İlk Hristiyanlar acı çekeceklerini biliyordu. Mesih çarmıh üzerinde öldüğünden, O’nun ölümünün benzerini yaşamaktan daha büyük bir onur yoktu. Hristiyanlık, şehidin ölümünü büyük bir saygıyla anardı. 1. Petrus’ta belirttiği gibi: ‘Ama Mesih inanlısı olduğu için acı çeken, bundan utanç duymasın. Taşıdığı bu adla Tanrı’yı yüceltsin.’ (4:16).
Hristiyanlar Neden Zulüm Gördü?
Kilise neden kurban vermek zorunda kalmıştı? Roma aslında dini farklılıklara karşı hoşgörüsüz değildi ve tapınaklarına İtalyan boylarından ve Anadolu’dan farklı ilahları kabul etmişti. Sayısız yerel tanrı ve tanrıçalar, Greko-Romenler tarafından kendisine eşdeğer bir isim verildikten sonra ‘Roma ilahı’ olarak tapınılırdı. Bu hoşgörüye rağmen, ikinci yüzyılın başlarında Bitinya’nın Roma valisi, Hristiyan olmakla suçlananları öldürmekte tereddüt etmiyordu. Hristiyanlığın ismi bile tek başına yeterli bir ölüm fermanıydı. Hristiyanlara yönelik zulmün nedenleri Hristiyanlığın ilk üç yüzyılındaki kayıtlarda ortaya çıkmaktadır.
Kardeş Katli
Zulüm Romalı yetkililerle başlamadı. Yeni Antlaşma, Yahudiler ve Hristiyanlar arasındaki kardeş çekişmelerinden bahseder. Elçiler’in İşleri’nin ilk bölümlerinde Mesih’in öğrencilerinden Yuhanna’nın kardeşi Yakup (12:2) ve İstefanos (7:57) kral Hirodes’in kurbanı oldu. Gerçeği söylemek gerekirse Elçilerin İşleri’nin yazarı olan Luka, Romalı yetkililere Hristiyanların sadakati ve Yahudilerin Roma’ya düşmanlığı konusunda güvence vermek için birçok zahmete katlandı.
MS 54’te zulmedenler ve onları güden şeyler değişti. 19 Temmuz’da büyük bir yangın Roma’yı sardı, kentin on dört bölgesinden sadece dördü hasar almadı. İmparator Nero şüpheleri ilk üstüne çeken kişi oldu. Acaba bu kendi onuruna yaptırmak istediği görkemli sokaklara ve binalara yer açmanın bir yolu muydu? Büyük çaplı kundakçılıkla ün salmış olan Nero, suçlamaları Hristiyanlara yöneltmeyi başardı. Aralarında Petrus’un da olduğu çoğu Hristiyan meydanlarda eziyet gördü ve ölüme terk edildi.
Tacitus, yazdığı Annales’te (XV44) olaya dair bir rapora yer verdi. Hristiyanlara yönelik zulmü zalimce bulması dışında Hristiyanlara bir yakınlık göstermemiştir. Hristiyan kelimesinin kökeni olan Christus’un (Mesih) Pontuslu Pilatus tarafından öldürüldüğünü kayıtlara geçirmiştir. Tacitus Hristiyanları ‘iğrençlikleri yüzünden nefret edilen’ ve ‘insan ırkına karşı nefretten suçlu bulunan’ grup olarak tanımlamıştır. Aynı suçlamaları Yahudilere karşı da yöneltmiştir. Kendisine göre Yahudilerinki bir ‘din’ değil, ‘ölümcül bir batıl inanç’ idi ve bu inançları yüzünden baskı altında tutulmayı hak ediyorlardı. Nero’nun zulmü devam etmese de, büyük yangın Hristiyanların Yahudilikten ayrı bir ‘yasal din’ (religio licita) olarak tanınmasını engelledi.
İmparatorluk Politikaları
30 yıl boyunca Hristiyanlara yönelik herhangi bir eylem gerçekleşmedi. İmparatorlar ‘batıl inanç’ olarak gözüken her konuya şüpheli yaklaşıyorlardı. 95-96 yıllarında imparator Domitian, paganizme ve Yahudi geleneklerine uymamakla suçlanan bazı Roma soylularına karşı sert davrandı. Bu durumun Hristiyanlığa yönelik olup olmadığı bilinmiyor. Ancak Sicilya yakınlarındaki Pantelleria adasına sürgün edilen İmparator’un kadın akrabalarından Domitlla’nın Hristiyan olduğu düşünülüyor. 15 yıl sonra ise konunun üzerindeki perdenin aralandığını görüyoruz. Plinius, imparator Trajan (98-117) tarafından eyaleti kötü yönetim ve yozlaşmanın yol açtığı tahribattan kurtarmak için Bitinya’ya gönderildi. Bölgeyi gezen Plinius, Amastris yakınlarında Hristiyanlarla karşılaştı. Avukat olmasına rağmen, hiçbir zaman Hristiyanlarla ilgil bir davaya bakmamıştı. Eyaletlerdeki davaların çoğunda Cognitio Extra Ordinem (Sistem Dışı Yargılama) sistemi uygulanmaktaydı.
Plinius, Hristiyan olduğunu itiraf eden herkesi anında infaza mahkum etti. Çünkü inatçılıklarının ve sapkın uygulamalarının cezalandırılması gerektiği hakkında hiç şüphesi yoktu. Hıristiyanlığın kendisi cezalandırılabilirdi, ancak suçlananların meydan okuyan ve zulüm görmeye razı tavırları Plinius’a yapmış olduğu eylemlerde haklı olduğunu hissettirdi. Bir zamanlar Hristiyan olduklarını ama artık inanışlarından vazgeçtiklerini dile getirenlerden sonra Plinius, imparatora mektup yazarak onlara karşı hoşgörülü olmayı tercih ettiğini söyledi. Trajan şu emirlerde bulundu: Hristiyanlar suçlu kişiler gibi aranmayacaktı. Kendi ilahlarına tapınmaları durumunda özgür kalabileceklerdi. İmanlarına sadık kalanlar ise cezalandırılacaktı. İsimsiz ihbarlar, ‘kötü birer örnek teşkil ettiği ve zaman kaybına neden olduğu’ gerekçesi ile reddedilecekti. 12 yıl sonra (124-125 yıllarında) Hristiyanlar daha fazla ayrıcalıklara sahip oldu. 122-123 yıllarında Asya bölgesinde çıkan Hristiyan karşıtı ayaklanmalar üzerine vali, imparator Hadrianus’a fikir danışmak üzerine yazdı. Hadrianus fermanında, Hristiyanların mahkum edilmeden önce yasadışı eylemlerden suçlu olduklarının kanıtlanması gerektiğini emretti. Hristiyanlara yönelik ‘iftira niteliğinde saldırılar’ bir kez daha yasaklandı. Ferman, Hristiyanların korunmasına yardımcı oldu.
125 ile 160 yılları arasında Hristiyanlar nispeten hoşgörülü bir zaman geçirdiler. Greko-Romen başarısının zirveye ulaştığı dönemde çok az şehit kaydedildi. Marcus Aurelius’un 161’de imparator olarak tahta çıkmasıyla birlikte durum değişti. Öncelikle Hristiyanlar tepki toplamaya başladı. Çünkü toplulukları koruduğuna inanılan tanrılara tapınmayı reddeden Hristiyanlar, doğal afetlere neden olmakla suçlandı. Hristiyanlar ayrıca ahlaksızlık ve kara büyü yapmak ile suçlanıyordu. İzmir (Smyrna) piskoposu Polycarp’ın tutuklanması talep edildi. Polycarp tutuklanmadan önce diğer Hristiyanlarsa yakalanmış, zulme uğramış ve şehit edilmişti. Frigli bir Hristiyan şehit olmaya istekli olmasına rağmen, amfitiyatroda karşısına çıkan vahşi hayvanları gördükten sonra vazgeçti.
Polycarp’ı yargılayan vali, ”İsa’ya küfür et, seni serbest bırakayım” dedi. Polycarp ise, “O’na 86 yıl hizmet ettim ve bana hiçbir yanlışı olmadı. Beni kurtaran Kralıma nasıl küfrederim?” diye cevap verdi. Bunun üzerine ölüme mahkum edilen Polycarp diri diri yakıldı. Bu hikaye, bir yöneticinin 2. yüzyılda Hristiyan bir lidere yönelik düşüncelerini ve bir imanlının ölümün kıyısında bile Rab’be olan bağlılığını gösteriyordu. 175’de Marcus’un yönetimi zamanında yeni kararlar uygulanmaya başlandı. Bunlar, düşmanların Hristiyanları ihbar etmesini ve mallarına el koymasını kolaylaştıran kararlardı. 177’de Gaul, Lyon’daki kırk sekiz Hristiyan amfi tiyatroda ölüme terk edildi.
Gerginliğin Artması
193’te yeni bir hanedanlık olan Severus Hanedanlığı, kilisenin imparatorlukla olan ilişkileri açısından en önemli zamanda yönetimi ele geçirdi. Hala yasal olmasa da Kilise bir önceki yüzyıla göre daha güçlüydü. Hristiyanlar, piskoposlar tarafından yönetilen yerel toplulukların çevresinde birleşmişti. Kilisenin kendine ait dini uygulamaları ve Yahudilerden ayrı kutsal yazıları vardı. Ayrıca mülk edinmeye başlamıştı. (Roma’daki en eski yeraltı mezarları 200 yıllarına kadar uzanıyor.) En önemli kilise, Müjdeleme ruhunu yeniden kazandı. Bunun sonucunda kilisenin güçlü olduğu bölgelerdeki paganlar ile Hristiyanlar arasında büyük bir gerginlik yaşandı.
Hanedanlığın imparatorlarından Septimius Severus (193–211), Caracalla (211–217), Elagabalus (218– 222) ve Alexander Severus (222–235), Hristiyanlara karşı kişisel olarak kötü amaçlar taşımıyordu. Alexander Severus’un yönetiminde ilk ev kilisesi olarak tanımlanabilecek yapı Fırat Nehri üzerindeki sınır kasabası Dura-Europos’ta inşa edildi. Bununla birlikte, imparatorların kişisel eğilimleri 202-210 yılları arasında Kartaca, İskenderiye, Roma ve Korint’teki Hristiyan karşıtı görüşler ile geçerliliğini yitirdi. Şehit olanlar arasında Kartaca’lı Perpetua ve Felicitas (7 Mart 203’te şehit edildiler) ile İskenderiye’li Origenes gibi sonradan iman edenler bulunmaktaydı. Piskoposlar ve din adamları bu süreçten etkilenmemiş gibi görünüyor. 235 yılında Severus Hanedanlığının sonlanışıyla gücü ele geçiren Maximus Thrax (235-238), kilise liderlerine yönelik kısa süreli zulme başladı. Zulmün ardından 12 yıllık sakinlik dönemi yaşandı. Bu sürede kilise büyüdü ve büyük öğretmen Origenes (186-254) aracılığıyla ilk kez pagan çağdaşlar üzerinde entelektüel bir üstünlük kuruldu. Ancak Origenes endişeliydi. Çünkü yeni bir zulüm dalgası dünya geneline yayılabilirdi. Maalesef bu endişesinde haklıydı.
İmparatorluk Genelinde Zulüm
İmparator Decius (249-251) yönetimi altında Kilise, en zorlu dönemlerinden birini yaşadı. Decius, Gotların ciddi bir askeri tehdidi ve kentlerdeki ekonomik ve sosyal gerileme anında iktidara gelmişti. İmparatorluktaki bozulmalarının suçunu kendisinden önce görev yapmış olan ve Hristiyanlara karşı hoşgörü göstermiş olan Philip’e attı. Çözümü imparatorluğun Roma adetlerine geri dönerek, tüm halkın Roma tanrılarına yıllık kurbanlar sunmasında gördü. Decius bu kararı Hristiyan liderlerin yakalanması emriyle (muhtemelen Aralık 249’da) birleştirdi. 20 Ocak 250’de Papa Fabian, imparatorun huzurunda yargılandı ve idama mahkum edildi. Yetkililer kararın uygulanması için ellerinden geleni yaptı. Kartaca gibi büyük kentlerde denetlemelerde bulunularak, kurban kesmeyi reddedenler cezalandırıldı.
Hem pagan hem Hristiyan çağdaşlar ve bir sonraki yüzyılın Hristiyan tarihçileri, Decius’un almış olduğu önlemlerin başlangıçta başarılı olduğunu dile getirmişlerdir. Çağdaş bir yazar İskenderiye’deki Hristiyanlar hakkında, “Hepsi korkudan sindi” ifadesinde bulundu. Hristiyanların çoğu bölgeden ayrıldı, çok az bir kısmı ise imparatora açıkça meydan okudu. İskenderiye ve Kartaca’da inancını terk edenler oldu. Yetkililere karşı gelen Smyrnalı Pionius gibileri hayatına değer vermeyen fanatikler olarak görüldü. Karar, Hristiyanlar arasında bölünmelere neden oldu. Bu durum pagan yetkililerini mutlu etmişti. Decius’un asıl amacı, Roma’nın özgürlüğünü geri kazanması için tanrılara kurban sunulması aracılığıyla evrensel bir desteği güvence altına almaktı. Decius’un bunu başarmasıyla 251’in ilk aylarında katliamlar sona erdi. Decius, 251 Haziran’ında Gotlara karşı yürüttüğü bir savaşta öldü. Bunun üzerine Hristiyanlara yardımcı olmak isteyen, ancak Decius nedeniyle bölgeden ayrılan piskopos Piskopos Siprianus, Kartaca’ya döndü.
Kilise, imanlıları kısa zaman içinde geri topladı, ancak bazı sorunlarla karşılaştı. Bunlardan biri, inancını terk edenler hakkında ne karar verileceğiydi. İkincisi ise kilisenin büyük bir kısmında yankı uyandıran Roma ve Kuzey Afrika’daki Novatiyanizm düşüncesinin yarattığı bölünmeydi. Kendilerinin saf kaldığını iddia eden üyeler, zulüm ve baskı sırasında inançlarını reddetmiş veya pagan tanrılara kurbanlar sunmuş kişilerin kiliseye geri dönmesine izin vermiyordu. Hareketleri, kilisede bütünlüğü diğer tüm değerlerin üzerine koyanlar ile evrenselliği merkez alanlar arasında alıcı bir bölünmenin habercisiydi.
Yeni imparator Valerian (253-60), başlangıçta Hristiyanlara hoşgörülü davrandı, ancak 257 yazında tutumunu aniden değiştirdi. İmparatorun politikası kiliseyi yok etmek değil, onları kendi dini törenlerine uygun hale getirmekti. Temmuz-Ağustos aylarında Kartaca piskoposu Siprianus ve İskenderiye piskoposu Dionysius’un sınır dışı edilmesi emretti. Ayrıca Hristiyan ibadet yerlerini ve mezarlıkları kapatarak, buralara girmeye çalışanların öldürüleceğini bildirdi. Bir yıl boyunca tedirginlik hakimdi. Ancak Hristiyanlar daha önceki yıllardaki gibi korkudan sinmiş değildi. Sabrı tükenen Valerian, Temmuz 258’de piskoposların, rahiplerin ve diyakonların öldürülmesini, kilise mülklerine el konulmasını emretti. İmparatorluğun bazı bölgelerinde 258-259 yılları arasında gerçekleşen katliamlar, Kilise tarihindeki en kanlı dönemlerdendi. 6 Ağustos’ta Papa II. Sixtus, altı diyakonla birlikte öldürüldü. Diğer ay Siprianus, vali Galerius Maximus ile yüzleşmek üzere sürgünden geri getirildi. Siprianus, bir kez daha kurban sunmayı reddetti. Vali Maximus, şu sözlerle davayı özetledi: “Kendinizi Roma tanrılarına ve onların kutsal törenlerine karşı geldiniz. İmparatorlardan Valerian ve Gallienus Augusti ile en yücesi Sezar, kutsal ritüellere katılmanızı sağlayamadı. Bundan dolayı kışkırtıcı ve elebaşı olarak yakalanacak ve infaz edileceksiniz” dedi. Gizli anlaşmalar, yasadışı işbirlikleri ve Roma tanrılarına düşmanlık, ilk üç yüzyıl boyunca Hristiyanlara yönelik zulmün temelini oluşturdu.
Fırtına Öncesi Sessizlik
Valerian’ın ölümünün ardından 40 yıllık bir barış süreci (260–303) yaşandı. Ancak Hristiyanların tutuklanma tehlikesi devam ediyordu. Piskoposluklar çoğaldı ve kilise inşaası engellenmeden devam etti. Başkent Nikomedia’daki kilise binası imparatorluk sarayının tam karşısında duruyordu. Daha da önemlisi kilise hem kırsalın hem de kasabanın bir hareketi haline gelmişti. İskenderiyeli Dionysius’tan alıntı yapan Eusebius, Kilise Tarihi adlı kitabında, Gallienus’u monarşinin eski geçmişini bir kenara bırakarak, kendisini kötülükten arındırmış bir imparator olarak selamladı.
Büyük Zulüm
303 yılında, ‘Büyük Zulüm’ olarak adlandırılan 10 yıllık bir kanlı dönem yaşandı. 43 yıllık barış sürecinin ardından neden ve nasıl böyle bir döneme geçildi? Öncelikle, kilise kabul görmüş gibi görünse de kilise karşıtlığı hiçbir zaman ortadan kalkmadı. Neoplatonist filozof Porphyry’den esinlenen paganlar, 270 yılından itibaren Hristiyanlara karşı ciddi bir entellektüel saldırı üzerine hazırlanmaktaydı. Hristiyanlar ve pagan savunucuları arasındaki tartışmalar 290’larda yoğunlaştı. İmparatorların hayali Roma’nın eski geleneksel değerlerine dönmesiydi. Tek bir yönetim sistemi ve para birimi kullandılar. 301 yılında imparatorluktaki tüm fiyatlar her yerde aynıydı. Tekdüzelik ve disiplin bu çağın anahtar kelimeleriydi. Yine de Hristiyanlık imparatorların muhafazakar ideallerine karşı varlığını devam ettirdi. Bu süreçte zulüm yaşanan savaşların gölgesinde kaldı. 296 yılında çok sert bir Hristiyan karşıtı olan Sezar Galerius, Perslilere karşı kesin bir zafer kazandı. Diocletian, ailesinde Hristiyan yanlısı kişilerin olması nedeniyle imanlılara karşı harekete geçme konusunda isteksizdi. Ancak bazı valilerin Hristiyan karşıtı suçlamaları ve Galerius’un baskısı nedeniyle Hristiyanlara karşı hareket etmek zorunda kaldı. 298 ile 302 yılları arasında Hristiyanlar aşamalı olarak kamu hizmetinden ve ordudan uzaklaştırıldı. İmparatorlar 302’nin sonlarına doğru Didyma’daki (Didim) Apollon tapınağını ziyaret etti ve kahin Hristiyanları kendilerine şikayet etti. Artık geri dönüşü yoktu. Hristiyanlara yönelik zulüm süreci 23 Şubat 303’te Terminalia Şenliği ile birlikte başladı.
Kiliseler yıkıldı, Hristiyanların ibadet hizmetleri yasaklandı, Kutsal Yazılar’a el konulup yakıldı. Hristiyanlar kamu haklarını kaybettiler. Bazı imanlılar özgürlüklerini kaybetti. Diocletian’ın güvence altına aldığı tek imtiyaz kan dökülmemesiydi. Tüm din adamlarına kurban kesme zorunluluğu getirildi. çok geçmeden hapishaneler dolmuştu, ancak 303 yılı sonbaharında yapılan değişiklik ile kurban sunmayı reddedenlerin çoğu serbest bırakıldı. Zulüm Valerian dönemindeki kadar şiddetli olmamıştı. Kutsal yazılara el konmuştu, küçük bir kısım imanlı tüm bu baskılara dayanabildi. 304 yılında Roma’da Diocletian’ın hasta olmasını fırsat bilen Galerius karşı gelenlerin ölümle cezalandırılacağı bir evrensel kurban sunma yasası çıkardı. Artık baskı tüm imanlılara yönelikti. Şehitlerin sayısı ve Hristiyan karşıtlığı arttı. Kuzey Afrika’daki bir kilisenin yazıtında, Diocletian ve Maximian’ın yasaları altında acı çeken 34 imanlı listeleniyor. Frigya’da bir topluluk tamamen yok edilmiş ve Mısır tam 8 yıllık bir baskı sürecine tanık olmuştu. Mısır’daki Kıpti Hristiyanlar Diocletian döneminde gerçekleşen bu zulmü, ‘Şehitler Dönemi’ olarak adlandırdı. Bu süreç 1 Mayıs 305’te Diocletian ile Maximian’ın resmen tahttan çekilmesiyle sona erdi. Tahta gelen Constantius Batı’da herhangi bir eylemde bulunmadı, ölümü üzerine oğlu Constantine (Konstantin), imparator ilan edildi. 5 yıl içinde Constantine gittikçe yetkilerini arttırdı ve babasının Hristiyanlara karşı hoşgörülü politikasını izledi. Doğu’da ise Galerius Hristiyan karşıtı eylemlere ve zulme devam etti.
Kararların neden olduğu öfke ortamı zamanla yatıştı ve 310 yılından sonraki süreçte şehit haberi kaydedilmedi. 311 Nisan’ında ölmekte olduğunun farkına varan Galerius, zulüm içeren fermanlarını geri çekti. Diclotean’ın reformu ışığında şu satırları yazdı: “Her zaman devletin iyiliği için hareket ederek, her şeyi Romalıların eski yasalarına ve kamu disiplinine göre düzeltmeyi diledik.” Galerius 6 gün sonra hayatını kaybetti. Her şeye gücü yeten Tanrı’nın varlığının yanında imparatorluğun ‘ölümsüz tanrıları’ tarafından korunması düşünülemezdi. 312 baharında Konstantin, Batı’da son bir üstünlük girişiminde bulundu. 27 Ekim’de Rakibi Maxentius’a karşı İtalya’nın kuzeyi ve merkezinde yürüttüğü savaşta Roma’nın 8 kilometre yakınına ulaştı. O gece bir görüm gördü. Ertesi gün Maxentius’u yenilgiye uğratarak zaferle Roma’ya girdi. Şubat 313’te Konstantin, Licinius ile bir araya geldi ve Milano Fermanı olarak bilinen bir belgede zulmü resmen sona erdirdi. Tüm bireyler vicdani kararlarında özgür olacaktı. On bir yıl sonra (324’te) Licinius’u yenilgiye uğratan Konstantin, Hristiyanlığa olan bağlılığını ve Hristiyanlığın imparatorluğun resmi dini haline gelmesi adına olan isteğini ilan etti. Kilise zaferi kazanmıştı.
Hristiyanlar Nasıl Zafer Kazandı?
İlk olarak, Hristiyanlar mağlup edilemeyecek kadar güçlenmişlerdi. Bitinya ve Sirenayka’da (günümüzün Kuzey Mısır ve Libya bölgesi) örgütlenmiş şekilde çoğunluk haline gelmişlerdi. Ayrıca Yeni Platoncu bir filozofun açıkladığı gibi, Hristiyanlar inanışlarının sadeliğiyle ve diğer inançların karmaşasından uzak ahlaki öğretileriyle insanların ilgisini çekmekteydi. En önemlisi ise Hristiyanların şehit ruhunu hiçbir zaman kaybetmemesiydi. Lactantius isimli bir çağdaşın söylediği gibi; “Tanrı’nın Hristiyanlara yönelik zulme izin vermesinin nedeni Tanrı’nın halkının çoğalması isteğidir. İnsanlar eski tanrıları onların adıyla yapılan zulümler yüzünden reddetti. İnsanlar yaşamları pahasına iyi olanı bulmak üzere araştırdılar. Öyle ki, ne mal kaybı, ne acılar ne de zulüm onları vazgeçirebilsin.”
311-312 yıllarında Mısır’da Caesarea’lı Eusebius, Maximinus’un zulmünün görgü tanığıydı. Bu tanıklığı üzerine şunları yazdı: “Yaşananları bizzat kendi gözlerimizle gördük. Bir gün içinde başları kesilen ve bedenleri yakılan Kıpti Hristiyanlara şahit olduk. Katliam o kadar şiddetliydi ki, baltalar körelmiş, cellatlar yorgun düşmüştü. İşte böyle bir zamanda Mesih’e iman edenler arasında ilahi bir güce ve coşkun bir sevince şahit olduk. Birisi hakkında hüküm verilir verilmez, birçokları kendilerini yargıcın önüne atarak Hristiyan olduklarını ikrar ediyordu.”
Görüşler, son 30 yılda Hristiyanlık lehine değişiyordu. Böyle bir ruha karşı pagan yetkililer güçsüz kalmıştı. Paganlar, entelektüel tartışmaları kazanıyor olsa da, ölümü ‘özgürlük’ olarak kabul edenler son söze sahipti.
KAYNAKÇA: https://christianhistoryinstitute.org/magazine/article/persecution-in-the-early-church-2