğu Tanrı’nın kendisi değil, Mesih’in insan tabiatııydı. Mesih’in insan tabiatının hem insan ruhu hem de insan bedeni vardı ve Oğul Tanrı bunları bir şekilde üzerine aldı ya da bunlara sahip oldu.
İskenderiyeli muhaliflerinin gözünde Antakya okulunun görüşündeki sorun, Mesih’in iki kişiden oluştuğunu öğretiyor gibi görünmesidir. İlk olarak Meryem’in hamile kalmasından önce de var olan Üçlü Birliğin ikinci kişisi olan ilahi kişi vardır. İkinci olarak da Meryem’in rahmine düşen ve onun tarafından doğurulan insani kişi vardır. Bunun sonucunda biri insani, diğeri ilahi olan iki kişi varmış gibi görünür. O halde eğer İsa’nın insan bedeni ve insan ruhunu içerisinde barından tam olarak insan bir tabiatı varsa, varlığı ana rahmine düştüğü anda başlayan ve ardından Oğul Tanrı’nın kendisinde konut kurduğu bir insan neden olamazdı? Ancak bu durumda gerçek bir enkarnasyondan söz edemezsiniz, sadece Tanrı bir insanda konut kurmuştur. Sonunç olarak talihsiz Nestorius kendisini eleştirenler tarafından Mesih’in kişiliğinin birliğini bozmakla suçlandı ve görüşü 431’de sapkın ilan edildi.
O halde ne yapılmalıydı? Antakya ile İskenderiye arasındaki anlaşmazlığı çözmek üzere 451 yılında Kadıköy’de ekümenik bir konsül toplandı. Konsül’ün yayınladığı bildiri, derin ve dikkatle sıralanmış ortodoks bir enkarnasyon doktrininin özelliklerini içerisinde barındırır. Her bir okulun doğru görüşlerini kabul edip onaylarken aynı zamanda yanlışlık içerisinde oldukları noktaları kınar. Bildiri temel olarak Antakya ile birlikte Mesih’in tabiatlarının çeşitliliğini ve aynı zamanda İskenderiye ile birlikte kişiliğinin birliğini onaylar: iki tabiatı olan tek bir kişi. Size Konsül’ün bildirisinden bir parça okuyayım:
Biz. . . bir ve değişmez Oğul, Tanrılık’ta ve insanlıkta aynı şekilde tam, gerçekten Tanrı ve gerçekten İnsan, anlaşılır bir ruha ve bedene olan Rabbimiz İsa Mesih; Tanrılığı açısında Tanrı ile aynı öze sahip, insanlığı açısından bizimle aynı öze sahip, günah dışında her şeyde bizim gibi olan; Tanrılığı uyarınca çağların başlangıcından önce Baba tarafından Oğul edinilmiş, ve bu son günlerde bizim ve kurtuluşumuz için Bakire Meryem’den, Tanrı’nın Annesi’nden doğmuş, insanlığı açısından bir ve tek Mesih, Oğul, Rab, Biricik, birbirleriyle karıştırılmadan, değişmeden, bölünmeden, ayrılmadan iki tabiatı olan, tabiatları arasındaki fark birliğinden dolayı hiçbir şekilde ortadan kalkmayan, ancak her tabiatının özelliği korunmuş ve tek bir Kişi ve tek bir Öz’de aynı anda bulunan, iki kişiye bölünmeyen ve ayrılmayan, ancak bir ve tek Oğul ve biricik Tanrı, Söz, Rab İsa Mesih…
O halde bu ifadeye göre Mesih insani ve ilahi olmak üzere iki tabiatı olan tek bir kişidir. Kaçınılması gereken iki hata tek kişiyi ikiye bölmek ve iki tabiatı birbiriyle karıştırmaktır. Tabiatlar ayrı ve tamdır ve kişi tektir. Şimdi Konsül’ün bildirisinin tek bir kişinin biri insani diğeri ilahi olmak üzere nasıl iki tabiatı olabileceğini açıklamaya girişmediğine dikkat edelim. Bunu yapmak, daha detaylı ilahiyat tartışmalarına bırakılmıştır. Ancak Konsül’ün üzerinde ısrar ettiği nokta, eğer Kutsal Kitap’a dayanan bir enkarnasyon doktrinini benimseyeceksek, ne Mesih’in kişiliğini ikiye bölmemizin, ne de iki tabiatı tek bir tabiat olmak üzere birleştirmemizin doğru olacağıdır.
O halde şu soruyu sormalıyız: bu yapılabilir mi? Enkarnasyonun mantıksal olarak tutarlı ve Kutsal Kitap’a sadık bir açıklaması yapılabilir mi? Birçokları bunun olanaksız bir iş olduğunu düşünür. Enkarnasyon ya bir çelişki olarak görüp reddedeceğiniz, ya da bir gizem olarak görüp kabul edeceğiniz bir doktrindir. Ben buna katılmıyorum. Ben, enkarnasyonun mantıksal açıdan ve aynı zamanda Kutsal Kitap’a sadık bir biçimde açıklanabileceğini düşünüyorum. Ve şimdi size kısaca açıklamak istediğim konu da budur. Bunu üç adımda geliştireceğim.
Birinci Adım: Kadıköy Konsülü ile birlikte Mesih’in iki tabiata sahip tek bir kişi olduğunu kabul etmek. Enkarnasyon, Tanrı’nın kendisini bir insana dönüştürmesi olarak düşünülmemelidir. Enkarnasyon, antik mitolojide okuduğumuz tanrıların kendilerini bir süre için insanlara ya da hayvanlara dönüştürdükleri ve ardından tekrar tanrı olmaya döndükleri öykülerden tamamen farklıdır. Mesih ilk önce Tanrı, sonra insan, ardından tekrar Tanrı değildi. Bunun yerine aynı anda hem Tanrı hem de insandı. O halde enkarnasyon bir tür tenzil, bir tür azalma – Tanrı’nın insan olabilmek için bazı özelliklerinden vazgeçmesi – değildir. Aksine bir tür artıştır – Tanrı kendi ilahi tabiatına insan tabiatını da eklemiştir. O’nun zaten kendine has başka bir tabiatı, insan tabiatı vardı, böylece enkarnasyon ile Oğul Tanrı iki tabiata sahip oldu: Biri sonsuzluktan bu yana sahip olduğu ilahi tabiat, diğeri ise Meryem’in rahmine düştüğü andan itibaren başlayan insan tabiatı. Böylece her tanrılığın hem de insanlığın tüm özelliklerine sahipti.
Şunu sorabiliriz: Bir tek kişi nasıl iki tabiata sahip olabilir? Bu da bizi ikinci adıma götürür:
İkinci Adım: Apollinarius ile birlikte İsa Mesih’in ruhunun Oğul Tanrı olduğunu kabul etmek. Apollinarius Nestor’u izleyenlerin yaptığı gibi Mesih’te iki farklı kişi olduğunu düşünme yanılgısına düşmekten kaçınmak için Mesih’in insan ve ilahi tabiatlarında ortak bir yapıtaşı bulunduğunu varsaymak gerektiğini gördü. Böylece bu iki tabiat bir anlamda örtüşecekti. Apollinarius’un önerisi, bu ortak yapıtaşının İsa Mesih’in ruhu olduğu yönündeydi. Ne yazık ki görünüşe göre Apollinarius Mesih’in tam bir insan tabiatına sahip olduğunu düşünmemişti, bunun sonucunda da kendisini eleştirenlerin doğru bir biçimde gördükleri gibi Mesih’in insanlığı ve kurtarma eylemini göz ardı etti. Ancak Apollinarius’un görüşünün bu eksik yönleri düzeltilemez mi? Ben düzeltilemeyeceğini düşünmüyorum. İnsan tabiatının ne olduğunu hatırlayalım: insan olmak, rasyonel bir hayvan olmaktır. Tanrı’nın bir bedeni olmadığını göre, hayvan tabiatına sahip değildir. Ancak Tanrı, gerçekten de mutlak rasyonel zihindir. O halde Oğul Tanrı, beden almasından daha önce rasyonelliğe ve kişiliğe sahipti. Bunun sonucunda Oğul Tanrı beden alarak Mesih’in fiziksel bedenine tam da bu bedeni basit bir hayvan bedeninden rasyonel bir ruh ve bedenden oluşan tam insan bedenine yükseltecek özellikleri getirmiştir. Mesih’in insan tabiatı Oğul Tanrı ile olan birliğinden bağımsız olarak var olamaz; bu birlik olmaksızın var olan şey olsa olsa bir ceset ya da zombi olur. Mesih’in insanlığı, Oğul Tanrı’nın bedeniyle birleşmesi sonucunda varlık bulur. Böylece Mesih’in gerçekten de iki tam tabiatı vardır: birisi sonsuzluktan beri var olan ilahi tabiat, diğeri ise Oğul Tanrı’nın bedenle birleşmesi sonucunda Mesih’in rahminde oluşan insani tabiat.
Böyle yeniden formüle edildiğinde Apollinarius’a karşı geleneksel itirazlar da savuşturulmuş olur. Çünkü bu görüşe göre ilk olarak Mesih’in rasyonel bir ruh ve bedeni de içeren, ilahi ve insani olmak üzere iki tabiatı vardır. İkincisi, sonuç olarak Mesih gerçekten insandır ve böylece bizim uğrumuza ölümü geçerlidir. Mesih’in sadece insan olmakla kalmadığına dikkat edin, çünkü aynı zamanda ilahiydi, ancak yine de tamamen insandı ve bunun sonucunda Tanrı’nın önünde vekilimiz olabildi, bizim özgür kılınmamız için bizim cezamızı çekti. Şimdilik her şey yolunda! Ancak önerme hala yeterli değil. Çünkü eğer İsa Mesih’in ruhu Oğul Tanrı ise, Kutsal Kitap’ın İsa’yı çocukluktan yetişkinliğe doğru gelişen gerçek insan bilincine sahip olarak betimlemesini nasıl açıklayacağız? Önermem bizi İsa’nın insanlara has sınırlardan etkilenmeyen bir tür süpermen olduğu sonucuna götürmüyor mu? Bu da bizi üçüncü adımıma getiriyor.
Üçüncü Adım: İsa’nın kişiliğinin ilahi yönlerinin dünyadaki yaşamı sırasında büyük oranda bilinç altında kaldığını kabul etmek. İsa’nın kimliğinin insanüstü öğelerinin temel olarak bilinçaltında olduğunu öneriyorum. Bu önermemde, bir kişinin bilincinin kendisinin farkında olduğundan çok daha fazla şeyden oluştuğu yönündeki derin psikoloji anlayışından faydalanıyorum. Tüm psikanaliz projesi, davranışlarımızın bazılarının bizim pek az farkında olduğumuz, hatta hiç farkında olmadığımız derin kaynaklarda saklı olduğu gerçeğinde temellenir. Çok kişiliklilik hastalığına sahip birini düşünün. Böyle bir hastalıkta, bireyin zihninin bilinçaltında yatan yönlerinde bulunan birbirinden ayrı bilinçlerin su yüzüne çıkmasının çok uç bir örneğini görürüz. Bazı vakalarda diğer kişiliklerin farkında olan baskın bir kişilik bile bulunur; bu baskın kişilik diğerlerinin bildiklerini bilir, ancak diğer kişilikler onun bildikleri konusunda habersizdir. Hipnotizma da aynı şekilde bilinçaltı gerçeğini canlı bir biçimde ortaya koyar. Charles Harris’in açıkladığı gibi hipnotize olmuş bir kişiye bazı gerçekle anlatılıp ardından kişiden “uyandığında” bunları unutmuş olması istenebilir; ancak Harris’in anlattığına göre “… bilgi aslında kişinin zihnindedir, ve özellikle kişinin bazı eylemlerinde kendisini kesinlikle gösterir, … çünkü kişinin bu bilgiye sahip olmadan söz konusu eylemleri gerçekleştirebilmiş olması mümkün değildir.” Birçoğunuz televizyonlarda bu fenomenin eğlenceli yönlerini izlemiş olabilirsiniz. Örneğin genç bir adamın hipnotize edilerek bir ağacın evlenme teklif etmek istediği güzel bir kız olduğuna inandırılması vs. Harris şöyle devam eder:
Bundan daha da sıradışı olan şey ise, hipnotize edilmiş hassas bir kişinin bir nesneyi aynı anda hem görmesinin hem de görmemesinin sağlanabilmesidir. Örneğin bir elektrik direğini görmemesi istenebilir ve bu elektrik direğini göremez (bildiğimiz anlamda). Ancak yine de görür, çünkü onu görmekten kaçınmaktadır ve bunu görmekten kaçınmak için öncelikle görmemesinin sağlanması mümkün değildir.
Oğul Tanrı da dünyada beden aldığı dönemde kişiliğinin sadece sıradan insan yaşamıyla uyumlu yönlerinin İsa’nın bilinci içerisinde yer almasına izin verdi, diğer yandan ise bilgisinin büyük bir kısmı suyun altında kalan bir buzdağı gibi bilinçaltının derinliklerinde gizliydi. Önerdiğim teoride Mesih böylece tek bir kişidir, ancak bilinçli ve bilinçaltı öğeler bu tek kişide teolojik açıdan önemli bir biçimde birbirinden ayrılmıştır. Nestoriancılığın aksine benim önermem iki kişi var olduğu yönünde değildir, çünkü bir kişinin zihninin bilinçli yönleri ile aynı kişinin zihninin bilinçaltı yönleri iki farklı kişi bulunduğu anlamına gelmez.
Böyle bir teori, müjdelerde betimlenen İsa’yı tatmin edici bir biçimde açıklar. İsa bilinçli tecrübesi dahilinde tıpkı bir çocuğun yapacağı gibi bilgi ve bilgelikte büyüdü. Bebek İsa’nın yemlikte yatarken infinitemisal hesapları üzerinde kafa yorduğunu düşünemeyiz. Sıradan insan bilincine sahip olan İsa korkuya, zayıflığa ve ayartılara karşı savaşarak iradesini Göksel Babası’nın iradesiyle aynı hizaya getirmek zorundaydı. İsa aslında günah işlemesi mümkün olmamasına rağmen bilinç dünyasında gerçekten ayartıldı. Günahın ayartısını gerçekten hissetti ve bu ayartının kolayca savuşturulması söz konusu değildi; ayartılara direnmek için ruhsal disiplin ve ahlaki kararlılığa sahip olması gerekiyordu. İsa bilinç dünyasında belirli bazı gerçeklerin farkında değildi, ancak ilahi bilinçaltı sayesinde hata yapmaktan alıkondu ve doğaüstü bir biçimde aydınlatıldı. Oğul Tanrı kuantum mekaniğinden araba mekaniğine kadar her konuda bilgiye sahip olmakla birlikte Nasıralı İsa’nın da ilahi bilinçaltına başvurmadığı sürece bu konulardaki sorulara yanıt verebilecek bilgiye sahip olduğunu düşünmemiz için bir neden yoktur. İnsanın içinde bulunduğu duruma inebilmek için bu kadar alçalması gerekmiştir.
Bunun da ötesinde İsa bilinç dünyasında insan kaygılarının her türünü tecrübe etti ve fiziksel acı ve bitkinliği tattı. Önermem, aynı zamanda İsa’nın dua yaşamının gerçekliği ve içtenliğini de korur ve İsa’nın nasıl olup da acılar aracılığıyla yetkinliğe erişebildiğini açıklar. Onun da düşmüş bir dünyada zaferli bir biçimde yaşayabilmek ve Baba’nın ona verdiği görevi yerine getirebilmek için bizim gibi her an Baba’ya dayanması gerekiyordu. Getsemani bahçesindeki şiddetli ıstırap, oynadığı bir rolden ibaret değildi, beden almış Oğul’un bilinç dünyasındaki gerçekleşen gerçek bir mücadeleyi yansıtıyordu. Oğul Tanrı’nın Mesih’in zihni olduğuna karşı çıkan tüm geleneksel itirazlar, enkarnasyonun bu şekilde anlaşılmasıyla geçersiz hale gelir, çünkü burada sadece ilahi olmakla kalmayıp aynı zamanda tamamen insanlığımızı paylaşan bir İsa’dan söz etmekteyiz.
O halde benim enkarnasyon teorim doğru mu? Sanırım sadece şu kadarını söylebiliriz: Tanrı bilir! Bunun aksini iddia etmem küstahlık olurdu. Ancak iddia ettiğim bir şey var ki, o da bu teorinin hem mantıksal olarak tutarlı, hem de Kutsal Kitap’a uygun olduğu, bu nedenle büyük olasılıkla doğru olduğudur. Ve eğer bir olasılıkla doğruysa, İsa Mesih’in hem gerçekten Tanrı hem de gerçekten insan olmasına karşı itirazları ortadan kaldırır.
Ancak bu teorinin bundan daha da fazlasını başardığını düşünüyorum. Aynı zamanda tüm sıkıntı, zorluk ve kısıtlamalarıyla insanlığımızı üzerine alarak bizim uğrumuza ve kurtuluşumuz için kendisini alçaltıp boşaltan Tanrı’ya şükretmemize de olanak sağlıyor. Elçi Pavlus’un yazdığı gibi, “O’nun yoksulluğuyla siz zengin olasınız diye, zengin olduğu halde sizin uğrunuza yoksul oldu” (2 Ko. 8.9).