1988 yılı başlarında milletvekili David Alton, 1967 Kürtaj Yasası’nı değiştirmek için Özel bir Üye’nin Yasa Tasarısı aracılığıyla girişimde bulundu. Britanya’da on sekiz haftanın üzerindeki cenin kürtajlarını engellemek amacıyla yeni bir üst yaş sınırı belirleyen bu tasarı tek maddeden oluşuyordu. Konunun tartışılması, halkın kürtaj konusundaki hassasiyetini bir kez daha artırmasına rağmen tasarı yasalaşmadı; hâlihazırdaki yasayı değiştirmek için başka girişimlerin yapılacağı kesindi.
Bir değişimin gerekli olduğu neden düşünülmektedir? Bu soruyu yanıtlamak için 1967 yılındaki tartışmalara geri dönmemiz gerekmektedir. 1967 Kürtaj Yasası’nın içeriği şöyledir:
“Eğer iki kayıtlı tıbbi pratisyen iyi niyetle oluşmuş ortak bir düşünceye sahipse, bir kayıtlı tıbbi pratisyen tarafından sona erdirilen bir gebelik halinde kişi kürtajla ilgili yasaya göre suçlu olmayacaktır.”
Yukarıda söz edilen ortak düşünce şöyle:
1- Eğer gebeliğin devamı gebe kadının yaşamı ya da hem kendisinin hem de ailedeki diğer çocukların fiziksel ya da zihinsel sağlığının zarar görmesi açısından gebeliğin sona erdirilmesinden daha büyük bir risk taşıyorsa; ya da
2- Çocuk doğduğu takdirde ciddi bir sakatlık düzeyindeki bu tür zihinsel ya da fiziksel anormallikler nedeniyle acı çekmesi gibi önemli bir risk mevcutsa.
İki doktor karar verirken, bir kadının o andaki ya da önceden bilinebilir geleceğindeki yaşam ve sağlığı hakkında ilgili olduğunu düşündükleri tüm unsurları hesaba katabilirler.
Yasa’daki hiç bir şey, yaşayabilir bir ceninin yaşamını koruyan, 1929 yılma ait Bebek Yaşamını Koruma Yasası’nın koşullarını etkilememiştir. Amaç, çocuğun rahimde canlı olarak doğabileceği döneme ulaşmasından sonraki kürtajları engellemekti. 1929 Yasası’nda yaşayabilirliğin tanımı, gebe kalınmasının üzerinden en fazla yirmi sekiz hafta geçtikten sonra kürtajlara izin verilmeyeceğini belirtmektedir.
Milletvekili David Steel tarafından 1966’da bir Özel Üye’nin Yasa Tasarısı olarak sunulan ve Gebeliğin Tıbbi nedenlerle sona erdirilme tasarısı hakkındaki tartışma, tıbbi bilgiye sahip olmayan kişiler tarafından arka sokaklarda yapılan kürtajların dehşeti ya da korkmuş annelerin düşük yapmaları için uğraşmaları gibi konularla ilgiliydi. Bir yılda yasa dışı kürtajların sayısının 40.000 ile 200.000 arasında yapıldığı ve yılda ortalama yirmi beş – otuz kadının yasa dışı kürtajları izleyen tıbbi komplikasyonlar sonucu öldükleri iddia edilmektedir. Başka pek çok kadın ise kendilerine verdikleri zarardan ötürü hastanede tedavi görmek zorunda kalmaktadırlar. Bu kadınlar, yasa konusunda bilgili olmadıkları için kendi doktorlarıyla bile konuşmaktan çekinmektedirler.
Yasa, İngiltere ve Galler’de yüzyılı aşkın bir süre boyunca değişmemişti. 1861 yılındaki “Kişi Yasası’na karşı işlenen suçlar” herhangi bir “zehirli ya da sağlığa zararlı” şeyin ya da “düşük yapılmasına hizmet eden” herhangi bir “aracın” kullanılmasını yasaklamıştı. “Yasa dışı” sözcüğünün anlamı, mahkeme içtihatlarına dayanan hukukun gelişmesi aracılığıyla uygulamada yavaş yavaş netleşmişti. Bu durumla ilgili en iyi örnek, danışman Dr. Aleck Boume’nin 1938’deki davasıdır. Bu doktor, pek çok kişi tarafından tecavüze uğrayan on dört yaşındaki bir kızın gebeliğini sona erdirme kararını almıştı. 1861 yasasına göre yargılanmış, ama beraat etmişti. Yargıç, bir annenin yaşamını korumaya çalışan bir doktorun bu yasaya karşı bir suç işlememiş olduğuna karar vermişti. Yargıç, bu davada kızı “fiziksel ve zihinsel bir enkaz” haline dönüşmesinden korumak için gebeliğin sona erdirildiğine karar vermişti. 1938’den 1967′ deki Steel Tasarısı’na kadar her tedavi edici kürtaj, Boume yargısı göz önünde tutularak uygulanmıştı. Yine de yasanın hukuk sınırları konusundaki belirsizlik büyüktü ve Bay Steel yasanın netleştirilmesini istiyordu.
Bay Steel’in Tasarısı hakkındaki tartışma Haziran 1966 ve Ekim 1967arasında Londra’daki Mecliste pek çok oturumun nedeni oldu. Tıp mesleğinde ve daha da yaygın olarak hatırı sayılır tartışmalar yaptı. En ilginç tartışmalardan biri, Temmuz 1967’de, Britanya Tıp Birliği’nin yıllık Temsilci Toplantısı’nda gerçekleşti. Daha önce 1965 yılında Britanya Tıp Birliği’nde geçen bir tartışmada bir teklifte bulunuldu; “her iki Parlamento binasındaki tüm Üyelerin, tüm uygun veriler Kraliyet Komisyonu gibi bağımsız bir mahkeme tarafından toplanıp incelenerek rapor edilene kadar Gebelik Tasarısı’nın Tıbbi Sona Erdirilmesi hakkındaki yasayı onaylamalarını istendi.” Bir doktor, Bay Steel’in Tasarısı’nın temel öğelere karşı olan tıbbi mesleğin muhalefetine karşın Hükümet tarafından benzeri görülmemiş bir destek verildiğini söyledi. Tasarı’nın tıbbi gözlemler yeterli ve bağımsız bir biçimde incelenmeden Parlamento’dan geçirilmeye zorlandığını ileri sürdü.
Diğerleri ise Tasarı’nın talep vukuunda kürtaja yönlendireceğinden kaygılanmaktaydılar (aslında böyle oldu). Ama Avam Kamarasın’da David Steel’in kendisi, “bu tasarıyı destekleyenlerin amacının, istek halinde kürtaja geniş bir kapı açmak olmadığını” söylemişti. Bir jinekolog, mahkeme içtihatlarına dayanan hukukun koruması altında ve tıbbi temellere dayanarak tedavi edici kürtajlar yaptığını söyledi. Toplantıda, ceninin saatler boyunca kısımlara ayrılmadığı on üç haftalık bir gebeliğinden kürtajından söz etti. Cenin ertesi sabah parçalara ayrıldığında kalbi hala atmaktaydı; bu durumda cenin kayıtlara mı geçmeliydi yoksa yakılmalı mıydı? Jinekolog, yakın bir gelecekte bu tür bir bebeğin yapay bir plasentaya bağlanmasının mümkün olabileceğini sözlerine ekledi. Cenin, ya küçük bir kedi yavrusu gibi suda boğulacak ya da yaşamı korunacaktı, bu konuda karar verilmeliydi. Bu ve aralarında anlaşmalı pek çok konunun halk, yasal kilise ve tüp üyelerinden oluşan bağımsız bir mahkeme tarafından tartışılıncaya kadar yasanın hâlihazırdaki şeklinin katılaşmaması gerektiğini söylediğinde takdir edildi. Diğer doktorlar, David Steel’in tekliflerinin büyük olasılıkla varılacak en iyi sonuç olduğunu düşündüler.
1967’de doktorların hemfikir olmaması açıktı. Tartışma sonunda Britanya Tıp Birliği’nin toplantı başkanı, doktorları, bağımsız bir mahkeme teklifinin reddedilmesine ve David Steel’in tasarısını destekleme lehinde yönlendirdi, eğer bu aşamada düşüncelerini değiştirirlerse, Britanya tıp Birliği bundan sorumlu değilmiş gibi görüneceği yorumunu getirdi.
David Steel sonra ilginç bir biçimde Britanya Tıp Birliği’nin bu kararını kendi tasarısını desteklemek için kullandı. Doktorlar aynı düşüncede birleştiğine göre, Parlamento buna neden itiraz etsindi?
Toplantı gününün sonunda, David Steel’in tasarısı, 1967 kürtaj Yasası haline geldi. Arka sokaklarda yapılan kürtajlar artık geçmişte kalmıştı. Şimdi istek üzerine kürtaj yapılmaktadır ve her yıl bu ülkede 100.000’in üzerinde kürtaj gerçekleşmektedir.
Milli Kürtaj Kampanyası üyeleri bununla yeterince ileri gidildiğine inanmıyorlar. Kampanyaları hâlihazırdaki yasaları, sınırlayıcı ve aleyhlerine bir davranış olarak algılayan pek çok kadının acı ve öfkesini yansıtmaktadır. “Bedenlerimiz ve yaşmalarımız bize aittir, karar verme hakkı bizimdir” ve istek üzerine özgür kürtaj: kararı kadınlar vermeli” gibi sloganlarla bir gebeliği sürdürüp sürdürmemeye karar vermenin tüm kadınlara ait bir hak olduğunu ve kadınların kendi üreme yeteneklerini kontrol etme yeteneklerinin üzerine konan tüm tıbbi ve yasal sınırlamaları ortadan kaldıracak yasaların gerektiğini duyurmaktadırlar. Bu ülkedeki pek çok siyah ve göçmen kadının kendi üremelerini kontrol etme haklarının hiçbir zaman saygı görmediğini iddia etmektedirler. İnsanların kullanmak istemediği gebeliği önleyici hapları kabul etmeleri için yapılan baskıya, kadının bilgisi olmadan uygulanan gebelik kontrolüne karşı çıkmaktadırlar, kürtaj yapılmadan önce bazı kadınların kısırlaştırılmayı kabul etmeleri gibi açıkça belirtilen talebe itiraz etmektedirler. Kürtajların yalnızca %50’sinin Milli Sağlık Hizmeti’nde, geri kalan %50’sinin ise pahalı özel kürtaj kliniklerinde yapılmasına karşı çıkmaktadırlar. Gebeliğe son verme gibi zor bir seçimin yalnızca konuyla ilgili kişi olan kadın tarafından yapılması ve özgür kürtaj kolaylığına ihtiyaç duyan her kadın için Milli Sağlık Hizmeti’nin yardım sağlaması gerektiğine inanırlar.
Milli Kürtaj Kampanyası destekleyicilerine göre kürtaj bütünüyle istenilmeyen bir gebeliğe engel olunmasıdır. Cinsel ilişkilerin yol açabileceği gebelik olasılığını ima eden bir sorumluluk olarak görmeye isteksiz gibidirler. Ve diğerleri gibi pek çok Hıristiyan’ın gebeliği engelleme seçimlerinin, gebelik (ve bu nedenle anne- babalığı) bir kez başladıktan sonra onu sona erdirme seçiminden çok farklı olabileceği görüşünü kesinlikle reddederler.
Toplumun diğer kesimleri Milli Kürtaj Kampanyası’nın tüm taleplerini paylaşmazlar, ama seçimleri dışında gebe kalan kadınların ihtiyaçlarıyla ilgili yaygın bir kaygı mevcuttur. Jinekologlar, çaresizlik nedeniyle yapılan bir kürtajı, kimi zaman başka istenmeyen bir çocukla başa çıkmaktan kaçınılmaz bir biçimde daha az kötülük sayan pek çok kadının derin acısını yazarlar. Hâlihazırdaki yasanın koşulları, jinekologlar açısından gebelikleri sona erdirmek için verilebilecek merhametli tıbbi kararları hazırlayan bir çatıdır.
Ama Milletvekili David Alton ve kendisini destekleyenlere göre 1967’deki yasa daha şimdiden fazla ileri gitmiştir. Yasa, yalnızca istek üzerine kürtajı fiilen yönlendirmekle kalmamış, kendisini teklif edenlerin önerilerinden daha özgür bir biçimde de yorumlanmıştır; yirmi sekiz haftadan sonraki üst sınırı koruyarak şimdi kürtaj yapılmakta olan yaşayabilir ceninlerin sayısını artırmıştır. 1986 yılında İngiltere ve Galler’de 8276 tane on sekiz hafta ve sonrası kürtaj yapılmıştır. Bu kürtajların yaklaşık % 90’ı, özel kliniklerde yapılmıştır. Kürtaj yaptıranların çoğu özellikle kendi ülkelerinde gecikmiş kürtajların yasa dışı olması nedeniyle Londra’ya gelerek kürtaj yaptıran yabancı kadınlardı. Gecikmiş kürtajlar, olayın içinde yer alan herkes için daha travmatiktir; özellikle çocuğun bedenini emerek ya da çocuğu parçalar halinde elle rahimden dışarı çıkartarak yapılan vakum aspirasyonunun kullanımı dehşet vericidir.
David Alton üst sınırı on sekiz haftaya indirmeyi umut ediyordu, böylece gecikmiş kürtajların sayısı azalmış olacaktı. Alton’un Tasarısı başarısızlığa uğradığına göre yasayı değiştirme konusunda hiç kuşkusuz başka girişimlerde bulunulacaktı. Ancak ne tür bir yasaya sahip olmamız doğrudur? Bu konuda hangi ahlak değerleri tehlikededir? Ne tür bir toplum olmak istiyoruz ve buna göre ne tür bir kürtaj yasası uygun olacaktır?
Üç ana konu şunlardır. Cenin ne tür varlık? Çatışan ahlak iddialardan hangisinin doğru olduğunu karar vereceğiz? Ne tür bir toplum olmak istiyoruz? Onun ışığında ne tür kürtaj kuralı uygun olurdu?
Hıristiyan Bakış Açıları
Kürtaj konusunda kabul edilmiş olan tek bir Hıristiyan görüşünün bulunmadığı açıktır. Tartışma karmaşıktır ve Hıristiyanlar temiz vicdanla farklı konulara farklı ağırlık tanırlar. Biraz önce ana hatlarını çizdiğimiz önemli konular hakkında şu sorulara yanıt verilmelidir. (Bir önceki bölümdeki çalışmamızın şimdiki çalışmamızın içinde var olduğu (ya da çalışmamızın temeli olarak varsayılmıştır) kabul edilmiştir.)
Ceninin Statüsü
Öncelikle, anne- babalığın Tanrı önündeki önemi nedir? Bir önceki bölümde gördüğümüz gibi, gebe kalma ürününün bizden komşuluk sevgisi bekleyen insan ailesindeki bir ortaktan çok insan iradesine tabi olduğu için insan hizmetinde olduğu düşünülen bir ürün olduğuna inananlar bulunmaktadır. Hıristiyan için kürtaj tartışmasındaki ana konu, ceninin statüsüdür ve daha önce gördüğümüz gibi, ceninin gelmekte olan ve yasanın tam koruması sağlanacak bir kişi olduğunu ileri sürmek için sağlam nedenler mevcuttur. Eğer cenin gelmekte olan bir insansa, anne-babalığın -kasten seçilmiş olsa da olmasa da- Tanrı’nın yaratıcılığını paylaştığı duygusunu yeniden keşfetmemiz gerekir. Çocuğun yaşamı, alınmak ve ilgilenilmek için verilmiştir; istenmediği takdirde elden çıkartılacak bir ürün değildir.
İkinci olarak, Hıristiyan ahlakı, masum insanların kasten öldürülmeme hakkına sahip olduğu ilkesini içerir. (Masum kanın dökülmesi. Kutsal Kitap’ın pek çok yerinde yargılanır; Yşa. 59:7; Yer. 22:3; Mat. 27:4 ayetlerini karşılaştırın). Savaşta katılmayanın dokunulmazlığı öğretisi ile ilgili olarak bu ilke Haklı Savaş teorisinde kabul edilir. İnsan yaşamı, değerli olduğu ve normal olarak korunması gereken bir kutsallığa sahiptir. Eğer cenin, gelmekte olan bir kişiyse, o zaman herhangi belirli bir kürtajın yanlış olduğu hakkındaki genel kurala bir istisna olarak tasdik edilmesi-kanıtlanması gerekir.
Üçüncü olarak, Tanrı, Kutsal Kitap’ta, kendisinin defalarca yoksul, sessiz ve masumlardan ‘yana’ olduğunu gösterdiğinden, insanların en sessizi, masumu ve savunmasızı olan ceninin korunması doğal ve mantıklı bir sonuçtur.
Ahlak Konusunda Çelişkili İddialar
Bu tartışmada aynı zamanda bu günaha düşmüş dünyada sık sık ilke çelişkilerinin olduğunu da fark etmeliyiz. Bu konuyu ayrıntılı olarak incelemek için kürtaj tartışmasına dâhil olan diğer iki konuya bakmak için bir ara vermemiz gerekir: “haklar” ve “adalet” .
İnsan Hakları
Medyadaki tartışmanın çoğu, haklar sorununun merkezinde toplanır. Kürtaj muhalifleri, ceninin bir yaşam hakkına sahip olduğunu öne sürerler. Kürtaj lehine olanlar ise genellikle kadının “seçim hakkından” söz ederler. Ancak insan hakları dendiğinde anlaşılan nedir? “Hak” sözcüğü, bir şeyin insanlara verilmesi gerektiğini, yani uygun olarak onların olması gerektiğini ima eder. Eğer bir şeye hakkımız varsa, başka birinin bunu bizden alması ahlaki açıdan yanlıştır.
Klasik Grek kültürü zamanından bu yana insanlar, yaşam ve özgürlüğün temel haklarını kabul etmişlerdir. İnsanlar şimdi aynı zamanda mutluluk, mal, sosyal yararlar ve benzeri konulardaki haklarından da söz etmektedirler. Haklarımız nereden gelmektedir? Pek çok kişi, insanlara, haklarını toplumun bağışladığını düşünür. Ancak Hıristiyan inancı, haklar konusundaki tüm tartışmayı, insanlar yalnızca Tanrı’nın benzeyişinde yaratıldıklarından kendilerine uygun davranılması gerektiği gerçeği üzerinde temellendirir.
Adalet
Adalet, kısmen insanların verilmesi gereken haklarını almalarını garantilemek hakkındadır. Adalet topluma öyle bir çekidüzen getirir ki, birey ve gruplar, birbirlerinin temel haklarına saygı duysunlar ve bu hakları korusunlar, başka bir deyişle diğerlerinin insan olduğu gerçeğine saygı duysun ve bu gerçeği korusun. Diğer kişilere komşuluk sevgisini gösterebilmemizin yollarından biri, onlara adil davranılmasını istemektir.
Ancak belirli haklar birbirleriyle çeliştiğinde adalet arayışı zordur. Kişi bazen, hakları bir başka kişininkine zarar verdiğinde haklarından vazgeçmek zorunda kalabilir ya da haklarının elinden alınması gibi bir durumla karşılaşabilir. Örneğin, diğer insanların güvenliklerinin tadını çıkarabilmeleri için bir katilin özgürlüğünün kısıtlanması talep edilir.
Adalet aynı zamanda, diğerlerinin haklarının eşit derecede saygı görmesi için bazı kişilere eşit davranılmamasını da istemektedir. Örneğin, hükümetin, ciddi anlamda sakat olan birine aynı derecede sakat olmayan birinden daha fazla para harcaması gerekebilir.
Kürtaj hakkındaki tartışmaların zorluğu, genellikle farklı kişilerin kendi ya da diğer kişilerin hakları olarak ne gördükleri arasındaki çelişkiden kaynaklanır. Bazı kişiler, adaletin, ceninin yaşama hakkını korumakla ilgilendiğini iddia edeceklerdir, bu iddialarının nedeni ceninin özellikle güçsüz ve savunmasız bir kişi oluşudur. Adaletin aynı zamanda annenin yaşam, sağlık, refah, sahip olduğu diğer çocuklarına bakabilmesi için yeterli destek ve benzeri haklarıyla ilgilendiği de iddia edilir. Adalet, babanın hakları ve sorumlulukları, kararı paylaşan doktorların, kürtajları yapan hemşire ve doktorlardan oluşan tıbbi ekibin ve onların vicdanları hakkında sahip olduğumuz görüşle ilgilidir. Eğer hâlihazırdaki yasa şimdi iptal edilseydi, arka sokak kürtajlarına tekrar bir geri dönüş olup olmayacağı adalet ile ilgili bir konudur. Adalet, sınırlı sağlık bakımı kaynaklarını tahsis etmek ve bir kürtajın yapılmasıyla ilgili harcamaların, istemediği bir gebeliği sürdüren bir annenin ya da ciddi bir sakatlığı olan bir çocuğun bakımı için yapılan harcamalarla kıyaslanması hakkında sorular sorar. Hıristiyan inancı bize, bu haklar ya da değerler çelişkisini düzenlemesiyle ilgili bir öncelik konusunda yardımcı olur mu?
Öncelikler
Eski Antlaşma’nın ilk beş kitabında yer alan yasaların farzı, kişisel değerlerin daima mallardan daha üstün olduklarını ortaya koymaktadır. Cenini bir “kişi” den çok, bir “mal” kategorisine yerleştirmiş gibi görünen bir yasaya Çık.21: 22- 25 ayetlerinde rastlarız. Bu durum, çöl toplumunun bedensel yaralanmalarla ilgili yaşamı düzenleyen yasalar usulünün bir bölümüdür. Bazı kişiler bunu şöyle yorumlar: eğer bir kavga olursa ve gebe kadın bunun sonucunda yalnızca düşük yapar ve başka bir şekilde yaralanmazsa, o zaman bir para cezası ödenmelidir; ancak kadın yaralandığı takdirde daha ağır bir cezanın uygulanması gerekir. Buna göre, annenin yaşamı ceninin yaşamından daha değerli gibi görünmektedir.
Bu doğru olsa bile, Çıkış yasası kaza sonucu yaralanmalarla ilişkili olduğundan oysa kürtaj niyetlenerek yaptırıldığından bu yasanın kürtaj konusuyla doğrudan ilişkili olduğunu kabul etmek zordur. Ancak, Cassuto ve diğer bazı yorumcuların belirttiği gibi metni diğer şekilde anlamak için nedenler mevcuttur. Eğer kadın yaralanır ve zamanından önce doğum yaparsa, ama ne kadın ne de çocuk/çocuklar ölmediği takdirde bir para cezası uygundur. Ama bir ölüm halinde (eğer anne ya da çocuk/çocuklar ölürse), o zaman yaşama karşı yaşam verilecektir.
Böyle bir ifade ile ceninin yaşamının annenin yaşamı ile mutabık kaldığının belirtildiği ileri sürülür.
O zaman bazı Hıristiyanlar, annenin ve ceninin yaşamının mümkün olan her yerde korunması için harekete geçilmesi gerektiğini ve “eşit koruma düşüncesinin” tek uygun yol olduğunu öne sürmek isteyeceklerdir.
Yaşama Karşı Yaşam
Burada ” çifte etki” olarak adlandırılan etik bir ilkenin kullanımına ihtiyacımız vardır. Hıristiyan ahlakçıları ve ahlak düşünürleri, bir eylemin iyi bir sonuca, yalnızca niyetlenmemiş ama kaçınılmaz olan zarara neden olan bir risk karşısında ulaşabildiğinde, bu eylemin yine de hoş görülebilir olduğunu düşünürler. Örneğin, bir dış gebelik durumunda (cenin, rahim yerine, dölyatağı borusunda büyür), bir doktor, annenin yaşamını kurtarmak için, gebeliği cenini niyetlenmemiş ama kaçınılmaz olarak mahvederek sona erdirebilir.
Diğer kişiler, anne, daha önceden kocası ve ailenin diğer üyeleriyle gelişmiş bir ilişki ağı içinde bulunduğundan, cenin ve annenin yaşamı arasında bir karar verilmesi gerektiği takdirde, annenin yaşamının doğmamış ceninin yaşamından daha değerli olarak kabul edilmesinin doğru olacağını öne sürerler.
Bu tür yaşama karşı yaşam seçimleri, oldukça enderdir.
Yaşama Karşı bir Başka Değer
Bu tartışmada ceninin yaşamına karşı annenin sağlığı, refahı, arzuları ya da kolaylığa sahip olması konusundaki seçimler büyük bir farkla daha geneldir. Farklı kişiler, farklı yerlerde sınırlamalar yaparlar.
Düşünür Judith Thomson, bu konuyu tartışmak için şöyle bir öykü kurmuştur: cenin, diğer kişilerle birlikte yasanın tam korumasının haklarına sahip bir kişi olarak görülse bile, bu durum, kürtajın daima yanlış olduğu anlamına gelmez.
Bir sabah, bir hastane yatağında uyandığınızı düşünün. Yanınızdaki yatakta bilinçsiz olarak yatan bir adama bağlanmışsınızdır. Size bu adamın böbrek hastalığı çeken ünlü bir viyolonist olduğunu söylerler ve bu adamın hayatta kalabilmesi için tek yolun kan dolaşımı sisteminin kendisiyle aynı kan grubuna sahip birinin kan dolaşımı sistemine bağlanması olduğunu açıklarlar- ve bu adamın kan grubuna uyan yalnızca sizin kan grubunuzdur. Bu nedenle bir müzikseverler topluluğu sizi kaçırmış ve hastanede bu adama bu şekilde bağlamıştır. İstediğiniz takdirde bu adamdan çözülmeyi seçebilirsiniz ve o zaman viyolonistin öleceği kesindir. Öte yandan bu şekilde dokuz ay bağlı kaldığınız takdirde adam iyileşecektir ve siz adamdan çözüleceksiniz, çünkü artık kendi başına yaşamaya devam edebilecektir.
Judith Thomson, bu adama bağlı kalmak için hiç bir zorunluluğunuz olmadığını söyler. Böyle bir düzen sizin seçiminiz değildir. Bedeniniz sizi ilgilendirir ve eğer bedeninizi biriyle paylaşmak istemiyorsanız, bunu yapmak zorunda değilsiniz. Ama elbette çok cömert davranabilir ve dokuz ay bu adama bağlı kalabilirsiniz. Ancak bu, sizden bir şey talep etmenin ötesinde bir durum olacaktır. Reddettiğiniz takdirde hata yapmış olamayacaksınız.
Thomson, aynı şeyin istenmeyen bir gebelik durumu için de geçerli olduğunu söyler. Bir anne, elbette, bebeğini aldırmamayı seçebilir, ama bunun için ahlaki bir zorunluluğu yoktur. Bebeği aldırmadığı takdirde çok cömert davranmış olur.
Thomson’un vardığı sonuç, viyolonistin yaşama hakkına sahip masum bir insan olduğunu inkâr etmeye dayanmamaktadır. Thomson’un söylemek istediği, viyolonistin yaşam hakkının başka birinin bedenini kullanma hakkını gerektirmediğidir.
Bundan ne anlam çıkarabiliriz?
Bir tecavüz olayından sonraki gebelik ile bazı benzerliklerin bulunduğu açıktır. Böyle durumlarda gebelik, kadının bedeni, duyguları, saygınlığı ve özgürlüğüne, seçilmemiş, istenmeyen ve beklenmedik bir saldırıda bulunur. Gebeliğin, ilk deneyime yalnızca ikinci zorlanmış bir deneyim ekleyeceği tartışılabilir. Gerçekten de büyüyen bir ceninin bir anlamda tecavüzün devamı olarak düşünülebilir ve bu durumda gebeliğin sona erdirilmesini, kadının öz-savunma hakkının bir parçası olarak görmek mümkündür.
Ancak diğer gebeliklerde aynı benzerlik mevcut mudur? Judith Thomson’un öyküsü gebeliğin bir hastalıkla ya da kaçırılmayla kıyaslanabileceğini varsayar gibidir, her ikisi de tecavüz durumuna bir olasılıkla uygun gibi görünebilirler, ama bunun dışında bir benzeyiş söz konusu olamaz. Judith Tomson aynı zamanda gebelik ve bu sonucu ortaya çıkaran cinsel ilişki arasında bağlantı bulunmadığını varsayar gibidir. Görmüş olduğumuz gibi Hıristiyan geleneği, cinsel ilişkileri ve doğurmayı birbirinden ayrı tutmaz, ancak Judith Tomson burada kesin bir ayırımdan söz eder gibidir. Ayrıca, gebeliğin istisnai bir cömertlik olduğunu hangi temellere dayanarak iddia edebiliriz?
Bir viyoloniste bağlı olarak uyanmak yerine kapınızın önünde yeni doğmuş bir bebek bularak uyandığınızı varsayın. Beklemediğiniz bu ziyaretçiye bakmak için bir zorunluluğunuz var mı? Bu soruya vereceğiniz ‘evet’ yanıtı, çok cömert biri olduğunuzu göstermez, yalnızca her normal insanın, ihtiyaç içindeki bir başka insana göstermek zorunda olduğu doğal ilginin bir parçasıdır. Şimdi kapınızın önündeki bebeğin size ait olduğunu varsayın- bu bebeğe ilgi gösterme zorunluluğunuz daha da güçlenmemiş midir?
Judith Tomson’un öyküsünde ortaya atılan soru şudur: Kendi eylemlerinin bir sonucu olarak rahimde var olan cenine karşı gebe annenin-ve babanın- bir zorunluluğu yok mudur? Anne-babalık konusundaki Hıristiyan anlayışı, bu soruyu kesinlikle ‘evet’ olarak yanıtlar.
Bu yanıt, annenin yaşamının tehdit edilmediği durumlardaki tüm kürtajların her zaman yanlış olduğunu söylemek anlamına gelmez; özel bir durumdaki bir istisnanın, kürtajın yanlış olduğu genel kural karşısında haklı çıkarılabileceğine karar vermek için çok ciddi nedenlerin var olmasının gerektiğini belirtmektir. Tecavüzden sonraki tıbbi bakım elbette uygulamada, bir gebeliğin meydana gelmediğini genellikle garantilemesine rağmen bir kişinin gebe kalıp kalmadığına ilişkin bilgi bulunmamasına rağmen tecavüz olayları bu tür durumlar olarak düşünülebilirler?
Büyüyen bir cenindeki çok ciddi anormallik durumları da bir istisna olarak görülebilirler çünkü böyle pek çok cenin, tıbbi bakımın daha az gelişmiş olduğu günlerde düşürülmüştür.
Gebeliğin annenin ya da ailesinin sağlığına ciddi bir zarar vermesinin beklendiği bazı aşırı durumlarda, gebeliğin sona erdirilmesinin daha az kötü bir seçim olduğu düşünülebilir. Ancak bu konuda dört yorum yapılması gerekmektedir. Birincisi, pek çok kürtaj ciddi ve gerçekten “psikolojik” eğiliminden uzak “elverişlilik” nedenleriyle yaptırılmaktadır. İkincisi, bazı gebeliklerde, psikolojik stresi rahatlatmak için gebeliği sona erdirmenin dışında yollar mevcuttur ve kilise bu tür desteğe katkı sağlamanın yollarını sürekli araştırmalıdır. Üçüncüsü, gebeliğin sona erdirilmesiyle bazı psikolojik ihtiyaçlar yaratılır: kürtaj sonrası yaşanan travma bazen çok ciddi olabilir. Dördüncüsü, çifte etki öğretisini kullanarak, “gebeliği sona erdirme” ve “bir cenini öldürme” arasında ayırım yapmamız gerekir, (gebelik sona erdirilse de zamanından önce gelişen bir ceninin yaşamının korunabileceği fırsatlar olabilir.)
Ne tür bir toplum olmalıyız?
Sorunun bu şekilde sorulmasının nedeni, şimdiki kürtaj uygulamamızın temelini oluşturan temel varsayımlar üzerinde odaklanmaktır. İnsanların çoğunun cenini, yasanın koruması altındaki aynı haklara sahip bir insan olarak görmedikleri açıktır. Bu görüşe karşı Hıristiyan düşünce temellerine göre bir ceninin Tanrı’nın tam benzeyişine göre yola çıkmış bir kişi olduğunu belirtmiştik.
Aynı zamanda pek çok kişinin, kürtaj alanındaki zor kararlarda en önemli düşünce-sav, kendi bedenine ne olacağını seçme hakkının kadına ait olduğuna inandıkları aşikârdır. Bu kabullenmiş hakkın rekabet eden ahlak iddialarının çevre ve koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmüştük ve ceninin yaşama hakkının kadının yaşama hakkından daha çok önemsenmesi üzerinde durmuştuk.
Bu son bölümde, bu iki temel varsayımın mevcut olduğu bir toplum türüne dönüştüğümüze ilişkin imalara değinmemiz gerekiyor. Yaşama değer veren, yaşları, kapasite ya da yararlılıkları ne olursa olsun kişileri koruyan ve sessiz, masum ve savunmasız kişilere özellikle özen gösteren türde bir toplum muyuz? Yoksa cenini korunması gereken bir insandan çok elden çıkarılabilecek bir ürün olarak görmeyi tercih eden bir toplum türü müyüz? Rahimde gizli olan, görünmeyen yaşamı önemsiz görüp, haklar üzerinde ısrar etmeyi ceninin yaşamının kutsallığından daha önemli mi buluyoruz? Önceki tartışmamızın içeriği, toplumumuzdaki pek çok kişinin ikinci düşünceye eğilimli olduğunu, ama Hıristiyan bakış açısının bizi birinci düşünceye yönlendirdiğini ifade etmektedir. Elverişli durumlara bağlı ya da istek üzerine kürtaj konusuna karşı çıkanlar elbette yalnızca Hıristiyanlar değildir. 1976 Kürtaj Yasası’ndan önceki tartışmalarda yayınlanan, olmak ya da olmamak olarak adlandırılan bir broşürde ismi belirtilmeyen bir yazar şöyle demişti:
İnsan yaşamının kutsallığına inanmak için Tanrı ya inanmanız gerekmez…Eğer Kürtaj Tasarısı meclisten geçerse, cehennemdeki Herod sevinecek ve gülecektir.. Kürtaj, bir Herod’un düşünebileceğinden çok daha dehşetli bir şekilde tarafımızdan işlenen bir suçtur; Masumların Katledilmesi.
Bu yazar, toplumun, bir zamanlar evrensel olarak kınanan bir konuyu nasıl toplumca öyle kolay kabul ettiğini yasa teklifini destekleyen pek çok kişiden daha iyi anlamıştı. Pek çok Hıristiyan, bu yazarın düşüncesini kabul etmektedir.
Ancak kilise, kürtajın gereğinden fazla kolaylaştırılmasına karşı protestodan daha fazlasını yapmalıdır. Cinsel ilişkilerin ve anne-babalık olasılığının gereğinden fazla kolay bir biçimde ikiye ayrıldığı ahlaki ve cinsel iklimi ciddiye almamız gerekir. Beklenilmeyen bir gebeliğin neden olabileceği şok ve sarsıntıyı ve ortaya çıkabilecek psikolojik, ilişkilere dayalı ve ekonomik güçlükleri hesaba katmalıyız. İstemeden gebe kalmış kadınlara maddi ve sosyal açıdan destek sağlamak için, danışmanlık, ev ve bazı yaşam lehinde görev yapan acentelerin duyarlılıkla sunduğu evlatlık verme öğütleri gibi yollar bulmalıyız. Kilisenin beklenmedik bir gebelik nedeniyle acı çeken kişilere söyleyeceği tek şey, kürtajı yargılamaksa, o zaman kilise, lütuf müjdesine hizmet etmiyor demektir. Gazete manşetleri arasında şefkatin, lobilerin yanında sevginin, boş konuşmalar yerine gerçekçi maddi desteğin ve anlayışın görülmesi gerekir.
Ayrıca, Hıristiyan kilisesi, bağışlama müjdesini almaya ihtiyaç duyanlara sunduğu ruhsal hizmetinde, bazen asla olmayan çocuk için tutulan uygun bir yas ve genellikle pek çok kişi için yalnızca trajedi olarak adlandırılan kürtajdan sonra gelecek için yaratıcılıkla bina edilecek lütuf gibi geniş yollar bulmalıdır.